RABITA

 

 

   Rabb’ülâlemin’e hamd ve sena, Peygamber’e, âl ve ashabına salât ve selam olsun’.

   Daha önceleri de söylediğim gibi, siyasî sahadaki dağ ınıklığı giderip, şer’î zemine oturtmak bir vecibe olmuştu. Çünkü şeriat kaldırılıp lağvedilmiş, ,,Devletin dini İslam’dır” maddesi 1924 anayasasından çıkarılmış, dolayısıyla din-devlet ayırımı yapılmış ve bu suretle dini devletsiz, devleti de dinsiz bırakmıştı!..

   Neticede kemalizm, sosyalizm, demokrasi gibi yabancı sistemlere göre partiler kurulmuş ve bu suretle birlik bozulmuş, her kafadan bir ses gelir hale gelmişti.

 Birliği sağlama:

   Biz ne yaptık? ,,İslam, hem dindir hem devlettir!” hakikatını gündeme getirerek ve bu gerçeği Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas yoluyla işaret etmeye çalıştık ve bu yolda konuşmalar yaptık, bantlar doldurduk, neşriyat yaptık ve elhamdülillah bu babda boşluk bırakmamaya gayret ettik ve neticede birliği sağlamanın yolunu gösterdik ve bu hususu bütün bir dünyaya ilan ettik!..

   Tasavvuf ve tarikat babında da birliği sağlama:

   Evet; İslam’ın özünde ve yapısında bulunan ve bidayette ,,Zühd ve takva” şeklinde ifadesi bulunan ve zamanla ,,Tasavvuf ve Tarikat” isimlerini de alan bu mevzu; ehliyetsiz devriye girmesiyle bozulmuş; tarihin seyri içerisinde hurafe ve bid’atların ilavesiyle bu irfan müessesesi dejenere olmuş, cihad durumunu kaybetmiş, dinî devlet mevzuunda olduğu gibi, bu mevzuda da zikir cihadsız, cihad da zikirsiz kalmıştır. Her sabahtan kalkan eline bir tesbih almış, sırtına bir cübbe giymiş, genelde bir sakal bırakmış ve şeyhliğini ilan etmiştir. Etrafına müridler toplamış; küfür ve kâfir anayasalara oy vermelerine, sandık başlarına gidip partilere oy vermelerine işaret etmiş veya en azından onlara göz yummuştur. Çok azı müstesna, şeyhlerin müridlerine sözleri şu olmuştur:

   ,,Sizin devletle, siyasetle ne işiniz var? Çekin tesbihinizi oturun aşağı! Şayet sizler zikrinize devam ederseniz, Allah ne yapar? Başınızdaki yaramazları alaşağı eder de size İslam’ın devletini verir!..” derler ve bu suretle onlardaki cihad ruhunu öldürmüşler, tekkeleri de birer tembel yatağı haline getirmişlerdir! Bunlar, suya sabuna dokunmazlar, dolayısıyla siyasîler kendilerinden memnun, kendileri de siyasîlerden memnundur.

   Onlara göre ortalık sanki gül ve gülistan!

   Üç müessese:

   Medrese, tekke ve kışla!

   Formül bu!.. İnsanımızın yetişmesi ve adam olması için birbirini takib eden bu üç tezgahtan geçmesi lazımdır. Medresede şeriat’ı öğrenecek, tekkede tasavvuf ve tarikatı, zühd ve takvayı yaşıyacak, kışlada ise askerî eğitim ve öğretimi yapacaktır. Mezhep ve meşrebleri ne olursa olsun, işte İslam’ın müslümanlardan istediği bu! Dağınıklığı gidermek, birliği sağlamanın yolu bu!..

   Ama heyhat!..

   Ve işte biz, Rabb’imizin lütuf ve inayetiyle, Edille-i Şer’iyye’ye dayanan bu yolda da yürümeye ve insanımızı yürütmeye çalışmaktayız!.. Bu babda da bir risale hazırladık.

   RABITA:

   Tasavvuf sahasında anlaşması ve anlatması zor olan ve aynı zamanda ehl-i tasavvuf arasında da ihtilaflı bulunan meselelerden biri de ,,Rabıta” mevzuudur. Rabıta mevzuunu da yine edille-i şer’iyye çerçevesi içerisinde, ifrat ve tafrite kaçmadan tarifini yapacak, hükmünü beyan edecek, isbat edenlerin de, inkâr edenlerin de sual ve cevaplarını bazen göstermeye çalışacağız!.

   Bu hususta Şeyh Hüseyin Ed-Düsri (Allah kendisine rahmet etsin!) 1287 senesinde telif ettiği ,,Rahmet’ül-Habita fi zikri İs-miz-Zati ve’r-Rabıta” ismini verdiği risalesini genelde esas alacağız.

   Müellif Risalesini Yedi Baba Ayırmıştır:

  1- ,,Fi Vasiyyetil Ehil Bar Bi-Müsahebetil Ehyar ve Mücanebetil Esrar.”

  2- ,,Fin-Nakli-l Mucib-i Liz-Zat Fi Zikri İsmiz-Zat.”

  3- ,,Fi Tarif-i Rabıta Uli-l İçtiba ve Sübut-i Rabıta Li Külli İnsan Şâe ev Eba.”

  4- ,,Fil Kavlil Esna Ve’stihbabir-Rabitatil Hüsna.”

  5- ,,Fi Kavli Ehl-il İstifa Fi Rabitatil Mustafa (s.a.v.).”

  6- ,,Fil Kavlil Mücmel Fi Rabitatil Evliya-il Kemmel.”

  7- ,,Fi Nushil Münkerin. El-Hass Vel Amm Li Husuli Hüsnil Hitam.” Usul ve üslubda bir kişiyi muhatap aldım, ricam şu idi: Yüzsüzlere kalbiyle teveccüh etsin, Rabb’ine yönelsin, günahından tevbe ve istiğfar etsin!..

   1- ,,Fi Vasiyyetil Ehil Bar Bi-Müsahebetil Ehyar ve Mücanebetil Esrar”:

   Yani o ki hayırlı bir insan olmak istiyorsa, şerlilerden uzak olup, hayırlı insanların sohbetinde bulunması yolunda bir vasiyyet!..

   Ahi! Allah bana da sana da Hakk’ın ve hidayetin yolunu göstersin! Kalplerimizden de hasedi gidersin ve bizi tecavüzden uzaklaştırsın! Zira biz öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, din ehli takvayı terk etmiş, heva ve hevesine uymuş, güzeli bırakıp çirkini neşir etme yoluna girmiş, Allah’ın dininden uzaklaşır, hevasını kendisine ilâh edinir, tek yanına ve yöresine gidiyor, fisk ehlini seviyor, takva ehline buğz ediyor, haya perdesini çıkarmış, riya gömleğini giymiştir! Rabb’isinin zikrinden yüz çevirir, dinini bir çekirdeğe satıyor! Kıl ve kalin peşinde olup kendilerine uymayanlara çeşitli çamurlar atıyor, karaladıkça karalıyor.

   Ahi! Sen böyle bir devirde yaşıyorsun! Sana düşen sağlam bir itikad, rüşt ve hidayet yoluna sülükün, hidayet ve salah yoluna gidenlerin azlığı, fısk ve dalalete gidenlerin çokluğu seni aldatmasın!

   Çünkü Kur’an’da, ,,Hiç bir kimse başkasının günahını taşımaz!” hükmü vardır.

   Bir gün gelecek ki, zalimler müjde ehlinden ayrılacaktır!..

   0 halde sana düşen bir şey var, o da öyle bir kişi ile sohbet edeceksin ki, sözü seni Allah’ın Kitab’ına, Peygamber’in sünnet’ine davet ediyor! Allah Resulü, iyi bir arkadaşla sohbet etmeyi ve kötü bir kişiyle oturup kalkmayı birer kıtalla temsil ediyor ve diyor ki:

   ,,Kötü arkadaş ile salih arkadaşın yanında ve sohbetinde oturup kalkmanın misali, misk satanla ocak başında körük çekenin misali gibidir. Misk taşıyan ya size koklatır ya da siz ondan bir miktar satın alırsınız (her iki halde de misk kokusunu koklamış olursun!);

   Ama körük çekenin yanına gidersen ya ocaktan bir kıvılcım sıçrar, elbiseni yakar, ya da ocağın kokusu seni rahatsız eder! (Her iki halde de zarar görürsün!)”

   Bir başka hadis şöyle:

   ,,Sizin hayırlılarınız o kimselerdir ki, onlar görüldükleri zaman Allah zikir edilir; yani hatırlanır!”

   İşte bu iki hadis’de teveccüh ve rabıtanın varlığına ve faydalı olacağına delalet etmektedirler!

   Zira bunlar lafız ve manalarıyla vakıa mutabıktırlar. Salih insanlarla sohbet etmeyi teşvik ve tavsiye etmektedirler. Çünkü misalde üç faydanın biri var!

   Birincisi kesindir; Kokuyu hissetme!

   Bunda bir mani yok! Onun parasız vermesinde veya senin ondan satın almışın ki, faydaya bir diyecek yok!..

   Mümessile gelelim; Salih kişiye sormadan ya sana ilim verir ya da kemal sahibi olan bu zatın teveccühüne mazhar olursun; hiç olmazsa onun sevgi dolusu bir gözle bakışı bazen Allah sana fi külliye!.. Senin satın alışın, onun da cevap verişi ya lisaniyla sana bir şeyler söylemesi veya senin ondan, onun ruhanî istimdad edişindir! Bu ruhanî alış-veriş ehlinin indinde mahsus vicdanla mâlum olur.

   Binaenaleyh bu yolda olmayan bir nice inkâr-i muteber değildir; iltifat olunmaz! Bilinen bir keyfiyettir ki, hususiyle sevgi ve muhabbetle yanında oturduğu kimsenin şekli ve sureti onun zihninde teressüm eder, resimleşir. Eğer şahıs Allah dostlarından ise onun suretini düşünmek, Allah sevgisine ve müştak olduğuna götürür. Öyle ise o şahıs tasavvur etmiş ve zihninde canlandırması mahbubidir, güzel bir şeydir. Zira bir kimsenin mevsufi tasavvur etmesi, aynı zamanda sıfatlarını da tasavvur etmesi demektir. Şayet o şahsın sıfatları Allah indinde mahbub ise, mahbub olan sıfatlarını mucib olan şahsı tasavvurda mahbubdur.

   İşte rabıta da bundan başka bir şey değildir. Bunda şeriat’a muhalif bir şey de yoktur. Zira insan zahiri hareketlerinden ve batını tasavvurlarında muhtardır. Yeter ki, o hareket bir masiyete yönelik olmasın! Keza bir kimsenin bir masiyeti eşiyle, ki tasavvur etmiş ki, bu mahzurludur. Zina gibi...

   Fakat zevcesiyle yaptığını tasavvur etmesinde bir mahzur yoktur. Allah Resulü’nün, ,,Sizin hayırlılarınız o kimselerdir ki, onlar görüldüğü zaman Allah zikrediliyor,” sözü misaldeki ,,Veya sen ondan güzel bir koku bulursun!” sözünün şer’î mesabesindedir. O halde salihleri mücerred görmek Zikrullah’a götüren bir vesile olursa ve hususiyla bu görme sevgi ve itikad üzerine istinad ederse, kalpde hicabın kalkması hasıl olur da, yerine Zikrullah nakş olur. Ve bu kalp, nurlarının yansımasından daha müesser olur.

   Ya Ahi! Kesin olarak mâlumun olsun ki, ben bunları zan ve tahmin üzere söylüyorum: Tahkik ve tecrübeye dayanıyorum. Şefkatli bir arkadaşa, arkadaşının nasihat etmede, son derece gayret gösterir. 0 halde bu yola gidip nasibini almayanlara söyle ve de ki, sakın kalp âleminden nasib ve sehiminiz olmadan yola çıkmayın!..

   Ve bir netice:

   Salihlerin sohbetine ihtiyaç vardır! ,,Önce refik sonra tarik” demişlerdir.

   Kalbi; kibir, ucûb, riya, dünya muhabbeti gibi mezmum olan sıfatlardan temizlemek her müslümana farzdır. Bunda ulemanın icması vardır. Çünkü ibadetler varlığı ve onlardaki ihsan, hep kalbin temizliğine dayanır!..

   Baksana Allah Resulü ne buyurmuş:

   ,,Bedende bir parça et vardır ki, o salih olursa, bedendeki her şey salih olur!” Kalbin istenilen şekilde temizlenmişse de bir mürşid-i kâmil’in sohbetine bağlıdır.

   Seyyid Abdullah Hüdâdin’in şu sözlerini de dinle:

   ,,Size düşen salih kişilerin sohbetinde bulunmak ve onların saygı ve sevgi ile ve haklarında hüsn-i zanniyle, adabiyle teeddüb etmektir. Eğer bugün insanoğlu onların bereketlerinden mahrum kalıp, kerametlerini müşahede etmiyorlarsa ve dolayısıyla ,,Bu zamanda artık evliya kalmadı!” diyorlarsa, sebebini kendilerinde aramak lazımdır.

   Çünkü onların evliyaya karşı hüsn-i zanları azalmış, tazimleri yok olmuştur. Halbuki bihamdillah onların, zahirde ve mahfiyyunda sayıları çoktur. Çünkü hiç bir zaman onların varlığına dünya hali değildir. Tersini düşünenlerin akibetlerinden korkulur! Zira bunlar Peygamber’i tekzib etme vartasına düşmüşlerdir.

   Aleyhisselam şöyle buyurmuştur:

   ,,Ümmetim arasında kıyamete kadar hak üzerinde bulunan bir taife eksik olmıyacaktır!..”

   Taife ile murad, ilmiyle âmil olan, adaletle, ulema ile kâmil olan meşayih’dir. Zira ancak bunlardır ki, Peygamber hadis’inin şümuluna girmiş olanlar!

   ,,Her sonraki nesilden bu ilmi hamil olanlar adil olanlarıdır. Ki, onlardır o ilmi aşırı gidenler tahrifinde, batılların teevvülünden korurlar!..”

   Bu hadis-i şerif açıkça gösteriyor ki, o ilmi hamil olanlar, adil olanlardır; başkaları değildir. Zira başkaları ilimden bir şey bilmezler ki!.. Zahirde ve batında adil olanlar, zahirdir ki, bugün mürşid-i kamil, ilmiyle amil ve arif Macid Şeyh Halid ve tabilerinin büyükleridir ve bunların yanında tavafından, Bağdat ve Yemen’den bildiklerimiz ve tanıyabildiklerimizdir. Bilmediklerimizin sayısı daha da çoktur.

   İşte bunlar Rabb’lerinden bir hidayet üzere olanlardır. Mesud olanlar da bunlara taraftar olanlardır.

   Şeyh Halid:

   Onun himmetinin yüceliği Masivallah’dan başka malı ve mülkünde gözü olmayışı, mürüvvet ve hülükunun güzelliği, ilminin gazrati (çokluğu), aklî ilimlerinin muhkem ve sağlamlığı, ledünnî ilimlerde olduğu gibi, hususiyle şer’î ilimlerdeki denizleşmesi!..

   Müslümana olan büyük sakafet ve merhameti, Ümmet-i Muhammed’e olan itinası onu kalplerin ihyasına, hidayetlerine vesile olacak müridler ve mürşidler göndermesine sebep olmuştur.

   Bütün bunlar şükrü gerektiren şeylerdir. Bu gayret ve bu faziletleri inkâr edenler ise dinlerinde ve akidelerinde zayıf olanlar. Takvadan nasibini almayanlardır. Zira takva sahibi olan bir nefis sahibi haset etmeye sevk etmez, takva, mürüvvet irşad ve hidayete vesile olanlar ve karşı çıkıp onları inkâr etmez. Şeyh Halide Mürid olup, tabi olanlarda da aynı meziyyet faziletler kendini göstermektedir; İlim ve amele sahip, talim ve terbiye, vaaz ve nasihat gayreti içindedirler. Ve bütün bunları nazar-i itibara aldığınız zaman göreceksiniz ki, Şeyh Halid ve benzerleri de ve onlara tabi olanlar da Peygamber had is’inin şümuluna dahil olmaktadırlar.

   O halde Ya Ahi! Sana düşen bir şey var. 0 da böylelerini sevmek, onların sohbetlerinde, hizmetlerinde bulunup onlara intisab etmektir. Zira bunlar öyle bir kavimdirler ki, bunlarla oturup kalkanlar, söz ve sohbetlerinde bulunanlar şeki olmaz, zarar etmez!..

   Allah beni de seni de muvaffak buyursun!..

   Zira o Ekrem’ül-Ekrem’indir!..

 

   İkinci bab:

   Bu bab; Zat-ı ismini zikretmede mucib liz-zati nakil etme mevzuundadır.

   Ya ahi! Allah beni de seni de onun büyük isminin zikriyle meşgul etsin! Alim billah (Allah sahibi) olan ulemanın ekserisi, Allah’dan nasibi olan ulemanın büyükleri, şühud yönünden efdal, uyanık olup Allah ile beraber olan, muhabbetullah da mahv olan onlardır ki, bidayetlerinde ,,Allah”, nihayetlerinde ,,Allah” derler! İşte mütekaddimin ve müteehhirinden olan âriflerin çoğu böyledir. Bunun üzerinedir. Hak Teala şöyle der: ,,Rabb’inin ismini zikret!” (Müzzemmil, 8)

   ,,Allah” kelimesi onun bütün güzel isimlerini, yüksek sıfatlarını cami olan bir isimdir. Ve bu ,,Li zatihi Vacib’üI-Vücud” âlemdir, adıdır.

   Se’leb ismindeki zat der ki:

   ,,Allah” kelimesi müfred bir isimdir, ama onda Tevhidî mücerred vardır.

   Kur’an şöyle der:

   ,,Allah de sonra da onları bırak. Oyun ve eğlencelerine dalıp dursunlar!” (En’am, 91)

   Şöyle sual sorulursa: Siz bu ayetden davanıza bir delil bulamazsınız! Zira bu, ,,Hiçbir beşer üzerine Allah hiç bir şey indirmemiştir” şeklindeki bir inkâra red cevabdır. Kezalik ,,La ilahe illallah” öyledir. Yani ,,Allah ile beraber başka bir ilâh kabul edenlere bir red cevabıdır. O ayetle bu ayet cevab olmada müsavidir.

Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde:

   ,,Allah’ı hakkıyle takdir etmediler” sıffati celal ve cemalini lâyıkıyle tanımadılar: Alâ külli şeyin kadir, rahmanirrahim olduğuna iman etmediler, nimet ve rahmetinin kadrini bilmediler, hukukuna riayet, şani üluhiyyetine hürmet eylemediler, hasılı takdirsizlik ve nankörlük yaptılar.

   ,,Zira Allah beşere hiçbir şey inzal etmedi dediler.” Böyle demekle yalnız beşeriyyet hakkında bir takdirsizlik değil, Allah hakkında takdirsizlik ettiler, beşere Allah’ın en büyük rahmet ve nimeti olan vahyi, irsali rüsulü alelitlak inkâr etmek cüretinde bulundular, sabiliğe saptılar ve öyle bir surette saptıklar ki mahsus ve ma’kul tanımayan sofestailerin veya beşeriyyeti te’lih etmek isteyenlerin ,,Allah biz insanların işine karışmaz” dedikleri gibi Allah’ın beşere indirdiği hiçbir şey yokmuş veya beşerde her ne varsa Allah’tan başkası tarafından veya beşerin kendisinden inmiş gibi idare-i kelam ettiler. Şüphe yok ki, bu gibi tefevvühata cür’et etmek bir nankörlük haslatinden, bu da nankörlüğün şenaatini ve Allah’ın azamet-ükudretini takdir edememekten münbais fahiş bir cehalet ve ahlaksızlıktır. Allah dediği zaman ne dediğini bilmeyen, bu ismi celâlin ne kadar namütenâhi bir kudret-ü kemal ifade ettiğini gereği gibi teemmül etmeyenlerdir ki, böyle cür’etlerde bulunurlar.

   “Allah beşere bir şey indirmedi” sözü bir müşrik sözü olduğu ve yu karıdan beri anlaşıla geldiği üzere Mekke müşriklerinin de bu fikirde bulunduğu zâhirdir. Fakat bunu Medinede yahudilerin hahambaşlarından Malik İbni Sayf’ın söylemiş olmasıdır ki, bu âyetin nüzulüne sebeb olmuştur. Şöyle ki:

   Malik İbni Sayf semiz, şişman bir adam imiş, Resulullah’ın yanına gelmiş, konuşurken Resulullah kendisine: ,,Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah’a and vererek soruyorum. Allah hibri semine buğz eder” diye Tevrat’ta buluyorsun değil mi? Halbuki sen hibri seminsin, yahudilerin getirdiği şeylerden semizlemişsin” buyurmuş, hazirun gülmüşler, Malik İbni Sayf kızmış, Hz. Ömer’e dönüp ماأنزل الله من شىء demiş, Nübüvvet-i Muhammediyye’yi inkârda mübalağa etmek için hiddetinden müşrikler gibi hepsini inkâr edivermiş, sonra bu sözünden dolayı yahudiler tutmuşlar kendisini riyasetten azledip yerine Kâ’b ibni Eşref’i geçirmişler. Bu ayetin sebebi nüzulünde meşhur olan cumhur kavli budur. Bundan dolayıdır ki, surenin başında beyan olunduğu üzere bu âyet, bu surenin Medine’de sonradan nazil olan birkaç ayeti cümlesinden olduğu merviydir. Filvaki yukarıdan beri sıyaki kelam müşriklere karşı olduğu halde burada yehud dahi ilâve edilerek buyuruluyor ki: ,,Musa’nın insanlar için bir nur olarak, bir hidayet olarak getirdiği kitabı, yani Tevrat’ı, kim inzal etti?” 0 nur-ü huda ki, ,,siz onu kırtaslar yapıyorsunuz,” tenevvür edip amel edecek yerde parça parça kağıtlara koyuyor, kuru evrak haline getiriyorsunuz bunları meydana çıkarıp nümayiş ediyor ve bir çoğunu gizliyorsunuz, yani ketm-ü tahrif ediyorsunuz, meydana koyduklarınızla da amel etmiyor, kalbinize koymıyorsunuz.

   Lakin İbni Kesir ve Ebu Amr kıraetlerinde gaib sıgasıyle يجعلونه قراطيس يبدونها ويخفون كثيرا"  "okunur ki, onu kırtaslar yapıyorlar. İstediklerini meydana çıkarıp bir çoğunu yapıyorlar. İstediklerini meydana çıkarıp bir çoğunu gizliyorlar demektir. Bunda yahuddan hıtab ile değil, gıyab ile ta’bir buyurulmuştur. Eğer o bir kıraet olmasa idi bu ayetin de Mekke’de ve müşrikler sebebiyle nazil olduğuna hükm edilebilirdi. Ancak bu surette inzali Tevrat’ın ve ahvali yehudun müşriklere karşı nasıl bir maddei nakz olarak irad edilebileceği suali varid olurdu. Fakat bunun da vechi yok değildir. Zira Mekke müşrikleri nazarında da Musa’ya Tevrat’ın nüzulü ve ahvali yehud, meşhudatı şayiadan idi. Onun için   "لولا أنزل عليناالكتا لكنا أهدى منهم" diyorlardı. Binaenaleyh bu iki kıraetin hey’eti mecmuası bize şunu ifade eder ki, ayetin nüzulünde hem yehudun hem müşriklerin tesebbübü vardır. Her ikisi de Nübüvveti Muhammediyye’yi inkar için " ما أنزل الله على بشر من شيء "  demişlerdir. Fakat asıl sebebi nüzül, yehudun söylemesi olmuş ve sözlerinin maddei nakzı evvela Tevrat ve takdirsizliklerinin misali de ona karşı aldıkları vaziyyet ile gösterilmiştir. Bundan başka daha umumî olmak ve Kur’an’a dahi temas etmek üzere buyuruyorlar ki:

   ,,Bir de size ne kendinizin ne atalarınızın bilmediğiniz ilimler ta’lim olundu.” Binaenaleyh bunları size indiren ta’lim eden muallimi hakiki kim? Ya Muhammed, o takdirsizler buna ne derlerse desinler sen ,,Kulillah”Allah’ındır de sonra onları bırak daldıkları butları içinde oynaya dursunlar.” (Hak Dini Kur’an Dili)

   Enes’den rivayet: Allah Resulü şöyle buyurdu:

   ,,Kıyamet kopmaz yeryüzünde, ‘Allah, Allah’ diyecek kimse kalmadıkça!”

   Bir başka rivayet de şöyle:

   ,,Kıyamet o kimse üzerine kopmaz ki, ‘Allah, Allah’ diyor.”

   Bu hadis-i şerif açık delalet ediyor ki, ,,Allah, Allah” söylenir sözlerdendir. Zaman ınsırâm (kesilme) etti mi, Allah’ı zikredecek kimse kalmıyacak! İşte o zaman kıyamet kopar! Öyle ise Allah kelamında olsun, Peygamber kelamında olsun bu şekil zikir etmede hidayet vardır. Muvaftak onlara!..

    Ama fıkıh ile Ulum-i Şer’iye’den diğerlerini cem eden ulema-i muhakkikine gelince:

   Hüccet’ül-İslam Gazali İhya’sında nefsinin riyazeti yolunda huluvvetin faydalarını zikrederken şöyle der:

   ,,Ve işte o zaman şeyh müridine zikirlerden birini telkin eder ki, onunla lisanı da kalbi de meşgul olsun da oturup mesela ,,Allah, Allah” desin veya Sübhanallah veya şeyhinin münasib gördüğü nebzevi kelimelerden birini desin!”

   Nevevi meşhur hizbinde şöyle diyordu:

   ,,Allah, Allah, Allah Rabbi La Eşrikü bihi şey’en!”

   Yani, ,,Benim Rabb’im, ben ona hiçbir şeyi şerik koşmam!”

   ,,Allah, Allah, Allah Rabbi Lâilahe illallah”, yani Allah, Allah, Allah benim Rabb’im, O’ndan başka ilâh yoktur.

   Bu yani ,,Allah” sözü müfreddir ve cümledir. Mevzuu inşaallah gelecektir.

   İmam-ı Kebir Fahri’r-Razi:

   Esrar’üt-Tenzil kitabında der ki:

   ,,Onlar ki nihayetlerinde ,,Allah” kelimesini söylemekle iktifa ettiler. Onlar için bir takım vecihler vardır.

 

   Birinci cihetleri: Ayıbı nefyetme o kimseden ki, onda ayıb muhaldır, ayıbdır.

   İkinci hüccet: Bir kimse ,,Lâ ilahe illallah” derse ola ki o ,,Nefi” kelimesini zikir ettiği zaman mühmeleden kendisi isbata götürecek bir şey bulamaz da ,,nefyi” de kalır. Ve inkârdan ikrara geçemez!

    Üçüncü hüccet: Bunun üzerinde muvasıla, hakkı tazim, eğyarı nefy ile iştigal hakikatte kalbi eğyar ile meşgul etmedir. Bu da Tevhid nurunda istifraki men eder. Zira bir kimse ,,Lâ ilahe illallah” derse o hakkın gayrisiyle meşgul olmuştur. Ve fakat ,,Allah” derse hakkın kendisiyle meşgul olmuştur. Bu iki makamdan biri nerede diğeri nerede?!.

   Dördüncü hüccet: Bir şeyi nefyetme ihtiyacı ancak onun kalbe hütür etmesi zamanında olur. Allah’ın şerikinin kalbe hütür etmesi halde noksanlığın bir ifadesidir. Kâmillerin kalblerine, Allah’ın şerikinin mevcudiyeti hütür etmez ki?!.

   O zaman onlara Allah’ın şerikini nefyi etmelerini teklif etmemiz mümteni olur. Daha doğrusu onların ne kaiplerine böyle bir şey gelir ne de hayallerine! Ancak zikrullah gelir. Öyle ise onların ,,Allah” demeleri kâfidir.

   Beşinci hüccet: Allah şöyle dedi:

   ,,Allah de sonra da onları bırak batıla dalışlarında oynasın ve eğlensin!”

   Burada Allahü Teala zikriyle emrediyor. Batıllarla beraber olmayı men ediyor. Sürekli söylemek batıllardandır. Öyle ise o kelamda batıla dalma vardır. İsmi Fillah demekle iltifat etmektir.

   Şeyh Şihab ibni Hacer ,,Feteva-i Süğra” kitabında şöyle der:

   ,,Lâ ilahe illallah diye zikir etmek sadece lafza-i celali zikretmekten efdaldır. Ben de derim ki, bu zahir imamların lisanıdır. Batın ehline gelince durum salikin haline göre değişir. Bir kimse ki, işin bidayetinde ve eğyarı kıyaslandırmada ve eğyarın taallukunda adem-i infikakında, kendi iradesinden, şehevatından ayrılıp, nefsiyle baş başa kaldığında ba’den nefy-i isbat (nefiyden sonra) idmanına muhtaç olur ki, sultan zikir ve buna terettüb edecek cazibeler kendisini istila etmesinde onu şeheratında, idaresinden, hazlarından ve nefsinin bütün garazlanndan çıkarsın ve uzaklaştırsın ve neticede hakkın murakabesi ve hakkın şühüdi istila etmesin ve nihayet ahadi, sermedi ve ferdi cem iyice hakikatlarında müstefrik olsun!..

   O halde onun haline münasib olan ağyarı zikretmekten i’raz etmesi ve haline münasib olana müstefrik bulunmasıdır. Bu da ancak ,,Lafza­i celali” zikirdir. Zira bunda ne var? Lezzetinin, nüsretinin ve nimetinin tamam olması ve muhabbetinin müntehisi vardır. Hatta nefy etmek üzere ağyarını şühuda nefsini zorlasa bile mutmein olan nefsi ona müsaade etmez! Çünkü nefsi hekaik-i vehbiyeyi meârif-i zevkiyeyi, marifet-i ledünniyeyi müşahede etmiştir.

   Allame Şeyh Menavi: ,,Allah’ı zikret ki, bu aradığına yardımcı olsun!” hadisini şerh ederken ihlasla ,,La ilahe illallah” demek suretiyle kalp ile Allah’ı zikir et diyor.

   Zikir üçtür:

   Nefyi ve isbat, nefyisiz isbat, nefyi ve isbata taarruz etmeksizin işaret!

   Birincisi: ,,La ilahe illallah” sözündür. Bu şekildeki zikir her cesedin kıvamıdır ki ve herkesin mizacına uygundur.

   İkincisi: Her sıfatı cami olan ismidir. Bu da ,,Allah ism-i celali’dir.” Yakıcıdır, herkes bu şekilde zikri talik edemez.

   Üçüncüsü ise: işaret zikridir. Bu da ,,Hüve, Hüve!” şeklidir.

   ,,La ilahe illallah” zikrine devam gafletten uyanmaya sebep olur! ,,Allah, Allah” şeklindeki zikirde uyanıklıktaki zikirden çıkıp mezkurla huzur olmadır; ,,Hüve, Hüve!..” şeklindeki zikir ise mezkurun masivasından hüruca sebepdir. Menavi keza Allah Resulü’nün, ,,Bir gece Allah ve Resulü’nü sevmekten sürür dilerse Kur’an okusun!” şeklinde irad edilen hadisi şerh ederken de diyor ki:

   ,,Mushafa bakarak” sonra da şu ilaveyi yapıyor: ,,Bazı sofi meşayih, bir müridi sülük ettirmek istediği zaman onu ,,Celâl” ismini zikirle meşgul eder, avucuna yazdırıp zikri halinde o yazıya bakmasını tavsiye eder. Meşayih bu hususta derler ki: ,,Bidayetinde öyledir. Fakat o şekil kalkar!”

   Übbadet ibni Sametin dediği gibi sonra dilde hüccet olarak baki kalır! İnsanlar onu geçmişte cümlesinin gitmesiyle hepsi gider; sonra kıyamet şerâr-i nas üzere kopar ki, onların içinde ,,Allah, Allah” diyecek kimse bulunmaz!..

   İlm-i zahiri ile ilm-i batını cem eden sofi muhakkiklerin kelamına gelince, Hüccet’ülislam’ın kardeşi Ahmet Gazali’de ,,Et-Tecrid-ü Fi Kelimet-it Tevhid” risalesinde şöyle der; ,,Sen bil ki, salikin için üçmenzil vardır:

 Birincisi: Alem-i Fena’dır,

   İkincisi: Alem-i Cezbe’dir.

   Üçüncü menzil ise Alem-i Kabze’dir.

   Senin Alem-i Fena’da zikrin ,,La ilahe illallah” olsun; Alem-i Cezbe’de ,,Allah, Allah” olsun; Alem-i Kabze’de ise ,,Hüve, Hüve” olsun!

   Şeyh Afifüddin de, ,,Kibrüt’ül-Ahmer” kitabında, ,,İbadetlerin efdali Allah ile nefisleri hıfz etmek zikre giriş ve çıkışları lafza-i celal’dır.

   Bu ise ,,Allah, Allah” demektir; ,,La ilahe illallah” ise zikr-i hafi’dir ki, dudaklar hareket etmez!

   Ataullah Şazli, ,,Miftah’ül-Felah” kitabında şöyle der:

   ,,Dördüncü zikir ,,Allah” diyedir. Bunda müfred ismi verilir. Çünkü zakiri Allah’ın celal ve azametini müşahede etmekte!”

   Allahü Teala Kur’an’da şöyle der:

   ,,Allah de! Sonra onları dalışlarında bırak oynasın dursunlar!”

   Abdülvehhab Şerâni; ,,Uhud-i Suğra”sında bizden ahid alan 24 saat içerisinde 24 000 kere ,,Allah” dememizi der.”

   Şeyh Yusuf Gürani; Aleyhisselam’ın ,,Ölmezden evvel ölün!” kavlinde şöyle der: ,,Zahirdir ki, meyyitin sıfatları görmemek, konuşmamak, hareket etmemektir.”

   Kişi aciz değildir ki, üç nefes miktarı sakin ola ve susa; yahut da gücünün yettiği miktar bunu yapa! Zira Aleyhisselam şöyle buyurmuştur: ,,Benim size emrettiğimi siz gücünüzün yettiği kadarını yapın!” Bunu yaptığı zaman o ölmüştür. Ve zahirinde gücünün yettiğini yapmıştır. Arkasından da kalbiyle ,,Allah,Allah, Allah” ayağıyla yürüyerek hassa yetişmiştir. ve her ne zaman boş vakit bulup merci yaparsa, ,,Allah, Allah, Allah” ile ünsiyeti mikdarı salikin havasdan olur, bu hususda sebat ettiği takdirde faizinden olur. 0 faizler ki, ,,Onlara ne bir korku vardır ve ne de bir hüzün!..”

   ,,Lafza-i Celal” hakkında varid olan ulemanın bütün kelamlarını nakil etmek çetin bir iştir. Fakat şunu kaydedelim ki:

   ,,Şu imamlardan bir imamın kavli ile iktifa edende hayır yoktur.” Bu babda; Şibli’nin kaziyyesi meşhurdur. Salihlerin seyri hassında mütaleaya sahib olanlara hafi değildir. Onlardan biri Fahrü’r-Razi’dir ki, ,,Envar’üt-Tenzilinde ibni Ataullah’da Miftah’ül-Felah’ında anlatır.”

   Bir hikaye: Bir adam Şibli’ye sormuş: ,,Neden Allah diyorsunuz da, ‘La ilahe illallah’ demiyorsunuz?” Şibli cevap verir ve der ki: ,,Sıddık (r.a.) tüm malını getirip verdi; kendisine bir şey bırakmadı ve bir kese ile tehallül etti. Ve o gece de Allah Resulü’ne geldi. Allah Resulü (s.a.v.) sordu:

   ,,Eyaline ne bıraktın?..” ,,Allah’ı bıraktım!” diye cevap verdi. Ben de onun gibi ,,Allah diyorum!” dedi.

   Sail:    ,,Ben daha elasını istiyorum!” dedi.

   Şibli:   ,,Ben onun huzurunda nefyi kelimesini zikretmekten haya ederim! Halbuki her şey onun nurudur.”

   Sail:    ,,Ben daha e’lasını istiyorum!”

   Şibli:   ,,İkrara ulaşmaktan inkârda ölürüm.”

   Sail:    ,,Ben daha e’lasını istiyorum.”

   Şibli:   ,,Allahü Teala, Peygamber’ine ne dedi? ,,Allah de sonra onları batıllarına dalışda terk et eğlensin dursunlar!..”

   Sail:    ,,Ayağa kalktı bir zöke ile zök etti.”

   Şibli:   ,,İkinci kez bir daha ,,Allah” dedi!”

   Sail:    ,İse ikinci kez bağırdı!”

   Şibli:   ,,Üçüncü kez ,,Allah” dedi.”

   Sail:    ,,Üçüncü kez bağırdı ve yere düşüp öldü!..”

   Akrabalar gelip, Şibli’nin yakasına sarıldılar ve kan davası istediler ve onu Halife’ye götürdüler! Halife onları dinledikten sonra Şibli’nin müdafaasını istedi.

   Şibli:   ,,Ruh ayetiyle dur diye bağırdı, kasdı ayetti sayha işitti ve sahat ve davet olundu, kabul etti.” Bildi ve cevap verdi! Benim günahım nedir? Bunun üzerine Halife’de bağırdı ve onlara yol verdi! Bu bile bir sualin birbirini Şeyh Ekber Muhyiddin fütuhatında zikrettiğidir: ,,Adamın biri şeyhlerinden birine sövmüş, ‘Niye Allah diyorsun da La ilahe illallah demiyorsun’?”

   Şeyh Ekber cevap verdi:

   ,,Ben ne bir kimseyi gördüm ve ne de işittim: ‘Ben Allah’ın gayr-i ilâhım!” desin. Ben de Allahü Teala’nın dediği gibi diyorum!”

   Güzel bir ibare:

Burada güzel bir ibare var. Üzerinde durman uygun olur: ulema bu şekildeki zikre nasıl itina göstermişlerdir.

   Burada bir muhabbet var: 0 da Şu; Deniyor ki, Lafza-i Celali tekrar etmek bid’attır; sevabı yoktur.

   Az bin Abdüs-Selama şu mesele soruldu: ,,Yalnız Allah, Allah demek, Sübhanallah gibi midir?

   ”İbnü Abdüs-Selam cevab verdi: ,,0 şekil zikir yapmak bid’attır.” Selefden hiç kimseden nakil edilmedi. Meşru olan zikir, cümle olup mana ifade edendir. İtba ibtidadan hayırlıdır. Bunun benzeri Belki’nin verdiği fetvadır. Bir kavim hakkındaki onlar çokca ,,Muhammed, Muhammed” derler. Arkasından da ,,Mükrem, Muazzam” derler. Belkin’i cevap verdi: ,,Bu terki edebidir ve bid’attır. Ve böyle bir şey nakil edilmemiştir.

   ”Hefaci devriye giriyor ve diyor ki; ,,Peygamber’in isminin o şekilde zikir edilmesinin bid’at olması zahirdir. Misliyle ibadet olmamakla beraber, Teala’nın şu kavlindeki nehyine dahildir: ,,Aranızda, Peygamber’i çağırmanızı kendi birbirinizi çağırmanız gibi yapmayın!” (Nur, 63) Ama zikrullaha gelince bu babda emirler var, sevab vaidleri var!” İşte ayetlerden bir tanesi: ,,Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlar!..” (Ahzab, 35)

   Hadislerin sayısı da çoktur. İşte bir hadis-i kudsî: “Beni zikretmek, kulumu istemekten men ediyorsa, ona diğer istenilenden daha çok veririm!..” dedi mi, “benim mabudum Vacib’ül-Vucud’dur. Ve her türlü medhe layık ve müstehaktır!” demiş olur.   

   Ayrıca bütün ulema ve suleha bunu yapmışlardır. Ve hiç kimse de inkâr etmemiştir.

   Bu arada Üstad Bekri yapar ve şöyle der:

   ,,Allah’ın masivasından Allah’a sığınır ve istiğfar ederim! Ve herşey ,,Allah” der..” Halbuki meclisinde, ulemanın da, meşayıhın da büyükleri bulunurdu! Ve nihayet hak olan da budur!

   İbni Abdüs-Selam’ın makalesini red etme yolunda bir çok risaleler tasnif edilmiştir.

   Ben onları gördüm! Musannıflar arasında Kutub Kastalanini’nde Arif bil-Allah’dır, Şeyh Abdülkerim Huluvveti de mevcuddur.

   Kendilerine muasır olduğumuz zatlardan fetva verenler de vardır.

   Ya Rabb! Bizi zakirin zümresinden haşret de, gafillerden eyleme!..Ve yine bu arada Hefaci’nin kelamından ibraz ettiklerim kafi gelir!

   Bununla beraber Abdül-Vehhab Şirâni şunu zikir etmekte:

   ,,Hangi zikir efdal ve evladır diye, yani Lafza-i Celal mı yoksa La ilahe illallah mı?”

   Az ibni Abdüs-Selam cevap verdi: ,,La ilahe illah mübtediler için Lafza-i Celal da müntehiler için efdaldır!..”  Ve bu arada şunu da kaydedelim ki, ,,Allah” lafzı müfreddir; cümledir ve cümle-i fıiliyedir. Zira münadadır. Fiil makamına kaim olan ,,ya” hazfedilmiştir. Bunda cahil değilsen şüphe yoktur. Eğer akıl isen mezkur emellerden birinin kelamıyla iltifat et; dinle ve kulak ver ki, Rabb, ,,Allah” deme sözünü dahil-i kalbden sena ettirsin de müteassiblerden kılmasın!.. Şeytan­ı recimden Allah’a sığınırım!..

 

   O halde Ya Ahi! Allah’a dön, zikriyle meşgul ol; hususen O’nun ism-i azamiyle ki, ,,La ilahe illallah”ın fazlı da onda vardır. Zira bir mükellef ,,La ilahe” der de ,,İllallah” kelimesiyle tamamlamazsa kâfir olur.

   O halde sen hakka karşı mütekebbirlerden olup inkâr edenlerden olma! Sonra kabirde ve mahşerde şüphe durumuna düşmeyesin:   ,,Ben, keşke filanı, kendime dost etmeseydim! Zira ona zikir geldikten sonra azdırdı, şeytan ise insanı çok hizlana düşürür!”

 Başa dön   Devam