Bab üç:

 

 

   Bu bab İçtiba-i Sahibleri’nin rabıtalarının târifi hakkındadır.

   İnsanoğlu istese de istemese de rabıta her insan için vardır!..

   Ya ahi! Seni sırat-ı müstakim’e süluk etmede muvaffak kılsın, beni de seni de şeytan-ı recimden korusun!..

   Rabıta; Kalbin muhabbet vechi üzere bir şey için bir şeye taalluk etmesinden ibarettir.

   Bu tealluk ve bu ilişki bazen mahmud olur, bazen de mezmum olur ve bazen de mübah olur. Çünkü o tealluk ya emredilen cinsden olur, ya olmaz. Emredilen cinsden ise mahmuddur, yani övülmeğe layıktır. Allah’a muhabbet, Resulü’ne muhabbet ve onları sevmek gibi ikinciye gelince bu da ya nehyedilen cinsten olur ya olmaz. Nehiy edilen cinsten ise mezmumdur, deme layıktır! Haramları, mekruhları sevmek gibi. Her ne mekruhlara ikab ve azab terettüb etmezse de i’tab terettüb eder. İkinci şıklar mübahlardan ibarettir. İnsanın tabii öldürme ehlini ve evladını, mal ve mülkünü sevmesi gibi bu husus insandan ayrılmaz.

   Her insanda bir çok vardır.

   Mübahlar: Rıza-ı ilahi maksadıyla olursa memduh, nefsani maksadıyla olursa mezmum olur.

   Ahkâm-ı şer’idir:

   Usul-ü Fıkıh’ın beyanına göre, Ahkâm-ı Şeriat beştir: Vücub, Nedib, İbahet, Hürmet, Kerahet!

   Vücuba iki şey girer: Farzlar ve vacibler; Sünnet, müstehab ve mendublar da Nedib’in tahtında mündemicdir.

   ,,Hürmet” haram demektir. Haram li aynihi, haram li gayrihi olmak üzere iki kısımdır. Keza mekruh da öyle tenzihi, tahrimi. Mübah ise, işlenmesinde ne sevap var, ve ne terk edilmesinde günah vardır.

   0 halde kalbin tealluki her insan için vardır. Şayet münkir tenbih eder, onu uyarmak doğru bir  şekilde düşünürse bilir ki, inkâr ettiği şey, kalbinde hazır ettiği şeyin aynıdır. Cahil olduğu ve bilemediği şey ise, o da yaptığı rabıtadır. 0 rabıta ki, yaptığı halde sübutun ve varlığı nefyi ediyor! Bu da nedir? Allah’a karşı inkâr mümkün olmayan su-i edebdir. Ve bu arada bilecek ki, öyle bir iş yapmalı ki, münkirleri helâk eden o belayı kendisinden gidermeli! Buna sebeb de işlediği gafletindeki sarhoşluğun şiddetini bilmemesidir. Buna bir misal:

   ,,O ihram tekbiri aldığı zaman fikirler ve vehimler vadilerde dolaşmaya başlar, Rabb’isinden iraz eder, kendi nefsini de unutur! ,,Onlara Allah’ı unutturdular da Allah da onlara kendi nefislerini unutturdu,” derekesine düşer vakıf ettiği malın, mülkünün, sanatının, zevcesinin, çocuğunun veya namazından müflis olarak çıkması için şeytanın telkin ettiği meselenin tekarri ile alakalı rabıta ile meşğul olur. Veyahut da zekât ve sadakasını ümid ettiği kişiye hitab etmenin rabıtasıyla meşgul olur, ona " اياك نعبد " der. Halbuki şühudi mâbuduna dönmüş ve onun rabıtasıyla meşgul! 0 rabıta ki, gözünü dikmekten ibaret!.. Selam verene kadar bu hal üzerine devam eder. Birinci selamı verdi mi rabıtayı inkâr başlar! 0 rabıta ki, ârif-i ulemanın belli vakitlerde yaptığı bir şeydir ki, onun vasıtasıyla gafletleri inşa etsin de namazlarında gönül huzuruyla rabblerine yönlensinler!

 Varid olan itirazî sualler:

   Muterizlerden bazıları soruyor ve şöyle diyor:

   ,,Müride emrettiğiniz rabıta emir karinesiyle hükmünün vacib veya mendub olması gerekir. Bunlar ise şer’î hükümlerdir; delil ister. Var mı deliliniz? Deliller ise mâlum; Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas’dır. Veya bunlardan isnad eden diğer delillerdir. Rabıtanın mendub veya vacib olduğuna delil nedir? Kezalik Allah Resulü’nün sahabenin şeyhi olduğuna şüphe yoktur. Zira onlar zikir mevzularını da diğer mevzuları da ondan almışlardır. Halbuki o sureti insanın en mükemmel olduğu halde onlara böyle bir şey tebliğ etmemiştir. Eğer tebliğ etmiş olsaydı, nakil edilirdi. Bu husus vacib olsaydı.”

   Cevab:

   Ben de bir kaç yönden cevap verir ve derim ki, mürid emrettiğimiz rabıta gözü emrimiz değildir. Naksibendi saliklerinden sadetinin emir ve tavsiyeleridir. İşte onlardan biri Şihab b. Hacer’dir. Fetavay-ı Süğra’sında diyor ki: ,,Nakşbendiyenin tarikat cehle sofiylerin bulanıklarından salim bir tarikattır.” Ve mendubdur. Zira tarikat gafleti nefyi etmenin huturatı gider mi, def etmeyi mucib vesilelerdendir. Vesileler ise maksatlar hükmündedir. Bir şey ki, onu şeriat nehyetmiştir. Onu yapmamak caizdir. Ya ibahat yoluyla eğer mübaha götürüyorsa; nedib menduba müedda oluyorsa vücubdur. Bir vacibi meydana getiriyorsa! Ayrıca bizim için tecrübe ile de sabittir. Zira biz, sayıları yüze ulaşan bir kavmimize. Çünkü biz rabıtayı tasavvur ettiğimiz zaman ağyarın küllüsü zail olur. Ve sadece o gayri kalır!.. Ve o zaman ondan i’raz etmek de kolay olur.

   Bir misal:

   Bir insan düşünün ki, bir çok düşmanı var. Onlardan bir meveddet ve muhabbet bağladı ve onu diğerleri üzerine musallat kıldı ve onları helâk etti. Ortada tek bir tane kaldı. Artık onu bir taraf edib gidermek kolaydır. Bu misalin mümessili lehi üzerinde insaf sahibinin düşünmesi ve durması lazım gelir. Zira bu güzelliğe zahir, vakıa da mutabıkdır. Esasen rabıta gaye değil vesiledir. Gaye ise gafleti giderip huzuru sağlamaktır.

   İkincisi: Siz diyorsunuz ki, emir karinesiyle rabıta hükmü ya vücubdur, ya da nedibdir. Ben de diyorum ki, o emr-i şari’nin gayrisi tarafından gelirse hükmü vücub ve nedib olmaz, mübah olur. Zira insan bir başkasına bir garaz ve bir gayeye binaen mübah olan bir şeyi emreder. 0 garaz veya o kayde emir içinde olabilir ve ümur içinde mesele değişir. Mesela: Tabib hastaya ilaçlarının bazılarını içmesini emreder. Eğer tabibin emrine imtisal vacib veya mendub olursa biz ne yaparız tabib adına?

   Üçüncüsü: Diyorsunuz ki, bunlar şer’i hükümlerdir, delil ister. Ben diyorum ki, bu şu sözümüze binaendir: Rabıta mendub bir emre götürür. Menduba götüren bir şey de mendubdur. Delil mevcuddur. Ama siz kavlinize göre değil, zira siz diyorsunuz ki, her emir ya vücub getirir ya da mendub! Biz de diyoruz ki, şari’in onda öyle! Şari’in gayri olursa emir her ikisinde de halidir. Bile garazlardan bir garaz içindir.

   Dördüncüsüne gelince: Diyorsunuz edille kitab, sünnet, icma ve kıyas’dır. ben derim ki, Kitab’ın dışında bir şey var mı? ,,Kuru yaş ne varsa hepsini cem etmiştir.” Allahü Teala ne buyurur:

   ,,Ey iman edenler! Allah’dan korkun ve ona doğru vesile arayın!..” Vesile ise a’mal-i saliha ile olur. A’malin salih olması da ancak ihlasla olur. Amel halis olmaz, ancak şaibelerden hali olursa! Bizim için tecrübe kayıttır ki, rabıta ile meşgul olduğumuz zaman amellerimiz gaflet şaibelerinde hali olmuştur.

   Zira gaflet içinde geçen amel muğayyer değildir. Çünkü kişinin namazından defterine yazılan kısım ancak huzuru topladığı bilendir. Bu da gafletin zevalini icad eden vesileler mümkün olur. Gafletin zevali maksud ve matlub olan şeydir. Maksud ve matluba götüren şey de maksuddur ve matlubdur. Huzur, gafletin zevallığın lazımlarındandır. Huzur ise vesilelerin en şereflisidir. Öyle ise gafletin zevalini mucib olan huzuru sağlıyan rabıta vesilelerin en şereflisidir.

   Beşincisi; sünnet sözünüzündür. Ben de derim ki, Allah Resulünün sözünün haricinde bir şey kalidir? Zira söylediği her kelimenin altında denizler gibi manalar mevcuddur. Ki bunlar hep hayırlara vesiledir. Aleyhisselam buyurdu: ,,Ameller niyyetlere göredir!” Kişi ameliyle ne mi niyyetettiyse eline geçen odur. Amel ise bedeniyle olur. Kalbiyle olur. Mübah olan hareketler ve tasavvurlarda kişi taatı niyyet veya takvayı niyyet ederse, yine hasıl olan niyyettir. Murad ettiğinin idraki içinde değilse murad, hasıl olur mu? Şüphe yok ki, aç bir insan tok olan bir insana ,,Sen açsın!” demekle aç olur mu? Olmaz! Kezalik mu’terizin sözü, ,,Sizin düşündüğünüz gibi düşünmüyorum” demesi, bizim düşündüğümüz ve gördüğümüzün ademi sıhhatini göstermez. Öyle ise ona düşen şey şöyle demelidir: ,,Sizin hak olarak iddia ettiğiniz şey size ve şanınızadır! Başka türlü düşünmesi caiz değildir.”

   Altıncısı; İcma sözünüzdür. Ben de derim ki, ehl-i tasavvuf rabıta üzerinde durmuş onlardan bir cemm-i gâfir takrir etmiştir. Ve bu onlara göre meşhur bir tarikdir. Kendi mezhep ve meşreblerinde ittifak etmeleri bir icmadır. Kabuli gerekir; başkalarının onlara karşı itiraz hakkı yoktur. Hususiyle ilmi olmayan yerde!

   Yedincisi; Kıyas sözünüzdür. Ben de derim ki, fukaha şöyle derler: Maslah için sünnet’tir ki gözü işaret noktasını tecavüz etmemesi. Neden? Çünkü bu hemen toplar ve dağınıklığı giderir. Rabıta da böyledir; Eğyarı def eder, huzuri celb eder.

   Sekizinci; Rabıtanın mendub olduğu deliliniz nedir, kavliniz nedir? Ben de derim ki, delil müctehidden istenir. Mukallidden değil! Mukallide düşen naklini fasihdir.

   Fen ehlinin kelamından delil istiyorsanız ileride gelecektir. Onlara nakşibendiyenin kelamından başkasını irad etmek düşmez. Nitekim Şafii fıkhında bir meselenin nassıni Şafii’nin kâffından başkasını irad etmek lazım gelmediği gibi!..

   Dokuzuncusu; Bize tebliğ edilmemiştir sözünüz; Ben de derim ki, tebliği size ulaşmadı diye adem-i sübuti lazım gelmez. Siz bir şey bilmiyorsanız diye başkalarının onu bilmemesini gerektirmez! Ola ki, Allah Resulü tebliğ etmiştir.

   Ama siz bilmiyorsunuz! Sohbet için, mü’minin kalp aynasına Aleyhisselam’ın suretinin intibaından ve aks etmesinden başka bir mana mı vardır? Veyahut da Aleyhisselam’ın zihninde mü’min şahsın suretin intiba veya nisyasında! İşte sohbet bu!

   Eğer sohbet bundan ibaret olmasaydı, Peygamber’i gören bir mü’minin sahabeden olması mümkün olmazdı. Yani sahabe olmanın şartı, bir mü’minin kalp aynasına Allah Resulü’nün suretinin yansıması, Allah Resulü’nün zihninde o mü’min şahsın suretinin yansımasıdır. Ve şundan başka daha vazih bir delil mi olur? Peygamber mübayaa davet etmiş; 0 mübayaa ki, Peygamber’i görmeyi istilzam ediyor. Bu da Peygamber’in suretinin, sahabenin kalp aynalarında intiba ve inikas etmesini icab ediyor. Zihninde suret intiba etti mi? Görenin muhayyelinde istese de imtina ise de onu her tezekkür ettiğinde sureti zahir. Düşmana olsa!..

   O halde Allah Resulü’nün suretini istihzar ve onu tehayyül ona muhabbettir. Ve ona müştak olmadı. Ve bu memnudur diyenler ahmaktır, habisdir. Zira bir şeyi müstelzim olan bir şeyle emir o şeyle de emirdir.

   Onuncusu; Sizin, hususiyle vacib olursa sözünüz: Ben de derim ki, rabıtanın vacib olduğuna ve bizatiha müstehab olduğunu hiç bir tasavvuf ehli söylememiştir. Ancak onların söyledikleri rabıta mahbubun muhabbetini götüren bir vesiledir. Müride rabıta telkin edilir. o da fiilinde terkinde muhayyerdir. Kendisinin faydası zahir olursa fiil tarafı ağır basar. Ve şayet terk ederse edeplerden bir edebi terk etmiş olur. Şu da biline ki, bidayet de böyledir. Nihayette ise artık rabıta yoktur, istifrak vardır.

   O kimsenin şühud ve huzurundaki misli şöyle dursun fiilinin misli de yoktur ve artık ne temessül edecek bir suret vardır ve ne de tekabül ve tekabbül edecek bir şey!..

   Onbirincisi; Takdir ve farz edelim ki, bizim delilimiz yok ve bizden önce de rabıta ile amel edilmemiş! Fakat biz bunu yapıyoruz. Çünkü faydasını görmekteyiz! Şu suali soralım: Bir kimse mahbubunun suretini tasavvur ve tehayyül esnasında onun elini veya ayağını öpüyor veya başına ve anlına koyuyor veya boynuna sarıyor veyahut da onu kalbine koyuyor.

   Şimdi suali tekrar edelim ve diyelim ki, bütün bunlar hakkında Kitap ve Sünnetten, İcma ve Kıyas’dan bir nehiy ve yasak var mı?

   Netice:

Bizim indimizde tekarrür etmiş ve sabit olmuştur ki, rabıta vasıtasıyla gafletin intifası hasıl olmakta!.. Öyle ise rabıta ile iştikal bu yolun adablarındandır. Zira mâlum olan bir keyfiyettir ki, gafletin zevali matlubdur ve bu da saadetin anahtarıdır. Huzur ise ibadetin ruhudur. Gafletin zevali de ancak kuluna Allah’ın rahmetinin inmesine bağlıdır. Rahmet-i İlahiye’nin nüzul sebeplerinden biri de salihleri zikir etmek ve onları hatırlamaktır. Salihleri zikretmek, onları sevmek lazimelerindendir. Ve onları sevme ise farzdır. Zira Allah Resulü (s.a.v.)buyurmuştur: ,,Din başka değil; Allah yolunda sevmek ve Allah yolunda buğz etmektir. Ve onları sevme Allahü Teala’yı sevmektir.” Zira Aleyhisselam Rabb’isinden hikaye ederek diyor ki: ,,Ben muhabbetimi sevişenlere vacib kıldım.” Onlara düşmanlık, Allah’a savaş açmaktır. Ve çünkü Allahü Teala Resulü’nün diliyle söylüyor ve diyor ki: ,,Bir kimse benim dostuma düşman olursa, ben ona karşı harp ilan ederim!”

   O halde Allah’ın halis ve safi kullarının istimal ettikleri Aleyhisselam’ın hikaye ettiklerinden başka değildir.

   Tavsiye; Bütün bunları da gözler önüne serdikten sonra tavsiyem şudur:

   İftiraya karşı kulakların sağır olsun! Tekzib edenlerle sohbet etme! Bunlarla mücadele etmekten dilini hıfz et!

   Hakka inkıyad ve itaat ve hakkın önünde eğil! Beni tarikattan çevireceğini ümit etme!

   Bir hülâsa: Söylediklerimi aldıktan sonra bil ki; Ben rabıta için delil getirmiyorum: Benim nakl ettiğim ulemanın delilleri kâfidir, vafidir. O halde yapılan inkâr, Cüneyd’e, Cibilli, Düsüki ve benzerlerine müteveccih yönlerdir. Rabıtayı takrir ve isbat yolunda kâfi derece delil irad etmişlerdir. Nitekim: ileride evliyanın rabıtası babında göreceksiniz!.. Allahü Teala seni de beni de inkârdan korusun ve Nebiy-i Muhtar’ın yolunda tevfikini refik eylesin ve nihayet sadıkın-ı ebrarın muhabbetine mazhar eylesin!..

   Dördüncü bab:

   Rabıta-i hüsnanın müstehab oluşu hakkında esna bir kavildir.

   Ey Ahi! Allah seni de beni de irşad etsin;

   Rabıta; ibadetteki huzura götüren bir vesiledir. Vesileler maksatlar hükmündedir. Seyyid Abdullah Haddad der ki; Sâilin Allahü Teala ile huzur bulması ibadetlerin ruhudur. Maksud olan da budur. Muhakkiklar buna itibar ederler. Gafletle geçen ibadi ukubet görürler; Mükâşifeye ve sevaba hicab addederler. Rabıta; huzur ifade eder, huzur ise hicabın raf’ini gerektirir. Öyle ise rabıta raf’ini gerektirir. Hicabın raf’i ise matlubdur. Her şey ki, matlub ifade ediyor. Matlub ifade eden de matlubdur. Öyle ise rabıta matlubdur. Rabıtası olmayan helâk olmuştur. Allah Teala şöyle buyurur:

   ,,Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin!” (Ali İmran, 31) Allah Resulü’nün rabıtası daimedir, en güzeldir, en yücesidir. Aleyhisselam buyurmuştur: ,,Benim için öyle bir vakit vardır ki, Rabb’imden başkası ona vüsat vermez!..” Evliyanın rabıtası hakkında Allah Resulü Rabb’isinden hikaye ederek buyurur:

   ,,Beni ne yerlerim ve ne de göklerim almaz; Ben ancak kulumun kalbine sığarım!” Müridlerin rabıtalarına gelince yine Allah Resulü benden hikaye eder ve der ki:

   ,,Birbiriyle sevişenlere benim muhabbetim vacibdir.”

   Vicdâni bir şey ve bir zevk meselesi: Ve bu mevzu bir vicdan işidir. Ve zevkle bilinir ve idrak edilir!..

   Ya Ahi! Şayet siz ,,Rahmet-i Habita” yoluna girip takvaya merbut olmak istersen, sana düşen rabıta yoluna devam etmendir. Zira rabıta kalbi taallukdur. Kalbin Allah ve Resulü’nün itaatına talikdir. Bu ise Allah ve Resulü’ne muhabbeti intac eder. Keza rabıta öyle bir şeydir ki, onunla gaflet zail olur. Kalp Allah ve O’nun muhbibi onda da toplanır! Kalbden kasvetin ve sertliğin gitmesi, yerine rahmet ve merhametin nuzuli hasıl olur. Ve bütün bunlar muhabbet meyvesini verir.

   Ya Ahi! Ben bu mevzuu tahkik ettim ve bu mesleke sülük edenlerin kârlı çıktıklarını gördüm. Ve yakinen bildim ki, sen burada da aldanmışsın veyahut mağrur olup nefsin seni inkâr vartına atmış! İnkâr ise tehlikelerin en büyüğüdür. EğerAhi! Münkir, Allah tevbesini kabul etsin, şu söz üzerine ben bildim ki, rabıta, kalbin teallukdan ibarettir. Şu söz ise bunu men ediyor. Hübbu fillah vacibdir, salihlere muhabbet ise sabittir. Fakat siz şunu nereden çıkarıyorsunuz: ,,Salihlerden de olsa, bir kişinin zihninde istihzariyle şu matlublar küllisi hasıl olur. Ve bu istihzar kalbin teallukiyla hasıl olur. Bu ise caizdir. Bu suale verilecek cevap muhtelif vücuhlara sahibdir.”

   Birincisi:  Diyorsunuz ki, bir kişinin suretinin zihninde hasıl olması sebebiyle o matlublar elde ediliyor. Ben de derim ki, evet zikir ettiğimiz sebeple hasıl olur. Nitekim: 0 mütalibin zıdları senin mabudunda ki biz sana tenbih etmiştik! işte o mâbudun istifrakin sebebiyle hasıl oluyor. Lakin gözler kör olmaz. Ama göğüslerde ki, kalpler kör olur. Görmüyor musun? Sen, namazda ihram tekessürini aldığın zaman gayriyle meşgul olmaya başlarsın! Bu gayri ya sana zekât veya sadaka verecek bir tacir rabıtası olur veya bir halimin rabıtası olur veyahut ehli ve malikin rabıtası vesaire yani bunlardan biriyle kalben irtibat kurarsın! Ve bu bir rekât ve bir secde de olur! Kimin önünde durduğunu unutursun; Ondan haya etmezsin ve arada kendi nefsini de unutursun! Ve bu şeklinde namazdan çıkar ve ne yaptığını bilmez, ne söylediğini idrâk etmezsin! Bunu inkar edebilir misin?..

   İkincisi: Diyorsun ki, istihzar ettiğiniz şeyin sebebi kalbin teallüküdür, kalbin irtibatıdır. Ben de derim ki; Evet bir şeyi istihzar etmenin sebebi kalbin ona taalluk etmesidir. Ve bu fennin ehli kalbin teallukiyle beraber mahbublarının suretini istihzar etmede tekellüf ederler. Zira onlar kalplerini, rabıta vasıtasıyla masiva Allah’dan temeyyüzlenmede gayret gösterirler. Ve bu ibadet ve           fenlerinin gayrisinde de böyledir...

   Üçüncüsü; Senin şu sözündür; Diyorsun ki, o caizdir. Ben de derim ki, mâlum eşyada asıl olan ibahattır, hürmet-i sabit olmadıkça! Herhangi bir şey ki, hadis-i şerif onu nehyetmiştir, o mübahdır ve onu yapmak caizdir. Öyle ise insanın mübah olan hareketleri de tasavvurları da caizdir. Ve vesiyle olma itibariyla da bunlar mendubdur.

   Dördüncüsü: Senin, bizim matlublarımızı bilmeyişin bizi bunlardan selb etmeye inkâr etmeye cevaz yoktur. Nitekim: Senin bir şeyi bilmeyişin o şeyin yokluğunu icab ettirmez!

   Beşincisi: Bilinen ve takrir edilen bir keyfiyettir ki, musallinin namazda secde yerine bakması sünnet’tir. Ve hatta gözleri kör olsa veya bulunduğu yer karanlık olsa bile! Bütün bunlardan maksad kalbi cem etme ve huzur sağlama, dağınıklığı gidermedir. 0 halde sen rabıtayı tehayyül etmen, a’mânın namazda secde yerine tehayyüli gibi kabul etmez misin? Bunda senin ne zararın var? Üstelik fayda var! Maksad budur. Şu kadar var ki, onlar yani rabıta ehl-i rabıtayı sadece namazda değil, namazın gayrısında da yaparlar; Aled-devam kalbi cemi olsun da namazdaki rabıtaya ulaşsınlar. Bu da nedir? Allah’ı görür gibi ibadet yapmaktır.

   Altıncısı: Sayıları tevatüre, baliğ olan bir kavim, bir amel ederler de, onlardan her biri o amelin faydasını isbat ve takrir ederlerken, bunları tekzib etmek caiz olur mu? Üstelik onlar ilim ehli, fazilet erbabı! Sen isen onların cevherleri yanında kömür gibisin! Veya senin durumun o kimseye benzer ki, hece harflerini öğrenmiş, bu haliyle Fahruddin Razı ile münazara yapacak!.. 0 halde senin için bir şey varsa o da onları itiraf ve kabul etmektir! Sohbetlerine yetişmiyorsun muhabbet ve sevgilerini kaçırma, bu da sende yoksa kendilerine sövme ve dil uzatma!..

   Yedincisi: Mâlumdur ki, şer’î ahkâm, ancak delil ile sabit olur ve aynı zamanda bu deliller nass olup tevil ve tefsir muhtemel, amm olup muhassas olmamalı! ,,Her bid’at dalalettir!” cümlesinde olduğu gibi ki, olduğu gibi kabul etmede fasid vardır. Çünkü öyle bid’atlar vardır ki, yayılması vacibdir. Bizler tenezzül edip farz etsek, rabıta ile amel etme bir delile dayanmaz! Böyle olduğunu farz etsek bile bizim onu yapmamızda fayda var! Faydası da tecrübe ile sabittir. 0 halde bizi inkâr etmenize bir yol var mı? Delil ne?!.

   Sekizincisi: Bir darb-ı mesel: Hükümdar, El-Hazik ismindeki bir doktoruna emrediyor ve diyor ki, memleketin ekserisinin mübtela olduğu hastalıkları tedavi edeceksin. Hususiyla karın hastalığına mübtela olanları! Çünkü bunlar hastalıkları sebeple üzerlerine düşen hizmetleri yapamıyorlar!..

   Tabib de hekimdir, mahirdir, âlimdir, rasihdir ve ârif-i kâmildir. Ve bilcümle ,,Kendisine hikmet verilene hayır verilmiş olduğu muhakkaktır.” Size mazhar olmuştur. İşte bu tabib düşünür ve kendi kendine diyor ki, bu emri yerine getirmek ehemmül-mühimmat vacibül-vacibattır. Ve aynı zamanda üzerine düşeni yapabilmesi için talim ve teallümi yapması, devamlı ücret ve sevap kazanmasına sebepdir. Çünkü, ,,Amelin hayırlısı faydalı olanıdır” kaidesi mevcuddur. Allah Resulü de şöyle buyurur: ,,Adem oğlu öldüğü zaman ameli kesilir. Üç amel müstesna!..” Üçten biri menfaat veren ameldir. Bütün bunları göz önüne alan tabib, teferrüs ettiği ve kıyam ettiği zaman üzerine düşen vazifesini yapacağını bildiği bir hastayı tedaviye başladı, hasta da iyi oldu. Sonra tabib, onlara tıb ilmini ve hikmet ilmini öğretti; ilaçları ve özelliklerini haber verdi ve bu arada karın ağrısının devasını da verdi. Ve dedi ki, ,,Al bunu! Bu ilaç karın ağrılarına iyi gelir! İnsanlara faydalı ol, fakat onlardan ücret alma ki, hasbi olup hükümdarın nezdinde derecen yükselsin! Zira hükümdarın hoşuna giden amel işte budur.” 0 da sem’an ve taaten dedi. Tabib çekip gittikten sonra naib baktı, gördü ki, tıbbın verdiği ilaç beyaz bal imiş! Allah’a hamd etti ve dedi ki, bunda şifa vardır. Sonra ahmak bir şahıs geldi senin gibi ya ahi! Sana basiret ihsan etsin ve muvaffak kılsın! ,,Bu ne?” dedi. Sualine cevaben o da ,,Karın ağrısı ilacıdır!” Fakat şahıs, ,,Hayır!” dedi, ,,Bu zehirdir!” 0 adam insanları öldürmek için gelmiştir. Fakat naib: ,,Hayır, bu asal (bal) musaffadır. İman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. Ama iman etmeyenler ise onların kulaklarında ağrılık vardır, gözleri kördür. 0 halde tadına bak da ne olduğunu bil!” Adam cevab verdi: ,,Sen bundan daha mı iyi bilirsin? Helak oldunuz ey nas! Allah bu hususta bir şey, bir delil indirmedi!” dedi. İnsanları çoğu da ahmak! Neticede bu ahmak mağrurun yüzünden tedaviyi terk ettiler. Halbuki buna şiddetle ihtiyaçları vardır. Çünkü durumdan ilacında müdavinde mütedavinde aleyhinde konuşuyor tedavi olmak isteyenleri de men ediyordu! Zaman sonra yanıldığını anlayacak ama iş işten geçmiş olacak! Kur’an’ın dediği gibi:

   ,,Benim söylediğimi gelecekte hatırlayacaksınız (ama o anlamanız size fayda vermeyecektir!..); Onun haberini zaman sonra bileceksiniz.”

   Dokuzuncu: Mâlumdur ki, biz size yeni bir şey getirmiyoruz; geçmişteki mezahib-i erbaadan büyük arifleri taklid ediyoruz. Nitekim: Görüyorsun onlar, rabıtayı da rabıtanın keyfiyetini de takrir etmişlerdir. Ve ben yemin ederek söylüyorum:

   Tarikat babındaki hareket ve süknatım Şafii mezhebinin imamlarına istinad eder.

   Ve ben aynı zamanda onların kitablarını mütalaa ettim! Bu arada Gazali, Nevevi, Kadı Zekeriya, İbni Hacer, Şe’râni, Menavi gibi din imamlarına ve ulema-i âmiline tabi olmaktayım!.. Sen zannediyor musun ki, senin inkârın, o sadat-ı ebrar ve o envar sahibi evliya-i ehyara teveccüh etmez!

   Sen Vahid’ül- Kahhar’dan buna karşı hizb-i ahmakdan korkmuyor musun? Ve yine bilmiyor musun ki, o davranışa karşı çıkmak insanı su-i hatimeye götürür? Ve cehenneme sokar! Ve şayet zahiren inkâr edip batinen itiraf etmek iyilik başka bir şey değildir. ,,Nefisleri zulmü ve kibri yakinen bildikleri halde yine de inkâra saptılar!” ayet-i celile’yi unutma!..

   Mağrur kendine gel ve işin sonunu düşün! Ölüm var ölüm! Sen de öleceksin! Allah öyle buyurur: ,,Sen de öleceksin onlar da ölecektir!” ,,Zalimler nereye varacaklarını gelecekte elbette bileceklerdir.” Bu sualler bu cevaplara da şamildir. Ben bunları bir nasihat, bir fayda ve bir teşvik olsun diye irad ettim. ,,Kişi neyi niyyet ederse eline geçen odur.”

 

   Allahü Teala’dan duam odur ki, sana hidayet ihsan etsin de ebrarın yoluna sülük etmeli, eşrarın yolunda ısrardan ictinap etmeyi nasib eylesin!.. Çünkü o mü’minlerin velisidir.

   Ya ahi! İnkârın iki sebebi vardır. Bunlardan biri cehalettir. Ekserisi budur. İkincisi ise ilmiyle amel etmemektir. İlme intihab edenlerde de bu galib! Sen eğer cahillerden isen, bilmediğin şeyin arkasından gitme, zulme düşersin!

   ,,Bu helaldır, bu da haramdır!” diye sonra Allah’ın indirdiklerinin gayrisiyle hüküm etmiş olursun da Maide ayetlerinin hükmüne dahil olursun! Ve eğer alim isen, ilmin ile amel et de heva ve hevesine uyma sonra Allah’ın yoluna da seni saymış olur!

Başa dön    Devam