Beşinci Bab:
Ehl-i istifanın Mustafa Aleyhisselam’ın rabıtası hakkındaki sözleri:
Ey Ahi! Allah sana rüşdini ilham etsin ve seni nefsine kul yapmasın da kendine kul yapsın! Bil ki, Şeyh-il Kâmil’in rabıtası, Aleyhisselam’ın rabıtasına ulaştırır. Semeresinde Allah Resulü’nde fena bulmaktır. Yani fena fir-Resul olmaktır. Bu da nimetlerin büyüklerindendir. Ve buna ancak hazzı azim sahibleri mülaki olur, nail olur. Aleyhisselam da fani olmak.
Allah Resulü’ne muhib farzdır. Sahih-i Buhari’de Enes’in rivayeti: Allah Resulü buyurur:
,,Kişi iman etmiş olmaz, ta ki babasından, evladından ve insanların cemisinden daha muhabbetli olmadıkça!”
Nefsi ise, ,,Ven-nasi ecmain” kavlinin umumuna dahildir. Kaldı ki ,,Nefis” kelimesi Abdullah ibni Hişam’ın hadis’inde mevcuttur.
Hz. Ömer, Aleyhisselam’a soruyor:
,,Ey Allah Resulü, sen bana nefsim müstesna, herşeyden daha sevimlisin!” Efendimiz şöyle karşılık verdi:
,,Ya Ömer! Nefsim yed-i kudretinde olana yemin ederim ki, ben sana nefsinden de daha sevimli olmadıkça iman etmiş olmazsın!” Bunun üzerine Hz. Ömer’in (r.a.) cevabı şöyle oldu:
,,Ey Allah’ın Resulü! Şu anda sen bana nefsimden de daha muhabbetlisin!..” Efendimiz ilave etti ve dedi ki: ,,Ya Ömer! Allahü Teala’nın şu kavli sana kâfidir: ‘Peygamber mü’minlere karşı kendi nefislerinden daha sevimlidir.” (Ahzab, 6)
Sehl de şöyle der:
,,Bir kimse cemii ehvalında Allah Resulü’nün dostluğunu görmezse, sünnet’inin helavetini tadamaz!” Ravii Hadis, Ebu Hureyre (r.a.), Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
,,İnsanların bana muhabbet yönünden en kuvvetlisi, benden sonra gelen öyle insanlardır ki, onlardan biri temenni ederek, ‘Ah, ben Peygamber’i ehlimle, âlimle keşke görseydim!” Şifada var;
Hz. Ali’ye soruyorlar: ,,Senin Allah Resulü’ne karşı sevgin nasıldı? Hz. Ali cevap verir: Allah’a yemin ederim ki, o bize mal ve evladımızdan, baba ve anamızdan susamışa karşı, soğuk sudan daha sevimli idi.”
Abdullah ibni Ömerin ayağı arızalanmıştı: Ona dendi ki; ,,İnsanlar arasında sana en muhabbetlisini zikret, ayağındaki arıza gider. 0 vâ Mahmedâ diye bağırdı, hemen ayağı açıldı!”
Müellif diyor ki; Sen bil, bir kimse bir şeyi severse, onu her şeye tercih eder ve ona uyar, yoksa iddia ise bile sadıka ve sahih olmadığı ortaya çıkar! Bu noktadan hareketle; Allah Resulü’nü sevmede sadık olanlarda sevgi alametleri kendini gösterir ve her halükârda tezahür eder. Enes b. Malik (r.a.) rivayetine göre Allah Resulü buna hitaben dedi ki: ,,Oğlum eğer gücün yetiyorsa akşam ve sabah kalbinde kimseye karşı kin olmasın! Bu benim sünnet’imdir. Beni seven de cennette benimle beraberdir.”
Peygamberi sevmenin alameti onun zikrini çok yapacak, tazim ve tevkir etmek, mübarek ismi geçdiğinde huşu’ izhar edip salât ve selam okumaktır. Ashab Efendilerimiz, kendisinden sonra da onu zikir ederlerken huşu’ içinde olup, tüyleri ve derileri ürperir, ağlardılar. Tabiinin çoğu da böyle idi. Allah kendilerinden razı olsun!..
Bazı ulemaya göre de muhabbet demek, mahbubi zikir etmekten ibarettir. Bazıları da ,,Mahbubi cemi mahbuba tercih etmektir.” Bir başkaları da:
,,Muhabbet, meyli daim”dir. Daha başka birilerin de ifadesi şöyle: ,,Huzurunda ve gıyabında mahbuba muvafıkdır.”
,,Bütün varlığını ona hibe etmektir” diyenler de vardır ve bütün bunlar aynı kapıdan çıkar!
Muhabbetin hakikatı ise, ,,İnsanın muvafık gördüğü şeye meyil etmiş” demektir ki, bu da güzel bir sureti, güzel bir sesi, leziz ve nefis taamları, meşrubatı ve benzerlerini sevmesi gibi ki, her tabi selim ona meyil eder. Çünkü hakikata muvafıkdır ve yahut da aklının ve kalbinin duygularıyla, batını şerif manaları idrâkdan duyduğu lezzeti gibi, ulemaya ve salih insanlara olan muhabbeti bu cinstendir.
Örf ehline ve onlardan mesur olanlara göre muhabbet, seyr-i cemile ve efal-i haseneden ibarettir.
Zira insanın tabi bunlara karşı aşık derecesinde meyil gösterir. Hatta bu kavmin bir kavme taassubi, bir ümmetin bir ümmete teşyii o dereceye gelir ki, vatanlarını terk etmeye, evlerini, barklarını geride bırakmaya müeddi olur. İşte Aleyhisselam, bu kabil muhabbetleri mucib olan manalar hepsini camidir.
Kitab sahibi ,,Hüsni Tevessül Fi Ziyareit Hayrir-Resul”de der ki:
,,Musalli için Aleyhisselam’a salât ve selam okumanın faydaları cümlesindendir ki, maslah için Peygamber’e muhabbettir. Belki de muhabbeti artırmaktır, ki kalbde nebevî güzellikleri istihzarla beraber şevki artar.
O haysiyetle ki, hayalinde onlar temessül eder de kalbinde ve dilinde onu zikir etmekten fütur duymaz ve yorulmaz.”
Şeyh Ahmed bin Abdül-Hayyi-Halebi der ki: Nebi Aleyhisselam’a salât ve selam getirmenin adabında tenbih var; Sen bil ki, musalli üzerine müekkid olur. Ona salât ve selam getirirken, kerim olan nebevî suretini kalbinin aynasında tasavvur eder, sanki onun önünde Allah’dan salât ve selam etmesini istiyor. Zira musalli Aleyhisselam’a salât ve selama devam ederse Muhammedî nur bulutları da onun üzerinde devam eder.
Yine Şeyh Ahmed bin Abdül-Hayy der ki: Bir tenbih daha; Sen bil ki, Aleyhisselam’a salât ve selam okumanın semerelerinden biri de Peygamber’in Kerim olan sureti nefisde sabit bir intiba ve muttasıl bir asıl ile kendini gösterir!..
Beni de, seni de rabıta nevilerinin eşref üzerine murabıt, rahmet, habıtaya mahsus olanlardan eylesin; zira o mü’minlerin velisidir!
Altıncı bab:
Kamil evliyanın rabıtası hakkında:
Sen bil ki Ya Ahi! Allah bana da sana da evliyasına muhabbeti nasib eylesin. Süfyan-ı Seyri der ki: ,,Batılların hüsran gününde necat ve halas vardır.
Meşrikde bir arif billah bir hakikatını konuşur da, mağribde de bir adam onu sorsa bunun da muhabbeti sebebinde nasib vardır.
Seyyid Taife Cüneyd de der ki: Maksudun husulunda yolların en yakını kalbini şeyhinin kalbine rabıta etmek ve vakıaların amelinde ondan istifade etmektir. Hatta onun tasarrufu şeyhinin tasarrufunda fena bulmalı.
Mişk3atin şarihihi muhakkik risalesinde diyor ki:
Yedinci şart; Kalbin şeyh rabıtasında devamı ve hadiseler hakkında şeyhden tam bir arada ile vakıaların ilmi hakkında ondan istifade etmedir. Zira bu yol refikdir. Allahü Teala şöyle buyurdu:
,,Ey iman edenler! AIlah’dan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (Tevbe, 119)
Diğer bir ayette de şöyle buyurur:
,,Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na doğru vesile arayın!..” (Maide, 35)
“Lisanımızda mâruf olduğu üzere “vesile” kendisiyle bir maksuda tevessül olunan, yani tekarrub edilen sebeb, sebebi kurbet demektir ki, “mabihittekarrüb” manasına sadece kurbet dahi tabir olunur. Nitekim Hasen, Mücahid, Ata, Abdullah ibni Kesir gibi bir çok müfessirini eslâf," أي القربة " diye tefsir etmişlerdir. Katade Allah’a taat ve razı olacağı amel ile tekarrüb ediniz diye anlatmış, Suddî de فهي المسئلة والقربة " "= yani istemek ve kurbet diye ifade etmiştir ki, hem ibtiğayi hem vesileyi beyandır. İbni Zeyd de “Mehabbet, Allah’a kendinizi sevdirmeğe çalışınız” demiş ve " أ ولئك الذين يدعون يبتغون الى الله الوسيلة " ayetini okumuştur. Binaenaleyh hasılı mana: “Biz mü’miniz, Allah bizi mücerred iman ile sever deyip de laubali olmayınız, Allah’dan korkunuz, fena ahlaktan ve fena amelden sakınınız, sonra yalnız korkmak ve sakınmakla da kalmayınız iradenizi sarf edib esbaba da teşebbüs ediniz, Allah’ın emirlerini ifa eyleyiniz ve bununla da kalmayıp Allah’a yaklaşmak için daima vesile arayınız, her fırsattan bilistifade kendi gönlünüz ve hüsn-i arzunuzla feraiz ve vacibat haricinde güzel güzel işler, rızayı ilahiye muvafık ameller yaparak kendi tarafınızdan da kendinizi Allah’a sevdirmek isteyiniz, isteyerek, yalvararak çalışınız ve uğraşınız” demek olur. Ve
bunda " لايزا ل عبدي المئومن يتقرب ا لى الله با لنوا فل" hadis-i kudsi’si mazmununun münderic olduğu zahirdir. “Vesile cennette bir menziledir = " ألو سيلة منزلة في الجنة" hadis-i şerif’i de vesilenin ehemmiyyeti uhreviyyesini natıktır. Hasıli vesile lazımdır. Ve onu bulmak için isteyip aramak ve tevessül etmek de lazımdır. Çünkü vesilenin vesilesi de iman ve ittika ile taleb-ü iradedir. Ve şu halde asıl vesile Allah’a kasdı tekarrüb ve arzuyi tehabbübdür. Ve işte " وابتغوا اليه الو سيتة " bu kasd-ü niyyet ile teharrii esbabı ve ahlaki hamide ve a’mali saliha gibi rızaullaha muvafık vesaili hasene istihzarile ubudiyyet için sayi âmirdir. Ve bunun içindir ki, buna mücahede emri terfık edilmiştir. İman, ittika ile, ittika, ibtiga-i vesile ile, ibtiga-i vesile mücahede ile tekemmül eder.” (Hak Dini Kur’an Dili)
Sonra bu zat şöyle der:
,,Fazlü’l-Mürid teyekkün etmelidir ki, şeyhin ruhaniyeti bir yerde muhayyer değildir. Gayri muhayyer için mekânlar mürid nerede olursa olsun, şeyhin ruhaniyeti ondan ayrılmaz; her ne kadar şahsiyeti ondan ayrılırsa da! Uzaklık müride aiddir. Mürid şeyhini kalbiyle tezekkür ettiği vakit şeyhi ona yaklaşır, kalbi ona teallük eder de mürid ondan istifade eder. Mürid bir vakıayı halletmek istediği zaman, o kalbiyle istihzar eder, müşahede ettiğinde ona sorar ve fakat bu ağızdaki lisanıyla değil; kalp lisanıyla olur. Şeyhin ruhi vakıanın manasıni müridine ilham eder. Bunun müyesser oluşu da müridin kalbini şeyhin kalbine rabıta etmesiyle mahken olur.
İşte bu cihetle kalp lisanı onu aktarır. Ve bu arada kalp yolu Allah’a açılır da Allahü Teala onu konuşturur.
İbrahim Ed-Düsüki müridlerine hitaben şöyle demiştir:
,,Ey benim evlatlarım! Şayet benimle yaptığınız ahid sahih ise ben size yakınım! Zira siz benim ahdimi alır vasiyetimle amel ederseniz sözümü dinlersiniz, sizden biriniz meşrikde ben de mağribde olursam, şahsımın karariyetini görürsünüz. Ve şayet mürebbinizin müşkilatından bir şey varid olursa veyahut Rabb’inizden bir şeyin istiharesini isterseniz, yüzünüzü çevirin baş gözünüzü kapatın, kalp gözünüzü açın; beni açıktan görür, işlerinizde benimle iştişare edersiniz. Ben ne dersem emrime imtisal edin ve kabul edin! Ve bu bana mahsustur ki, umumidir. Muhabbetinde sadık olduğunuz her şeyhe şamildir. Şeyhiniz bunu bilsin veya bilmesin! Müridlerin evliya ile sünnetleri böyle cereyan eder.”
Nitekim salihlerin vasfında varid olmuştu; onlar zikir görüldüğünde Allah zikir edilir. Zira onun kalbinin nuru simasına aks eder: onların simaları yüzlerindedir. Kim salihi görürse, onun kalbinde parlayan hakkın nurunu yüzünde görür. İşte bundan dolayı mesadiyete ve kurbiyete nail olur.
İbn-i Ülvan da şöyle der:
,,Seni gören göz mesud olur; Seni göreni gören de mesud olur. Bir misal: Güneş bir duvara vurdu; karşısında da bir başka duvar var, bu duvara da yansır. Güneş bir, yansıdığı duvar iki! Şeyh Abdüd-Daim’ül-Ensari Eş-Şazli’nin indinde bir tarikat var ki, bu tarikat meşayihin indinde meşhurdur; ona rabıta ismi verirler.
Bu da şeyhin yüzünü görmektir. Zira zikirden daha müessirdir. Şartlarını, adabını bilenler için! İşte bundan dolayıdır ki, Efendimiz’in sahabeyi terbiyesi bu şekilde olmuştur. Sahabe dolayısıyla zikirler evvela mekan, riyazet ve mücahede müsteğni olurlar.
Yani rüyetle hasıl olan netice, uzun zaman zikirle hasıl olan neticeden daha çoktur. Ve işte bundan dolayıdır ki, sahabenin derecesine geçemeyişimiz!..
Meşayihle ictima bir saatte olsa, gıbta edilen bir mertebedir.
,,Kitap Töhfet-il İbad” sahabenin sahibi ve Hanbeli diyor ki:
,,Mürid olmanın adabı ve kalbini şeyhinin kalbine tealluk ettirmemek sohbetinin alameti, gıybetinde olsun huzurunda olsun müşahidlerinde istiğrakı öyle ki onunla bir halkdan hiç kimse müşahede etmemesidir. Onun için bu meşhed ve huzur sıhhat buldu mu fi cemal-i sermedi meşhed ve huzuruna intikal eder. Ve bu öyle bir makamdır ki, bu makama ancak ehl-i mârife billah şahid olur!
Yoksa şehvetine meftun, cahil-i gabi, su-i emaresine kendisini kapdırmış, dolayısıyla ruhaniyetinin nasibini almamış kişi bir değil!..
,,Miftah’ül-Felah Fi Adabiz-Zikir” isimli kitabında İbn-i Ataullah Şazli, meşayihden naklen der ki: ,,Eğer mürid şeyhinin taht-ı nazarında olup şeyhini gözlerinin önüne tehayyül eder. Çünkü, şeyhi onun yol arkadaşı, hâdiyesi, zikri, şürüunda himmetine istimdad ettiği zatıdır. Ve bu istimdadın aynı zamanda Allah Resulü’nden istimdad olacağı kanaatımızadır. Zira biliyor ve inanır ki, şeyhi, Allah Resulü’nün naibidir.
Şeyh Abdül Vehhab Şi’râni, ,,Medaric’ül-Salikin” isimli kitabında der ki: ,,Yedinci Adab, şeyhinin hayalini gözlerinin önünde tehayyüldür ve bu onlara göre edeblerin mühimlerindendir.” Bu zat, ,,Bahr-i Mevrud” kitabında şunu söyler:
,,Ya Ahi! Sen bil ki, ölmüş olsun veya hayatta olsun bizler kalbimizi şeyhin kalbine rabt ettiğimiz takdirde fayda görürüz. Hatta o zat Allah’ın ilminde istenilen şeyhi olmasa bile! Zira bizim ona rabtımız şeyhin zatına değil, Allahü Teala’ya istinad ettiğimiz hakikatın kendisidir.”
(Yanlış anlaşılman bizim ölçülerimize göre meşayihindir, şeyhindir.) Şeyhinin şartları onda mevcuddur, görünüşte salihdir. Ve fakat Allah indinde öyle değil!.. Çünkü Hak Teala’nın ilim ve rızasının serabın indinde bulunması muhaldır!..
Şeyh Tacid-Dini’l-Hanefi, ,,Et-Taciye” ile meşhur kitabında şöyle diyor: ,,İkinci şeyhe rabıta yapmanın tarikatı; o şeyh ki, müşahede makama vasıl olmuş, onda tecelliyat zatiyeye tehakkuk etmiştir. Zira onu görmek, ,,Onlar görüldükleri zaman Allah’ü Teala zikir edilir!” kavlinin bir muktezasıdır. Öyle ise sana layık olan şudur: Şeyhin suretini hayalinde hıfz etmen ve onu kalbe hayalinde tercih etmendir ki, nefisden uzaklaşarak gıybet ve fena hasıl olsun! Bu yolda terakki durursa, o zamanda şeyhin suretini hayalinde sağ omuzunda tahayyül eder.
Bir emri mümted olarak kalbe indirsin veya bu hal üzere şeyhe gelinsin! Artık senin için gıybet ve fenanın husuli ümid edilir.
Molla İhsai Şeyh İbrahim bin Ömer bir risalesinde şöyle der:
,,Uzak olması hasebiyle şeyhin müsahebesi mümkün olmadığı takdirde ne yapar? Şeyhin suretini hayalinde ihzar eder, huzur ve sohbetinde olduğuna itikad eder, nefsini de onun önünde farz eder, bu tasavvuri hayalinde hıfz eder ve nihayet bütün varlığı ile şeyhinin vücudunda fani olur, şeyhin vücudunda Allahü Teala’ya yönelir. Ve bu hususda kendini zorlar ve bunu ilahî nur tekrar eder ve nihayet işrak edinceye kadar, dolayısıyla manaların sırrında perdesi kalkar. Ve dolayısıyla başkasıyla değil hatta kendi nefsiyle değil, Allah ile olur.
Rabıta hakkında çok şeyler söylenebilir, fakat söylediklerim muvafık olanlar için kâfidir. Sen ince ince düşün de, onların ilmi yanında senin ilmin kıymeti nedir? Ve onların en ednasının ilmiyle kendi ilmini bir mükayese yap ve nihayet yakin hususunda dost olduklarının ednasının bulduklarını sen böyle bildin mi? Heyhat!.. Ve nihayet bil ki, bu meslek ve meşreb sahiblerine taan etmekten uzak kal; yoksa kendini helak olanlar arasında bulursun! Cümleye hidayet ihsan edecek veli de Allahü Teala’dır!..
Yedinci Bab:
İnkâra sapan hevass ve ammın nushati hakkında:
Tarikatı ve onla ilgili rabıtayı inkâr edenler arasında hevass da vardır, avam da! Bunlara cevab vermek ve tenvir etmek gerekir ki, hüsn-i hitam tamam olsun! Amel niyyetlere göredir. Hak Teala şöyle buyurur:
,,Ey iman edenler! Tevbe-i nasuh ile tevbe ediniz, ola ki, Rabb’iniz günahlarınızı afteder de sizleri altında nehirler akan cennetlere kor; bir gündeki, Allah Peygamber’i de kendisiyle beraber iman edenleri de rüsvay etmiyecek! Onların nurları, önlerinden ve sağ taraflarından sây edecektir. Ve ey Rabb’imiz, nurumuzu tamamla, günahlarımızı mağfiret et, sen her şeye kadirsin!” (Tahrim, 8)
Ya Ahi! Senin mâlumun olsun ki, din nasihattır. Nasihatların en önemlisi de kişinin kendi nefsine nasihat etmesi ve onu kötülüklere sokması ve onu Evliyaullah’a karşı inkâr tehliklerine atmasıdır. Şayet senin inkârın cehlinden geliyorsa evvelen bunu tesbit edip. Seyri irşad ve taabbüdlerine müştemil olan ulemanın kitablarını mütalaa etme vacib olur ve bilmediğin bir şeyi inkâr yoluna gitmeniz haram olur. Allahü Teala şöyle buyurur: ,,Bilmediğin şeyin arkasına düşme!..” (İsra, 36)
Ve nihayet şunu bil ki, üç şey var:
Bunlardan biri; senin için rüşd ve doğruluk tebyin etmiş ve belli olmuştur. Ona uy; Bir şey de var ki; gaybi veya bilişliyi bellidir. Böylelerinden ictinab et. Üçüncü bir şey de var ki; 0 da ihtilaflıdır. Onu da âlimine götür. Mesele böyle iken, senin inkar ettiğin mesele sevabında ihtilaf yoktur. İlmiyle amu cumhur-i ulemanın kavlidir!..
Ortada Süfyan-ı Sevri, Cüneyd-i Bağdadi var. Sen bunları nasıl inkâr edersin. Halbuki bunların kendi mezheb ve meşreblerine göre delil ve nasları vardır! Halbuki ben onların kelamlarını irad ettim ve bilesin diye delillerini gösterdim. Halbuki bunlar ulemanın büyükleri, siyaset ve hikmet ehli siyased ve edibana aşina ve ibadet ehlidirler. Ve nihayet necip kişilerdir.
Gazali’yi, Fahr’ur-Razi’yi, Ebu’l-Hasen Şazli’yi, İbn’ü-Afaullah’i, İbni Davudi, Şirani’yi, İbn-i Hacer’i ve benzerleri sayabiliriz. Yoksa sana intikal eden bir şey mi var? ,,Kim bunların sözlerini terk edip de senin kavlin ile amel ederse, onların siretlerini bırakıp senin siretinle amel ederse o ma’tuhdur veya aklı gitmiştir. Veyahut da heva ve hevesine uymuş bir şekidir, şeytan onu azdırmıştır. La havle vela kuvvete illa bililah!..” Biliyor musun, senin inkârın nereye varır? Allah rabıtanın bedelinde senin gözlerin önüne kendisini bir şeye benzetirsin, o zaman mücessim olursun, yahut bir şey üzerinde kendini gösterse o zaman hülüli veya cehva olursun.
Allah, bütün bunlardan münezzehtir. Ve eğer sen Allah mekândan münezzehtir ve ona hiç bir şey benzemez; ve hatırına ne gelirse, Allah onun gayrisidir diyor ve böyle bir şey kasdediyorsan bil ki, rabıta da amili tasarruf eder ve onu tekerrür eder; bazen oturarak, bazen ayakta, bazen de yürüyerek bütün bunlar Teala hakkında muhaldir. Sen tabirde hata, takdirde isabet ettin! Bir taraftan O’nun misli yoktur, 0 semidir, basirdir demek suretiyle O’nu tenzih ediyorsun, bir taraftan da rabıtayı inkâr etmek için hiç de layık olmayan laflar ediyorsun! Nerede kaldı senin tenezzühün?!.
Şimdi sana haber vereceğim, inkârın neticesinin nerelere vardığını! Kağıtlar karalıyor; müslümanları rabıtadan men etmek için! 0 rabıta ki, tesbih, takdis, gece namazı, kuşluk namazı ve benzerleri aleddevam zikrullah, günahların çoğundan sakınma ve ayrıca Ümmet-i Muhammed’i sünnet’ten uzaklaştırmaya çalışıyorsun!.. Allah Teala demiyor mu:
,,Ey iman edenler! Bildiğiniz halde Allah ve Rasulü’ne hiyanet etmeyin” (Enfal, 27)
Bu ve benzeri ayetlerin sayısı çoktur. Sen tarikatı ve virdlerini inkâr edeceğine, günah-ı kebairleri irtikab edenleri inkâr edip onları nehyetsene! Halbuki bunlar senin beldende gece-gündüz gezip dolaşıyorlar sen bunları gözünle görüyor, kulaklarınla işitiyorsun! Halbuki bunlara karşı çıkmak vacipdir.
İmam-ı Gazali İhya’sında şöyle diyor:
,,Bu ilimden nasibini almayanların su-i hatimesinden korkulur. Rabıta ise bu ilmin cümlesindendir. 0 halde cidal ve nizaî bırakda dinle:
İlim ikidir: Kalbdeki ilim – Nafi’ olan bu ilimdir. Lisan üzerindeki ilim. Bu ilim de Allahü Teala’nın Ademoğullarından aldığı bir hüccettir.”
Musannif diyor ki; ilim nurdur, Allah ilmi ise isyankârlara verilmez.
Hafız Celaleddin Suyuti; ,,Kamul-Mearız” isimli risalesinde der ki, ,,Bunlar benim makama münasib sözlerden seçtiklerim, şu nizama mazınna olacaklardan topladıklarım, evliyanın makamlarına tenbih, esfiyanın yüksek rütbelerine işaret, kendilerini zekiler meyanında zanneden taifenin getirdiği şeylerden sakındırmak üzere binadır. Kendilerini zekiler meyanında zanneden ğabiler varya bunlar fasid anlayışlarıyla taan edenler, takvalarının azlığı ile bilecekleri mevzulara dalarlar. Kur’an’ın nassları üzerinde durmazlar, Veled-i Adnan’ın seyyidinden rivayet olunanlara imtisal etmezler, meşhur imamların takrirleriyle amel etmezler.
Hak ve irfan kanunları üzere cereyan eden tarikata doğru kanat açmazlar! Bütün bu kötü ehvala sahib oldukları halde ilim ve irfan sahibi olanlara dil uzatır, evliyayı beğenmez, onların nezd-i ilahiyede olan makam ve rütbelerini inkâr ederler. Allahü Teala kudsî hadis’lerinde şöyle der:
,,Kim benim bir dostuma düşman olursa ona muhakkak harb ilan ederim!”
Bir başka rivayet:
,,Kim benim bir dostuma eziyet verirse, o benimle savaşmada acele etmiştir. Ve ona artık selamet nereden olacak?” (Merfu bir hadis’tir)
,,Kim bir evliyaullaha düşman olursa o, muharebe yolunda benimle mübarezeye girmiştir.”
Bir başka hadis-i kudsî:
,,Kim bir dostumu korkutursa o bana düşmanlığını ilan etmiştir. Ve ben kıyamet gününde onun intikamını ondan alırım!”
Allahü Teala Musa Aleyhisselam’a şöyle vahyetmişti:
,,Kim bir veliye ihanet ederse veya onu korkutursa benimle muharebe yolunda mübarezeye girmiş, nefsini bana arzetmiş ve beni ona çağırmıştır.”
Ya Ahi! Ben sana sözü açık açık beyan ettim ve hakkı izah ettim! Şek ve şüpheyi bırak da bu nakillerin asıl ve kaynaklarına dön ve bizim dediklerimizi tesbit et! Gözle görünene ne denir?
,,Hakkın ötesinde dalaletten başka ne vardır?” Binaenaleyh nefsine acı da ona merhamet et, arkada bıraktıklarına istiğfar et, şek ve zannı terket!
Allahü Teala, ,,Allah de, onları bırak batıla dalışlarında oynayıp dursunlar!” buyuruyor. Son sözüm bu!
Ve beni zayıf bir miskin Hüseyin ed-Dusri! Allah geçmişini mağfiret etsin, rızasını ihsan etsin! Zira o, mesullerin hayırlısı, mesullerin ekremi!
Allah, Efendimiz’e, Onun karb ve vusul ehli olan, kendileriyle hak ve sıdk teayyün ve tebeyyün eden âl ve ashabına salât ve selam eylesin (Amin)!