MAKAM LAR

 

VE

 

MUSAFAHA

 

 

 

  Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!

   Hamd alemlerin Rabb’ine, salât ve selam yeryüzü sakinlerinin hayırlısı Hz. Muhammed’e, âl ve ashabının tümüne!..

   Ve ba’d ,,Allah seni dareynde mes’ud eylesin!”Allah’a giden yolların sayısı mahlukatın nefesleri sayısıncadır. Tahkik ehli bunlardan birini seçti ki, onda dört mertebe vardır:

   Birincisi:    Şeriat,

 İkincisi:        Tarikat,

 Üçüncüsü:   Marifet,

 Dördüncüsü:           Hakikat.

  Bu dört mertebeden her biri ancak şeriatla tamam olur. Zira bir kimse düşünün ki, onun şeriat’i mükemmel değildir, binaenaleyh, onun tarikatından da ma’rifetinden de hakikatindan da söz edilemez. Öyle ki, mertebeleri ikmal ettikten sonra şeriat’i ihmal ve ifsad ederse, o, tarikati da ma’rifeti de hakikati da ifsad etmiş, fesada vermiştir. Nitekim Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

   ,,Şeriat bir ağaçtır. Tarikat onun dalları, ma’rifet yaprakları, hakikat ise onun meyveleridir.” Binaenaleyh, ağaç ortada olmazsa, onun ne dalları olur, ne yaprakları ve ne de meyveleri. (Meşhur hadis kitaplarında bulunamadı.)

   Bundan anlaşıldı ki, şeriat asıl, diğerleri onun ferileridir. Fer’in varlığı aslın varlığına bağlıdır. Yani asıl yok olduğu zaman feri de yok olur. Bu, şuna işarettir: Kul, hangi mertebede olursa olsun, şeriat’ın dışına çıkamaz.

   Şeriat’ın hududunun dışına çıktığı halde hâlâ kendisini ,,Sırat-ı Müstakim”de zannediyorsa, 0; hüsranda kalanlardan, helâk olanlardan ve mülhidlerden olur. Dall ve mudillerden olup faizin-i vasılinden olması şöyle dursun, şeytanın arkasına takılanlardan olur. Nitekim Teala buyurdu:

   ,,Hüsran-i mübin (yani apaçık bir ziyan) işte budur.”

 Makamlar:

   Bu dört mertebenin kırk tane makamı vardır. Kul, bu makamları kat etmedikçe Allah’a vasıl olamaz.

   Kırk makamdan onu şeriat’ta, onu tarikatta, onu ma’rifette, onu da hakikat’tadır.

   Şeriat’ta olan makamlar:

   Birincisi imandır. Ve bu Allah Resulü’nün şu sözüyle sabittir:

   ,,İman; senin Allah’a, meleklerine, Kitab’larına, peygamberlerine, ahirki güne, kadere, yani hayır ve şerrin Allah’ın takdiriyle olduğuna iman etmendir.” (Buhari, c. 1, s. 18)

   Bir sual:

   İman bedene mi aittir yoksa ruha mı?

   Cevap: Ne bedene ait ne de ruha. İman akıl üzeredir, (yani imanın muhatabı akıldır. Onunla mükellef akıldır; akıl sahibidir). Ashab-ı tahkik şöyle der:

   ,,İman; dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir. Zira Allah’ın vahdaniyyetini dil ile ikrar etmiyen kimse mutlaka kâfir olur. Keza; dil ile ikrar ettiği halde kalbiyle onu tasdik etmezse o da münafıktır. Dolayısıyle ateşin en alçak derekesinde olacaktır. Nitekim Allah Teala öyle buyurur:

   ,,Münafıklar ateşten en alçak derekede olacaklardır.” (Nisa, 145)

   İman akıl üzeredir, dedik. Zira akıl bedenin padişahı, iman ise onun naibidir. Padişah giderse artık onun naibi kalmaz.

   Mesela: İman bir hazinedir, iblis ise onun hırsızıdır. Akıl da hazinedardır. Hazinedar giderse, hırsız hazinede olanları çalar götürür. Bir de şöyle denilir:

   ,,İman bir koyundur; akıl ise onun çobanıdır. İblis ise bir kurttur. Çoban giderse, kurt onu yer.”

   Bir de şöyle denir:

   ,,İman bir süttür; akıl onun bekçisidir. İblis bir köpektir. ikisi de bir yerde. Bekçi gittiğinde köpek onu yer.”

   Latif bir nükte:

   Allah’ın birliğini tasdik demek O’nun emirlerini yerine getirme, nehiylerinden sakınma demektir. Allah’ü Teala, Ademoğullarından her biri için üç yüz melek görevlendirmiştir. Bunun böyle olduğuna inanmak imandandır. Şu da bir gerçektir ki, senin yanında cinsinden ve akrabalarından bir tanesi bulunsa, sen onun yanında çirkin bir iş yapabilir misin? Ondan utandığından böyle bir iş yapamazsın? Değil mi? Melekler senin cinsinden olmadığı halde sen 0 çirkin fiili yaparsın da meleklerden haya etmez misin? 0 zaman meleklerin varlığına inanman ve onları tasdik etmen nerede kaldı?

   Allah’ın Kitab’ını tasdik etmen imandandır. Ve o Kitab’ın içindekiler ise haktır. Ve sen de bunları tasdik ve ikrar etmektesin. Böyle olduğun halde emirleri yerine getirmez, yasaklardan sakınmazsın, dolayısıyle Allah’ın azabından ve cezasından korkmazsın! Kalbin ise kibir, hased, tama, gazab, gıybet, kahkaha, nemime, alay etme gibi çirkin şeylerle dolu!.. Halbuki bütün bunlar Allah’ın Kitab’ında yasak olan şeylerdir. Peki ama senin bunları tasdik etmenin manası kalır mı?

   Evliyaüllah’ı ve kerametlerini tasdik haktır, kerametleri ve fiilleri şeriat’a mutabık olursa. Çünkü, onlar, nefislerinin rızasını, dünya mehabbetini, yemek yeme ve elbise giyme lezzet ve şevkini terk edip Rabb’lerinin rızasını, fakr ve zarureti, mihnet ve meşakkati, açlık ve meskeneti ihtiyar ettiler ve ayrıca uyku ve rahatı terkedip dünyanın zorluğunu nefislerinde buldular; Teala’nın buyurduğu gibi, ,,Zorlukla beraber kolaylık vardır” gerçeğine inanıp bir gün tok iki gün aç gezdiler. Evet Allah Resulü (s.a.v.) öyle buyurmuştu: ,,Ben bir gün tok, iki gün aç bulunurum!”

   Ve fakat, her zaman Allah’a tekarrüb ederlerse huşu ve Rabb’lerinden korkuları artar. Zira bir kimsenin melik ve sultanlara yakınlığı artarsa onlardan korkuları, sair raiyyelere nazaran daha da şiddetlenir.

   Ve Allah, kemal-i nazarla kulunun hatalarına bakar da yüzüne vurmaz. Halbuki sen, her gün hataların ve fuhşiyatın çeşitlerini yaparsın da sorulup hesaba çekilmeyeceğini mi zannedersin! Kıyametin gelmiyeceğini mi, kabirden kalkmıyacağını mı, saidin şakiden ayrılmıyacağını mı zannedersin? Halbuki haramdan sakınmaz. Her bulduğunu yer ve her bulduğunu giyersin ve fakat bunların Allah’ın birer nimeti olduğunu unutursun; ve O’nun emirlerine imtisal edip nehiylerinden sakınmasın. Hüsrana götürenleri işlemekle Allah’ın azab ve ıkabından korkmaz mısın. Melik-i allam ise:

   ,,Ben; kerim, gafur, veren, yardım eden ve kendisine sığınılan bir Allah’ım!.. Her gün bir kerre kendine bak: Yüzbinlerce günah benim kulumdan sudur eder de yüzüne vurmayıp sabreder, tevbe eder diye sabrederim. Zira kim ki, tevbe etmeden ölürse onun işi bana kalmıştır; dilersem onu af ve mağfiret ederim, ona rahmet ederim, aksi halde onu ateşe sokarım da azab-i elim ile onu azab eder. Ama o kimse ki, beni murad eder, beni sever ve ömrünü benim hizmetimde geçirir, benim hasretime ağlar ve bana ulaşmaya can atarsa, ben de onu ister, onu sever ve ona iyilik ederim. Onu ayrılıktan kurtarır ve onu vusletime nail ederim, hatta bana yakınlığı artar da artar, vücudu mahvolur ve nihayet fena fillah sırrına erer de her şeyde başkasını değil, ancak benim varlığımı görür ve müşahade eder. Fakat şu da vardır ki, onun muradı sadece dünyadır! Başkasını düşünmez ise, ben de onu dünyadan da ahiretten de mahrum ederim ve artık o, günahkârlardan olup hüsranda kalır. Nitekim, Allah Teala şöyle buyurur:

   ,,Kim, ahiretin harsini (kazancını) murad ederse, onun harsini artırırız; kim de dünya harsini kasdederse, ondan ona bir miktar veririz de ahirette onun nasibi olmaz.” (Şura, 20) Allah Resulü (s.a.v.)’de şöyle bildirir:

   ,,Dünya ahiret ehline haramdır, ahiret ise dünya ehline haramdır. İkisi ise Allah ehline haramdır.” (Revahüddeylemi)

   Şeriat’ta bulunan on makamdan ikincisi:

   Bu makam İslam’dır. Bu da Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet etmek, beş vakit namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu eda etmek, eğer gücü yetiyorsa haccetmektir.

İşte bütün bunlar birer farzdır; müslim, akıl, baliğ ve Allah’ın emirleriyle mükellef her insana vacibtir (farzdır). Aziz ve Celil olan Allah Teala’nın şu kavlinden dolayı:

   ,,Namazı kılın, zekatı verin!..” (Tevbe, 56) Bir de Efendimiz şöyle buyurdu:

   ,,Ramazan ayını oruç tutun ve beyti haccedin!” (Şeyheyn)

   Üçüncüsü ilimdir:

   Zira ilimsiz amel delalettir. Amelsiz ilim de vebaldir. Zira ilmi taleb etme erkek-kadın her müslümana farzdır. Çünkü Teala şöyle buyurdu:

   Rabbaniyyin, olun!..” (Ali İmran, 19)

   Dördüncüsü ihsan:

   İhsan ise, senin, Allah’a ihlas ile, huşu ile hudu ile ibadet etmen ve edebe riayet etmendir. Nitekim: ,,İhsan: Senin Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen, onu görmiyorsan da 0, seni görmektedir.” (Buhari, c. 1, s. 18)

   Beşincisi: Evlenmedir. Zira evlenme farzdır. Çünkü Allah Teala buyurdu:

   ,,Kadınlardan sizin için hoşa gidenleri tezevvüç ediniz, yani onlarla evleniniz.” (Nisa, 3)

   Allah Resulü (s.a.v.)’de şöyle beyan eder:

   ,,Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir.” (Ibni Mace)

   Altıncısı: Temiz yeme ve temiz giyinmedir. Teala şöyle buyurdu:

   ,,Rızıklandırdığ ımız şeylerin temizinden yiyiniz.” (Bakara, 102)

   Ve Teala buyurdu:

   ,,Elbiseni temiz tut!” (Muddessir, 4)

   Yedincisi: Kulun EhI-i Sünnet ve cemaat’ten olup, ehl-i bid’attan olmamasıdır.

   Teala böyle buyurdu:

   ,,Daha önceden geçen Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde ise tebdil bulamazsın!” (Fetih, 23)

   Sekizinci: Şefkat ve merhamettir. Aleyhisselam buyurdu:

   ,,Sizler yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de sizlere merhamet etsin!” (Tirmizi, sf. 192)

Dokuzuncusu: Helalinden kazanmak ve ribanın haram olduğunu kabul etmektir. Allah şöyle buyurdu:

   ,,Allah, bey’i (alışverişi) helal, ribayı haram kıldı!” (Bakara, 275)

   Onuncusu: Emr-i ma’ruf, nehy-i münker yapmaktır. Zira bu da farzdır.    Çünkü Teala buyurmuştur:

   ,,Mâ’rufu emret, münkerden de nehyet!” (Lokman, 17)

   Şeriat’ta on makam işte bunlardır.

 

   MAKAMLAR VE MUSAFAHA (2)

   Makamlar:

   Tarikatta bulunan on makam:

   Birinci fukaranın meslekine süluk etmek, meşayihin elinden tutmak, günahlardan tevbe etmektir. Çünkü, Teala şöyle buyurur:

   ,,Allah’ın ipine hep birlikte sarılın!..” (Ali İmran, 103)

   ,,Tevbe-i nasuh ile Allah’a tevbe edin!..” (Tahrim, 8)

   Zira kul,Allah’a dönüp günahlarından yaptığına pişman olur, bir daha günah işlememek kaydiyle tevbe ederse, Allah, onun geçmiş günahlarını mağfiret eder. Çünkü, ,,Allah, onun tevbesini kabul eder. Zira 0 tevvab-i rahimdir.” (Bakara, 37)

   Allah Resulü (s.a.v.)’de şöyle buyurur:

   ,,Günahtan tevbe eden günah işlememiş gibidir.” (İbni Mace)

   Tevbe ile murad, ihlasla pişman olma, Aziz ve Celil olan Bari Teala’nın kapısına yönelmektir. Zira bir kimse yaptığı günaha pişman olursa, gönülden ihlasla Rabb’isine muazeret beyan etmiş ve Rabb’isinin affına sığınmıştır. Zira ihlasla özür beyan etme, sadakatla tevekkül ne yapar? Kıyamet gününde yüzleri beyazlatır. Zira Allah Teala şöyle der:

   ,,Ey benim kullarım! Sizden ihlasla tevekkül, kabul ise bendendir.”    Nitekim Teala şöyle buyurdu:

   ,,Kim Allah’a tevekkül ederse 0 ona kâfidir. Şükür sizden, artırma bizdendir.” Nitekim bir başka ayette:

   ,,Eğer siz şükrederseniz, ben elbette artırırım, küfrani nimette olursanız benim azabım pek çetindir.” (İbrahim, 7)

   ,,Sabır sizden, hesabsız ve tam verme bendendir.” Nitekim:

   ,,Sabredenlerin ecirleri hesabsız verilir.” (Zumer, 10)

   Taat, ibadet sizden, huriler, köşkler cennette nimetler verme benden. Teala şöyle buyurur:

   ,,İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.” (Rahman, 60)

   ,,Yetmiş sene yaptığınız günahlardan bir kere tevbe sizden, kabul etme benden.”

   Zira Allah buyurur:

   ,,0 (Allah), kullarının tevbesini kabul eder.” (Şura, 25) Zira Aziz ve Celle şöyle der:

   ,,Ey benim kullarım! Babanız Adem benim emrime muhalefet etti ve bir kere asi oldu. Ben isem onun tevbesini ancak ikiyüz sene ağladıktan sonra kabul ettim. Sizin ise yetmiş senelik günahınızı bir tevbe ile kabul eder ve bütün günahlarınızı affederim. Zira ben günahkârların günahlarını affetmezsem benim rahmetim muattal olur. Ve benim bir şeyi halk etmem noksan olursa kudretim tamam olmaz ve ben dua edenin duasını kabul etmezsem saltanatım tamam olmaz.”

   İkincisi:    Kişinin mürid olmasıdır. Çünkü Allah Teala:

   ,,Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (Enbiya, 7)

   Bu da üç kısım üzeredir.

   Birincisi: Mürid-i mutlak: Bu öyle bir mürittir ki, şeyhine karşı ne ,,lime” der ne delil getirmez. Yani neden ve niçinini sormaz.

   İkincisi: Mürid-i mecazdır: Bu öyle bir mürittir ki, zahirde şeyhinin emrinde ise de batında nefsinin emrindedir.

   Üçüncüsü: Riyakâr mürit: Bu öyle bir mürittir ki, şeyhinin bir halini gördü mü, onu terkeder. Nefsinin emrine muhalefet ettiği için ilmi olmadığından.

   Dördüncüsü: Başını traş etme, elbisesini tarikat ehlinin elbisesine tahvil etme ve nefsini onlara benzetme. Teala şöyle buyurmaktadır:

   ,,Başlarını traş eder, saçlarını kırkar ve korkmazlar.” (Fetih, 27)   Aleyhisselam da şöyle buyurur:

   ,,Bir kimse bir kavme benzerse o, onlardandır.” (Ebu Davud, c. 4/3 14)

   Beşincisi: Kişinin korku ile rica arasında olmasıdır. Çünkü,Allah Teala buyurur:

   ,,Öyle bir günden korkun ki, o gün gözler ve kalbler döner durur.” (Zariyat, 50)

   Bir başka ayet:

   ,,Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin...” (Zümer, 53)

   Altıncısı: Hizmettir.

   ,,Kim hizmet ederse hizmet görür.” (Meşhur hadis kitaplarında bulunamadı)

   Yedincisi: Nefsi kahretmek.

   ,,Nefislerine karşı onlar cihad ettiler.” (Ebu Davud, Edeb)

   Sekizincisi: Allah’a rücu, masivayı terk.

   ,,Allah’a doğru kaçın!” (Zariyat, 50)

   Dokuzuncusu: Beraberinde bez parçası, makas, zenbil, seccade... Bütün bunlar Rahman tarafından miktarınca sevap verilir. Teala buyurur:

   ,,Şüphesiz ki, Allah, emrini yerine getirendir.” (Talak, 3)

   Onuncusu: Cemaat sahibi olmak, Allah’ın kullarına karşı öğüt ve nasihat sahibi olmak ve onlara karşı sevgi ve saygılı olmaktır. Teala şöyle buyurur:

   ,,Onlar, onları Allah gibi severler. Ama iman etmiş olanlar, Allah’ı sevmek yönünden daha şiddetlidir.” (Bakara, 165)

   Onbirincisi: Aşk, şevk, fakr ve kanaatli olmak. Teala buyurur:

   ,,Ya Rabb’i! Benim canımı müslüman olarak al ve beni salihlere ulaştır.” (Yusuf, 101)

   ,,Fakirlik benim iftiharımdır ve kıyamet günü de onunla iftihar edeceğim.” (Mevzuat-i Aliyyül Karı, 320)

   Mârifet hakkındaki 10 (on) makam:

   1- Edepdir. Zira ulaşan ancak edep ve hürmetle ulaşmıştır. Mahrum olanlar ise mahrumiyetlerine hürmet ve edebi terk etmeleri olmuştur. Zira Hz. Ali (k.v.) şöyle der: ,,Şerefin sebebi ne maldır, ne de soydur. İlim ve edepledir. Edep aklın suretidir,” denmektedir. Hadis diye rivayet edenler de vardır.

   2- Korkudur. Yani korkmaktır. Zira kamil korku o kimsede bulunur ki, Allah hakkında ilim ve irfana sahiptir. Teala şöyle buyunur:

   ,,Kulları arasından, Allah’tan hakkıyla korkan ancak ulemadır.” (Fatır, 28)

   Bir başka ayet de şu mealde:

   ,,Rabb’isinin makamından korkanlar için iki cennet vardır.” (Rahman, 46)

   3- Riyazat, Açlık ve Kanaattır. Aleyhisselam şöyle buyurur:

   ,,Açlık gök gürültüsüne benzer. Kanaat ise bulutlara benzer. Zira gök gürültüsü ile bulutlar yağmurun sebebidir. Kanaat ile açlık ise hikmet ve mârifete götürür.” (Meşhur hadis kitaplarında bulunamamıştır)

   4- İkrar ve Tasdik’dir. Yani doğru sözlülüktür. Rabb’imiz şöyle buyurur:

   ,,Doğrulara doğrulukları fayda vereceği gün!..” (Maide, 119)

   5- Haya: Zira Peygamber şöyle buyurdu:

   ,,Haya imandandır. Hayası olmayanın imanı da yoktur.” (Kütübü Hamse rivayet etmiştir)

   6- Cömertlik.

   7- İlim: Nitekim rivayete göre:

   ,,Dünya dört şey üzere durur: Ulemanın ilmi, ümeranın adaleti, zenginlerin sehaveti, fukaranın duası.” (Muteber kitaplarda bulunamamıştır)

   Bir başka hadis şöyle:

   ,,Cömertlik cennette bir ağaçtır, dalları ise dünyaya uzanmıştır. Kim o dallardan birinden tutarsa onu cennete götürür.” (Dare­Kutnî)

8- Meskenet: Aleyhisselatü vesselam buyurdu:

   ,,Ya Rabb’i! Beni miskin kul ve miskinlerin zümresinde haşret.”

   9- Kalbe riayet etme ve rızasını kazanma: Nitekim Peygamber

şöyle buyurdu:

   ,,Mü’minin kalbi Allah’ın arşıdır.” (İbni Mace)

   10-   Nefsini bilmesidir: Aleyhisselam buyurur:

   ,,Kim nefsini bilirse Rabb’ini bilir.” (Keşfül Hafa, c. 1, s. 262)

   Hakikat babında bulunan 10 makam:

   Birincisi: Kulun mahlukat arasında toprak gibi olmasıdır. Yani tevazi olmalıdır; hiçbir kimsenin eziyyetinden eza duymamalı ve aldırmamalıdır. Belki bilmeli ki, kendisine isabet eden her şey Allah’tandır. Ona razı olmalıdır. Ve Allah’ın iradesine havale etmelidir. Ve bu arada bilmelidir ki, irade ve meşiyyet Allah’a mahsustur. Zira Allah dilediğini yapar. Murat ettiğine hükmeder.

   İkincisi: Mahlukatın cemisine bir nazarla nazar etmeli ve şu adamın ameli daha hayırlı, şu adamın ameli ise daha şerlidir, dememeli, belki hayrın ve şerrin mahiyetlerine bakmalıdır. Zira hiçbir kimse diğeri için ne azab görür ne de sevaba erer. Zira Teala şöyle buyurdu:

   ,,Bizim amelimiz bizim için, sizin ameliniz de sizin içindir.” (Bakara, 139)

   Üçüncüsü: Allah’ın kendisine rızık olarak verdiği taamdan, libasdan men etmemeli belki onları Hakk’ın rızasını talep için fisebilillah bezl etmelidir.   Mevlâ şöyle buyurur:

   ,,Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misali...” (Bakara, 261)

   Dördüncüsü: Kişi ölümünden önce nefsi hakkında fani olmalıdır. Zira Teala şöyle buyurdu:

   ,,Sizin indinizdeki tükenir. Allah’ın indindeki ise bakidir.” (Nahil, 96)

   Beşincisi: Mahlukattan hiç bir kimseye zarar vermemeli ve onlardan da müteezzi olmamalı. Zira Allah Resulü şöyle buyurdu:

   ,,Müslüman o kimsedir ki, diğer müslümanlar onun dilinden de elinden de selamet bulur.” (Buhari, c. 1, sf. 8)

   Altıncısı: Kişi sohbet esnasında hakikatları konuşmalı, mürşid-i kâmil’e tam bir irade ile tabi olmalıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz,

   ,,Peygamber ümmeti içerisinde nasılsa şeyh de kavmi içinde öyledir.” (İbni Hübban)

   Yedincisi: Ebrarın (büyüklerin) mesleğine doğru seyir ve sülüktur. Teala şöyle buyurur:

   ,,Biz ufuk ve enfüste ayetlerimizi onlara göstereceğiz.” (Fussilet, 53)

   Sekizincisi: Kişinin kendisinden sadir olan kerametleri gizlemesidir. Teala şöyle buyurdu:

   ,,De ki: Siz göğüslerinizdekini gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir.” (Ali Imran, 29)

   okuzuncusu: Sabır, vuslet, Tevhid ve münacattır: Zira Teala şöyle buyurdu:

   ,,Ey iman edenler! (Menfaatınızı yenip) sabır (ve sebat) edin, (düşmanlarınıza karşı) sabır yarışı edin, nöbet bekleşin (yurdunuzu ve dininizi çiğnetmeyin) ve Allah’tan korkun ki (bu sayede) kurtuluşa eresiniz.” (Ali İmran, 200)

   Onuncusu: Batıni bir gözle müşahade ve ledünni ilmini öğrenmektir. Teala şöyle buyurur: ,,Tarafımızdan ona bir ilim öğrettik.” (Kehf, 65)

   Şayet şu kırk makamdan herhangi biri nakıs olursa sülük tamam olup kişi hakka ulaşamaz. Çünkü şartları noksandır. Mesela bir kimse diliyle Allah’ın birliğini ikrar edip kalbiyle tasdik etmezse imanı tamam olmaz. Diğer şartlar da böyledir. Zira şartın intifasından meşrutun intifası lazım gelir. Doğrusunu Allah bilir.

   İmam-ı Birgivi’nin ,,Makamat” ismini alan kitap böylece tamam oldu. Allah kendisine rahmeti vasi’a ile rahmet etsin. Amin!

 

   MUSAFAHA RÂSALESİ

   Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!..

   Sağlam bir şeriat’ın şarii olan Allah Teala’ya hamd olsun! O Allah ki, talim ve tebliğ için Resulü’nü gönderdi (salât ve selam üzerine olsun!). Ve bizlere neim-i mukim olan cennetin yolunu beyan eden âl ve ashabına da salât ve selam olsun!

   Bundan sonra ey kardeşlerimiz! Bilin ki,Allah Resulü şöyle buyurdu:

   ,,İki müslüman birbirine rastlar da musafaha etmezler, illa ederlerse, onlar daha birbirlerinden ayrılmadan Allah her ikisini de mağfiret eder.”

   Bir diğer rivayette ise:

   ,,İki müslüman birbirlerine mülaki olduklarında müsafaha yapıp Allah’a hamdeder ve O’ndan mağfiret dilerlerse Allah her ikisini de mağfiret eder.” Mesabih de böyledir. (Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud...)

   ,,Yetefasehan” sözündeki (F) takib içindir. Musafahanın hemen rastlamanın akabinde olmasını ifade eder. İşte bununla, müslümanın kardeşi diğer bir müslümana mülakı olduğunda müsafaha yapmanın meşruiyyetine delalet eder ve selamlamanın tamamından olur. Çünkü, Allah Resulü diğer bir hadisinde de:

   ,,Aranızda selamlaşmanın tamamı musafahadır.” (Tirmizi, Fil’istizan)

   Öyle ise meseleyi şeriat’ın tayin ettiği yere koymak lazımdır. Rastlayışın dışında mesela: Zamanımızda olduğu gibi, cuma ve bayram namazlarının arkasında insanların yaptığı gibi. Hadiste buna yer verilmemiştir. Öyle ise o husus delilsizdir. Ve şu bir hakikattır ki, ,,Hakkında delil bulunmayan bir şey merduttur ve o bab da başkasını taklit etme de caiz değildir. Belki reddedilir. Çünkü, ,,Bir kimse dinimizde olmayan bir şeyi ihdas ederse o reddedilir” sözü bir Peygamber hadisidir.” (Beyheki, Ebu Davud, İbn-i Mace)

   Zira iktida ancak Peygamber’e olur. Allah Teala şöyle buyurmakta:

   ,,Peygamber size neyi getirdiyse onu alınız, sizi neden men ettiyse ondan vazgeçiniz.” (Haşir, 7)

   Diğer bir ayet-i kerime’de şöyle buyrulur:

   ,,Emrine muhalefet eden bir kimseler, kendilerine bir fitnenin veya bir azab-ı elimin isabet etmesinden sakınsınlar.” (Ennur, 63)

   Mamafih, Hanefi, Şafii ve Maliki fakihleri bu hususun kerahetini ve bid’at olduğunu tasrih etmişlerdir.

   Tebyin-i Meharim sahibi de şöyle der: ,,Mültekıtt’a, namazları edadan sonra musafaha yapma, her hal ve karda mekruhtur. Zira sahabe (Allah kendilerinden razı olsun!), namazları edadan sonra müsafaha yapmamışlardır. Bir de Şunun için ki, namazların arkasından musafaha yapmak Rafızı’ların adetindendir.”

   Şafii ulemasından, (Allah kendisine rahmet etsin) İbn-i Hacer şöyle demiştir:

   ,,Zamanımızda beş vakit namazın, cuma ve bayram namazlarının arkasından insanların yaptıkları musafaha bid’attır, mekruhtur, Şeriat­ı Muhammediyye’de bunun aslı yoktur. Yapanlar önce uyarılır, bid’attır diye. Sonra da tazir edilir.

   Maliki ulemasından (Allah’ın rahmeti üzerine olsun!), medhelinde der ki, imam, ikindi namazından ve sabah namazından sonra musafaha yapanları musafahadan men eder. Belki bazıları da bu hareketi beş vakit namaza teşmil etmiştır. Bunların küllüsü bid’attır.

   Şeriat’ta musafahanın yeri, beş vakit namazın arkası değil, müslümanların birbirlerine mülakı oldukları vakittir. Bir meseleyi şeriat nereye koymuşsa onu oraya koymalı lazımdır. Öyle ise namazların arkasından musafaha yapanlar men edilir. Çünkü, bu hareket sünnet’in hilafıdır. Tebyin’in kelamı burada bitti.

   Şu tasrih bilittifak gösterir ki, sünnet’e muhalefet caiz değildir. Tersine Tealâ’nın şu kavline tabi olmak gerekmektedir:

   ,,Hidayet, kendisine geldikten ve tebeyyün ettikten sonra, bir kimse Allah Resulü’ne muhalefet ederse ve mü’minlerin gittiği yolun gayrisine tabi olursa, onu döndüğü yolda bırakırız. Sonra da kendini cehnneme atarız.” (Nisa, 114-115)

   Ezkâr’da Nevevi’nin kelamı her ne kadar bunun, sabah ve ikindi namazından sonra yapılmasının mübah olduğunu iş’ar ederse de bu müsafahaların meşru olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü, onun kelamı şöyle:

   ,,Ama insanların sabah ve ikindi namazından sonra musafaha yolunda adet edindikleri hususun şeriat’ta bu şekilde aslı yoktur. Lakin yapılmasında bir beis yoktur.” (İnteha)

   İşte bak, gör. Şeriat’ta bu şekilde musafaha yapmanın aslı olmadığını nasıl itiraf etmekte? Artık bu itiraftan sonra onun zikrettiği şey bir mana ifade etmez. (Allah kendisine rahmet etsin!) Fuzeyl b. İyaz’dan şöyle hikaye edildi:

   ,,Sen hidayet yolunu takip et saliklerin azlığı sana zarar vermez. Delalet yolunu takip edenlerden sakın. Zira helak olacakların çokluğu seni aldatmasın.” (İnteha)

   (Allah kendilerine rahmet etsin!) fukaha her ne kadar namazlardan sonra musafaha yapmanın kerahatini tasrih etmemişlerse de, tersine mübah olduğu anlaşılırsa da biz şu zamanda kerahatine hükmederiz. Zira buna insanlar devam etmekte ve bir sünnet’i lazime olduğunu itikad etmektedirler. Öyle ki, terkini caiz görmemektedirler. Hatta ilimle meşhur bazı ulemadan bize ulaştığına göre bu müsafahaların şeair­i İslam’dan olduğunu söylemişlerdir.

   Binaenaleyh bunu terk etme nasıl olur?

   Ey insaf ehli işte görün! Havassın itikadı böyle olursa, ya avamın itikadı nasıl olur? Şu da bir kaidedir: Her mübah ki yanlış bir inanca götürüyorsa o mekruhdur. Allah kendilerine rahmet etsin bazı fukaha fetva verdi. Ve dedi ki:

   ,,Eyyami bidda oruç tutma kendi zamanlarında yaygınlaşınca mekruhtur dediler. Vacib olduğu inancına götürmesin diye halbuki o günleri oruç tutma müstehaptır. Ve aynı zamanda bu hususta çok haberler de varid olmuştur. 0 halde mübahlar ve hatta mekruhlar hakkındaki zannın ne olur?”

   Allahü Teala’dan dua ve niyazımız odur ki, bizi hata ve halelden korusun. Ve sevgisine, rızasına gerek söz ve gerek amel yönünden bizleri muvaffak kılsın. Fazıl Birgivi’ye ait olan bu risaleyi şerife tamam olmuştur. Allah kendisine geniş rahmetiyle rahmet eylesin!

 

Başa dön Devam