b – Emniyette Ve İstihbaratta Çalışmak:

 

Orduda çalışmak nasıl küfürse emniyet teşkilatında ve istihbaratta çalışmak (casusluk yapmak) da aynı şekilde küfürdür. Çünkü onlar iman ehliyle ilgili haberleri yesağın kullarına iletirler. Rasulullah (s.a.s), değil kafir bir hükümdarın yanında çalışmayı, zalim müslüman idarecinin yanında çalışmayı bile yasaklamış ve onu pis bir görev olarak nitelendirmiştir.

Hemmam (r.a) dedi ki: “Biz Huzeyfe (r.a) ile beraberdik. Ona denildi ki:

“Bir adam bizim konuştuğumuzu Osman (r.a)’a haber veriyor, bunu nasıl görürsün?” Huzeyfe (r.a) dedi ki:

“Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini duydum:

“Hiçbir kattat cennete giremez” (Buhari)

Kattat; konuşulanları gizlice dinleyip, bunları nakleden kişidir. (Feth’ül Bari)

Müslüman yönetici müslümanları korumak, münafık ve düşman kimseleri ortaya çıkarmak için istihbarat görevlisi tayin edebilir. Bu İslam’da caizdir. Fakat müslümanlara zarar vermek için müslümanların ne yaptıklarını gizlice öğrenip nakletmek caiz değildir. Böyle bir görevi, müslüman yönetici bile kimseye veremez. Hadiste zikredilen kişi, Osman (r.a)’ın kendisine görev vermediği bir kişidir. Bu kişi, fesad çıkarmak ve müslümanlara zarar vermek amacıyla bu işi yapardı.

Müslüman yöneticinin bile böyle bir yetkisi olmadığı, böyle yapmasına izin verilmediği ve Rasulullah (s.a.s) bu ameli caiz görmediği halde İslamı hakim kılmak için çalışan müslümanların haberlerini gizlice öğrenip tağut ve yandaşlarına iletmenin hükmü nedir acaba? Şüphesiz bu, kafirleri desteklemektir. Dolayısı ile apaçık şirk ve küfürdür.

Müslim’in rivayetinde hadis şöyle geçmektedir:

Hemmam İbni Haris (r.a) dedi ki: “Biz Huzeyfe’nin yanında mescidde otururken bir adam geldi ve yanımıza oturdu. Huzeyfe’ye şöyle denildi: “Bu adam söylediğimizi sultana naklediyor.” Huzeyfe adama duyurtarak: “Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini duydum:

“Hiçbir kattat cennete giremez.”

Bu hadise Osman (r.a) zamanında olmuştur. Osman (r.a) zamanındaki durum böyle ise, zamanımızda İslamı hakim kılmak için çalışan müslümanlar hakkında kafir devlet için haber toplayan görevlilerin hükmü nedir acaba? Bu kişilerin hükmü Seleme İbni Ekva (r.a)’dan rivayet edilen hadiste geçmektedir.

Seleme İbni Ekva (r.a) dedi ki:

“Rasulullah (s.a.s) bir yolculukta iken, müşriklerden bir casus müslümanların yanına gelerek onlarla konuş-maya başladı. Bir müddet sonra geri döndü. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) sahabelerine şöyle dedi:

 “(O bir casustur) Onu hemen yakalayıp öldürün!” Sonra onu öldürene de malını ganimet olarak verdi.” (Buhari ve başkaları rivayet etti.)

c – Müslümanların Haberlerini Yesağın Kulları Tağutlara Haber Vermeye Yardımcı Olan Her Tür Görev: 

Huzeyfe (r.a)’nin rivayet ettiği hadisin sadece emniyet ve istihbarat görevini yasaklamadığını, aynı zamanda zulme yardımcı olan, müslümanların haberlerini yesak kulları tağutlara bildiren her görevi yasakladığını bil! İnsanlara zulmeden, onların mallarını haksız olarak yiyen vergi müessesesinde veya müslümanların haberlerini toplayan müesseselerde ne tür olursa olsun görev almak buna sadece bir kaç örnektir.

Cabir b. Abdullah (r.a) dedi ki:

“Rasulullah (s.a.s), Ka’b b. Ucra’ya şöyle dedi:

“Allah seni sefih emirlerden korusun!” Ka’b b. Ucra dediki:

“Ey Allah’ın Rasulu! Sefih emirler kimlerdir?” Ra-sulullah (s.a.s) şöyle cevap verdi:

“Benden sonra gelen bir grup emirler olacak. Fakat bunlar yolumu takip etmeyecek ve sünnetime uymayacaklar. Kim yalan söyledikleri halde onları doğrularsa ve zulümlerine yardım ederse bilsinler ki ben onlardan, onlar da benden değildir. Havzıma da gelemeyecekler. Kim onların yalanlarını doğrulamaz ve zulümlerine yardım etmezse işte onlar benden ben de onlardanım ve onlar havzıma da geleceklerdir.” (Ahmed, Tirmizi, Nesei sahih senedle rivayet ettiler)

Zalim emirlere yardım eden kişilerin durumları böy-leyse, zamanımızda İslam şeriatini bir kenara atıp insan-lara beşeri kanunları tatbik eden, onları muhakeme olmaya zorlayan kişilere yardım eden ve onlar için bilgi toplayanların durumu nasıldır acaba? Herkes kendi durumunu, görevini ve ne iş yaptığını çok iyi bilir. Bu konuda yapması gerekeni de çok iyi bilir. Herkes kendisinden sorumludur. Zerre kadar şer işleyen karşılığını muhakkak görecektir. Bunda hiç kimsenin şüphesi olmasın.

d – Tağuti Sistemlerin Tayin Ettiği Ve Kendilerine Ücret Verdiği İdarelerde İnsanların Haberlerini Tağuta Bildirmek İçin Görev Almak:

Ebu Hureyre ve Ebu Said el Hudri (r.a) Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

“Size sefih emirler hükmedecektir. Onlar, insanların en şerlilerini kendilerine yaklaştıracak, namaz vakitlerini de geciktirecekler. Her kim bu emirlere yetişirse onlara “ariyf” olmasın, polis olmasın, vergi memuru olmasın, bekçi olmasın!” (İbni Hibban, Ebu Yala, Taberani rivayet etti, sahih dedi.)

Hadiste zikredilen “ariyf”; bir şehrin, bir kasabanın veya bir grubun idaresini üstlenip onların hallerini ve durumlarını ülke yöneticisine bildiren (idareci) kişidir.

Ariyf ile ilgili bu tarif, İbni Esir - Ennihaye c: 3 s: 218 İbni Hacer - Elfeth c: 3 s: 168’de geçmektedir.

Ariyf ile ilgili olarak yapılan bu tarife zamanımızdaki insanların çoğunun yaptığı devlet memurlukları girer. Bunlardan bazıları; muhtarlık, muhafızlık, kaymakamlık, valilik, müfettişlik, belediye meclisi, belediye meclisinin uzuvları v.s. memurluklardır.

Rasulullah (s.a.s) “ariyf” görevinden iyi zamanlarda, yani; İslam’ın tatbik edildiği zamanlarda bile sakındırıyordu.

Ebu Hureyre (r.a)’den Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Ariyflerin görevlerinin başlangıcı kınama, sonu ise pişmanlık ve kıyamette azabtır.” (Ebu Davud Tayalisi Hasen senetle)

Ebu Zer (r.a) ölüm döşeğindeyken kendisini ziyaret edenlere şöyle dedi:

“Allah (c.c) için, daha önce sizden emir, ariyf ve elçi olmuş bir kimse beni kefenlemesin!” (Ahmed c: 5 s: 116, İbni Hibban, İbni Sa’d, İbni Kayyım Zad’ul Mead c: 3 s: 535)

Rasulullah (s.a.s) ve sahabelerin müslüman bir devlette bu gibi görevleri yapanlar hakkındaki tavırları böyleyse, İslam şeriatini bir kenara atarak beşeri kanunları tatbik eden ve İslam’ı hakim kılmak için çalışan müslümanlara her türlü işkenceyi yapan sistemlerin hizmetinde bu tür görevleri yapanlar için durum nasıl olur acaba? Bu görevlere karşı dikkatli olun ve onlardan sakının!

e – Vergi, Gümrük, Ceza Ve Haciz Memurluğu Yapmak, Banka Ve Benzeri Gibi Haram İşleyen Müesseseleri Korumak Ve Bu Gibi Yerlerde Görev Almak:

Tağutlar, devletlerini sağlamlaştırmak için insanlardan vergi alırlar, onlara mali cezalar uygularlar. Her kim vergi, gümrük ve benzeri isimlerle, insanlardan zorla para alınması konusunda tağutlara yardım ederek onların kanunlarının işlemesine vesile olursa o da onlar gibi kafir olur.

Ebu Hureyre ve Ebu Said el Hudri (r.a) Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

“Size sefih emirler hükmedecektir. Onlar, insanların en şerlilerini kendilerine yaklaştıracak, namaz vakitlerini de geciktireceklerdir. Her kim bu emirlere yetişirse onlara “ariyf” olmasın, polis olmasın, vergi memuru olmasın, bekçi olmasın.” (İbni Hibban, Ebu Yala, Taberani rivayet etti, sahih dedi.)

Rasulullah (s.a.s)’ın bu hadisi, insanların malını batıl yolla yiyen ve zulme yardım eden müesseselerde vergi memurluğu, bekçilik ve benzeri görevleri yapmayı yasaklamaktadır.

Allah (c.c), Ata b. Rebah’a rahmet etsin! Hilafetin ve fetihlerin olduğu bir dönemde bir adam kendisine şöyle sordu:

“Muhasebecilik yaparak, giren ve çıkanları hesaplayarak maişetini sağlayan bir kardeşim var. Üstelik onun çocukları da çoktur. Şayet bu görevi yapmayacak olursa muhtaç duruma düşer ve borçları artar. Bu durumda bu görevi yapması caiz midir?” Ata b. Rebah soru soran kişiye şöyle dedi:

“Kimin idaresi altında bu görevi yapıyor?” Adam:

“Halid b. Abdullah el Kasri’nin” dedi. Ata b. Rebah bunu duyunca şöyle dedi:

“Sen Allah (c.c)’ın şu sözünü okumuyor musun?

(Musa) Dedi ki: “Ey Rabbim! Bana verdiğin bu nimetten dolayı mücrimlere asla yardımcı olmayacağım.” (Kasas: 17)

Kardeşin sakın bunlara yardımcı olmasın! Bunlara yardımcı olmazsa Allah (c.c) ona yardım eder. Zalime yardım etmek ona yazı yazmak, ona arkadaş olmak asla caiz değildir. Şayet kardeşin, onlara yazı yazarsa, onlarla arkadaş olursa zalimlere, zulümlerinde yardımcı olmuş olur.”  (Kurtubi Tefsiri)

İslam kanunlarının uygulandığı bir beldede durum böyleyse, faizi helal sayan, vergi ve buna benzer isimler altında insanların mallarını haksız yere yiyen zamanımızdaki kafir kanunlarına yardımcı olunabilir mi acaba? Müslümanların malını çok az olsa bile yiyen kimse haram işlemiştir. Öyleyse tağutu güçlendirmek için insanların malını haksız yere gasbeden işlerde çalışan kişinin durumu nasıl olur acaba?

Ebi Umame el Harisi şöyle demiştir:

“Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle söylediğini duydum:

“Kim bir müslümanın hakkını yerse Allah (c.c) ona cenneti haram kılar ve cehennemi hakeder.”

 Sahabelerden birisi dedi ki: “Ya Rasulallah! Çok az olsa bile mi?” Rasulullah (s.a.s): “Bir misvak kadar olsa bile...” cevabını verdi.” (İbni Mace)

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Bir müslümana zulmederek birşey yiyen kişiye, Allah (c.c) ceza olarak cehennemde onun gibi bir şey yedirecektir. Kim bir müslümanın hakkına tecavüz ederek bir elbise giyerse Allah (c.c) ona, cehennemde ateşten bir elbise giydirecektir.” (Buhari-Edeb’ül Müfret, Hakim, İbni Mübarek-Zühdde. Bu hadis değişik yollardan rivayet edildiği için sahihtir.)

Bir müslümanın malını haksız yere yiyen kişinin durumu böyleyse acaba haksız yere insanların mallarını vergi, ceza, harç adı altında tahsil ederek kafir devlete veren kişinin durumu nasıl olur? Böyle bir görevi bir müslüman yapabilir mi?

Asrımızın yesağının kanunlarına bakıldığında, kanunlarının çoğunluğunda, kanuna muhalefete karşılık olmak üzere bir ceza ve bu cezayla birlikte bir de maddi cezanın olduğu görülür. Bunu kafir sistemlerin belediye kurumlarında ve maliyeyle ilgili kurumlarında çokça görmek mümkündür. Öyleki belediye ve maliye, insanların mallarını haksız yere yemek için belediyenin veya maliyenin yasağına muhalefet adı altında insanlara para cezası verir, rızkını temin amacıyla iş yeri açan esnafa vergi koyar, ihracat ve ithalat sebebiyle alınan ve satılan mallara gümrük vergisi koyar ve insanların mallarını haksız yere yemek için bunlar gibi daha nice yaptırımlarda bulunur. O halde bir müslümanın böyle işlerde görev alması asla caiz olmaz. Zira gerek belediyede, gerek maliyede, gerek gümrük, vergi, ikamet ve pasaport işlemleriyle ilgili müesseselerde çalışmak kafirleri yaptıkları zulümde desteklemek demektir. İşte bu sebeble böyle yerlerde asla çalışılmaz.

Yine kafir devletin koruma altına altığı ve çalışmasına izin verdiği, faizle iş yaparak insanların adeta kanını emen banka ve benzeri müesseselerde de çalışmak bir müslüman için asla caiz değildir. Zira burada da zulmü ve Allah (c.c)’ın haram kıldığı bir ameli destekleme söz konusudur.

Fakat bütün bunlara rağmen günümüzde kendilerine “hoca” denilen, imam kılığına girmiş Allah (c.c)’ın kendilerini lanetlediği yaratıklar, vergi kaçırılmasını önlemek için insanlara; “böyle yapan kimse tüysüz yetimin hakkını yemiştir” diye fetvalar verirler. Yine bu kimseler “bankalarda çalışmanın caiz olduğunu da söylerler.” Üstelik bunu dini kullanarak, din adına yaparlar... Acaba bu yaptıkları tağuta yardımcı olmak değil midir?

f – Elçilik ve Konsolosluk Görevlerinde Bulun-mak:  

Bu görevler; uluslar arası boyutta gerek temsil ederek gerek istihbaratçılık yaparak gerek ülke işlerini görerek tağutun işlediği zulümlere yardım eden, onların varlığını devam ettiren ve her alanda ona en büyük yardımcı  görevlerdir. Bu, gündüz vakti güneşin açıkça görüldüğü gibi açık bir meseledir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“İyilik ve takvada yardımlaşın! Kötülük ve düşmanlık da yardımlaşmayın!” (Maide: 2)

  “Zulmedenlere güvenme! Aksi halde ateş size de dokunur.” (Hud: 113)

Süfyan es Sevri şöyle demiştir:

“Zalimlere mürekkep uzatan veya kalemlerinin ucunu açan veya onlara bir kağıt veren kimse, bu ayetin hükmüne girer.”

İbni Ömer (r.a), Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Zulme ve zulmedenlere yardım eden kişi, bu işi terkedinceye kadar Allah (c.c)’ın gazabı içindedir.” (İbni Mace ve başkaları rivayet etmiştir. Bir çok değişik kanaldan geldiği için hadis sahihtir.)

Selefi salih, hilafet zamanında bile zalimlerden ve onların zulüm olan görevlerinden insanları sakındırıyordu. Şayet şu an yaşasaydılar, zamanımızdaki tağutların bu görevlerine ne derlerdi acaba?

İbni Mes’ud (r.a) şöyle dedi:

“Ey Mehdi! İyileriniz görevden azledilir, deneyimsiz, tecrübesiz kişiler size hükmeder ve namazın vaktini geciktirirlerse ne yaparsın?” Mehdi:

“Bilmiyorum” dedi. İbni Mesud (r.a) ona dedi ki:

“Onlara vergi memuru, ariyf, polis, koruyucu, elçi olma ve namazı vaktinde kıl.” (Abdurrezzak Musannef’inde c: 2 s: 383)

 g – Hakimlik, Savcılık, Avukatlık Gibi Görevlerde Bulunmak: 

Muvahhid olan bir kimse, tağutun hakimi, savcısı ve avukatı asla olamaz. Bu pis görevden kendisini ve çocuklarını uzak tutar.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Kadılar, ikisi cehennemde, bir tanesi cennette olmak üzere üç tanedir. Heva ve hevesiyle hüküm veren kadı cehennemdedir. Bilmeden hüküm veren kadı da cehennemdedir. Hakla, adaletle hükmeden kadı ise cennettedir.” (Ebu Davud, Tirmizi, Hakim, Taberani sahih senedle)

Allah (c.c)’ın kanunlarıyla hükmeden bir mahkemede görev alan, belli bir meselede heva ve hevesine uyarak veya rüşvet aldığı için adaletle hükmetmeyen, meseleyi değiştirerek, değiştirdiği meseleye Allah (c.c)’ ın hükmünü uygulayan hakim ile tağutun hükümlerine göre hükmeden hakimi birbirinden ayırmak gerekir.

Birincisi; yaptığı amelin haram olduğuna inandığı müddetçe haram işlemiştir ve bu ameli sebebiyle cehenneme girecek, fakat orada sonsuza kadar kalmayacaktır. Diğerine yani; tağutun hükümleriyle hükmeden hakime gelince, onun yaptığı amel haram değil, şirk ve küfürdür. Bu tür hakimler bu hal üzere öldüklerinde ebedi olarak cehennemde kalacaklardır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar.” (Nisa: 116)

Rasulullah (s.a.s)’ın buyurduğu gibi kadılar üç çeşittir. Bunlar sırasıyla şöyledir:

1 - Heva Ve Hevesiyle Hükmeden Kadı:

Şeriate muhalif herşey hevadır, cehalettir, zulümdür.

2 - Bilmeyerek Hüküm Veren Kadı:

Burada kastedilen “bilmemek” kafirlerin kanunlarını bilmemek değil, şeriatin hükümlerini bilmemektir.

3 - Hakla Hükmeden Kadı:

Haktan kasıt; Kur’an ve sünnettir.

Senin de bildiğin gibi asrımızın yesağı, Kur’an ve sünnetin kanunlarına itibar etmez. Kur’an ve sünnet onların kanunlarına göre herşeyin üstünde değildir. Kur’ an ve sünnetin hükümlerini bir kenara atmış, ondan sadece heva ve heveslerine uygun olanları almışlardır. Dolayısı ile ve bildiğin gibi yesağın kanunları, Kur’an ve sünnete muhalif, hak olmayan kanunlardır ve onların mahkemelerinde sadece bu kanunlar uygulanır. Bu sebeple mahkemelerinde hak değil, batıl vardır, zulüm vardır, tagutun şeriati vardır. Durum böyleyken acaba muvahhid, müslüman ve mümin olduklarını iddia eden kimseler bu kanunlarla hükmeden hakim olabilirler mi? Hüküm vermesi için mahkemeye sevkeden savcı olabilirler mi? Bu kanunlara göre insanları savunan avukat olabilirler mi? Halbuki iman, İslam ve tevhid ancak tağutu inkar etmekle gerçekleşebilir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Onu reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak isterler.” (Nisa: 60)

Tevhidi bozan her görev uzak olsun, yok olsun! Bu görevi la ilahe illallah inancının üstünde tutan akıla da yazıklar olsun!

Allah (c.c) Şeyh Süleyman b. Sehman’a rahmet etsin. Tağutun manasını açıkladıktan ve Allah (c.c)’ın:

“Fitne öldürmekten daha büyüktür.” (Bakara: 217)

“Fitne öldürmekten daha şiddetlidir.” (Bakara: 191) ayetlerini delil alarak, ölüm ve bütün hayatın gitmesinin, şirk ve küfürden daha iyi olduğunu söyledikten sonra şöyle dedi:

“Bütün dünyan gitse bile, tağutun mahkemesine muhakeme olmak senin için asla caiz olmaz. Şayet sana; “ya elindeki herşeyi vereceksin veya tağuta muhakeme olacaksın” denilirse, sana farz olan şey; elindeki herşeyi vermen, fakat asla tağuta muhakeme olmamandır.” (Ed-Dürerüs Seniye s: 375, Hükmül Mürtedden)

Allah (c.c), selefi  salihine rahmet etsin! Onlar, hilafet ve şeriatin hakim olduğu dönemlerde bile kadılık ve benzeri görevlerden kaçar ve şöyle derlerdi:

“Kim kadılık görevi alırsa kendini bıçaksız kesmiş olur.” {Bu sözün aslı, Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet edilen Rasulullah (s.a.s)’ın şu şözüdür: “Kim insanlar arasında kadı olursa kendini bıçaksız kesmiş olur.” (Ahmed, Ebu Davud ve başkaları)}

Mevzuyu Ahmed Şakir’in sözüyle bitireceğim. Ahmed Şakir asrımızın yesağı hakkında şöyle dedi:

“Durum böyle iken herhangi bir müslümanın ortaya konmuş olan bu yeni dini (yasaları) kabul etmesi caiz olur mu? Veya alim olsun cahil olsun herhangi bir babanın çocuğunu bunları öğrenmeye, bunlara itikad etmeye, bunlarla amel etmeye göndermesi caiz olur mu? Veya bir müslümanın bu asrımızın yesağında hakimlik görevini alması caiz olur mu?

Zannetmiyorum ki dinini bilen, ona tam inanan, bu Kur’an’ın Allah tarafından Rasulullah (s.a.s)’e indirildiğine, bu muhkem kitaba batılın hiçbir yöndan yaklaşamayacağına, Allah’a ve Resulullah (s.a.s)’in getirdiklerine itaatin farz olduğuna iman eden bir insan bu sorulara olumlu cevab versin ve tereddüt etmeden bunun kesin batıl olduğunu bilmesin. Hatta bu asrımızın yesaklarına göre hakimlik yapmanın caiz olmayıp küfür olduğunu görmesin...

Kur’an ve sünnetten kaynaklanmayan, insanların heva ve heveslerine göre konulan bu kanunlar hakkındaki İslam’ın verdiği hüküm güneş gibi açıktır: Bu, apaçık küfürdür! Bunda üstü kapalı bir şey yok. Kim olursa olsun hiçbir müslümanın bu kanunları kabul edip itaat etme konusunda herhangi geçerli bir mazereti yoktur. Herkes bu konuda dikkatli olsun! Herkes kendinden mesuldur. Alimler hakkı söyleyerek bunun küfür olduğunu haykırsınlar. Ve bunu herkese tebliğ etsinler. Bu konuda gevşemesinler, korkmasınlar. Asrımızın yesağının kulları, onun destekleyicileri benim için yobaz, gerici vb. şeyler söyleyeceklerdir. Diledikleri herşeyi söylesinler. Hiçbir zaman hakkımda söylenenleri önemsemedim. Ben söylemem gerekenleri söyledim.” (Umdet-utTefsir c:4  s: 171-174)

h -  Bakan Ve Milletvekili Olmak:

Bu görevler Rasulullah (s.a.s)’ın “ariyf” hadisinde yasakladığı “ariyf” (her tür idareci ve muhbir) bölümüne girer. Bu görevler; asrımızın yesağının kanunlarının tatbikinde tağuti sistem için hüküm ve temel teşkil eden görevlerdir.

“Diyanet İşleri Bakanı” olmak da bu görevlere bir örnektir. Bu görevde bulunan kimse mücrim ve kafirlere yardım ettiği için kendisi de mücrim ve kafirdir. Bu göreve gelenler; hatiblerin ve imamların dillerini tutan, mescidleri esir alan, kiliselere hizmet eden, tağuti devletin planlarını yürürlüğe koyan, insanları aldatan, tagutlara İslam maskesi giydiren, tagutun kanunlarını sürekli tatbik eden, tagutlar aleyhine olan İslam’daki kanunları gizleyip tatbik etmeyen ve Allah (c.c)’ın dini İslam’ı yeryüzüne hakim kılmak için mücadele edenleri taguta ihbar eden, İslami hükümleri tagutlar lehine gerçek dışı olarak yorumlayan, evirip çeviren, bütün mesaisini bu amaçlar doğrultusunda harcayan alçak ve hain bir kişidir.

Çünkü o bu görevi alırken, tagutun kanunlarına ihlaslı olacağına dair Allah (c.c) adına yemin etmiş ve şöyle demiştir:

“Vatana ve emire (krala, cumhurbaşkanına vs) karşı ihlaslı olacağıma; anayasaya ve devletin kanunlarına saygılı olacağıma Allah (c.c) adına yemin ediyorum.”

Diyanet İşleri Bakanı olmak, normal bir devlet memuru olmak değil, devletin ayakta kalabilmesi için şart olan rükun ve kutuplarından bir rükun ve kutup olmak demektir.

Tağuti sistemlerde bunun gibi veya bundan daha şerli, daha tehlikeli ve daha zalim diğer bazı bakanlıklar da şunlardır: Adalet (adaletsizlik) Bakanlığı, İç İşleri (İslam’a düşmanlık) Bakanlığı, Dış İşleri (Kafirlere dostluk) Bakanlığı, Maliye ve Gümrük (zayıf halkı soyma ve sömürme) Bakanlığı, Milli Eğitim ve Kültür (İmansızlık ve Hayasızlık) Bakanlığı.

Bu görevlerde yer alan kimseler, küfür ve zındıklık bakımından dereceleri farklı olsa bile, kafir ve zındıktırlar. Çünkü bunların hepsi, şirki ve ehlini destekleyen, tevhide ve muvahhidlere savaş açan kişilerdir. Bunlardan bazıları bunu açıkça, bazıları ise gizlice yapmalarına rağmen hepsi tevhidi yoketmek, şirki korumak, yesağın kanunlarını sabitleştirmek ve saygınlığını muhafaza etmek için bilenmişlerdir. Bunları, bu bakanlıkların tüzüklerini okuyan kişi anlar. Zira bu bakanlıklar, yürütme organı, yani; yesağın kanunlarını yürürlüğe koyan organ, ismini alırlar. Yesağın kanunlarında şöyle bir madde vardır: Bakanlar Kurulu, devletin maslahatıyla ilgili meseleleri idare eder, hükümetin genel siyasetini çizer ve bu siyasetin uygulanmasını kontrol eder.

Tagutun durum ve kanunlarını bilmeyen veya bildiği halde dinini sevenleri tagut adına, İslam ile kandırarak saf dışı etme gayesindeki kimselerin, kafir devletlerde bakan olma konusunda kendilerine delil alarak ortaya attıkları, eski bir şüphe olan Yusuf (a.s) ile ilgi meseleyi burada açıklamak istiyorum.

Onlar şöyle demektedirler: “Tağutun kanunlarıyla bakanlık yapmak caizdir. Çünkü Yusuf (a.s) kafirlerin yanında bakanlık yapmıştır.”

Asrımızın yesağının kanunlarıyla hükmetmek için, bu kanunlara bağlı kalacağına dair yemin ederek teşri meclisi olan parlementoya giren kimselerin, kafir devlette bakan olmaya Yusuf (a.s) meselesini delil göstermeleri, bu delil geçersiz olmakla birlikte, Allah (c.c)’ın rasulü olan Yusuf (a.s)’a büyük bir iftiradır. Çünkü onlar böyle bir delili göstermekle; Allah (c.c)’ın rasulü olan Yusuf (a.s)’un, her müslümanın reddetmesi gereken tağutu reddetmediğini, bu tağutun kanunlarını kabul ettiğini ve o kanunlara bağlandığını söylemiş olurlar. Bu ise insanları tağuttan sakındırmak için gönderilen Allah’ın rasulü Yusuf (a.s)’a en büyük hakarettir.

Yusuf (a.s)’un durumu ile tağutların hükmü altında bakan olmak arasında çok büyük farklar vardır. En önemli farklardan bazıları şunlardır:

1 - Yusuf (a.s), görevi aldığı zaman kralın kanun ve dinine bağlı kalacağına dair yemin etmedi. Halbuki zamanımızda bakan veya milletvekili olan bir kişi, kafir anayasaya ve tağuta saygılı ve ihlaslı olacağına dair yemin ediyor.  

2 - Yusuf (a.s) görev aldığı zaman, ona herhangi bir şart koşulmadı, sınırlar konmadı. Ondan herhangi bir söz alınmadı ve dininden zerre kadar taviz vermedi. Görev almadan önce krala sadece şöyle demişti:

“Beni yerin hazinelerinin bakımına memur et! Zira ben çok iyi bir koruyucu ve bilgili bir idareciyim.” (Yusuf: 55)

3 - Yusuf (a.s) devletin kanunlarına bağlı değildi ve o kanunlara uymuyordu. Onun görevi özeldi ve böyle bir görev daha önce hiç kimseye verilmemişti. Allah (cc) ona yardım etmeseydi böyle bir görev onun için söz konusu olamazdı. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Böylece biz Yusuf’u (emin) bir yere yerleştirdik. Orada dilediği gibi davranırdı.” (Yusuf: 56)

Yusuf (a.s), yönetimde görev alırken Allah (c.c)’ın yardımıyla, dilediği gibi davranacak şekilde görev almıştır. Allah (c.c) ayette: “Ve orada dilediği gibi davranırdı...” buyurduğu üzere, Yusuf (a.s) yönetme konusunda dilediği gibi davranmaktaydı. Kralın hükümlerine bağlı değildi ve onun hükümleriyle asla hükmetmemişti. O, sadece Allah (c.c)’ın kanunlarını uygulamış, bu konuda kral ona herhangi bir itirazda bulunmamıştı. Zira kral, ne bakan ne vezir hiç kimseye verilmeyen bir dokunulmazlığı ona vermişti. Bu dokunulmazlık, zamanımızdaki kafir devletlerde bakanlık yapanların sahip olduğu dokunulmazlık gibi değildir. Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Hükümdar şöyle demişti: “Onu bana getirin de kendime has (müşavir) yapayım.” Onunla konuşunca da demişti ki: “Bugün artık sen, nezdimde güvenilir bir mevki sahibisin.” (Yusuf: 54)

Yusuf (a.s), Allah (c.c)’ın buyurduğu gibi görevinde dilediği gibi hükmetmekte, dilediği gibi davranmakta, dilediğine vermekte, dilediğine vermemekteydi ve hiç kimseye karşı da sorumlu değildi.

Öyleyse asrımızın yesağına ihlasla ve sadakatla bağlı olacağına, saygı göstereceğine dair yemin eden, teşri hakkını ona veren ve onun kanunlarını uygulayan zamanımızdaki kimseler acaba Yusuf (a.s) gibi midirler?

4 - Allah (c.c), Yusuf (a.s) hakkında: “Yusuf’u (emin) bir yere yerleştirdik.” buyurduğu üzere, Yusuf (a.s)’u Mısır’a yerleştirmiş ve orada onu iktidar sahibi yapmıştı. Böyle bir durumda Yusuf (a.s) yeryüzünde yetkili kılındığında muhakkak Allah (c.c)’ın hükümlerini uygular. Zira Allah (c.c) yeryüzünde yetkili olan müminlerin nasıl davranmaları gerektiği konusunda şöyle buyurmuştur:

“Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (Hac: 41)

Yusuf (a.s), ayette zikredilen mü’min kimselerin önderidir... O, yeryüzünde Allah (c.c)’ın hükümleriyle hükmetmeye elbette daha layıktır...

En büyük iyilik şüphesizki Tevhiddir. En büyük münker ise şüphesizki şirktir. Yusuf (a.s) da insanları tevhide davet etme, onları şirkten sakındırma görevini en güzel şekilde yapmıştır.

Zira Yusuf (a.s) en sıkıntılı durumu olan hapis anında bile Allah (c.c)’a imana, tağutu reddetmeye davet etmişti.

Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

(Yusuf onlara şöyle demiştir) Birbirinden ayrı Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa herşeye hakim ve galib olan tek bir Allah mı?” Sizin Allah’ı bırakıp da taptığınız şeyler, sizin ve babalarınızın verdiği bir takım isimlerden ibarettir. (Oysa) Allah onlarla ilgili hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf: 39-40) 

5 - Yusuf (a.s) kralın yanında görev aldığı zaman kralın emirlerine itaat ederek görev yapmamış, onun dinine ve kanunlarına asla boyun eğmemiş ve onunla amel de etmemiş, bilakis kraldan tamamiyle bağımsız olarak dilediği hükümleri uygulamıştır. Böyle olmamış olsaydı kardeşini yanında alıkoyması asla söz konusu olamazdı.

Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“İşte biz, Yusuf için böyle bir plan kullandık. Bu planı kullanmasaydı kralın dinine (kanunlarına) göre kardeşini alıkoyamazdı.” (Yusuf: 76) 

6 - Yusuf (a.s), Allah (c.c)’ın şeriatine muhalif olan bir kanunu hiçbir zaman ve asla uygulamamış, asrımızın yesağında görev almak için teşri meclisi olan parlementoya girerek yesak kanunlarına ihlasla bağlı kalacağına ve sadakat göstereceğine dair yemin eden kimselerin yaptığı gibi küfür ve şirklerinde kafirlere ortak olmamıştır. Zira nebi ve rasuller şirk ve haramdan korunmuşturlar. Bu sebeble şirk ve haram işlemezler.

7 - Asrımızın yesağıyla hükmetmek için parlementoya giren bir kimse, zamanımızın tağutu olan asrımızın yesağının hükümlerine göre teşride bulunur.

Acaba Yusuf (a.s) böyle yapmış mıdır? Biz Yusuf’u bu şirkten tenzih ederiz. Zira biz, Yusuf (a.s)’un dininin İslam olduğuna, asla bir başka dine bağlanmayacağına inanıyoruz.

Allah (c.c) bu konuda şöyle buyuruyor:

“Kim İslam’dan başka bir din kabul ederse o, ondan kabul edilmeyecektir ve o ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran: 85)

Yusuf, zayıf olduğu anda bile şirke ve müşriklere karşı şöyle haykırmıştı:

“Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terkettim. Atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf ve ihsanındandır. Ancak insanların çoğu şükretmez.” (Yusuf: 37-38)

Yusuf (a.s), hapishanede zayıf bir durumda iken bile tağuttan ve tağuta tapanlardan beri olduğunu haykırdığı halde, yönetimde görev almak için nasıl olur da tağutun kanunlarına bağlanır? Yine bu tağutun kanunlarına göre hüküm verir? Zerre kadar imanı olan bir kimse asla böyle düşünmez.

Allah (c.c),Yusuf (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur:

 “Andolsun kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi, o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.” (Yusuf: 24)

Allah (c.c)’ın muhlis kullarından biri olan Yusuf (a.s), Allah (c.c)’ın hükmünden bir başka hükme acaba bağlanır mı veya boyun eğer mi veya ihlasla bağlı kalacağına dair sadakat yemini yapar mı? Veya sadece Allah (c.c)’ın hakkı olan teşri yetkisini bir yaratılmışa verir mi? Bu amelleri müslümanların en basiti bile yapsa İslam’dan çıkar, mürted olur. Öyleyse nasıl olur da böyle amelleri bir rasul işler?

Allah (c.c)’ın halis kulu olan Yusuf hakkında nasıl böyle bir iftira atılabilir? Tağutlara boyun eğerek şirk işlemelerine rağmen, yaptıklarının doğruluğunu ispat için Yusuf (a.s) meselesini kendilerine delil alanlara yazıklar olsun! Acaba bunlar Allah (c.c)’tan hiç mi korkmazlar? Yoksa onların gerçekleri idrak edebilecek akılları mı yoktur?

Asrımızın yesağının İslam’a muhalif kanunlarla dolu olduğunu, zamanımızın reddedilmesi gereken tağutu olduğunu ve bu tağut reddedilmedikçe müslüman olunamayacağını size delillerle ispatlamıştık. Buna göre, asrımızın yesağı ile hükmeden bir kimse, aslında tağutun hükümleriyle hükmetmiş ve tağutun kanunlarına muhakeme olmuştur.

Oysa Yusuf (a.s)’un içinde bulunduğu durum, acaba zamanımızdaki kafirlerin hükmü altında olan belamların durumuna benziyor mu?

Tagutlar, kendi kanunlarını tatbik etmeyen, kendisine boyun eğmeyen bakanları görevlerinde asla tutmazlar. Kendileri gibi hareket etmeyecek, kendi pisliklerine, zulümlerine ortak olmayacak, kendi siyasetlerini, ideolojilerini tatbik etmeyecek bir kişiyi bakan olarak asla tayin etmezler. Kafir anayasanın kanunlarını kabul etmeyen, bu kanunlara boyun eğmeyen bir kimsenin, milletvekili olması mümkün değilken bakan olması nasıl mümkün olabilir? Acaba Yusuf (a.s)’un durumu onların durumuna hiç benziyor mu?

Her akıl sahibi bu meseleyi dikkatlice inceleyip düşündüğünde, muhakkakki aradaki farkı görecek ve Yusuf (as) meselesini kendi şirk amellerine delil gösterenlerin yanılgı ve sapıklıklarını rahatça anlayabilecektir.

Yusuf (a.s)’u, tagutların hükümlerine bir an bile olsun boyun eğmiş olmasından tenzih ederim. Yusuf ’un aldığı görevi zamanımızdaki tağutların bakanlarına benzeten kişide zerre kadar iman yoktur. Çünkü böyle yapmakla, Allah (c.c)’ın nebisi Yusuf (a.s)’un kralın dinine girdiğini ve ona kulluk ettiğini iddia ederek ona büyük bir iftira atmıştır. Oysa her iman sahibi bilir ki, insanları tevhide çağıran bir nebi, Allah (c.c)’ın hükmü dışındaki hükümlere bir göz kırpması kadar bile asla boyun eğmez.

Tağuti sistemlerde milletvekili olmak da bakan olmak gibi, hatta ondan daha tehlikeli ve daha büyük küfür olan bir ameldir. Çünkü bakan, taguti sistemlerin yürütme organı, milletvekili ise kanun koyma organıdır. Bu sebeble milletvekillerinin hepsi, istisnasız tagutturlar. Bunlar yalnızca Allah (c.c)’ın hakkı olan teşri koyma yetkisini kendilerinde görmeleri sebebiyle tağut olmuşlardır. İşte bu sebeble bu kimseleri her kim seçmişse, ister kabul etsinler isterse kabul etmesinler, onları rab edinmişlerdir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Birbirinden ayrı rabler mi daha hayırlıdır, yoksa herşeye hakim ve galib olan tek bir Allah mı?” (Yusuf: 39)

Allah (c.c) milletvekili ve onlar gibi olanlar hakkında şöyle buyurdu:

“Onlar hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler...” (Tevbe: 31)

Ayrıca “ariyf” (idareci ve muhbirler) kelimesinin ihtiva ettiği mana bu görevi de içine alır. Rasulullah (s.a.s), daha önce de belirttiğim gibi, İslam kanunlarını tatbik eden zalim bir yöneticinin yanında bile “ariyf” görevini almayı yasaklamıştır. Öyleyse Allah (c.c)’ın kanunlarını tatbik etmeyen kafir tağutların yanında “ariyf” görevi alanların durumu acaba nasıl olur? Milletvekili “ariyf”ten daha tehlikelidir. Çünkü “ariyf” bir grup insanı temsil eder. Milletvekili ise bütün milleti temsil eder. Ayrıca milletvekili göreve başlamadan önce kafir anayasaya ve tağuta saygı göstereceğine, ihlasla çalışacağına dair yemin eder. Bu kimseler başlarındaki kendilerine tabi olanların kanunlarına tabi olmakla birlikte bazı basit meselelerde hüküm veren küçük tağutlardır. Böylece hüküm koyma konusunda kendilerini Allah (c.c)’a ortak ederler.

Başa Dön  Devam