ŞEYTANIN GİRİŞ YERLERİNİ TANIYIP YOLUNU KESMEK

    Allahû Teâlâ’nın koruduğu kimseler dışında, şeytanın nefislere tesir etme gücü vardır. 0, insan nefsine duygular, şehevi arzular ve istekler yoluyla girer. İnsandaki zayıf noktaların ne olduğunu bilir. Bunun içindir ki onun giriş yollarını tanımak, nefsi korumak ve temizlemek için gerekli olan sebeplerdendir. Bu nedenle bu konuyu şeytanın giriş yollarını tanımaya ayırdık. Gazali (ra) şöyle demektedir.


ŞEYTANIN KALBE MÜDAHALE YOLLARININ AÇIKLANMASI
 

   Bilmiş ol ki; kalb bir kale, şeytan ise kaleye girmek isteyen bir düşman gibidir. 0 kaleyi fethetmek ister. Kaleyi düşmandan korumak ise, kapılarını sağlamlaştırmamak yıkılmış yerlerini bilmeyen kimse kaleyi elbette koruyamaz. Kalbi şeytanın vesveselerinden korumak borçtur ve herkese farz-ı ayın’dır. Vacibe ulaşmak için lazım olan her şey de vaciptir. Şeytanı uzaklaştırmak da onun giriş yollarını bilmekle mümkündür. Şu halde şeytanın kalbe giriş yerlerini keşfetmek de yaciptir. Şeytanın kalbe giriş kapısı ve yolları kişinin zaaflarıdır. Bu zaaflar ne kadar çoksa, kapılarda o kadar çoktur. Fakat biz burada, şeytanın giriş kapılarından vadiler gibi geniş olanlarından bahsetmekle yetineceğiz.

   Şehvet ile öfke şeytanın giriş yollarının en büyüklerindendir. Öfke, aklı yok eder. Akıl zayıflayınca şeytanın ordusu hücuma geçer. Topacın çocuğun elinde bir oyuncak olması gibi, kızan insanda şeytanın elinde bir oyuncaktır.

   Şeytanın büyük kapılarından biri de, hased ve hırstır. Kul bir şeye hırs gösterdi mi, artık hakkı görmekten kör, hakikati duymaktan sağır olur. Nitekim Resul-i Ekrem (say):

   “Bır şeyi sevmen, seni kör ve sağır eder” buyurmuştur. Şeytanın kalbe giriş yollarını bildiren basiret nurudur. Hırs ve hased, basireti
körleştirdiği zaman şeytan içeri girmeye yol bulur. Hırslı kimseye, ne kadar çirkin olsa da, arzusuna ulaştıracak her şeyi güzel gösterir.

   ŞEYTANI TANIMA

   Şeytanın kalbe gireceği büyük kapılardan biri de, helal de olsa doyasıya yemektir. Zira insan doyuncaya kadar yiyince şehveti azar. Şehvet ise, şeytanın silahıdır. 

   Fazla yemekte altı kötü zarar olduğu söylendi:
   1-Allah korkusu kalmaz.
   2-Yaratıklara karşı merhamet duygusu yok olur.
   3-Ağırlık verir, taat ve ibadetine engel olur.
   4-Hikmetli sözleri duysa da kalbi yumuşamaz.
   5-Kendisi hikmetli sözler konuşsa da başkasına tesir etmez.
   6-Mühim bazı hastalıklara sebep olur.

   Şeytanın kalbe açılan kapılarından biri de; ev, mobilya ve elbise ile süslenme hevesidir. Şeytanın insan gönlünde bu hastalığı görünce, artık o gönülde kuluçkaya yatar ve oradan ayrılmaz. insanı ev imaretine, evin kapı bacasının süsüne, geniş binalar yaptırmaya, binitler ve elbiselerle süslenmeye teşvik eder. Ömrü boyunca onu onlara bağlar. Bir defa onu oraya bağladı mı, artık bir daha yanına uğramaya da lüzumu kalmaz. Çünkü birini yaptı mı diğerini de yapar. Omrü boyunca böyle devam eder ve böylece şeytan yolunda olur. Bu tür insanların düştüğü sondan Allah’a sığınırız.

   Şeytanın kalbe giden büyük kapılarından biri de tamadır. Tama kalbe galebe çalınca, hoşuna giden şeyleri şeytan ona sevdirir. Oyle ki sevdiği şey artık onun mâbudu olur. Bu dereceye ulaşınca artık istediğini elde etmek için çeşitli hilelere baş vurdurur. En azından onu medhettirir. Emr-i ma’ruf ve nehyi münkerden uzaklaştırır.

   Şeytanın kalbe giden büyük kapılarından biri de; acel’dir. Resul-i Ekrem (say): “Acele şeytandan, teenni Allah’tandır” (Tirmizi) demiştir. Allahü Teâlâ’da şöyle buyurmuştur:

   “İnsan aceleden yaratıldı” (Enbiya Sûresi: 21/37) Diğer ayetle:

   “Ve insan pek aceleci olmuştur.“ (İsra Sûresi: 17/11) Resûlüllah (sav)’e: “Sana vahyi tamam edilmeden evvel Kur’an-ı okumada acele etme” (Taha Sûresi: 20/114) buyurmuştur. Çünkü amel, anlayıp bildikten sonra yapılmalıdır. Anlayıp bilmek de düşünmeyle mümkündür. Acele bunlara manidir. Şeytan acele edene daha çok vesvese verir.

   Şeytanın kalbe giden yollarından biri de altın, gümüş, diğer ticaret malları, apartmanlar ve hayvanlardır. İhtiyaçtan fazla olan bu gibi varlıklar şeytanların merkezleridir. Yalnız yetecek kadar şeyi olanın kalbinde başka şey yoktur. Bu adam yolda yüz lira bulsa kalbinde on tane arzu doğar ki bunların her biri yüzer lira olur. Bulduğu, arzularının ancak onda birine yeter. Halbuki bir şey bulmadan rahat dururdu. Bulduğu yüz lira ile zengin olduğunu sanarak bir daire almak için dokuz yüz liraya daha ihtiyaç gösterdi. Cariye, ev eşyası, güzel elbise gibi bir çok ihtiyaçları doğdu. Artık bunlar birbirini doğurur. Ardı arkası gelmeden ömrü biter, cehennemi de hak eder. Varacağı yer Cehennem olur.

   Şeytanın büyük giriş kapılarından biri de, cimrilik ve yoksulluk korkusudur. Bu korku insanı infaktan men ve yığmaya davet eder ki, neticesi elim azabdır. Kur’an-ı Kerim’in anlattığı gibi elem verici azab helâl haram demeden servet edinip, zekatını vermeyenlere va’d edilmiştir.

   Süfyan-ı Sevri’de: "Adem oğlunu öldürmek için şeytanın en kuvvetli silahı odur. Şeytanın bu vesvesesi insanoğlunun kalbine işledi mi, batıl şeylere dalar, haktan uzaklaşır, boş şeyler konuşur ve hatta Rabbine karşı su’i zanna kadar gider.

   Şeytanın kalbe girişini sağlayan büyük kapılardan biri de mezheb taassubu ve şehvet arzuları ile hasımlara kin tutmak, onları küçümsemek ve onlara hakaretle bakmaktır. Bu hâl fasıkları olduğu gibi, abidleri de helake götürür. Zira başkasına hakaret edip onlarda kusur aramakla uğraşmak, insanda kötü bir haslettir. Şeytan tabiatte olan kimsenin hayaline bunun güzel olduğunu yerleştirir. Bu da adamın kalbine yerleşir ve o da bütün gayretini bu yola sarf eder. Adam bu hareketi ile din adına çaba harcadığını sanarak kendisini sevinç ve neşe içinde bulur. Halbuki doğrudan şeytan yolundadır.

   Öte taraftan Hz. Ali’yi tercih eden başka bir mutaassıp görürüz. Onu diğer herkese karşı üstün görmeyi bir ibadet sayar. Halbuki onun yolundan gitmez. Hz. Ali halife olduğu halde, üç dirheme bir gömlek almış ve uzun gelen kollarını bir makasla keserek öyle mütevaziane bir şeklide giymiştir. 0, böyle bir zahid iken, onun aşıkı olduğunu iddia eden kimse ipek elbiseleri giymekten kaçınmaz ve haram yoldan kazandığı servetle süslenmekten çekinmez. Buna rağmen Hz, Ali’yi sevdiğini iddia eder. Kıyamet gününde ilk hasmının Hz. Ali olduğunu bilmez. Halbuki, Resul-i Ekrem (sav) kendisinden bir parça olan Fatıma’ya: “Amel et; zira ben Allah katında senden bir şey kaldıramam” buyurmuştur. (Buhari-Müslim)

   Mezheb imamları olan Şafıi, Maliki, Hanbeli ve diğerleri hakkında taassub gösterenlerin durumları da böyledir. Bir imamın mezhebinden olduğunu iddia edip onun ahlakı ile ahlaklanmayanın hasmı kıyamet gününde o imamdır. Zira o zat bu adama: “Benim mezhebim yalnız dil ile konuşmaktan ibaret değil, fakat ona göre amel etmektir, konuşmak, hezeyan yapmak için değil, uygulamak içindir. Benim mesleğim ve mezhebim olan amel babında, bana neden muhalefet ettin? Sonra da yalancı olarak ben falanın nıezhebindenim” diye ortaya çıktın?" diyerek yakasına yapışır. İşte bu da şeytanın büyük giriş kapılarındandır. Alimlerin çoğu bu noktada helâk olmuştur. Medreseler Allah’tan az korkan, dinde dünyaya basiretleri zayıf, dünyaya rağbetleri kuvvetli ve metbu olma ihtirasları şiddetli kimselere teslim edildi.

   Abdullah b. Mesud (ra) şöyle anlatıyor: “Bir cemaat, Allah’ı zikretmek üzere bir yere toplandı. Şeytan bunları dağıtmak ve aralarını bozmak için ne kadar çalıştı ise, muvaffak olamadı. Bu defa yakın olan başka bir cemaate gitti. Bunlar da dünya işleri konuşuyorlardı. Şeytan kolaylıkla bunların arasına fesad tohumu ekti ve bunları birbirine düşürdü. Her biri ötekini öldürmeye kalktılar. Şeytanın maksadı bunlar değil, öteki zikir ile meşgul olanları dağıtmaktı ve bunları da muvaffak oldu. Şöyle ki: Bu dövüş ve kavgayı gören zikir erbabı, bunları ayırmak için hemen oraya koştular ve ayırdıktan sonra dağılıp gittiler. İşte şeytanın istediği de bu idi, yani onları dağıtmak idi.”

   Şeytanın kalbe giriş kapılarından biri de cehalettir. Cehaletleri sebebiyle akılları ermeyen bazı kimseleri, Allahû Teâlâ’nın zat ve sıfatı üzerinde ve akıllarının alamadığı bu gibi meselelerde düşünceye sevkeder, şüpheye düşürür ve onları dinin esasından şaşırtır. Allahû Teâlâ hakkında bazı hayali şeyler hatırlarına getirir ki, bu gibi hayaller ile ya bid’at sabihi olur veya küfre giderler. Adam da bilmeyerek sevinir, güya bir şey buldum zanneder. Akıl ve zekası ile bir şey anladığını sanır. İnsanların en ahmağı; zekasına en çok güvenendir. İnsanların en akıllısı da kendisini en fazla töhmetleyen ve durmadan alimlerden soran kimsedir:

   Hz. Aişe (rha) diyor ki: Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
   “Şeytanın birinize gider hulul eder ve vesvese yolu ile
   -Seni kim yarattı, diye sorar. Adam:
   -Allah yarattı, deyince şeytan:
   -Ya Allah’ı kim yarattı? Der. Sizden biriniz içiniz de böyle bir sual ile karşılaştığı zaman, Allah ve Resûlüne iman ettim, desin. Zira bu vesveseyi giderir.”
(Buhari-Müslim) Resul-i Ekrem bu vesvesenin ilacından bahsetmeyi emretmedi. Zira bu vesveseyi alimler değil, insanların avamları bulur. Avamın hakkı ise, kalbleri ile tasdik ve vücutları ile inkiyad olup, ibadetle ve aralarında geçimle meşgul olarak, ilminiz ulemayı terketmektir. Avamdan olan bir kimsenin ilim hakkında konuşması. Allahü Teâlâ ve dini hakkında konuşanlar, bilmediği yerden küfre gidebilirler. Bu tıpkı yüzmeyi bilmeyen kimsenin denize girmesine benzer. Şeytanın itikad ile alakalı olan hile yolları sayılamayacak kadar çoktur.

   Şeytanın kalbe hulul eden kapılarından biri de su-i zan (kötü zan)dır. Allahû Teâlâ:

   “Ey iman edenler, zanların çoğundan sakının, zira zanların bazısı günahtır” (Hucurat Süresi: 49/12) buyurmuştur. Kim, bir zan ile başkasının kötülüğüne hükmederse, şeytan bu kimseyi o adamın aleyhinde dil uzatmaya ve gıybet etmeye sevk eder de bu sebeple helâke gider yahut o adamın hakkına riayet edmez, ikramda kusur eder. Ona hakaretle bakar ve kendini ondan hayırlı görür. Bunların hepsi tehlikelidir. Bunun için şeriat töhmet yerlerinden men etmiştir. Nitekim Resul-i Ekrem (sav):

   “Töhmet yerlerinden kaçınınız”(Irakî aslını bulamadım dediyse de bu mealde rivayetler vardır.)buyurmuştur. Hatta bizzat Resul-i Ekrem (sav) efendimiz töhmet yerlerinden uzaklaşmıştır.

   Ali b. Hüseyin (ra)'dan rivayet edildiğine göre; Safiyye binti Hayy b. Ahtab, Resul-i Ekrem’in mescidde itikafta olduğunu öğrendi ve Resul-i Ekrem’in ziyaretine gittiğini söyledi. Bir müddet Resul-i Ekrem ile konuştuktan sonra ayrılmak üzere kalktım ve Resul-i Ekrem de kapıya kadar beni yolcu etti. Tam o sırada Ensar’dan iki genç oradan geçiyordu. Hemen Resul-i Ekrem onlara seslendi ve “Bu, Safıyye binti Hayy”dır buyurdu. Onlar da:
   -Ya Resûlüllah, biz senin hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:
   -Kanın bedende cereyanı gibi şeytan da insana hulul eder. Size vesvese vereceğinden korktum da onun için vaziyeti izah ettim, buyurdu. (Buhari - Müslim)

   İnsafla bak ki, Resul-i Ekrem onları din ve diyanetlerinde nasıl korudu. Çünkü Resul-i Ekrem onlara su-i zannın insanı küfre götürdüğünü, ümmetinin töhmet yerlerinden uzaklaşmasını emretti. Hatta en muttaki bir alimin bile”Benim hakkımda husn-i zandan başka ne yapabiliriz?’ demesinin doğru olmadığını bildirdi. Zira en muttaki ve şüpheli şeylerden çekinen alim bir zata herkes aynı nazarla bakmaz. Bazıları her yönden rıza gözü ile bakarsa, bazıları da kem gözle bakarlar. Nitekim şair:

   “Rıza gözü, bütün ayıplara karşı kötüdür, fakat hasım gözü bütün kötülükleri ayıplar” demiştir.

   Onun için kötü zanlardan ve kötülerin töhmetinden uzaklaşmak gerekir. Zira kötüler, herkesi kötü bilirler. İnsanlara su-i zanda bulunan ve kusur araştıran bir kimseyi gördün mu? Bilmiş ol ki, bu adam kötü bir insandır, o kendisinden taşan pisliğidir. 0, başkasını kendisi gibi görür. Zira mümin, mazeretler arar ve kabul eder. Münafık ise kusur arar durur, Mümin bütün insanlar hakkında kalbi temiz olup iyilikten başka bir şey düşünmeyen kimsedir.

   Şu anlattıklarımız, şeytanın kalbe giden yollarının bazılarıdır. Hepsini saymak istesem ona güç yetiremem. Yalnız bu kadarı diğerlerine de işarettir. Ademoğlunda bulunan her kötü huy, şeytanın silahı ve kalbe hulul eden yollarından biridir.

   Eğer şeytanı kavramanın çaresi nedir ve bunun için yalnız zikrullah kafi midir? “La havle ve lâ kuvvete illabillah” demek yeter mi? dersen:  

   Bilmiş ol ki; kalbi korumanın çaresi bu yolları kapamaktır. Bu da kalbi bu kötü huylardan temizlemekle mümkündür.  Evet, bu sıfatların kökleri kalbten kesilip kapıları kapandığı zaman da yine şeytanın kalbe giden bir takım yolları vardır, fakat istikrarlı değildir. Allah’ı anmak, onu kalbe uğramaktan alıkor. Zira gerçek zikir, ancak kalbi takva ile tamir ettikten ve kalbi kötü sıfatlardan temizledikten sonra kalbde yerleşir. Yoksa böyle olmazsa zikir, hadis-i nefısten ibaret kalır. Kalp üzerinde bir sultası olamaz ve şeytanın sultasını önleyemez. Bunun için Allahü TeAla:

   “Takvaya erenler (yok mu?) onlara şeytandan herhangi bir arıza iliştiği zaman, iyice düşünürler, bir de bakarsm ki onlar görüp bilmişlerdir bile."(A'raf Süresi: 7/201) Bu hali muttakilere tahsis etmiştir. Şeytan, aç bir köpek gibidir. Köpek sana yaklaşır, şayet et, ekmek gibi yiyecek bir madde yoksa köpeği “def ol git” demekle köpekler uzaklaşır, gider. Fakat yiyecek maddesi varsa o yalnız kovulmakla oradan uzaklaşmaz. Şeytan da böyledir. Şayet kalbde bir kuvveti yoksa, yalnız zikir ile oradan uzaklaşır. Şayet şehvet kalbde galebe çaldı ise, zikrin hakikati kalbin kenarlarına doğru iner ve fakat ortasında yerleşemez. Bu suretle yine şeytan, kalbin merkezlerine hakim olur. Fakat heva ve kötü sıfatlardan temizlenmiş olan muttakilerin kalbi ise, şeytanın girmesi şehvet yönünden değil, zikirden hali olması bakımındandır. Bu kalp, zikre döndüğü zaman, şeytan geri çekilir. Bunun delili ise şu ayettir:

   “Racim olan şeytandan Allah’a sığın” (Nahl Sûresi: 16/98)Bunun gibi zikirle ilgili pek çok ayet ve hadis vardır.

   Muhammed b. Vasi sabah namazını kıldıktan sonra şöyle dua ederdi:

   “Allah’ım! Sen bize bir düşman musallat ettin ki, o ve askerleri bizi ve hatalarımızı görür, fakat biz onu göremeyiz. Allah’ım! Onu rahmetinden mahrum ettiğin gibi bizden de uzak et. Affından ümidini kestirdiğin gibi bizden de ümidini kestir. Rahmetinle onun arasını uzaklaştırdığın gibi, bizimle de onun arasını uzaklaştır. Zira senin gücün muhakkak ki her şeye yeter; sen her şeye kadirsin”

   Abdurrahman b. Ebi Leyla’dan rivayet edildiğine göre Resülüllah (sav) namaz kılarken bir şeytan gelir, ışık yakar ve Resul-i Ekrem’in önünde tutardı. Resul-i Ekrem istiaze eder, Kur’an okur, öyle iken bu şeytan uzaklaşmazdı. Cebrail (as) gelerek ona şu duayı öğretti: “Ku1, euzü bi kelimatillahi’t Tammeti’l leti la yücâvizühünne birrün ve lâ fâcirun min şerri ma yelicü fı’l-ardı ve ma yahrucü minba...” (İbni Ebi’d-Dünya) Resul-i Ekrem bu duayı okuyunca şeytanın ışığı söndü ve kendisi yüzüstü yere düştü.

   Hasan-ı Basri mürsel olarak şöyle rivayet ediyor: “Bana haber verildi ki: Bir gün Cebrail (as) Resul-i Ekrem (sav)’e geldi ve dedi ki “Cinlerden bir ifrit sana hile etmek istiyor. Yatağına girdiğin zaman Ayet’el Kürsi’yi oku” (İbni Ebi’d-Dünya) Yine Resul-i Ekrem şöyle buyuruyor:

   “Namaz kılarken şeytan geldi benimle münazaa üzerine münazaa etti. Ben de onu gırtlakladım. Beni hak peygamber olarak gönderen AllahûTeala’ya yemin ederim ki, onun boğazını öyle sıktım ki, dilimin suyunun soğukluğu elime değdi ve onu öyle bıraktım. Eğer kardeşim Süleyman Peygamberin duası olmasaydı, upuzun yattığı halde mescidde sabahlayacaktı” (İbni Ebi’d-Dünya) (Süleyman (as)’a cinler hizmet ederdi. 0, duasında “Rabbim, bana bir mülk hibe et ki, benden sonra hiç kimseye lâyık olmasın” demişti. İşte bu duasına binaen Resul-i Ekrem İblisi bağlamadı. Yine Resul-i Ekrem (sav):

   “Ömer bir yola girdi mi, şeytan o yolu bırakır başka yola gider” (İbni Ebi’d-Dünya) buyurmuştur. Çünkü şeytan otlağı olacak ve şeytana kuvvet verecek şehvetten kalbi temizlenmişti.

   Hz. Ömer’in zikri ile şeytanın kendisinden uzaklaştığı gibi, senin de mücerred zikirle İblis’in kendinden uzaklaşmasını istemen olması mümkün olmayan cinstendir. Bu tıpkı, gerekli diyeti yaparak midesini temizlemeden, içtiği ilaçtan, gerekli diyeti yapıp midesini temizledikten sonra ilaç içenin bulduğu şifayı beklemesine benzer. Elbette onun gibi olamaz. Zikir; ilaç, takva ise; diyettir. Yani kalbi şehvetlerden temizlemektir. Her şeyden temizlenmiş olan kalbe zikir girdikten sonra şeytan aradan uzaklaşır. Temizlenmiş olan mideye inen ilacın şifa verdiği gibi kalp şifa bulur. Nitekim Allahü Teâlâ:

   “Şüphesiz ki, burada aklı olan, yahut kendisi huzur-u kalp içinde olarak kulak veren kimseler için elbette bir öğüt vardır” (Kaf Sûresi: 50/38) buyurmuştur. Yine şöyle buyurmuştur:

   “(Öyle şeytan ki) aleyhinde şu ilahi hüküm yazılmıştır: “Kim bunu dost edinirse şüphesiz bu, onu saptırır. Onu o alevli ateşin azabına gütürür.”’ (Hacc Sûresi: 22/4) Kim işi ile şeytanın peşinden giderse, dili ile Allah’ı zikretse de o, onun dostudur.

   Şayet, hadis mutlaktır, yani Allah’ı zikretmek şeytanı uzaklaştırır, kim olursa olsun Allah zikredilince şeytan uzaklaşır dersen, bu gibi mutlak hükümleri alimler şartlara bağlamışlardır. Şöyle bir düşün: Senin ibadet ve zikrinin son haddi namazdır. Kalbini murakabe et, bak. Nasıl sen namazda iken şeytan kalbini sokaklara götürür, alemin hesaplarını gördürür, inatçılara cevaplar hazırlatır ve nasıl seninle ovaları dağları dolaştırır. 0 dereceye kadar ki; namaz dışında unuttuklarını namazda hatırlatır. Şeytan bilhassa namaz kılarken kalbine hücum eder. Namaz kalbin mihenk taşıdır. Kalbin iyilik ve kötülüğü namazda belli olur. Dünya şehvetleri ile dolu olan kalplerden gelen namaz, kabul olmaz. Görüyorsun ki, namazda da şeytan uzaklaşmıyor, belki senin vesveselerini artırıyor. Tıpkı gerekli diyeti yapmadan içilen ilaçların hastalığı artırdığı gibi. Eğer şeytandan kurtulmak istersen her şeyden önce takva ile diyet yap. İşte o zaman Hz. Ömer (ra)’den kaçtığı gibi şeytan senden de kaçar.

   Zahurdan birisi şöyle demiştir: İyilik ve ihsanda bulunan kimsenin iyilik ve ihsanını bildikten sonra meluna itaat etmek kadar şaşılacak ne vardır?

   Allahû Teâlâ:

   “Bana dua edin, ben size icabet edeyim” diye buyurduğu halde, duanın şartları bulunmadığı için, bazı kimselerin duaları kabul olmadığı gibi, şartları bulunmadığı için bir çok kimselerin Allah’ı zikretmelerinden de şeytan kaçmaz.

   İbrahim b. Etheme:

   -Allahü Teâl⠓Bana dua edin, ben size icabet eder ve dualarınızı kabul ederim” buyurduğu halde nasıl olur da bizim yaptığımız dualar kabul olmuyor? Diye sorarlar:

   İbrahim b. Ethem:

   -Çünkü sizin kalpleriniz şu sekiz şey yüzünden ölmüştür. Onun için dualarınız kabul olmaz, demiş ve şöyle demiştir:

   l- Allah’ı bildiniz fakat emirlerine itaat etmemekle hakkını yerine getirmediniz.

   2- Kur’an-ı Kerim’i okudunuz ve gerekeniyle amel etmediniz.

   3- Peygamberi sevdiğinizi iddia ettiniz, fakat sünneti ile amel etmediniz.

   4- Ölümden koktuğunuzu söylediniz, fakat ölüm için hazırlanmadınız.

   5- Allahû Teâl⠓Şeytan sizin için büyük bir düşmandır, onu düşman tanıyınız” (Fatır Sûresi: 35/16) buyurdu! Siz dininizle dilinizle tanıdığınız halde işinizle tamamen ona uydunuz ve Allah’a isyan ettiniz.

   6- Cehennemden korktuğunuzu iddia ettiğiniz halde kendinizi elinizle, işinizle ve dilinizle cehenneme attınız.

   7- Cenneti sevdiğinizi iddia ettiğiniz halde oraya hazırlanmadınız.

   8- Kendi kusurlarınızı arkaya atarak başkalarının kusurları ile meşgul oldunuz. Bu suretle Rabbinizi kızdırdınız. Nasıl olsun da dualarınız kabul edilsin? Dedi.
 

İslam'da Nefis Tezkiyesi (Said Havva)

 Devam