İblis

"Allah iblis"e "Secde etmeni emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne oldu?" dedi. O da "Ben ondan üstünüm, beni ateşten onu ise çamurdan yarattın" dedi. (Araf /12)

İblis, Allah'ın kesin hükmüne rağmen, kendisinin de bir görüşü olabileceğini ileri sürdü. Allah'ın kesin emri ortada olduğu halde, şeytan kendisinin gördüğü sebeplere ve illetlere dayanarak kendisi hakkında hüküm verme yetkisini kendisinde gördü. Halbuki kesin ilâhi hüküm ve apaçık emir ortadayken tartışma olamaz. Düşünmek boşunadır. Kesin itaat gerekir. Uygulama zorunluluğu doğar. Lanet olası iblis de yüce Allah'ın yaratıcı, mülkün sahibi, rızık verici ve her şeyi düzene koyan, her şeyin ancak O'nun izni ve belirlemesiyle meydana geldiğini hiç de bilmiyor değildi. Fakat buna rağmen kendisine ulaştığı biçimde emre itaat etmedi ve bu emri kendi mantığına dayanarak başka yollara girdi:

"O da "Ben ondan üstünüm; beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın" dedi.

Bu isyanın büyüklüğünü ortaya koymak amacıyla vakit geçirilmeden derhal cezalandırıldı:

"Allah O'na: "O halde in oradan, orada büyüklük taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı, sen alçağın birisin" dedi. (A'raf / 13)

İblisin Allah'ı tanıması, O'na fayda vermedi. Allah'ın varlığına ve sıfatlarına inanması da O'na bir yarar sağlamadı... Allah'ın emirlerini öğrendiği halde bu emri kabul ve reddetme yetkisini kendisinde gören, yüce Allah'ın daha önceden kendisi hakkında hüküm verdiği bir meselede hakimiyet yetkisini kendisinde gören, bu hakimiyet yetkisiyle Allah'ın sözkonusu meseleye ilişkin hükmünü reddedebileceğini söyleyen her insan da iblisin konumundadır. Demek ki, bu bilgiye ve itikada (inanç sistemine) rağmen meydana gelen bir küfürdür. Çünkü iblisin ne bilgisi eksikti, ne de itikadı!..

İblis bu tutumuna karşılık olarak cennetten kovulmuştur. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır. Allah'ın lanetine müstehak olmuştur. Alçaklık damgası yemiştir.

Ne var ki, bu çirkin ve inatçı yaratık Hz. Adem'in kendisinin kovulmasına ve gazaba uğramasına neden olduğunu unutmuyor. İntikam almadan bu kötü sonuna (akıbetine) teslim olmuyor. İçinde yoğrulduğu çirkin karakterine uygun biçimde fonksiyonunu yapmadan cezaya razı olmuyor:

"İblis: "Bana insanların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi. (A'raf / 14)

"Allah "Sen mühlet verilenlerden birisin" dedi. (A'raf / 15)

İblis dedi ki; "Beni kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün için, andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim." (A'raf / 16)

Sonra önlerinden, arkalarından sağlarından, sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın." (A'raf / 17)

Bu, kötülük üzerinde kesin ısrar etmektir. Sapıklık, azgınlık üzerinde kesin biçimde diretmektir. Böylece iblisin bu karakterinin O'nun başlıca özelliklerinden biri olduğu ortaya çıkıyor... O'nun karakterindeki bu kötülük yüzeysel ve geçici bir kötülük değildir. Köklü, bilinçli, sistemli ve sürekli bir kötülüktür.

Ayrıca bu tasvirde iblisin aklî normları ve psikolojik hareketleri de canlı ve somut sahnelerle ortaya koymuştur.

iblis, Rabbinden kıyamet gününe kadar kendisine mühlet vermesini dilerken, bu isteğini ancak Allah'ın iradesi ve belirlemesiyle olabileceğini çok iyi biliyordu. Yüce Allah O'nun bu isteğini kabul de etmiş ona zaman tanımıştır. O'na tanınan bu süre, başka bir surede açıklığa kavuşturulduğu gibi, "Belirlenen güne." (Hicr 38, Sâd-81) kadardır. Rivayetlerde belirtildiğine göre, bugün yeniden diriliş günü değil, Allah'ın hayatta kalmasını dilediği kimselerin dışında yerde ve göklerdeki herkesin öldüğü Sur'a ilk üfürüldüğü gündür.

İblis uzun yaşama hükmünü elde ettikten sonra yüce Allah'a karşı isyankârlığı ve gururu nedeniyle kendisine takdir ettiği sapıklığın ve bu sapıklık belasını kendisine göndermesinin intikamını alacağını iğrenç bir küstahlıkla ilân ediyor. Kendisinin dramatik akıbeti sebebiyle Allah'ın lanetine uğramasına ve cennetten kovulmasına neden olan, Allah'ın kendisini onurlandırdığı bu insanı saptıracağını söylüyor! Onun bu saptırma çabasını Kur'an-ı Kerim'in O'ndan aktardığı şu sözde somut olarak görebiliyoruz.

"Andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım."

Demek ki, iblis Adem ve neslini saptırmak için Allah'ın dosdoğru yolu üzerinde oturacak. Oradan geçmek isteyen herkesi engellemeye çalışacaktır Allah'a giden yolun somut olması mümkün değildir. Çünkü yüce Allah, bir yere çakılıp kalmaktan münezzehtir. Böylece anlaşılıyor ki, bu yol Allah'ın rızasını elde etmeye vasıta olan iman ve itaat yoludur... İblis bu amacını gerçekleştirmek için her taraftan insana sokulacaktır: "Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından..." Onlarla iman ve itaatin arasına girmek için... Bu iblisin, insanı saptırmak için sürekli çabasını ve tükenmez gayretini ortaya koyan canlı, hareketli ve somut bir tablodur. İblisin amacı insanların Allah'ı tanımamaları ve O'na şükretmemeleridir. O'nun tuzaklarından kurtulup Allah'ın çağrısına kulak veren az bir grup müstesna:

"Çoğunluğu şükreder bulamayacaksın."

Burada şükretmenin tekrar edilmesi surenin baş tarafında ifadesini bulan "Ne de az şükrediyorsunuz" cümlesiyle tam bir ahenk sağlamaktadır. Böylece az şükredilmesinin nedeni açıklanmış, gizli olan gerçek etken ortaya çıkarılmıştır. Bu temel etken iblisin O'na karşı çalışması ve Allah'a giden yolda oturmasıdır! İnsanın, kendisini doğru yoldan alıkoyan gizli düşmanına karşı uyanık hareket etmesi istenmiştir. İnsanların çoğunun şükretmesine engel olan bu musibetin nereden kaynaklandığını öğrendikten sonra ona karşı önlem almaları gerektiğini hatırlatmıştır.

Şeytanın arzu ettiği kendisine verilmiştir. Çünkü yüce Allah'ın iradesi bu insan denen varlığın kendi yolunu kendisinin seçmesini istemiştir. Zira insanın yaradılıştan gelen birtakım yetenekleri vardır ki, insan onlarla iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırabilir. Serbest olarak tercihini yapması için ona akıl da verilmiştir. Peygamberler aracılığıyla sürekli biçimde ona hatırlatmada bulunulmuş ve onu doğru yoldan ayrılmaktan sakındırmış, islâm dinine bağlanıp onunla kendisini düzeltmesini istemiştir. Yüce Allah'ın iradesine bağlı olarak, insan ya doğru yolu veya şeytanın yolunu algılayabilme, kendi bünyesine ya iyiliği veya kötülüğü yerleştirebilme ve iki sonuçtan birine doğru yol alma imkânına sahip kılınmıştır. Doğru yola girse de sapıklık yolunu seçse de neticede Allah'ın sınava ilişkin yasası gerçekleşir, Allah'ın dediği olur. Hidayet de sapıklık da Allah'ın yürürlükteki yasasına ve özgür iradesine bağlı olarak gerçekleşir.

Fakat ayetlerin devamında yüce Allah'ın, lanet olası iblisin kendisine süre tanınmasına ilişkin isteğinin kabul edildiğinin açıkça belirtilmesine rağmen, bu son isteğinin verildiğine dair bir açıklama yapmadıklarını görüyoruz. Yüce Allah bu konuda bir açıklama yapmamıştır. Yalnız iblisin oradan kovulduğunu açıklamıştır. Bu öyle bir kovuluştur ki, kimse ona engel olamaz. Onu yerilmiş ve gazaba uğramış bir biçimde kovmuştur. Şeytan ve kendisine uyan ve onunla beraber sapıklığa düşen insanlardan cehennemi doldurmak üzere huzurundan uzaklaştırmıştır.

"Allah dedi ki; `Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onu ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım."

İblise uyan insanlar ya Allah'ı tanımada, ilahlığına kesin inanmada, O'na uyarlar veya aynen onun gibi Allah'ın hakimiyetini ve hükmünü kabul etmezler, Allah'ın emirlerine rağmen meseleleri gözden geçirme hakkına sahip olduklarını, Allah'ın emirlerini uygulayıp uygulamamakta kendi mantıklarını kriter olarak kabul ettiklerini iddia ederler. Ya da kendilerini Allah'ın yolundan tamamen saptırması için iblise uyarlar... Fakat bu iki sapıklık da temelde aynıdır ve şeytana uymaktır. Cezası da şeytan ile birlikte cehennemi boylamaktır!

Yüce Allah, şeytan ve soydaşlarına doğru yoldan saptırma olanağı vermiştir. Hz. Adem'e ve O'nun nesline de sınama gereği olarak tercih imkânı vermiştir. Yüce Allah insana bu tercih imkânı vermekle hem ceza hem mükâfatın ona uygun düşmesini dilemiştir. Onu bu nitelikle diğer yaratıkları arasında kendisine has özelliklere sahip kılmak istemiştir. O ne melektir ne de şeytan. Onun bu evrendeki fonksiyonu ne meleğin fonksiyonu ne de şeytanın fonksiyonudur.

"İblis dedi ki; "Beni kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün için andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu keseceğim." Sonra önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın."

Lanetlik şeytan, bu tuzağı kendisi kurmayı seçmiş ve planını gerçekleştirmesi için kendisine uzun süre verilmesini istemiştir. Allah'ın emrini apaçık olarak işittiği halde, O'na göz göre göre isyan ederek işlediği günahının bağışlanmasını dileyip Allah'a yalvaracağına, böyle bir yolu tercih etmiştir. Sonra Allah ın yolu üzerinde pusu kuracağını, kimsenin oradan geçmesine izin vermeyeceğini, onları Allah'ın yolundan saptırmak için her taraftan onlara sokulacağını açıklamıştır!

Şeytan insanlara ancak onların zaaflarından ve ihtiraslarının giriş noktalarından sokulabilir. insanlar ancak iman ve zikir ile, onun saptırmalarına ve telkinlerine karşı direnme gücünü arttırmak ile, ihtiraslarına baskın çıkmak, kendi arzularını Allah'ın yoluna boyun eğdirmekle kendilerini şeytandan koruyabilirler.

Şeytana karşı verilen savaş köklü ve önemli bir savaştır. Bu savaş doğru yola uymak için şeytani arzularla, iradeyi egemen kılmak için ihtiraslarla, yeryüzünün en güzel yönetim şekli olan Allah'ın şeriatına uymakla şeytanın kendi dostlarını içine sürüklediği yeryüzündeki bozgunculuk ve kötülükle yapılan bir savaştır. Vicdanlardaki savaş ile pratik hayattaki savaş birbirine bağlıdır, ayrı değildir. İkisinin de arkasında şeytan vardır!

İnsanların, kendilerinin hakimiyetine, yasalarına, değerlerine ve ölçülerine boyun eğmesini isteyen, Allah'ın hakimiyetini, yasalarını değerlerini ve O'nun dininden kaynaklanan ölçülerini uzaklaştırmak arzusunda olan yeryüzünde kurulmuş bulunan tağutlar, cin şeytanlarından direktif alan insan kılıklı şeytanlardır. Tağutlara karşı mücadele etmek bizzat şeytanın kendisiyle savaşmak demektir. Ondan uzak değildir.

Böylece en köklü, en uzun boylu ve en büyük savaşın, bizzat şeytana ve şeytanın dostlarına karşı verilen savaş olduğu ortaya çıkıyor. Buna bağlı olarak müslüman kendi arzularına, ihtiraslarına karşı savaşırken, bir taraftan da şeytanın dostları olan yeryüzündeki tağutlarla, tağutların taraftarları ve kuklalarıyla savaşacaktır. İçinde yaşadıkları ortamda onların körükledikleri kötülük, bozgunculuk ve çözülme ile de savaşacaktır. Müslüman bu savaşların hepsine girerken karşısında ciddi, kesin ve çetin bir tek savaş olduğunun bilincinde olmalıdır. Zira bu savaşta müslüman düşmanın tek olduğunu ve kendi yolunda gitmeye ısrarlı olduğunu bilmektedir... Ve işte cihad bu nedenle kıyamet gününe kadar sürecektir. Hem de bütün şekilleriyle ve bütün sahalarıyla...

 "Allah onlara "Sizden önce gelip göçen cin ve insan toplulukları yanında cehenneme giriniz " der. Her cehenneme giren topluluk yoldaşına lânet okur. Sonunda hepsi biraraya gelince sonrakiler, kendilerinden öncekiler için "Ey Rabbimiz, bizi bunlar yoldan çıkardı, onun için bunlara bir kat daha fazla cehennem azabı çektir" derler. Allah da onlara "Herbirinizin azabı ikiye katlanmıştır, ama bilmiyorsunuz. " (A`raf /38 )

39- "Öncekiler de, kendilerinden sonrakilere "Sizin de bizden bir farkınız yoktu. O halde siz de işlediğiniz kötülüklerin karşılığı olan azabı çekiniz " derler.(A`raf /39 )

"(...) Sizden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları yanında cehenneme giriniz."

Burada, ateşte, cin ve insanlardan arkadaşlarınıza, dostlarınıza katılın... Rabbine isyan eden iblis değil miydi? O değil miydi Adem ve eşini cennetten çıkaran? Evlâtlarından saptırdığını saptıran o değil miydi? Yüce Allah'ın O'nu ve O'na kananlar ateşe dolduracağını vadettiği o değil miydi?.. O halde birlikte girin ateşe... Öncekiler ve sonrakiler giriniz. Çünkü hepiniz birbirinizin dostusunuz. Birbirinizden farkınız yok sizin.

Dünyadayken bu milletler, topluluklar ve gruplar birbirlerinin dostlarıydılar. Sonrakiler önce gelenleri takip ederdi. Uyulanlar uyanlara direktifler verirlerdi. Bugünse, aralarında nasıl kin baş gösterdiğini, birbirlerine nasıl kötü sıfatlarla hitap ettiklerini görelim:

"(...) Her cehenneme giren topluluk yoldaşına lânet okur."

Sonunda oğulun babasını lânetlemesi, efendisinin kölesine sahip çıkmaması, tanımazlıktan gelmesi ne kötü...

"(...) Hepsi biraraya gelince..."

Sonrakilerle öncekiler buluşunca, uzaklarla yakınlar birleşince, aralarında çekişme ve tartışma başlar:

dan çıkardı, onun için bunlara bir kat daha fazla cehennem azabı çektir' (derler.)

Komedileri ya da trajedileri böyle başlar. Sahne birbirine dost olanları ve yardakçıları ortaya çıkarıyor. Bunlar düşmanlar gibi birbirlerini tanımazlıktan geliyorlar, bazısı bazısını itham ediyor. Kimisi kimisine lânet okuyor. "Rabbimiz"den en kötü cezayı vermesini istiyor. İftira attıkları, ayetlerini yalanladıkları "Rabbimiz"den... Bu günse, sadece O'na dönüyorlar, dua ederek O'na yöneliyorlar. Gelen cevap tam da dualarına karşılık oluyor.. Ama ne karşılık...

"(...) Allah da onlara "Herbirinizin azabı ikiye katlanmıştır, ama bilmiyorsunuz der."

Hem size hem de onlara isteğiniz "azabın ikiye katlanması cezası" verilmiştir.

Duanın cevabını duydukları zaman aleyhlerinde duada bulunanlar dua edenlere karşı adeta seviniyorlar. Onlara dönüp şamatayla "hep birlikte bu cezayı haketmişsiniz' derler.

"Öncekiler de kendilerinden sonrakilere "sizin de bizden bir farkınız yoktu. O halde siz de işlediğiniz kötülüklerin karşılığı olan azabı çekiniz" derler."

Fizilal'il Kur'an

   Devam