ORTA DERECELER

 

   Nutuk, gazab ve şehvet olmak üzere ahlakın üç menşeini gördük. Aynı zamanda bunların her birinin itidal, ifrat ve tafrit kısımlarını da zikrettik. Şimdi bu üç melekeden ifrat ve tafritin, yani bu iki aşırı ucun orta derecesi olan, bir yönüyle ,,itidal” ve bir yönüyle de ,,vasat” ismi verilen ve aslında ,,İşlerin en hayırhsı vasat olanlarıdır!” mealindeki hadisde ifadesini bulan ve dünyada da ahirette de sahibine övülme şerefini kazandıran bu üç melekeye ve kısımlarına enine ve boyuna ve örnekleriyle anlatmaya başlıyoruz:

   Orta derecede üç meleke: Hikmet, iffet ve şecaat! Bu üç meleke; birincinin yani nutkun yani aklın, diğer ikisini yani gazab ve şehveti emri altına alıp, onlara galib gelerek, onları kendi istikametinde istimal ve istihdam etmesiyle hikmet, iffet ve şecaat hasıl olur. Cerbeze, beladet, tehevvür, cübn, fücur ve humud gibi altı vasıf da gazab ve şehvetin nutku, yani aklı emirlerine alıp hakim olmaları ve ona yön vermeleriyle, daha açık ifade ile aklın dizginini ellerine geçirmeleriyle oluşurlar.

    Bir başka ifade ile; nutuk, itidal derecesinde olmazsa veya bu vasfını korumazsa gazab ve şehvetin kahrine uğrar ve sürüklenir gider. Hüküm ve tasarruf gazab ve şehvetin elinde olunca ne olur? Şerefli olan melekelerin vasat dereceleri gider de rezil olan aşırı dereceleri hasıl olur ve artık o adamdan her türlü ahlaksızlıklar beklenir, aşırı istek ve arzularının esiri olur. Dünyada rezil, ahirette sefil olur.

   Ahlakın bu altı aşırı dereceleri de fasit maksatların karıştığı vasat dereceler de rezalettir. Birinciye misal: Gösteriş, işittirme, çekememezlik. İkinciye misal ise: Ulema ile mücadele, beyinsizlere çalım satma maksadıyla ilim tahsil etmesi. İlim tahsili haddizatında bir fazilet ise de bu tahsile fasit bir garaz karıştığı için rezalet cinsinden sayılmaktadır.

   Üç fazilet ve eserleri:

   Hikmet faziletinin yedi, şecaat faziletinin on bir, iffet faziletinin ise on dört eseri vardır. İşte bundan sonra görünüşteki bu eserleri teker teker ele alıp kaydedeceğiz:

 

   Hikmet ve yedi şubesi:

   1- Zihnin safası ve berraklığı:

   Bu hal öyle bir istidad ki, mükaddimelerden neticeye varırken vicdanın da herhangi bir tereddüt bulunmaz.

   2- Sağlam bir anlayış kabiliyyeti: Bu hikmetin öyle bir vasfıdır ki, zihin sıhhatlıca melzumu tasavvurdan lazimi tasavvura intikal eder.

   3- Zeka:

   Zeka demek, kıyasin mukaddimelerinden neticeye zihnin suratte intikali demektir.

   Bu, ikinciden, ikinci, birinciden daha hususidir. Çünkü birincisi akt-i heyulanînin mertebesine ait bir istidaddır, ikincisi akıl bil-melekenin intikal mertebesi, üçüncüsü ise, akıl bil-fiilin mertebesine yakın suratli intikaldir.

   Akıl:

   Bu arada sırası gelmişken aklın târifini ve aklın mertebeletini görelim:

   Aklın tarifi: Aklın tarifi yolunda o kadar çok sözler söylenmiş ki, biz burada sadece bir-iki söz söyliyeceğiz:

   Akıl; nefsin (ruhun) öyle bir kuvvetidir ki, insan o sayede mâlumat edinir, bilgiler elde eder, kemiyyetler ve keyfiyetler arasında ayırım yapar, bilinenlerden bilinmeyenleri çıkarır. Akıl; öyle bir alettir ki, insan yapacağı işlerde ona başvurur. Akıl; insanın bedeninde öyle bir nurdur ki, o nur sayesinde insan doğru yolu eğrisinden ayırt eder, tıpki kâinattaki güneş gibi.

   Aklın mertebeleri:

   Aklın dört mertebesi vardır:

a)      Akl-i heyelanî:

   Çocukta bulunan akıl. Çocuğun yazı yazma kabiliyyeti bundandır ama, bifiil değil bil-kuvvedir. Yani koyunda bu kabiliyyet yoktur. Fakat çocukta vardır. Gerçi her ikisi de bilfiil yazı yazmaz ama onda yani çocukta yazı yazma bilkuvve vardır. İşte buna, böyle olan akla ,,Akli heyelanî” denir.

   b) Akil bil-meleke:

   Çocuk artık zaruri bilgileri elde etmiş ve zaruri bilgileri kullanmak suretiyle yani mukaddimeler tertip ederek neticeye varma gücüne sahip olmuştur. İşte bu mertebedeki akla ,,Akıl bil-meleke” ismi verilir.

   c) Akıl bil-fıil:

   İnsan o hale gelmiş ki, artık zarurî bilgilerin ötesinde nazarî bilgileri de elde etmiş, o bilgileri de istediği zaman hatırtayıp onları tatbikat sahasına koyma kudretine sahip olmuştur. İşte bu mertebedeki akla ,,Akıl bil-fiil” denir. Yazı yazma bilgisine sahip olan ve fakat henüz yazmıyan, ama her istediği anda yazabilen kişinin sahip olduğu akıldır ki, fiiliyata çok yakın olduğu için o isim verilmiştir.

   e) Akl-i müstefad:

   İnsandaki akıl denen kuvvet o hale gelmiş ki, nazarî ilimler artık onun nazarında hazırdır ve bifiil müşahade edebiliyor. İşte bu seviyeye gelmiş olan akla ,,Akl-i müstefad” ismi verilir ki, bunun sebebi bu derecedeki akıl kuvvetinin Feyyaz-i Mutlak’tan istifade etmiş olmasıdır. (Mirat-i Usul, Molla Hüsrev, Ahkâm, Rükn-i Rabi)

   4- Güzel tasavvur:

   Eşyayı olduğu gibi, yani ne bir fazla ne de bir eksik olmaksızın daha başka bir ifade ile; ,,Efradını cami, ağyarını mani” bir şekilde eşyanın hakikatından bahsetme, tarif ve tanıma demektir.

   5- Sühuletle teallüm (Kolay öğrenme):

   Bu öyle bir kuvvettir ki, insan bu sayede bilinmesi, idrâk edilmesi gereken şeyleri kolayca, zahmetsiz ve külfetsiz elde eder.

   6- Hıfz:

   Çalışmakla elde edilen bilgileri ve mâlumatı zabt etmekten ve hafızada muhafaza etmekten ibarettir.

   7- Zikr:

   Zabt edilmiş şeyleri kolayca hatırlamaktır.

   Şecaatın on bir tane sıfatı vardır:

   1- Kibrünnefs (nefsin büyüklüğü):

   But zenginliği, fakirliği, küçüklüğü ve büyüklüğü hakir görmesidir. Yani bu dört vasıf onun gözünde fark etmez, hangisi olursa olsun, onun için mühim değil.

   2- Töhmetin (himmetin) büyüklüğü

But, dünyanın mutluluğuna da mutsuzluğuna da aldırış etmemektir. Yanı, mutluluk onun dengesini bozmaz ve ümitsizliğe düşmez.

   3- Sabır:

   Sabır öyle bir kuvvettir ki, elem ve acılara, sıkıntı ve meşakkatlere tahammül ve mukavemet eder.

   4- Necdet:

   But, sabır ve sebat melekesine sahip olmanın yanında korkulur şeylerden feryad etmemesidir.

   5- Hilm

   Gazabın şiddetinin artması esnasında kalp huzuru ve sükünetidir. Başka bir tabirle: Hilm; şiddete tahammül, gazab ateşini söndürmek, nefsini heyecandan korumak demektir ki, yerinde gösterilmek suretiyle büyük bir fazilettir. Mukabili hiddettir, tehevvürdür ki, bu da öfkeden, titizlikten, hoşa gitmeyen bir hadiseden dolayı gazab kuvvetinin parlamasından ibarettir.

   6- Sükün (sakin olmak):

   Bu husumetlerde, davalaşmalarda ve insanlarla olan muamelelerde teennidir, acele etmeyip ihtiyatlı davranmaktır. Diğer bir ifade ile: Teenni; bir işte acele etmeyip bir düşünce dairesinde hareket etmektir. Vakti gelip çatmış olan hayırlı bir işte teenniye yer yoktur. Fakat henüz vakti gelmemiş bir iş hakkında acele hareket etmek de mahrumiyete sebep olacağından doğru değildir.

   7- Tevazu:

   Fazilet sahiplerini mertebelerine göre büyüklemektir. Başka tabirle; kendisini müstehak olduğu mertebenin aşağısında görerek o vechiyle muamelede bulunmaktır. Mukabili tekebbürdür, tecebbürdür, gururdur ve nihayet kendisini bulunduğu mertebenin üstünde görmek, göstermeye çalışmaktır ki, bu çok kötü hasletlerdendir. Hatta bir hadiste: ,,Allah Teala; muktasid olanı zengin, israf edeni fakir, tevazu göstereni yükseltir, kibirleneni de düşürür!” diye buyrulmaktadır.

   8- Şehamet:

   Büyük işlere teşebbüs etmektir ve bu hususta haris olmaktır. Yani, büyük işleri yapmaya gayret göstermektir.

   9- İhtimal (yüklenme):

   Bu; hasenatta ve iyi işlerde nefsi yormak ve meşakkatlara sokmaktır.

   10- Hamiyyet:

   Mukaddes şeyleri, milletin haklarını korumada ve namus ve haysiyeti korumada hassasiyet ve gayret göstermektir, bu güzeldir. Fakat batıl fikirleri ve adetleri korumak yolunda gösterilen gayret ve hassasiyete hamiyyet-i cahiliyye denir ki, kötü bir davranıştır.

   11- Rıkkat (merhamet):

   Bu başkalarının başına gelen eziyetlerden üzülmek ve eziyyet duymak.

   İffetin de onbir hasleti vardır:

   1- Haya:

   Şer’an, çirkin olan şeyleri irtikab etmekten nefsi menetmektir. Başka tabirle; Utanma, hicab, ar, namus manalarına gelen çirkin şeylerden nefsin darlanması, edebe muhalif bir hadisenin zuhurundan dolayı kalbin bir ızdırap içinde kalması demektir ki, izleri hemen yüzde başlar ve kızarır. Bu pek güzel bir şeydir. Bunun tersi hayasızlıktır ki, insanı hayvanların derekesine düşürür ve insanların yanında itibarı sıfıra düşer.

   2- Sabır: Nefsi heva ve hevese kapılmaktan menetmektir. Keza acıya katlanmak, tab’a münasip düşmeyen hallere telaş göstermeksizin mukavemet etmektir. Bunun mukabili cezadır, sabırsızlıktır. Dünya hayatı inişli ve çıkışlı bir hayattır; bir gün insanoğlunun yüzüne gülerse bir başka gün onu ağlatır. Bütün bu inişli ve dalgalı hayatın ortasında dengeli bir hayat yaşayabilmek için insanoğlu sabır silâhını kullanır ve kullanmalıdır. Yoksa huzur yüzü görmez... Kur’an’da birçok ayetlerin sonları ,,Allah sabredenlerle beraberdir” mealindeki cümlelerle bitmesi sabrın önemine birer işaret olduğu gibi, Allah Resulü’nün; ,,İlâhi ben acizlikten ve tenbellikten sana sığınırım!” şeklindeki duası da bunun bir ifadesidir.

   3- Deat:

Şehvetin heyecan ve galeyanı halinde süküneti muhafaza etmektir.

   4- Nezahet:

   Bu alçalmaksızın ve zulmetmeksizin mal kazanmak ve onu güzel yerlere sarfetmektir. Alçatma ile beraber olursa tafrit, zulümle beraber olursa ifrattır.

   5- Kanaat:

   Bu kifaye miktarı üzerine iktisardır; israfa ve cimriliğe kaçmadan bir yol tutmaktır. Gelir ve gideri denkleştirmektir.

   6- Vekar:

   Bu yavaşlık, mülayemet, nezaketle muamele, neticesi güzel olan birşeye güzelce inkıyad manasınadır. Mukabili de unuftur, huşünettir, sertliktir, gılzattır, kabalıktır ki, kötü şeylerdir.

   7- Hüsnüssemt:

   Bu nefsi ikmal eden, kemale erdiren şeyleri sevmektir.

   8- Vera:

   Bu iyi amellere devam etmek, yani şeriat’a, mürüvvete uygun olan, güzel olan amellere devam etmektir.

   9- İntizam:

   Bu işleri maslahata uygun bir şekil de tanzim ve tertip etmek ve sıralamaktır.

   10- Sehâ (cömertlik):

   Bu layık olanı layık olana vermektir.

   Bu vasfın altında altı fazilet vardır. Aşağıda bunları göreceğiz:

   Cömertliğin altındaki altı fazilet:

   1- Kerem: Kolaylıkla ve cani gönülden bahşetmektir.

   2- İsar: Yani başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih etmektir.

   3- Neyi: Bir şeyi sevinerek vermektir.

   4- Müvasat: Dostların, hayır babında faydalanmada birbirlerine ortak olmalarıdır.

   5- Semahet: Üzerine vacib olmaksızın ve bir karşılık beklemeksizin bir lütuf olsun diye sarf etmektir.

   6- Müsamaha: Tenezzüh için terki vacib olmayan şeyi terk etmektir.

   Bazıları bu altı fazilete mürüvveti de ilave ettiler.

   Müruvvet: Fayda vermeden nefis için sadık bir arzu, alakaderil imkan, güç yetmesiyle beraber cezalandırma yoluna gitmeyip affetmek.

   Adalet ve şubeleri:

   Adalet, hikmet, şecaat ve iffetin toplamından meydana gelen vasat (orta) bir keyfiyyet ve Allah’ın insanlara verdiği bir haslettir.

   Adalet:

   Adaleti on dört maddede inceliyeceğiz:

   1- Sadakat: Bu sadık bir muhabbettir ki, ona şahsi bir garaz karışmaz. Bunun yanında da hayır işlerinde başkalarını kendine tercih etmektir.

   2- Ülfet: Bu, fertlerin geçimde ve diğer işlerde birbirlerine yardım etmekte ittifak sağlamaktır.

   3- Vefa: Müvasat yoluna devam etmek ve yapılan ahit ve anlaşmalara riayet etmektir.

   4- Teveddüt (dostluk, sevgi): Emsallerin dostluğunu gerektiren şeylerle dostluk talep etmektir.

   5- Mükâfat: İyiliğe karşı iyilikle mukabele etmek. Yani yapılan bir iyiliğe karşılık fazlasiyle veya hiç olmazsa misliyle mukabelede bulunmaktır.

   6- Hüsnü şirket: Muamele ve münasebetlerde adalete riayet etmektir.

   7- Hüsnülkaza: Bu ayıplamayı ve yapılan iyiliklerde başa kakmayı terketmektir.

   8- Sıla-i rahim: Akrabaların hayır yolunda ve yönünde ortak hareket etmeleri demektir.

   9- Şefkat: Hoş olmayan şeyleri insanlardan giderme babında azami gayret sarfetmektir.

   10- İnsanlar arasındaki düşmanlıklarda, aralarını düzeltmek üzere tavassut etmek, aralarına girmektir.

   11- Tevekkül: Beşer kudretinin yetmediği şeylerde koşmayı terkedip, Allah’a tevekkül etmektir, O’na havale etmektir.

   12- Rıza ve teslim: Başa gelen musibetlere ve elden giden fırsat ve nimetlere karşı şikâyetlenmeyi terkedip rıza göstermek ve Allah’ın emir ve iradesine teslim olmaktır.

   13- Teslim: Allah’ın emirlerine ve yasaklarına inkiyad ve itaat etme ve tab’a uygun olmayan yerlerde de itirazı terketmektir.

   14- İbadet: Allahü Teala’ya ve onun emirlerine sarılmakla, O’na tazim etmek ve O’nu büyüklemektir.

   Ahlak babında mezmum olan ifrat ve tefriti, yani aşırı iki ucu gördünüz ve bu arada memduh olan, övülmeye layık olan ve hususiyle tasavvuf ehlinin üzerinde hassasiyetle durması ve kendini süslemesi lazım gelen ,,Hikmet, şecaat ve iffet”ten ibaret vasat, yani ifrat ve tefritin ortasında yer alan övülmeye değer üç çeşidi de gördünüz. Bütün bunları bir kelime ile ifade edecek olursak: İnsan ahlakı dokuz çeşit olup bunlardan üçü memduh, diğer altısı ise mezmumdur. Başka bir ifade ile: Üçü ,,Ahlak-ı hamide” ismini alırken, altısı da ,,Ahlak-ı zemime” adını taşır.

   Kötü ahlakın güzel ahlaka tahvili:

   Ahlakın güzelleşmesi ve yerine göre tedavi edilmesi:

   Şimdilik bu hususu kısaca görelim, ileride teferruat ve tafsilatına geçeriz.

   1- Herşeyden önce kötü ahlakın menşei olan kalp hastalıklarını bilelim de sonra tedavisinin nasıl olacağını belliyelim ve tatbik edelim: Kalpteki hastalıkların hakikatları; Kibir ve cimrilik gibi, ki bunlar birbirlerinden ayırt edilmeleri, onların zararları, sebepleri, zıtları, zıtlarının faydaları, yani o zıtların üzerlerine terettüb eden faydalar ve sair ilgili şeyleri tamamiyle bilmektir.

   2- Sonra teftiş ve tahkik ile tefekkür ve teemmül ile veya basireti açık bir mü’min, bir alim, bir şeyh veya mürşit ile hastalıkların tesbit ve teşhisini yapmak ve yine onların tavsiye ve delaletleriyle tedavi yoluna gitmek

   Zira sadakat ve dostluk davasinda da çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü, davasında ihlas ve samimi olmayan kimseden hayır gelmez. Onun sadakat ve dostluğu maddeden ve mideden geçer ki, bu bitti mi artık herşey biter. Böylelerini bulmak da cidden çok zordur. Nitekim Şafii Hazretleri bu hakikatı şöyle terennüm etmiştir:

   ,,Sadıkın sat’ı ve kimyanın kâf’i beraber bulunmazlar.”

   ,,O halde nefsinden bunları ummayı terket!..”

   Bu hususu Hz. Ömer (r.a.) de şöyle ifade etmiştir:

   ,,Bana ayıbımı gösteren kişiye Allah rahmet etsin!..”

   Bundan dolayı müslümanlar arasında kardeşlik teessüs etti, sünnet oldu. ,,Mü’min, mü’minin aynasidir”; ,,Kişi her ayıp ve kusurunu bilemeye ve göremeyebilir” sözleri de yine bu hususta söylenmiş güzel sözlerdir. Sadık dost da şöyle tarif edilebilir: ,,Kişinin sana karşı zahiren de batinen de sadık ve samimi olmasıdır. Keza; İkbal devrinde olduğu gibi idbar devrinde de yani normal zamanlarında da senin yanında yer almalı ve yardımcı olmalıdır. Bu husus şöyle de ifade edilir:

   ,,Eyi günümün eyi dostu! Yaman günüm geldi gel!”

   İhya’ül-Ulum’da da şu satırlar kayıtlıdır: ,,Bir adam İbrahim Edhem’e sormuş: Bana ayıplarımı göster ve beni ikaz et! 0 da demiş ki: Sana dost gözüyle baktım ve sende gördüğüm şeyleri güzel gördüm. 0 halde ayıp ve kusurlarını benim dışımdaki kişilerden sor...”

   İsa Aleyhisselam’a soruldu: ,,Seni kim terbiye etti?” 0 da ,,Beni kimse terbiye etmedi. Ancak ben cahillerin cahilâne hareketlerini görür ve onların yaptıklarından sakınırım!” der.

   Bir rivayette de şöyle:

   Başkalarının fiil ve hareketlerinden güzel gördüklerime dahil oldum, kötü gördüklerimden de kaçındım, demiştir.

   Lokman Aleyhisselam’a sormuşlar: ,,Edebi kimden öğrendin?” 0 da ,,Ben edebi edebsizlerden öğrendim” diye cevap vermiştir.

   3- Sonra üçüncü olarak, ahlak-ı mezmumelerin kötü sebeplerini ayırt etmektir. Zira sebepler ayırt edilmeden onların izalesinin yolu bilinmez.

   Güçlük ve sıkıntıları yüklenmekle kötü ahlaka mukabil güzel ahlak kazanılabilir.

   4- Sonra bunların arkasından nefs-i emmareyi bu kötü huylardan menetmek gelir. Bu mevzuda nefse yumuşak davranmamak, kıtlık ve şiddet göstermek gelir. Bu ise gizli ve aşikâre olarak azarlamak ve ayıplamak suretiyle ayrıca kınamakla da olur. Esasen ,,Nefs-i levvame” tabirinin manası da budur; nefsin kendi kendini kınaması ve kendi kendine yetinip kendini düzeltmeye çalışması... Hususiyle yüksek himmetlere sahip kimselerde nefisler bununla elem duysun!..

   5- Kalp hastalıklarının ilaçlarından biri de kötü huyların biraz olsun zıdlarını nefse irtikâb ettirmektir. Mesela aşırı derecede cimri olan bir kimse bu hastalığı tedavi yolunda ne yapmalı? Sehavet sıfatına nefsi çekebilmek için onu belli bir müddet israfa zorlamalı, korkak bir nefsi cesaret çizgisine çekebilmek için onu az da olsa nefsi korkulur şeylere atmalı, kibir hastalığından nefsi kurtarmak için onu belli bir müddet temelluka (dalkavukluğa) alıştırmalı ve bu suretle onu tevazua alıştırmalı. Bu neye benzer? Zarurete binaen hastalığı necis bir şeyle tedavi etmeye benzer. Tabii ki, bu noktalarda da şuna dikkat etmek gerekir: ,,Zaruretler, giderilme miktariyle ölçülür” kaidesince o miktarı muhafaza etmeli ve zıt tarafına geçip onu alışkanlık haline getirmemeli. Mesela: Cimrilik hastalığından kaçarken, bu sefer de israf hastalığına yakalanmamalı. Bu neye benzer? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya benzer. 0 halde herhangi bir hastalığa yakalanmış biri, o hastalığın zıddiyle tedavi yoluna giderken, o zıddı itiyad haline getirmemeli ve neticede orta noktada tutmalıdır. Yani ehveni şer kaidesini uygulamalıdır.

    6- Ağır riyazet:

   Nefs-i emmareyi bu tedavi usulleriyle kötü huylardan tedavi etmezse, o zaman riyazet tedavisine başvurur, hem de ağır ve meşakketli riyazetlere. Mesela: Cimrilik veya tenbellik hastalıklarını tedavi için malla ilgili nezirler yapar, bedenle ilgili ibadetleri nezreder ve der ki, nezrim olsun: Fakir fukaraya şu kadar para vereceğim; nezrim olsun: şu kadar rek’at namaz kılacağım... gibi. Veya daha da ileri giderek bunları yapacağına dair ahitler verir, yeminler yapar. Ve der ki: Ahdim olsun veya yemin ediyorum: Gecenin çoğunu kalkıp namaz kılacağım veya ayın çoğunu oruç tutacağım!.. Böyle yapacak ki, cimri olan nefsini normal çizgiye getirsin de İslam’ın ondan istediği cömertlik vasfına sahip olsun veya gecenin hiç olmazsa bir cüzünde kalkıp birkaç rekat namaz kılmaya razı gelsin!..

   İmam-ı Kuşeyri risalesinde Bestamî’den naklen şunu anlatıyor:

   ,,Allah yolunda ne gibi zorluklarla karşılaştın? 0 da dedi ki, vasfi mümkün olmayan zorluklardır. Bu sefer ona dendi ki, nefsin sende karşılaştığı şeylerin en ehveni nedir? 0 da dedi ki, evet buna cevap verebilirim: Nefsimi taatlardan bir şeye davet ettim. Bana cevap vermedi. Onu bir sene sudan menettim. Bu neye benzer? Hastalıkların kendisini helâk edeceğinden korkması esnasında ölümden kurtarmak gayesiyle ateşle dağlama şeklindeki tedaviye bile rıza gösterir. Yeter ki, o ağır hastalıktan kurtulayım, diye.”

   Ve netice:

Husususiyle sofi kardeşimiz, şayet kötü huylara mübtela olmuş ise, nefs-i emmareyi bu manevi hastalıklardan kurtarması için yukarıda beyan edilen kademeli altı tedavi usulüne başvurmalıdır. Ne yapıp yapıp nefsini, ağır da olsa bu tedavi usullerinden biriyle veya birkaçiyle tedavi ve ıslah yoluna gitmelidir. Yoksa, Allah korusun, o hastalıklar büyür büyür, müzminleşir ve o hale gelir ki, artık tedavisi de mümkün olmaz o kötü huylarla ölür gider!..

   Kötü huyları izale:

   Kötü huyları izale etmenin yollarından biri de o babda irad edilen hadis-i şerif’leri önce icmalen, saniyen tafsilen duymak, işitmek ve gereğiyle amel etmektir.

   İcmalen:

   Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: ,,Allah indinde en büyük günah kötü ahlaktır. Bunun sebebi, onun sahibi tevbe ile bir günahtan çıkmaz ki diğer bir günaha düşmesin.” (Bu hadisi İtsfahanî Meymun b. Mihran’dan ihrac etti)

   Camiussağır’de kaydedilen ve Hz.Aişe’den rivayet edilen bir hadis de bu manaya yakın bir mana taşımaktadır:

   ,,Her günahın Allah indinde tevbesi vardır da kötü huyundan tevbe etmez, illa ki daha şerlisi ona döner.” Her halde buradaki kötü huylardan maksat ,,Gazab” olsa gerektir. Çünkü güzel ahlak öfgelenmemekten ibarettir, denir ki, o bunun mukabilidir. Yani; kötü ahlak gazab (öfkelenmek) ise, güzel ahlak da gazab ve öfkesini yutmaktır, yenmektir.

   NOT: Münavi dedi ki: ,,Ebedi olarak tevbe üzerine sabit olmaz; yani tevbe-i nasuh yapamaz. Tevbe etse de diğerini işler.”

   Şum:

   ,,Şum” meymenetli ve bereketli olmanın zıddıdır. Şöyle tarif ediyorlar:

   ,,Şum; insanın hoş görmediği ve akibetinin kötü olacağından korktuğu bir şeydir, bir kuruntudur.” Allah Resulü şöyle anlatır:

   ,,Şum, kötü ahlaktır.” Çünkü, hayır getirmez; getireceği şerdir. Raviyi hadis Hz. Aişe.” (Taberanî filevsat)

Bir başka hadis:

,,Güzel ahlak, suyun buzu erittiği gibi, günahları eritir.” (Raviyi hadis İbn-i Abbas (r.a.) ve Beyhakî)

   Güzel ahlakın günahları eritmesindeki hikmet, Allahü Teala şöyle buyurur: ,,İyilikler kötülükleri giderir.” (Hud,114)

Hadisin devamında şu var:

   ,,Kötü ahlak ise, sirkenin bali ifsateftiği gibi, iyi amelleri fesada verir.”

   Şimdi de bir nebze icmali olarak iyi ahlaktan bahsedelim:

   Evsat yani hikmet, iffet ve şecaat gibi, orta halli faziletler ve kemaletlerdir. 0 halde, her iyi ahlak, onlardan orta halli olanlardır.

   Çalışarak veya tabi olmak suretiyle insan, güzel ahlaki elde edebilir. Salihlerden bu güzel ahlaka sahip olanlara tabi olmakla bu güzel ahlakı muhafaza edebilir. Çünkü, arkadaş arkadaşına iktida eder, ona uyar. Komşuluk da güzel ahlakın veya kötü ahlakın sirayet etmesine sebep olur. Derler ki, üzüm üzüme baka baka kararır. Şöyle de denir: ,,Şerir insanla haşir ve neşir olanlar şerir olur.” Keza; şu şiirler de bu babdaki gerçekleri dile getirmektedir.

   ,,Kişiyi kendinden sorma, arkadaşından sor; Her arkadaş, arkadaşi olduğu kimseye tabi olur. Şerli olduğu zaman ondan suratle uzak dur. Eğer hayırlı olur ise, ona yaklaş ki hidayeti bulasın!”

   Nitekim şöyle de denilmektedir:

   ,,Tembel insanlara hareketlerinde arkadaşlık etme! Çok salihler vardır ki, başkasının fesadiyle bozulur.”

   ,,Ahmakın fesadı zekiye çabuk varır. Tıpki küle konan bir köz gibidir ki, söner.”

   Bir hadiste de şöyle buyurulur:

   ,,Kişi dostunun dini üzeredir. 0 halde sizden birisi kimlerle dostluk kurduğuna bir baksın!”

   Bu övülmüş ahlakı elde etmiş olan kimse, iştahının çektiği ve iştahının istediği şekilde kendisini lehviyyat ve oyuna, yersiz şakaya ve batıl olan mizaha düşmekten veya eziyet veren şakaya düşmekten sakınsın! Bazı zamanlarda sahih bir niyyetle eziyyet vermiyorsa hak şaka caizdir.

   Kul ilmî ve amelî vazifelerle ve nafile ibadetlerle, salihlerin ziyaretiyle meşgul olmak gibi amellerle nefsini riyazete soksun! Allah’ın büyüklüğünü hatırlasın, ansın, zikretsin. Çünkü o, Allah Teala’nın yarattığı kimselerin birçoğundan daha faziletli olmuştur. Ve bu faziletliliğin devamını zikredin!..

   ,,Dünyanın Allah katında hakir olduğunu, o şekildeki bir sineğin kanadına bile denk olmadığını unutmasın!..“

   Lokman Aleyhisselam, oğluna nasihat ettiği zaman demişti ki:

   ,,Dünya derin bir denizdir. Çok insanlar bu denizde boğuldu. 0 halde senin gemin onda Allahü Azimüşşan’ın tavsiye ettiği takvası olsun!.. Ve onun yelkenleri Allahü Teala’ya iman olsun!..”

   Allah Resulü (s.a.v.) buyurur ki:

,,Dünyada bir garib veya bir yolcu imişsin gibi ol ve kendini kabirlerin ashabından say!” Dünyanın zevalini, güçlüğünü hatırla ve unutma!..

   Allah Resulü’nün ahlakı:

   Allah Resulü (s.a.v.), tasavvuf babında da bizim için yegane örnektir. Ona bakacağız, onu takib edeceğiz ve onu örnek alacağız. Zira; müteaddid defalar söylediğimiz ve yazdığımız gibi ,,Kaynak Kur’an, örnek Peygamber”dir. Bu düstur bizim için her sahada esastır, kaynaktır. Talimatı Kur’an’dan, tatbikatı Peygamber’den alacağız, almışızdır ve bugüne kadar gelmişizdir. Bundan böyle de almaya devam edeceğiz. işte bu noktadan hareketle:

   Tasavvuf ve ahlak sahasında da elimizde Kur’an, önümüzde Allah Resulü (s.a.v.)’dir.

   Allah Resulü’nün ahlaki:

   Bir kere Peygamberimiz (s.a.v.) güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir.

   Tavsiyeleri:

   Güzel ahlak hakkında ortaya konmuş olan şeyleri topluca öğrenmek, işitmek ve dinlemekle bunu yap! Geniş izahını dinlemekle de iyi ahlakı hıfzet ve koru!..

   Ahlak babında ikinci olanı, yani tafsili olanı inşaallah ileride göreceğiz. Şimdi birinciden, yani güzel ahlaka dair icmalî haber ve emirler cümlesinden olarak:

   a) Allah (c.c.) Resulü Ekrem’i hakkında şöyle buyurur:

   ,,Şüphesiz Habibim sen, muhakkak çok büyük bir ahlak üzeresin!” (Kalem, 9)

   Halimî der ki: Bu ayette ahlak büyüklükle vasıflandı. Yani büyük bir ahlak üzeresin, buyruldu. Halbuki, mutlak ahlakta ahlakın vasfı keremdir. ,,Kerim” denmedi de ,,Azim” dendi. Sebep ise, kereme has olması, hatıra gelmemesi; tolerans, hoşgörü gibi.Tersine Allah Resulü; mü’minlere karşı son derece rifkatli, merhametli, kâfirlere karşı çok şiddetli idi. Düşmanlara karşı çıkmasında heybetli idi. Bir aylık yoldan düşmanları titreterek yardıma mazhar olmuş ve muzaffer kılınmış idi.

   Cüneyd de şöyle diyor: Onun ahlakı büyük bir ahlak idi. Çünkü, Onun için Allah Teala’nın himmetinin dışında bir himmet yoktu. Keza; O öyle bir Peygamber idi ki, onun zahiri halk ile, bâtını ise hak ile idi. Yani dış görünüşü ile halkla meşgul olurken, insanlarla haşir ve neşir olurken, iç âlemiyle de Hak ile, Rabb’isi ile beraber olur, O’nun tecellisine mazhar bulunurdu.

   Peygamber ahlakı hakkındaki haberlerden biri de Taberanî’nin Kebiri’nde zikredilen bir hadis:

   ,,Kul güzel ahlakıyle ahiretin büyük derecelerine ve şerefli makamlarına ulaşır. Halbuki ibadet yönünden zayıftır. Ve kul kötü ahlakıyle de cehennemin en alçak derekesine yuvarlanır gider.”

   Diğer bir hadiste ise: ,,Dikkat ediniz! Size ibadetin en kolayını ve bedence en ehvenini haber vereyim mi? 0, süküt etmek ve güzel ahlaktır.”

   Maverdi’nin kaydettiği ifade mühim: Bu hadis-i şerif her halükârda adaletli olan hal ve hareketi içine almaktadır. Kul kötü ahlakıyla cehennemin en alt derecesine düşer. İbadet çok olsa da. Çünkü onun gösterişi, onun işittirmesi ve onun kendini beğenmesi ibadetini yıkar, kendisini mahveder ve hatta küfre götürür. Bu babda bir de Fudeyli’yi dinleyelim:

   ,,Allah Resulü’ne soruldu: Fülan kadın gündüzleri oruçla, geceleri kıyamla (ibadetle) geçirir, Fakat buna mukabil ahlakı kötüdür; komşularına diliyle eziyyet verir.” Allah Resulü cevap verdi: ,,Onda hayır yoktur; o kadın cehennemliktir.”

   Ve bilcümle her güzel ahlak insanı bir iyilikten diğer bir iyiliğe ulaştırır; her kötü ahlak ise, o da bir kötülükten diğer bir kötülüğe götürür. Hem öyle götürür ki, iyilik de kötülük de kat kat olur.

   İmam-ı Ahmed ve Beyhakî’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadisi şerif mealen şöyle:

   ,,Ben mekarim-i ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” Yani Allah tarafından övülmeye layık güzel ahlakı tamamlamaya geldim, demektir.

   Bu hadisin altında yatan manalardan biri:

   Güzel ahlak, asıl ve prensip olarak diğer peygamberlerde de vardı. Fakat güzel ahlakı tamamlamak ise Hz. Muhammed’e mahsustu. Onun içindir ki, Hz. Muhammed’den sonra artık peygamber gelmiyecektir. Çünkü herşey tamamdır. İkincisi ise; 0, yani Allah Resulü, bütün insanlarda sabit olan güzel huyların hepsini zatında cemeden bir şahsiyettir. Mesela: Arab’ın keremi Kureyş’in şecaat ve cesareti, Yemen’in rikkat ve nezaketi ve diğer insanlardaki ve milletlerdeki ne kadar güzel ahlak varsa hepsi onda toplanmıştı. Çünkü, onun ahlakı, kuru-yaş her şeyi bünyesinde toplayan Kur’an ahlakı idi. Ve esasen: ,,Benden sonra artık Peygamber yoktur” şeklindeki Peygamberî sözün altında yatan sır da bu idi.

   Rabb’imizden dua ve niyazımız odur ki, bizi onun ahlakiyle ahlaklandırsın! (Amin!) Bi hürmeti Rabb’il Âlemin!.

                  

 Başa dön    Devam