ZAMANIMIZDA TATBİK EDİLEN ASRIMIZIN YESAĞINDAN (Beşeri Kanunlardan) BAZI ÖRNEKLER

 

İslam’a bağlı olduklarını iddia eden devletlerin kanunlarını ve içindeki küfürleri tek tek sunmaya kalkarsak bu kitap hacim olarak yetmez. Fakat İslam’a nispet edilen bu devletlerin anayasa ve kanunları birbirine çok benzemektedir. Çünkü kanunları birbirinden alınmıştır. Aralarında sadece numara farkı veya kanunun yazılışındaki üslup farkı vardır. İster krallık ister cumhuriyet isterse emirlik sistemi olsun, İslam’a nispet edilen devletlerin tatbik ettikleri beşeri kanunlar küfür bakımından birbirine benzemektedir. Çünkü onlar bu kanunları koyarken aynı kaynaklardan faydalanmışlardır.

Bu kanunların insanlara tatbik edildiği süre içinde yeryüzünde fesad çoğalmış ve İslam’ın bütün kaide, ilke ve kanunları yok edilmiştir.

Yine bu kanunlar, İslam dininin koruma altına aldığı ırz, neseb, akıl, kan ve malı yok etmektedir.

Şimdi size, bu asrımızın yesaklarından bazı örnekler sunacağım. Bu örnekleri sunmaktaki gayem; hayatımızın her alanına sızmış olan bu sinsi tağutu ortaya çıkarmak ve bu kanunların ne kadar sefih, hakir ve İslam’a zıt olduklarını, yine bu kanunların insanların heva ve heveslerinden çıktığını, şeytanın vahyinden kaynaklandığını, adalet gözetmeden konduğunu ve adaletle hükmetmediğini göstermek, böylece İslam’ı isteyen insanların bu kanunların gerçek yüzünü öğrenmesini, onu ve onun gibi bütün tağutları reddetmesini, onu koyanları, ona bağlı olanları, onunla hükmetme konusunda ısrar edenleri ve böylece insanları buna taptıranları tekfir etmesini, onlara karşı mücadele etmesini sağlamaktır.

İşte ancak bu şekilde onları tağuta tapmaktan sakındırıp sadece Allah (c.c)’a ibadete yöneltmiş oluruz. İşte ancak bu şekilde onları, beşeri kanunların ve bunları koyanların zulmünden İslam’ın adaletine ve nuruna sevketmiş oluruz.

“Kafirler istemeseler bile Allah nurunu tamamla-yacaktır.”  (Saf: 8)

Tabi ki bu amacımızı gerçekleştirmek için örnek alacağımız ve metodunu takip edeceğimiz kişi, önderimiz ve rasulümüz Muhammed (s.a.s)’dir.

Rasulullah (s.a.s), insanlara tebliğci olarak geldiği zaman, onları zamanındaki mevcut bütün şirklerden ve ta-gutlardan sakındırmıştı. Söz konusu tağutların ve onlara tapanların akıllarının kıt olduğunu, ne kadar sapıklık içinde bulunduklarını, ne kadar sefih ve alçak olduklarını anlatmış, bildirmiş ve açıklamıştı.

İmam Ahmed’in ve başkalarının, Abdullah b. Amr b. As (r.a)’tan sahih olarak rivayet ettiği hadiste, Kureyş müşriklerinin Rasulullah (s.a.s) hakkında şöyle dedikleri haber verilmiştir:

 “Akıllarımızın kıt olduğunu söyledi. Babalarımıza sövdü. Dinimizi ayıpladı. Topluluğumuzu ayırdı ve ilahlarımıza sövdü.”                                  

Allah (c.c) müşrikler hakkında şöyle buyurmuştur:

“Küfredenler seni gördükleri zaman, Rahman’ın zikrini inkar edenler kendileri oldukları halde, seni alaya alırlar ve “sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?” derler.” (Enbiya:36)        

Sizin ilahlarınızı diline dolayan...” Yani; “bu, bizim ilahlarımıza laf atan ve aklımızın kıt olduğunu söyleyen bir kimsedir,” demektir. Tabiki Rasulullah (s.a.s)’ın bu konudaki önderi İbrahim Halilurrahman (a.s)’dır. Allah (c.c) hem nebimize hem de bize, İbrahim (a.s)’in milletine uymamızı ve tevhid davetinde İbrahim (a.s)’i örnek almamızı emretti. Allah (c.c) İbrahim (as)’ın kavmi hakkında  şöyle buyuruyor:

(İbrahim’in kavmi) dediler ki: “İlahlarımıza bunu kim yaptı? Muhakkakki o, zalimlerden biridir.” Bir kısmı da demişlerdi ki: “Kendisine İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını işitmiştik.” (Enbiya: 59-60)

Ayette geçen “diline doladığını işitmiştik...” sözü; “onları ayıpladığını, onları kötülediğini ve alçalttığını işitmiştik” manasındadır.

Başka bir ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“İbrahim babasına ve kavmine dedi ki: “Beni yaratan hariç, sizin taptığınız şeylerden uzağım. Muhakkakki beni doğru yola iletecek O’dur.” (Zuhruf:26-27)

Hakka davet eden davetçilerin durumu her zaman işte böyle olmalıdır! Tağutların her türünü kötülemeleri, onların pisliğini, batıllığını, sahteliğini, sapıklığını, küfrünü bütün insanlara anlatmaları ve insanların bu tağutlardan uzak durmalarının, onları tekfir etmelerinin şart olduğunu bildirmeleri gerekir. Zaten bütün nebilerin daveti de böyleydi. Onları örnek alanlara ve onlara tabi olanlara ne mutlu!

Şimdi Allah (c.c)’ın yardımıyla İslam’a nispet edilen devletlerin küfür olan anayasalarından örnekler vereceğim. Ta ki, helak olan apaçık bir delilden dolayı helak olsun, hidayet bulan da apaçık bir delilden dolayı hida-yet bulsun!

 

Birincisi: Asrımızın Yesağı Anayasada Teşri Koyucu Sadece Allah Değildir. 

İslam dininde kanun koyma hakkı, sadece Allah’a aittir ve bu konuda ortak kabul etmez. Bu, “la ilahe illallah’ın” gereklerindendir.

Her müslüman, teşri ve kanun koyma hakkının sadece Allah (c.c)’a ait olduğunu, bunun “la ilahe illalah Muhammedun Rasulullah” şehadet kelimesinin gereklerinden olduğunu, Allah’ın din, nefis, mal, akıl, namus ve neseb gibi değerleri korumak için kanunlar koyduğunu, O’nun bizim maslahatımızı bizden daha iyi bildiğini bilmesi, buna iman etmesi ve hayatını bu inanç üzere şekillendirmesi gerekir.

Yaratıcı, yarattığını bilmez mi? O, lütuf sahibidir, haberdardır.” (Mülk: 14)

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Birbirinden ayrı Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa herşeye hakim ve galib olan tek bir Allah mı?” Sizin Allah’ı bırakıp da taptığınız şeyler, sizin ve babalarınızın verdiği bir takım isimlerden ibarettir. (Oysa) Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur! Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf: 39-40)

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? Eğer önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, muhakkak aralarında hükmolunurdu. Şüphesiz zalimler için acı bir azab vardır.”                                                 (Şura: 21)

Bundan anlaşılıyor ki, İslam dininde bütün hayatı düzenleyici şeriat koyma hakkı, sadece ve  sadece Allah’a aittir ve bu konuda hiçbir ortak kabul etmez.

Fakat günümüzde İslam’a bağlı olduklarını iddia eden devletlerin anayasasında teşri koyan, insanları yoktan yaratan yüce Allah (c.c) değildir. Bilakis, bu ülkelerde anayasa ilkelerine uygun olmak şartıyla teşri koyan ya kraldır, ya emirdir, ya cumhurbaşkanıdır, ya da parlementodur. Şimdi bütün bunları, onların kendi yesaklarından delillerle size göstereceğim.

 

Mısır 1923 anayasası, madde: 24’de şöyle deniyor:

“Teşri (kanun koyma) hakkı krala aittir. Millet vekilleri ve senatoyla birlikte kanun yapar.”

1971’de bu madde 86. ve 112. madde olmak üzere iki maddeye bölündü.

86. madde: Teşri hakkı millet vekillerine verilmiştir.

112. madde: Kanunları çıkartma hakkı cumhurbaşkanına verilmiştir.

 

Ürdün anayasası, madde: 25’de şöyle deniyor:

“Teşri hakkı parlemento ve krala aittir. Parlemento; se-nato ve millet vekillerinden oluşur.”

Madde: 31’de şöyle deniyor:

“Kral kanunlar çıkartır ve kanunları onaylar.”

Madde 91’de şöyle deniyor:

“Başbakan, çıkarmak istediği yeni kanunları önerge olarak millet meclisine sunar. Millet meclisi isterse, bu kanun önergesi kabul edilir. İsterse bu kanun önergesinde bir takım düzenlemeler yaparak kabul eder veya hiç kabul etmez. Her durumda bu kanun önergesi senatoya sunulur ve ancak millet meclisi, senato meclisi ve kralın onayıyla kanun olarak çıkar.”

 

Kuveyt anayasası, madde 51’de şöyle deniyor:

“Teşri hakkı anayasaya bağlı kalmak şartıyla devlet emirine ve millet meclisine aittir.”

Madde 65’de şöyle deniyor:

“Emirin kanun çıkartma ve kanunları onaylama hakkı vardır.”

Madde 79’da şöyle deniyor:

“Ancak millet meclisinin kabul ettiği ve emirin onayladığı kanun, kanun olarak uygulanır.”

Madde 109’da şöyle deniyor:

“Millet vekilinin kanun önergesi sunma hakkı vardır.”

Madde 174’de şöyle deniyor:

“Anayasada mevcut bazı kanunları çıkartma, iptal etme, düzeltme veya yeni kanunlar ekleme hakkı, ancak millet meclisinin üçte iki çoğunluğuna veya emire aittir.”

 

Libya geçici anayasası, madde 20’de şöyle deniyor:

“Kanunları, bakanlar kurulu meclisi çıkartır ve önerilen kanunları inceler.”

Madde 18’de şöyle deniyor:

“Ancak devrim konseyi yeni kanunlar koyar ve kanun önerilerini kabul eder.”

 

Fas’ın 1972 anayasasası, madde 26’da şöyle deniyor:

“Kral’ın, kanun çıkartma ve teşri koyma hakkı vardır.”

 

Suriye anayasası, madde 115’de şöyle deniyor:

“Kanun koyma ve millet meclisinin kabul ettiği kanunlara itiraz hakkı, Cumhurabaşkanı Hafız Esad’a aittir.”

 

Tunus anayasası: “Devletle ilgili konularda kanun koymak, millet meclisinde çıkan kanunlara itiraz etmek ve onları onaylamak, devlet reisine aittir.”

 

Lübnan anayasası, madde 65’de şöyle deniyor:

“Devletle ilgili konularda kanun koymak, millet meclisinde çıkan kanunlara itiraz etmek ve onları onaylamak devlet reisine aittir.”

Zikrettiğimiz bu kanunlar, sadece birer örnektir. Arap devletlerinin hepsi istisnasız bu yolda yürümektedir.

Bu kanunlardan apaçık görülüyor ki, İslam’a nispet edilen devletlerin anayasasındaki kanunları koyan sadece Allah (c.c) değildir. Onların anayasalarındaki teşri sahibi, kanun koyma yetkisine sahip olan hakim (kral, emir, cumhurbaşkanı) ve parlementodur.

İmam Şankıtiy şöyle dedi:

“Allah (c.c), hüküm verme ve hüküm koyma hakkının kime ait olduğunu, bu zatın sıfatlarının neler olduğunu bir çok ayette bildirmiştir. Her akıl sahibinin Allah (c.c)’ın bildirdiği, hüküm koyucuda bulunması gereken sıfatları düşünmesi lazımdır.

Beşeri kanunları koyanların sıfatı, Kur’an’da zikredilen teşri koyanda bulunması gereken sıfatlara uyuyor mu acaba? Eğer Kur’an’daki sıfatlar onların sıfatlarına uyuyorsa, o zaman  onların kanunlarına tabi olunsun!

Fakat bu teşri koyucuların sıfatları Kur’an’da bildirilen teşri koyucunun sıfatına asla ve hiçbir zaman uyma-maktadır, uymayacaktır. Üstelik onların sıfatları, ya Kur'an’da zikredilen teşri koyucunun sıfatına nazaran çok alçak ve çok düşükse... İşte o zaman, kendisinin teşri koymada hakkı bulunduğunu iddia eden o sahtekar teşri koyuculara hadleri bildirilsin! Onlar asla rablik makamına yükseltilmesin! İbadette, hükmünde ve mülkünde ortak koşulmasından Allah (c.c)’ı tenzih ediyoruz.

İşte! Allah (c.c)’ın Kur’an’da bildirdiği, teşri ve hüküm koyucunun sıfatlarına dair ayetlerden bazı örnekler:

“Üzerinde ihtilaf ettiğiniz şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte benim Rabbim bu! O’na güvenip, dayandım. O’na döneceğim. Göklerin ve yerin hiç yoktan var edicisi, kendi cinsinizden size eşler, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Sizi bu şekilde çoğaltmaktadır. O'nun benzeri, hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur, dilediğine rızkını yayar ve daraltır, herşeyi hakkıyla bilendir.” (Şura: 10-12)

Bu fecere, küfür içerikli şeytani kanunları koyanlardan acaba hangileri, “bütün işler kendisine dönen” olarak vasıflandırılabilir? Hangileri “ona tevekkül edilir” sıfatına sahiptir? Hangileri “gökleri ve yeri örneksiz ya-ratan”, “insanları çiftler halinde yaratan”, “hayvanları çiftler halinde yaratan” sıfatını alabilir? Hangileri “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur, O işitendir, görendir” sıfatına sahiptir? Hangilerinde “göklerin ve yerin anahtarları” vardır? Hangileri “dilediğine rızık yayma ve daraltma” gücüne sahiptir? Hangileri “herşeyi hakkıyla bilendir” sıfatı ile sıfatlandırılabilir?

Ey müslümanlar! Kanun koyucu olanın, helal ve haramlar belirleyici kimsenin sıfatlarını çok iyi bilmeniz ve anlamanız gerekir. Hiçbir zaman ve asla alçak, cahil, kafir bir kişiden kanun kabul etmeyin! Böylelerine kesinlikle kanun koyma hakkı vermeyin!” (Edvaul Beyan, Şura Suresinin Tefsiri)

İmam Şankıtiy:

“Allah’la beraber başka bir ilaha ibadet etme! Zira O’ndan başka ilah yoktur. O’ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur. Yine O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas: 88) ayetinin tefsirinde şöyle dedi:

“Allah (c.c) dışında kanun koyan, kafir ve facir kimselerden hangisi, “tek olan Allah (c.c)” olarak vasfedilebilir? Hangisi “onun dışında herşey helak olacak” sıfatına sahiptir? Hangisi “bütün kullar ona dönecektir” sıfatına haizdir? Allah (c.c), sıfatlarının halkın en alçağına verilmesinden münezzeh ve yücedir.

Kanun koyma hakkının sadece Allah (c.c)’ın hakkı olduğunu gösteren ayetlerden birisi de şudur:

“Bu, dünyada iken yalnız Allah’a dua edildiği zaman inkar etmeniz, O’na ortak koşulduğunda da bunu tasdik etmeniz dolayısıyladır. Artık hüküm, O yüce ve büyük olan Allah’a aittir.”(Mü’min: 12)            

Allah (c.c) dışında kanun koyan, kafir ve facir kimselerden hangisi, en yüce semavi kitapta Allah (c.c)’ın “aliy’ul kadir” (yüce ve herşeye kadir) sıfatıyla vasfedildiği gibi vasfedilebilir? Ey Rabbimiz! Sana layık olmayan, senin yüceliğine layık olmayan her türlü noksan sıfattan seni tenzih ederiz!

Teşrinin yalnızca Allah (c.c)’ın hakkı olduğuna delalet eden bir diğer ayet de şudur:

“O, kendisinden başka ibadete layık ilah bulunmayan Allah’tır. Dünyada ve ahirette hamd, O’na mahsustur. Hüküm O’nundur, yine O’na döndürüleceksiniz. (Ey Muhammed) De ki: “Allah, kıyamet gününe kadar geceyi üzerinizde devamlı kılsa, Allahtan başka hangi ilah size bir ışık getirir, haydi söyleyin, hiç işitmiyor musunuz?” Ve (yine) de ki: “Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü üzerinizde devamlı kılsa, Allah’tan başka hangi ilah size bir gece getirir de o gecede dinlenirsiniz, haydi söyleyin, hiç görmüyor musunuz?” O, geceyi ve gündüzü, içinde dinlenmeniz ve lütfundan rızık aramanız için size kendi rahmetinden yaratmıştır, belki böylece şükredersiniz.“ (Kasas: 70-73)

Allah (c.c) dışında kanun koyanların hangisi, “dünyada ve ahirette hamd onundur” sıfatıyla vasfedilebilir? Hangisi “büyük kudret ve azametini ve halkına verdiği nimetini açıklamak için gündüzü, geceye, geceyi gündüze çeviren” sıfatına haizdir?

Göklerin ve yerin yatacısı olan yüce Allah (c.c)’ı hükmünde, ibadetinde, mülkünde şeriki olmasından tenzih ederim.” (Edvau’l Beyan Tefsiri)

Eğer kral, cumhurbaşkanı, başbakan ve onunla beraber millet meclisi... İşte onlar zikrettiğimiz sıfatlardan herhangi birisiyle vasıflanmayı hak ediyorlarsa ki, hiçbir zaman bunu hakedemezler, o zaman kanun koyma hakkına sahip olurlar ve: “Ben sizin yüce rabbinizim” diyebilirler. Aksi halde, kanun koyma hakkı iddiasında bulunmasınlar ve bu hakkı, zikrettiğimiz bütün sıfatlara sahip olan Allah (c.c)’a bıraksınlar! Allah (c.c), onların yapmış oldukları şirkten münezzeh ve yücedir.

Oysa, Rasullah (s.a.s) bile mutlak kanun koyma hakkına sahip değildi. O ancak, vahiy ile kanun koyardı. Hatta vahiy olmaksızın, kanun koymaktan derece olarak daha düşük olan, çarşıda bir malın fiyatını bile belirleme hakkı yoktu.

Enes (r.a)’ten, şöyle dediği rivayet edilmiştir

“Rasulullah (s.a.s) zamanında malların fiyatı yükselmişti. Bunun üzerine sahabeler Rasulullah’a gelerek:

“Ey Allah (c.c)’ın rasulü! Malların fiyatı yükseldi. Bizim için fiyatları tayin et!” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Fiyatları sınırlandırabilecek olan ancak Allah’tır. Rızkı o çoğaltır, o azaltır. Ben; hiç kimseye kan ve malda zulmetmemiş olduğum ve hiç kimsenin de benden birşey taleb etmediği bir halde Allah’a kavuşmayı dilerim.” (Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace ve başkaları sahih senedle)

İşte bu hadis gösteriyor ki, Allah (c.c)’ın izni olmaksınız, pek önemi olmayan çarşıda bir malın fiyatını sınırlandırma konusunda bile Rasulullah (s.a.s)’ın hüküm verme hakkı yoktur. Şimdi, önce Rasululah (s.a.s)’ın bu konuda Allah (c.c)’tan nasıl korktuğunu düşün! Sonra da onun ayakkabası kadar bile değeri olmayan insanlara, kanun koyma hakkını verenlerin durumuna bir bak! Onlar, sadece pazardaki malların fiyatını sınırlandırma hakkına sahip olduklarını iddia etmekle kalmamış, aynı zamanda koydukları fiyatlara muhalefet edenlere ceza uygulamışlardır. Bununla da yetinmeyip, daha önce açıkladığımız gibi, kanun koyma konusunda Allah (c.c)’tan başka kendilerine de yetki vermişlerdir. Yazıklar olsun onlara! Yok olsun onlar!

Allah (c.c) kanun koyma hakkının yalnız kendisine ait olduğunu, bu konuda hiçbir ortak kabul etmediğini, bu konuda ortaklık iddia edenlerin batıl olduklarını, bu yaptıklarının kötü ve şirk olduğunu, cezasının cehennem olduğunu kesin bir şekilde bildirmişken ister arap olsun ister olmasın, İslam devleti olduklarını iddia eden devletlerin yesağı, kanun koyma yetkisini kullara vererek: “Kral, cumhurbaşkanı veya başbakan, millet meclisiyle beraber kanun koyma hakkına sahiptir” demektedir.

Ne olursa olsun, kim olursa olsun, hüküm verme (kanun koyma) konusunda hiç kimsenin Allah (c.c)’a ortak olma hakkı yoktur. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hükmünde hiçbir şeyi ortak kabul etmez.” (Kehf: 26)

Yine ne olursa olsun kim olursa olsun, Allah (c.c)’ın kanununa karşı hiç kimsenin herhangi bir itiraz hakkı yoktur. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Allah hükmeder, O’nun hükmünü iptal edecek hiçbir kimse yoktur.” (Ra’d: 41)

Aynı şekilde, Allah (c.c)’ın hükmüne boyun eğme konusunda hiç kimsenin seçim hakkı yoktur. Her bir fert kaza, kader ve yaratılma konusunda nasıl muhayyer olmayıp isteyerek veya istemeyerek Allah (c.c)’ın emrine boyun eğiyorsa, aynı şekilde kanun koyma konusunda da muhayyer olmayıp Allah (c.c)’ın kanunlarına boyun eğmek zorundadır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçme hakları yoktur. Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir.” (Kasas: 68)

Mümin ve müslüman olduğunu iddia eden bir kişi nasıl Allah (c.c)’ın kaderine ister istemez boyun eğiyorsa, Allah (c.c)’ın şeriat ve hükümlerine de tam olarak, şeksiz şüphesiz bir şekilde boyun eğmesi gerekir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Şüphesizki yaratma da emir de O’nun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir.” (A’raf: 54)

“Allah ve rasulü bir konuda hüküm verdiğinde inanmış erkek ve kadınların artık işlerinde başka yolu seçme hakları yoktur. Her kim Allah’a ve rasulüne başkaldırırsa apaçık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzab:  36)

Mü’min olmak ve cenneti kazanmak isteyen kimselerin durumu işte budur! Fakat müslüman ve mü’min olmak istemeyen, cenneti bırakıp cehenneme gitmek isteyen kimseler böyle değildir. Onlar muhayyerdir.

Böyle kimseler bütün dünya işlerinde Allah (c.c)’ın şeriatine boyun eğmedikleri, kalpleri ve uzuvlarıyla bu şeriate tam teslim olmadıkları, Allah (c.c)’ın şeriati dışındaki her türlü şeriati ve onlara boyun eğenleri reddedip tekfir etmedikleri müddetçe sakın kendilerini müslüman görmesinler. Bu sadece şeytanın aldatıp kandırması ve boş umutlarla oyalamasından başka bir şey değildir. Böylelerine şöyle diyoruz:

“Allah (c.c)’tan başka ibadet ettiklerinize ve sizlere yazıklar olsun! Artık akletmez misiniz?”

Kim Allah (c.c) dışında kanun koyanlara rıza gösterir, koydukları kanunları kabul eder, onları tekfir etmez, onlardan beri olmaz, yine bu kanunlara tabi olanlardan da beri olup onları tekfir etmezse, kanun koyma hakkını kendinde gören bu kişileri Allah (c.c)’la beraber bir rab edinmiş ve onlara kölelik yapmış olur. Böylece bu kanun koyucular da onun ilahı ve putu olmuş olur.

Bil ki “şirk”; Allah (c.c)’a ibadet etmeyi reddetmek değil, Allah (c.c)’a ibadet etmekle birlikte başka ilahlara da ibadet etmektir. Herkes nefsi için bir yol çizsin! Hekes için iki yol vardır: Ya mü’min ve muvahhidlerin yolu ya da facir ve kafirlerin yolu... Ya Allah (c.c)’ın vahyettiği halis dini ya da beşerin uydurduğu asrımızın yesağı anayasa (demokrasi vs.) dini...

“Dinde zorlama yoktur. Hak ile batıl ayrılmıştır. Tağutu inkar edip Allah’a iman eden kimse kopmak bilmeyen sapasağlam kulpa tutunmuştur.” (Bakara: 256)

Başa Dön   Devam