Üçüncüsü: Beşeri Anayasanın Saygı Duyduğu Din İslam Dini Değil Demokrasi (1) Dinidir:

 

Beşer anayasasındaki din, Allah (c.c)’ın dini değil demokrasi dinidir. Demokraside ise hüküm verme yetkisi Allah (c.c)’a değil halka aittir. Oysa Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Bir şeyde ihtilaf ettiğinizde hüküm verecek olan Allah’tır.” (Şura: 10)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, rasule ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin! Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, (onun hükmünü) Allah’a ve rasulüne arzedin!” n (Nisa: 59)

“Hüküm vermek Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur! Fakat insanların çoğu bilmez.” (Yusuf: 40)

Bu ayetlere rağmen asrımızın yesağı (beşeri anayasa) ve onun kulları şöyle diyorlar: “Hüküm halka aittir. Halk kanunların temel kaynağıdır. Yani; halk bir meselede ne derse o geçerlidir ve uygulamaya konulur. Halk bir meseleye haram derse o mesele haram olur veya bir meseleye helal derse o helal olur.

Beşerin kokuşmuş anayasasının kanunları işte böyledir. Beşer anayasasının dini; Rasulullah (s.a.s)’ın, bütün insanların tabi olması için getirdiği ve ondan başkası kabul edilmeyecek olan İslam dini değil, demokrasidir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Kim İslam’dan başka bir din kabul ederse o, ondan kabul edilmeyecektir ve o ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran: 85)

Beşer anayasasının dini, demokrasi dinidir. Bu dinde, insanların çoğunluğunun heva ve hevesine göre hüküm verilir. Oysa bütün kainatın ve insanın Rabbi olan Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

“Ne kadar istersen iste, insanların çoğu iman etmezler.” (Yusuf: 103)

“Fakat insanların çoğu bilmiyor.” (Casiye: 26)

“Fakat insanların çoğu şükretmiyor.” (Mümin: 61)

“Fakat insanların çoğu iman etmiyor.” (Mümin: 59)

“Buna rağmen insanların çoğu nankörlükten vazgeçmedi." (Furkan: 50)

“Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” (Yusuf: 106)

“Onların çoğu haktan hoşnut değildir.”(Müminun: 70)

“Oysa onların çoğu akletmezler.” (Ankebut: 63)

“Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Zira onlar, zandan başka bir şeye uymuyorlar ve dolayısıyla sadece saçmalıyorlar.” (En’am: 116)

Allah (c.c)’ın insanların çoğu hakkındaki hükmü işte bu ayetlerde açıktır. Çünkü O, gerçek hüküm sahibi ve insanların yaratıcısıdır. Bu sebeble kullarının durumlarını çok iyi bilmektedir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Yaratan, yarattığını bilmez mi? O, Latif’tir, Habir’dir.” (Mülk: 14)

Allah (c.c) nebisine, katından indirdiği hükümlerle insanlar arasında hükmetmesini emretmiş ve onu insanların heva, heves ve görüşlerine tabi olmaktan sakındırarak şöyle buyurmuştur:

“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet! Onların hevalarına uyma! Allah’ın sana indirdiği şeylerden bazılarında seni fitneye düşürmelerinden sakın!” (Maide: 49)

Allah (c.c)’ın bu ayetindeki “bazılarında” lafzına dikkat et! Allah (c.c) bazı şeylerde bile kafirlerin hevalarına uymaktan rasulünü sakındırıyor. Fakat beşer anayasası; “hüküm halka aittir, halk kanunların temel kaynağıdır” diyor. Bundan daha çirkin ve daha alçak bir durum var mıdır? Allah (c.c)’a ve O’nun şeriatine karşı çıkmaktan daha aşırı bir sapıklık var mıdır? Allah (c.c)’ın dinine ve şeriatine bundan daha büyük bir saldırı olabilir mi?

“Size ve Allah’tan başka taptıklarınıza yazıklar olsun! Artık akletmez misiniz?” (Enbiya: 67)

 

   Dördüncüsü: İslam’ın Koruduğu Hayat İçin Gerekli Olan Değerleri Asrımızın Yesağı Korumayıp Yok Etmiştir:

 

Allah (c.c), rahmeti gereği bizlere, insanlar için zararlı olabilecek her şeyi ortadan kaldıran ve insanların maslahatına olan şeyleri koruma altına alan bir şeriat (kanun) indirmiştir. İşte bu, İslam şeriati (kanunları) dir.

İslam alimleri, İslam şeriatinin koruma altına aldığı, hayat için gerekli değerlerin sayısını altı olarak belirlemişlerdir. Bu altı değer korunmadan insan hayatının düzenli bir şekilde devam etmesi mümkün değildir, hayatın düzeni bozulur, fesat çoğalır, böylece düzensizlik ve bozgunculuk hakim olur.

İslam’ın koruma altına aldığı değerler sırasıyla şöyledir: Din, Can, Akıl, Irz (namus), Mal, Neseb (soy).

Bunları öğrendikten sonra asrımızın yesağı olan zamanımızdaki beşer kanunlarının, hayat için gerekli olan bu değerleri gece gündüz yok etmeye ve bozmaya çalışan kanunlar olduğunu da bil! Fakat ben yine de beşer anayasasının kokuşmuş bazı kanunlarından örnekler vererek bu konudaki hakkı sana açık ve net bir şekilde ortaya koyacağım. Böylece bu kanunların ne kadar habis, ne kadar alçak ve ne kadar saçma kanunlar olduğunu inşeallah  daha iyigöreceksin.                     

 a - Beşeri Kanunlar (Asrımızın Yesağı) İslam Dinine Değer Vermez. Tevhid Milletiyle Alay Eder. Şirk ve Şirk Ehlini Korur:

Tevhid inancı üzerine bina edilen İslam dini, İslam şeriatinin koruduğu, hayat için gerekli değerlerin ilki ve en önemlisidir. İslam şeriati (kanunları), bu dini korumak ve onu bozan herşeyden uzak tutmak için gelmiştir. Bu sebeple, insanların dinleri konusunda fitneye yani; şirke düşmemeleri için şirk ve şirk çeşitlerinden insanları sakındıran bir çok ayet inmiş ve hadisler rivayet edilmiştir.

İslam’da durum böyle olmasına rağmen acaba beşeri anayasanın, hayat için çok önemli olan tevhide karşı tavrı nasıldır?

Beşeri anayasa (asrımızın yesağı) şöyle demektedir:

“İnanç hürriyeti serbesttir.”

Asrımızın yesağındaki bu kanuna göre; bir müslüman, dilerse dininden irtidat ederek yahudi, hristiyan, putperest, laik veya komunist olabilir. Bu, o kişiye verilmiş şahsi bir hürriyettir ve anayasa (asrımızın yesağı) bu hürriyeti korur.

İnsanların hayatına ve ortama bakarak, beşeri anayasanın bu hürriyeti koruduğunu açıkça görmek mümkündür.

Öyleki her zaman ve her yerde, hüviyetlerinde islam yazılı, kendilerine müslüman ismini vermiş zındıklar görmekteyiz... Bunlar gece ve gündüz İslam şeriatiyle alay etmekte, Allah (c.c)’ın emir ve yasaklarını hafife almakta ve hatta bunların değerini düşürmektedirler. Beşeri kanunlarda (asrımızın yesağında) bunları cezalandıracak bir kanuna rastlamak mümkün müdür acaba? Bunları cezalandıracak bir kanunun olması bir yana beşeri kanunlar böyle zındıkları korumakta, onların hürriyetlerini sağlamakta, onların kanlarını korumakta ve hatta onların kanını helal kılan kimselerin kanlarını helal kılmaktadır. Her fırsatta İslam aleyhine yayınlar yapan dergi, gazete, kitap, televizyon vs.ye izin veren, yaptıkları sebebiyle onları tebrik eden acaba kimdir? Onlar, beşeri kanunları (anayasayı) koyanlar değil midir?

Şu bir gerçektir ki, beşeri kanunları koyanlar, kanunlarında İslam dinine kesinlikle itibar etmezler. Onların kanunları İslam dinini ve tevhid milletini yok eden, irtidat cezasını iptal eden, küfür kapılarını ardına kadar açan kanunlardır. Bu kanunların bütün maddeleri baştan sona kadar gözden geçirilse yine de İslam dininden dönüp irtidat etmenin küfür olduğuna veya İslam dininden dönenlere verilecek çok küçük de olsa bir cezai maddeye rastlamak mümkün değildir. Çünkü beşeri kanunlara göre, İslam’dan dönüp irtidat etmek suç değil, bilakis şahsi bir hürriyettir. Asrımızın yesağının mürtedleri koruyan bu tür kanunlarının yanında, şekilleri ne olursa olsun şirki ve müşriklere dostluğu önerip destekleyen, onların batıl inançlarını muhafaza altına alan, bu batıl inançlarını açıklamalarına, onlara davet etmelerine ve sapık inançları hakkında kitaplar yazıp yaymalarına izin veren kanunları da vardır. Üstelik bu kanunlar sadece hristiyanlık ve yahudilik dinleri için değil bütün dinler için geçerlidir. Dolayısıyla bu beşeri kanunlar, tevhid inancına ters, bu inanca savaş açan bütün kafir, müşrik ve putperestlerin değişik inanç ve fikirlerini, şirk törenlerini, tevhid inancı aleyhine yazılmış kitaplarını korumakta, müslümanlarla müşrik ve putperestleri eşit tutmakta ve irtidat kapısını sonuna kadar açmakta fakat bu kapıyı kapatmaya çalışanları ise cezalandırmaktadır. 

Tevhidin rükunları yıkılarak yerine inşa edilen, şirk ve putperest kanunlarıyla dolu asrımızın yesağı; beşeri anayasayı, kanunlarını, bu kanunları koyan tagutları ve bu kanunları zorlama olmaksızın hayatlarına aktaran kafirleri tekfir eden, onlarla dost olmayı red eden hak tevhide, mümin ve muvahhidlere karşı savaş açmıştır. Zaten bundan başka bir şeyin olması da düşünülemez.

Beşeri kanunları toplumlarına hakim kılan ve onları benimseyenlerin; bu kanunları yok etmeye çalışan, onlara buğzeden, onları destekleyenleri tekfir eden tevhid davetini kabul etmeleri hiç düşünülebilir mi?

Elbette düşünülemez. Çünkü bu kanunlar ancak tek gözlü ve topal bir tevhidi, yani; bu asrımızın yesaklarının batıllığına karşı çıkmayan, onları tekfir etmeyen, onlara itaat edenleri reddetmeyen, onların tağut olduğunu söyleyerek reddedilmeleri gerektiğini söylemeyen bir tevhidi kabul eder ve ondan razı olur. Razı oldukları eksik, tek gözlü ve topal tevhide göre tağut; İblis, cinler, şeytanlar, taşlar ve mezarlıklardan başka bir şey değildir. Tağutların, beşeri kanun koyucularının ve bu beşeri kanunlarla hüküm veren hükümetlerin razı oldukları tevhid, işte budur! Onlar bu şekildeki bir tevhide inananlara karşı gelmez, zarar vermez ve savaş açmazlar. Zaten onların da istediği böyle bir tevhiddir ve böyle yalancı bir tevhidi desteklerler.

b – Asrımızın Yesağı: Cana ve Kana Önem Vermeyen, Cana Karşı Yapılan Suçları Küçümseyen Kanunlardır.

İslam şeriati müslümanın kanını korumuş ve müslümanın kanını mübah kılan şartları Kur’an ve sünnette bildirmiştir. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Müslümanın kanı şu üç şey dışında helal olmaz: Zina yapan (evli kadın ve erkek), cana karşılık can ve İslam cemaatinden ayrılarak irtidat edip dinini terkeden.” (Buhari, Müslim Ve Başkaları)

Bu hadise göre müslümanın kanı ancak şu durumlarda mübah olur:

1 – Evli iken zina yapan erkek ve kadın:

Allah (cc)’ın şeriati zina yapan evli kadın ve erkeğin öldürülmesini emrettiği halde, asrımızın yesağı onları korumakta ve öldürülmemesi gerektiğini söylemektedir. Beşeri kanunlarda zina ve fuhşun nasıl yayıldığını, serbest bırakıldığını ve korunduğunu daha sonra inşeallah anlatacağız.

2 – İslam’dan dönerek mürted olan:

Beşeri kanununlarda irtidat kapısının sonuna kadar açık olduğunu, irtidat eden kişilerin korunduğunu daha önce belirtmiştik. Bu pis ve kokuşmuş kanunlar sebebiyle bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde yaşayan insanlarda gerek la ilahe illallah’ı bozan amel ve sözleri gerçekleştirmek gerek dinin emirleriyle alay etmek şeklinde olsun, irtidat ve İslam dininden dönme olaylarının her çeşidi çoğalmıştır. Bu dinden dönmeler çoğalmasına rağmen beşeri anayasalar ve onların kulları mürtedleri koruyup desteklemektedir. Hatta tam tersine, İslam gereği mürtedlerin kanını mübah kılan kişilerin kanını mübah kılmaktadır.

İslam şeriatine göre sihirbaz da öldürülür. Çünkü o kafirdir. Bu hüküm sünnetle sabittir. Fakat asrımızın yesağının kanunlarına göre sihirbazlık bir ilim ve bir sanat olarak görülmekte, bu işi yapan soytarılar da koruma altına alınıp faaliyetleri desteklenmektedir.

İslam şeriatine göre yeryüzünde bozgunculuk çıkartan ve yol kesen kişi de öldülür. Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Allah’a ve rasulüne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ya öldürülmek ya asılmak ya el ve ayakları çaprazlama kesilmek, ya da bulundukları yerden sürülmektir. Bu ceza, onlar için dünyada iken rezillik ve rüsvaylıktır, ahirette ise onlara son derece büyük bir azab vardır.” (Maide: 33)

Bu ayet Hırabe ayeti olarak isimlendirilir. Asrımızın yesağının kulları, bu ayetin hükmünü sanki bilmemekte ve bu hükmü ancak kendi koltuklarını korumak için kullanmaktadır. Yani bu ayetin hükmünü, kendilerini yok etmeye kalkışanlara karşı kullanırlar. İsterse bu kişiler yeryüzünün en takvalı insanları olsunlar, asrımızın yesağına ve tagutlara karşı çıktıkları için bir anda yeryüzündeki en bozguncu kimseler olarak ilan edilirler.

3 – Nefse karşılık nefis:

Bir müslümanı taammüden (bilerek, kasıtlı olarak) öldüren kimse hakkında Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.” (Bakara: 178)

“Biz, zulmen öldürülen kimsenin velisine bir yetki verdik.” (İsra:33)

Allah (c.c)’ın şeriatine göre; bir müslümanı bilerek öldüren, büluğ çağına gelmiş kimse öldürülür. Hataen bir müslümanı öldüren kimse ise sadece diyet öder. Çünkü İslam şeriatine göre, büluğ çağına gelen bir kimse Rasulullah (s.a.s)’ın şu hadisinde buyurduğu gibi sorumludur.

“Üç kişiden kalem kaldırıldı: Büluğ çağına gelene kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uykuda olandan, iyileşinceye kadar deliden.” (Ahmed, Ebu Davud, Nesei, İbni Mace ve başkaları sahih senedle)

Fakat asrımızın yesağının kanunlarında hüküm değişiktir. Bu kanunlara göre; büluğ çağına gelmiş ve aklı başında olmuş olsa bile 18 yaşını (tamamlamasına bir kaç gün kalsa bile) tamamlamayan bir kişi bilerek bir müslümanı öldürürse, öldürülmez.

İşte asrımızın yesaklarındaki böyle İslam’a muhalif kanunlar hem İslam kanunlarını değersiz kılmakta hem de 18 yaşına gelmemiş fakat büluğa ermiş gençlere insanların kanlarını helal görme, öldürme ve yaralama kapılarını açmaktadır.

Asrımızın yesağının kanunlarına göre hamile bir kadın bilerek öldürme suçunu işler ve şayet canlı çocuk doğurursa öldürülmez.

Fakat İslam şeriatine göre; hamile kadın bilerek bir kişiyi öldürürse, canlı çocuk doğursa bile öldürme cezasından kurtulamaz. Çocuğunu doğurup emzikten kesinceye ve yemek yiyebilecek bir duruma getirinceye kadar beklenir. Çocuk yemek yiyebilecek yaşa geldikten sonra kadın, işlediği öldürme cürümüne karşılık ceza olarak öldürülür. Aynı, evli iken yaptığı zina sonunda hamile kalan “el Gamidiye” hadisinde geçtiği gibi...

Allah (c.c) öldürme suçunu işleyen hamile kadın için ölüm cezası vermiştir. Fakat asrımızın yesağının kanunları ve kulları, bu öldürme cezasını hamile kadın için iptal etmişlerdir. Bu hükmün Allah (c.c)’ın verdiği hükme ne kadar da ters olduğunu bir düşün!

Ayrıca çağdaş yesağın kanunlarında hakimler, idam cezasını müebbet hapse çevirme yetkisine sahiptirler. Onların kanunlarında şöyle geçer:

“Mahkeme, öldürme suçunu işleyen katilin bu suçu işleme sebebine, geçmişine, ahlakına ve yaşına bakarak bunları hükmü hafifletici birer sebeb olarak görüp katilin merhamet edilmeyi hakettiğine kanaat getirirse, idam cezasını müebbet veya 10 seneden az olmamak şartıyla hapis hükmüne çevirebilir.”

Asrımızın yesağının kanunları, öldürme fiilini bilerek işleyen kişiyi idam cezasından kurtarma kolaylığını da gösterir, hatta hakettiği cezalardan tamamen kurtulmasının yollarını açar. Asrımızın yesağının kanunlarında şöyle geçer:

“İşlenen suç sebebiyle suçluya yedi seneden fazla hapis veya ondan daha şiddetli bir ceza uygulanacaksa, bu suç birden fazla kişi tarafından işlenmiş ve bu suçu işlediklerini ispat etmek için delillere ihtiyaç varsa, bu durumda mahkeme, bu suçu işleyen kişilerden bir tanesi hakkında, diğer arkadaşlarını ihbar etmesi ve söz konusu suçu işlediklerine dair kesin deliller getirmesi şartıyla af hükmü verebilir. Böylece bu kişi, suçlu iken şahit konumuna gelir, fakat yemin etmez. İşlenen suç hakkında kesin hüküm verilinceye kadar ya hapiste tutulur veya suç arkadaşlarının yerini gösterdiği, onlar aleyhine delil göstererek şahitlik yaptığından ve hüküm vermesi için mahkemeye iyi niyetle yardım ettiğinden dolayı affedilir ve aleyhine dava açılmaz.”

Bilerek (teammuden) bir kişiyi bir kaç kişiyle öldüren veya idam cezasını hak eden  ya da suçsuz insanları öldürme fiilini işleyen kişiye, suç arkadaşlarını ihbar ederek kurtulma imkanı tanıyan işte bu kanun, suçsuz insanları öldüren katilleri koruyan, suçsuz insanların öldürülmesine yol açan, onların canını hiçe sayan, öldürme cürümünü işlemek için geniş bir kapı açan orman kanunu değil midir?

Yine asrımızın yesağının kanunları krala, cumhurbaşkanına veya başbakana, bilerek bir kimseyi öldüren katili affetme veya cezasını hafifletme yetkisi vermiştir. Çağdaş yesağın kanunlarına göre; ancak devletin başındaki yönetici onaylarsa idam cezası gerçekleşir.

İşte bu kanun, suçsuz insanların ruhunu, canını ve kanlarını bir küçümseme değil midir?

Yesak düzeninin kral, cumhurbaşkanı veya başbakanlarının Rasulullah (s.a.s)’ın çok sevdiği sahabisi Usame b. Zeyd (r.a)’in ayakkabısının bağı kadar değerleri var mıdır acaba?

Aişe (r.a)’den rivayet edilen bir hadiste Rasululllah (s.a.s) Usame (r.a)’ye şöyle buyurmuştur:

“Allah (c.c)’ın hadlerinden bir had konusunda mı şefaatçi oluyorsun? Vallahi Muhammed’in kızı Fatıma bile hırzıslık yapsa onun da elini keserdim.” (Buhari, Müslim)

İslam şeriatinde cezalar had cezası ve kısas cezası olmak üzere iki türlüdür. Haddi gerektiren bir suç eğer sabit olursa, bu haddi ne kral ne cumhurbaşkanı ne başbakan ve ne de bir başkası kaldırabilir. Çünkü bu, Allah (c.c)’ın haklarından bir haktır ve dünyada insanları ıslah etmek, ahirette ise onları temizlemek için Allah (cc)’ın emrettiği bir cezadır.

Kısas cezasında ise durum böyle değildir. Kısası gerektiren bir suç sabit olduğunda, kısası uygulama veya diyet alma ya da affetme yetkisi öldürülenin velisine aittir. Çünkü bu hakkı onlara Allah (c.c) vermiştir. Bu konuda, devlet yöneticisi bile olsa, maktulün velisinden başka hiç kimsenin affetme yetkisi yoktur. İşte bu, Allah’ın şeriatidir!

Fakat asrımızın yesağının kullarının şeriati ve dini böyle değildir. Asrımızın yesağının kanunları, Allah (c.c)’ın öldürmeyi haram kıldığı nefisleri hiçe saymaktadır. Allah’ın ve insanların haklarıyla alakalı böyle konulardaki kanunlar, kanun koyucu tagutların heva ve hevesine göre her an kendi maslahatları doğrultusunda değiştirilebilir. Fakat ülke yöneticilerinin tahtlarını koruyan kanunlar asla ve asla değişmez!

Asrımızın yesağının kanunlarının müslümanların kanını hiçe sayan, hafife alan fakat bunun aksine mücrim, müşrik ve mürtedlerin kanlarını koruyan kanunlar olduğunu işte böylece görmüş oldun!

c) Asrımızın Yesağının Kanunları Akılların Giderilmesini Önemsemez:

Akıl, İslam şeriatinin koruduğu bir değerdir. Ona değer verir ve korur. Allah (c.c)’ın içkiyi haram kılmasının sebebi de akla zarar verdiği içindir.

“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, şeytan işi birer pisliktir. Ondan sakının ki kurtuluşa ereseniz. Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ın zikrinden ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (bunlardan) vazgeçtiniz mi?” (Maide: 90-91)

Allah (c.c), aklı korumak ve ona gelebilecek zararları engellemek için içkiyi yasaklamakla birlikte içenlere had cezasını farz kılmıştır.

İslam’ın hakim olduğu dönemlerde içki içenler, bir daha içki içmesinler diye hurma dallarıyla veya ayakkabılarla dövülürdü.

Fakat asrımızın yesağının kanunlarına göre içki içmek haram değildir. Kimseye zarar vermemek ve umuma açık yerlerde içmemek şartıyla, dileyen kimse istediği zaman istediği yerde içki içebilir. Hatta umuma açık yerlerde içki içse ve binlerce kişi, o kimsenin içki içtiğine şahitlik etse bile o kişiye had cezası tatbik edilmez. Ancak bu kimseyi tekrar bu ameli işletmeye cesaret ettirecek çok basit bir ceza uygulanır.

Sadece bu örnek dahi, yesak (beşer) kanunlarının böyle suçlara teşvik ettiğini, insanların akıllarını hafife aldığını açıkca göstermektedir. Oysa başta da belirttiği-miz gibi, İslam şeriati akıllara değer vermekte ve onu korumak için kanunlar koymaktadır.

Bu beşeri kanunları koyanların sahip olamadıkları İslam ve akıl nimetini bizlere verdiği için Allah (c.c)’a hamd olsun!

d) Asrımızın Yesağı Irzları Oyuncak Haline Getirmiştir:

İslam şeriati ırzı koruma ve muhafaza altına almıştır. Bu sebeble müslümanların ırzına tecavüz eden ve zarar veren herşeyi yasaklamıştır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Kimse kimsenin gıybetini yapmasın! (Hucurat: 12)

“Bir takım işaretlerle kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın!” (Hucurat: 11)

Bunlara benzer ayetler ve Rasulullah (s.a.s)’ın hadisleri çoktur. Allah (c.c), ırzı korumak ve muhafaza etmek için en başta iftirayı haram kılmıştır. Bu sebeble zina iftirasını büyük günahlardan saymış ve yalan yere zina iftirasında bulunanlara 80 sopa had cezası tatbik edilmesini emretmiştir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“İffetli kadınlara zina isnad eden, sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun ve bir daha onların şahidliklerini kabul etmeyin! İşte onlar fasık kimselerdir. Ancak bundan sonra tevbe edenler ve hallerini düzeltenler bunun dışındadır. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Nur: 4-5)

İslam şeriati bu ayete göre; yalan yere zina iftirasında bulunan ve bu iddiasını ispatlayamayanlara şu üç cezayı uygun görmüştür:

1) 80 sopa.

2) Tevbe etmediği müddetçe şahitliğinin asla kabul edilmemesi.

3) Adil sıfatının kaldırılıp fasık sıfatının verilmesi.

Ayetteki “Allah, çok bağışlayıcıdır” lafzından kasıt; “tevbe eden kimseden had cezası kalkar” demek değildir. Çünkü, iftiracının had cezası asla kalkmaz. Bundan kasıt; fasık sıfatı kaldırılır ve şehadeti kabul edilir demektir.

Allah (c.c) iftira atanlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Namuslu, hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara (zina ile) iftira edenler, dünya ve ahirette lanetlenirler. Onlar için büyük bir azab vardır.” (Nur: 23)

İşte, İslam şeriatine göre İftiracıların cezası budur!

Fakat asrımızın yesağının şeriatinde (kanunlarında) ise hüküm başkadır. Çünkü asrımızın yesağının kullarının çıkarmış olduğu medeni kanunlar, İslam şeriatinin Kur’an ve sünnette belirtilmiş olduğu gerek zina iftirası ve gerekse başka konularla ilgili hükümlerine asla önem vermez.

Asrımızın yesağının kanunlarına göre; iffetli ve temiz kadınlara zina iftirası atanlara bir aydan fazla olmayacak şekilde hapis veya çok hafif olacak şekilde gülünç bir para cezası verilir.

Allah (c.c), zina iftirasında bulunanlar için şeriatinde; 80 sopa, bir daha şahitliğini kabul etmeme ve adelet sıfatını kaldırma gibi gerçekten ciddi ve yapılan cürüme denk, adil bir ceza  bildirmesine rağmen asrımızın yesağının kulları bu hükme muhalefet ederek: “Zina iftirasında bulunanlara bu cezaları kesinlikle uygulayamayız. Bu kimselere ancak hapis veya para cezası uygulayabiliriz” diyerek bunu kanunlaştırma cüretinde bulunmuşlardır. İşte onların bu kanunları ancak; alçak, deyyus, çirkef, fahişe ve her türlü maddi manevi hastalık ve pisliğe bulaşmış olanları korumak fakat, doğru, temiz, iffetli, namuslu, saçının bir telinin bile görünmesinden korkan mümin ve müslümanların ırzlarını hiçe saymak, onların ırzlarıyla alay etmek ve onları da hayasızlık, namussuzluk lağımına yuvarlamak için konmuştur.


(1) Demokrasinin bir din olarak vasıflandırılmasına şaşılmasın. Allah (c.c)’ın kitabı, her uygulanan beşere ait anayasayı din olarak vasfetmiştir. Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“İşte biz Yusuf için böyle bir plan hazırladık. (Aksi halde) kralın dinine göre kardeşini alıkoyamazdı.” (Yusuf: 76)

Bu ayette belirtilen kralın dininden kasıt; koymuş olduğu kanunlar ve vermiş olduğu hükümlerdir.

(Taberi, Kurtubi, İbni Kesir ve başka tefsirlerde böyle geçer)

Yahudilik, hristiyanlık, hinduizm, mecusilik nasıl bir dinse, demokrasi, sosyalizm, komünizm, laisizm (laiklik) ve bunlar gibi sistemler de birer dindir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Kim İslam’dan başka bir din kabul ederse o, ondan kabul edilmeyecektir. Ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (Ali İmran: 85)

 

Başa Dön  Devam