GİRİŞ

 

Kendisine şirk koşanı bağışlamayan Allah’a hamd olsun!

Hakkı ortaya koyarak batılı yok eden ve rasulune şu ayeti vahyeden Allah’a hamd olsun!

“Aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeni, onların heva ve heveslerine uymamanı ve Allah’ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından seni saptırmalarından sakınmanı da (sana emrettik). Eğer onlar (senin vereceğin hükümden) yüz çevirirlerse, bilesin ki Allah bir takım günahları sebebiyle onları cezalandırmak istemektedir. Zaten insanların çoğu fasıktır. (Yoksa) onlar cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir kavim için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır?” (Maid: 49-50)

İbrahim (a.s)’in milletine tabi olmayı, rasullerin davetine uymayı, Alemlerin rabbini tevhid etmeyi, şirkten ve müşriklerden uzak durmayı emretmek için gönderilen muvahhidlerin seyyidi Muhammed (a.s)’e salat ve selam olsun!

Şu iyice bilinsin! Kim Allah’a şirk koşarsa, büyük bir iftira atmış olur. Kim Allah’a şirk koşarsa, apaçık bir şekilde sapmış olur.

Bu kitaptaki gerçekleri; avam olsun İslam davetçisi olsun, İslam’ı isteyen herkese bir nasihat olarak sunuyoruz.

Sizlere bu nasihatı, hakkı söylediğini iddia edenlerin hak ile batılın arasını karıştırdığı, Allah; “dinin aslı olan şeyleri açıklayın” diye emrettiği halde ilim sahiblerinin hakkı gizledikleri bir zamanda sunuyoruz ve bu nasihatten dolayı herhangi bir ücret de taleb etmiyoruz. Bu konuda önderlerimiz ve örnek aldıklarımız Allah’ın nebileridir. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi:

(Nuh) onlara şöyle demişti: “Bu işe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” (Şuara: 109)

Gücümüzün yettiği kadar bu nasihat ile sadece ıslah etmek istiyoruz. Allah’ın nebisi Şuayb’in kavmine dediği gibi…

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

(Şuayb onlara) şöyle dedi: “Ey kavmim! Bana söylermisiniz, eğer ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve bana güzel bir rızık da vermiş ise (başka ne yapabilirim)? Ben, size menettiğim şeyleri yaparak size muhalefet etmeyi istemem. Ben, gücümün yettiği kadar sizi ıslah etmekten başka bir arzuya sahip değilim. Benim başarım, ancak Allah’ın yardımıyladır. Ben O’na tevekkül ettim ve O’na yöneldim”  (Hud: 88)

Ey Allah’ın kulu! Bil ki, Allah seni boşu boşuna yaratmadı.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Bizim, sizi boşuna yarattığımızı ve bize geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”  (Mü’minun: 115)

Allah (c.c) seni, insanların çoğunun gafil olduğu çok önemli bir gaye için yarattı.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”  (Zariyat: 56)

Allah (c.c) insanları, sadece Allah (c.c)’a ibadet etsinler diye yarattı. Oysa kafirlerin çoğu Allah (c.c)’a ibadet ettiklerini iddia etmelerine rağmen, O’nunla beraber başka ilahlara da ibadet ederler. T‎‎ıpkı arap müşrikleri gibi… Allah (c.c) insanları, hiçbir şeyi ortak koşmadan sadece kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır.

Zariyat 56 ayetinde geçen: “Ancak bana ibadet etsinler...” sözünü müfessirler; “sadece beni birlesinler” şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu ayetten anlaşılıyor ki; Allah (c.c) bizden, sadece kendisine ibadet etmemizi istmektedir.

Hüküm ve teşriyi içine alan bütün ibadetleri sadece Allah (c.c)’a yapmak ve sadece O’na has kılmak gerekir. Allah (c.c) dışında kendisine ibadet edilenlerin ve teşri koyanların hepsi reddedildiğinde, onlardan uzaklaşıldığında ancak bütün ibadetler sadece Allah (c.c)’a yapılmış olur. İşte bu, dinin aslıdır. Bu, onsuz müslüman olunamayan la ilahe illallah’ın en önemli manasıdır. Bütün rasullerin gönderilme gayesi de sadece budur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Biz her topluluğa, Allah’a ibadet edip tağuttan kaçınmaları için bir rasul gönderdik.” (Nahl: 36)

Aynı zamanda bu, insanların çoğunun bilmediği, gafil olduğu şeydir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hüküm vermek, Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.” (Yusuf: 40)

Yine bil ki; şehadetin ikinci bölümü olan “Muhammedun Rasulullah’ın” en önemli manası; her ihtilafta Rasulullah (s.a.s)’ın  bizzat kendisini, zamanımızda ise Rasulullah (s.a.s)’ın dinini, sünnetini, emir ve yasaklarını hakem tayin etmektir. Çünkü Rasulullah (s.a.s)’ın dini, sünneti, bütün emir ve yasakları Allah (c.c)’tan birer vahiydir. Bütün ihtilaflarda bunlar hakem tayin edilmedikçe, “Muhammedun Rasulullah’a” şehadet yerine getirilmiş olmaz.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde bir sıkıntı duymadan kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.”  (Nisa: 65)

Hayır! Rabbine andolsun ki...”

Allah (c.c) kendi nefsine yemin ediyor. Bu, gerçekten büyük bir yemindir.

“Aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe...”

Bil ki! Bir kimsenin İslam’ının ve imanının sahih olabilmesi için ihtilaf halinde sadece, Allah (c.c)’ın kitabı ve Rasulullah (s.a.s)’ın sünnetini hakem tayin etmiş olması yetmez! Bununla birlikte, Allah (c.c) ve rasulünün hükmüne karşı kalbinde hiç bir sıkıntı duymaması, hareket ve amellerinde buna rıza ve tam bir teslimiyet göstermesi de gerekir.

“Haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde bir sıkıntı duymadan kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.”

Bu ayet gösteriyor ki; müslüman ve mümin olabilmek  için, Allah (c.c) ve rasulünü hüküm verme konusunda hakem tayin ettikten sonra, verilen hükümden dolayı kalpte hiç bir sıkıntı duymamak, harekette ve amelde buna rıza ve tam teslimiyet göstermek gerekir.

Bu ise, Allah (c.c)’ın şeriati dışındaki kanun ve şeriatlerin ve şeriat koyanların hükümlerine razı olmamayı, onlara teslimiyet göstermemeyi, varlıklarından dolayı kalben sıkıntı duymayı, o hükümleri hakir görerek reddetmeyi, onlardan beri olmayı ve bu hükümlere uyanlara rıza gösterenlerden de beri olup onları tekfir etmeyi gerektirir. Aksine, böyle yapmayanlar müşrik olurlar.

Gerçek mü’minin üzerine düşen görev; Allah ve Rasulünün hükmü dışındaki bütün hükümleri alçak görmek, bu hükümlerden ve onlara tabi olanlardan beri olmak ve onları tekfir etmektir. Aynı Rasulullah (s.a.s)’ ın, kavminin putlarına, tağutlarına ve onlara bağlı olanlara yaptığı gibi…

Ebu Malik el Eşcai’den, o da babasından, Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Kim la ilahe ilallah der ve Allah’tan başka ibadet edilenleri reddederse malı ve kanı haram olmuştur. Hesabı ise Allah’a aittir.” (Müslim iman kitabında rivayet etmiştir.)

Bu hadis, la ilahe illallah’ın manasını en güzel ve en açık bir şekilde anlatmaktadır. Rasulullah (s.a.s) bu hadiste, kişinin mal ve kanının korunabilmesi için sadece “la ilahe illallah’ı” telaffuz etmeyi yeterli görmemiştir. Telaffuzla beraber manasını bilmeyi de yeterli görmemiştir. Hatta bu manaları kabul etmeyi de yeterli görmemiştir. Bütün bunlara ek olarak; Allah’tan başka ibadet edilen tüm varlıkları reddetmenin de şart olduğunu bildirmiştir. Bu konuda şüpheye düşen veya tereddüt eden kimsenin malı ve kanı haram olmaz.

İbni Teymiye (r.a) şöyle dedi:

“Bu din, İslam dinidir. Allah (c.c), bundan başka din kabul etmez. İslam dini, sadece Allah (c.c)’a teslimiyet göstermektir. Kim, hem Allah (c.c)’a hem de başkasına boyun eğerse müşrik olur. Kim, Allah (c.c)’a hiç teslimiyet göstermezse, Allah (c.c)’a ibadette kibirlenen olur. Müşrik olsun Allah (c.c)’a ibadette kibirlenen olsun, her ikisi de kafirdir.” (Er-Risaleti’t-tedmuriye s: 52-53 , Fetvalar c: 38 s: 23-24)

Yine bil ki! İbadet, zamanımızdaki insanların çoğunun bilmediği bir çok şeyi kapsar. Allah’a ibadette muvahhid olmak, böylece müslüman ve mü’min olup Allah’ın mağfiretine nail olmak ve cennetine girmeyi hak etmek için bunların hepsini bilmen gerekir.

İbadet, insanların çoğunun zannettiği gibi; sadece namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmekten ibaret değildir. Bunlarla beraber; adak adamak, tavaf yapmak, Allah (c.c) için kurban kesmek, dua etmek, sığınmak, sadece Allah (c.c)’ın yapabildiği konularda yalnız O’ndan yardım istemek, sadece Allah (c.c)’ın elinde olan konularda yalnız O’ndan rızık istemek, sadece Allah (c.c)’ın elinde olan hastalıktan dolayı yalnız O’ndan şifa istemek gibi konular da ibadet kavramının içine girer. Kullardan herhangi bir kimse bu ibadet türlerinden herhangi birisini Allah (c.c)’tan başkasına yapar ve bu hal üzere ölürse o kimse müşrik olarak ölmüştür.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’a şirk koşarsa Allah ona cenneti haram kılar. Varacağı yer ateştir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı da yoktur.” (Maide: 72)

“Muhakkakki Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Nisa: 48, 116)

Yine bil ki, yalnız Allah (c.c)’a yapılması gereken ibadetlerin en önemlilerinden birisi de, helal ve haram konusunda yani teşride sadece Allah (c.c)’a itaat etmektir. Bu ibadet sadece Allah (c.c)’a yapılır. Kim Allah’tan başkasının hükmüne, kanununa itaat edip boyun eğer, ona tabi olup rıza gösterirse, Allah (c.c)’la beraber başka bir rab edinmiş ve müşrik olmuş olur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var?”   (Şura: 21)

“Muhakkakki şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmelerini fısıldarlar. Onlara itaat ettiğiniz takdirde şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz.” (En’am: 121)

Hakim ve başkaları, sahih senedle İbni Abbas (r.a)’ tan şöyle bir rivayet naklettiler:

“Müşriklerden bazıları, hayvan kesme ve ölü etinin haramlılığı konusunda müslümanlarla tartışıyor ve ölmüş hayvanı kastederek şöyle diyorlardı:

“Sizler Allah’ın öldürdüğünü (ölü hayvanı) yemiyorsunuz. Fakat kendi ellerinizle öldürdüğünüzü yiyorsunuz. Bu nasıl oluyor?” Allah (c.c) işte bu konuda:

“Onlara itaat ettiğiniz takdirde şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz...” ayetini indirdi. Allah’ın bu ayette tekid edatı olan “en” lafzını nasıl kullandığına dikkatlice bak!”

İbni Kesir, bu ayetin tefsirinde şöyle dedi:

“Şayet Allah (c.c)’ın verdiği emirden veya şeriatinden vazgeçer, onları tatbik etmez ve başkalarının söylediği söze uyarsanız, o zaman işte o kimselerin sözünü Allah’ın sözünden üstün tutmuş olursunuz. Bu ise şirkin ta kendisidir!”  (İbni Kesir Tefsiri)          

İmam Şankıtiy, bu ayetin tefsirinde şöyle dedi:

“Bu ayet, yaratıcı olan yüce Allah (c.c) tarafından gökten inen bir hükümdür. Bu hüküm şöyledir: “Rahmanın kanunlarına ve şeriatine muhalif şeytanın hükümlerine tabi olan kişi, Allah’a eş koşmuş ve müşrik olmuştur.” (Edvaul Beyan Tefsiri)                         

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“O, hükmünde hiç kimseyi ortak etmez.” (Kehf: 26)

İmam Şankıtiy şöyle dedi:

“Allah’ın dışında şeriat ve hükümler koyan kişilere tabi olanlar,  Allah’a eş koşmuştur.”

Bunu söyledikten sonra, bu sözü ispat eden ayetler zikretmeye başladı ve akabinde şöyle dedi:

İşte zikrettiğimiz bu semavi naslardan açıkça anlaşılıyor ki; şeytanın, dostları vasıtasıyla koydurduğu İslam şeriatine muhalif beşeri kanunlara tabi olanların kafir ve müşrik olduklarında, ancak onlar gibi Allah (c.c)’ın basiretlerini kör ettiği, vahyin nurundan kör olan kafir ve müşrik kimseler şüphe ederler.” (Edvaul Beyan c: 4 s: 73-74)

Şankıtiy, tefsirinin başka bir yerinde şöyle dedi:

“Allah (c.c)’ın hükmünde ortak koşmak, tıpkı ibadette ortak koşmak gibidir. Yedi okuyuştan biri olan İbni Amir okuyuşuna göre bu ayet:

“Hükümde ortak koşma!” şeklinde okunmuştur.”

Şankıtiy, şöyle devam etti:

“Gerek kaderle ve gerekse kainatla ilgili hükümlerde hükmün tamamı Allah’a aittir ve bu, rububiyyetin özelliklerindendir... Bu sebeble kim, Allah (c.c)’tan başkasının teşrisine (kanununa) boyun eğerse, teşride boyun eğdiği kişiyi rab edinmiş ve onu Allah (c.c)’a ortak koşmuş olur.” (Edvaul Beyan Şura suresinin tefsiri)

İmam Şankıtiy:

“Muhakkak ki bu Kur’an, doğru yola iletendir.” (İsra: 9) ayetinin tesfirinde şöyle dedi:    

Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği din ve şeriatten başkasına tabi olan kişi, kendisini İslam milletinden  çıkaran açık bir küfür işlemiştir. İşte bu hüküm,  Kur’an’ın doğ-ru yola ileten hükümlerindendir.” (Edvaul Beyan c: 3 s: 439)

İmam Şankıtiy, tefsirinin başka bir yerinde şöyle dedi:

“Kafirler Rasulullah (s.a.s)’a gelerek ona:

“Koyun kendiliğinden ölse onu kim öldürmüş olur?” diye sordular. Rasulullah  (s.a.s) onlara:

“Allah öldürmüştür” diye cevab verdi. Bunun üzerine müşrikler:

“Sizler, kendi elinizle kestiğinize helal diyorsunuz da Allah (c.c)’ın kerim eliyle kestiği hakkında niye haram diyorsunuz? Siz Allah’tan daha mı iyisiniz?” diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Allah (c.c):

“Muhakkakki şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmelerini fısıldarlar. Onlara itaat ettiğiniz takdirde şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz.” (En’am: 121) ayetini indirdi.

Allah (c.c) bu ayette; ölü etinin helalliği konusunda şeytana tabi olanların müşrik olduğunu bildirmiştir. Bu şirk, bütün İslam ümmetinin icmasıyla İslam milletinden çıkartan bir şirktir ve Allah (c.c) bu çeşit şirk işleyeni kıyamet gününde şöyle azarlayacaktır:

 “Ey Adem oğlu! Ben size, apaçık düşmanınız olan şeytana ibadet etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır diye bildirmedim mi?” (Yasin: 60)

Şeytanın vahye muhalif olarak koyduğu teşride ona itaat etmek, ona ibadet etmek demektir.”  

İmam Şankıtiy, bir başka yerde şöyle dedi:

“Allah (c.c)’ın:

“Sana ve senden öncekilere indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”   (Nisa: 60) ayetinde buyurduğu gibi, Allah’ın şeriatini tatbik etmediği halde müslüman olduğunu iddia edenlerin durumu ne kadar da hayret vericidir!  

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide: 44)

Allah (c.c) bir başka ayette şöyle buyuruyor:

 (Ey Muhammed! De ki) Kitabı size açıklamış olarak Allah indirmiş olduğu halde, (aramızda) Allah’tan başka hakem mi arayacağım?” Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler de bilirler ki o kitap, Rabbin tarafından hak ile indirilmiştir. Bu sebeple, sakın şüphecilerden olma!”  (En’am: 114) 

İmam Şankıtiy, başka bir yerde şöyle dedi:

“Kim, Allah’ın hükümlerine muhalif hüküm koyan kişilere itaat ederse, şüphesiz itaat ettiği kişiyi Allah’a eş koşmuş olur. Allah (c.c)’ın şu sözünde belirttiği gibi:

“Böylece ortakları, müşriklerden çoğuna, hem onları mahvetmek hem de dinlerini karıştırıp bozmak için çocuklarını ödürmeyi caiz göstermiştir.” (En’am: 137)

Allah (c.c) bu ayette; çocukları öldürme konusunda müşriklerin itaat ettiği kimseleri “ortaklar” olarak isimlendirmiştir. Buna benzer olarak Allah (c.c) bir başka ayette şöyle buyuruyor:

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var?” (Şura: 21)

Allah (c.c) bu ayette, dinde Allah (c.c)’ın izin vermediği konularda hüküm verenleri ortaklar olarak isimlendirmiştir. Dünyada şeytana ibadet ederek Allah’a eş koşanlara, şeytanın ahiret gününde söylediği söz bu duruma daha da açıklık getirmektedir. O gün şeytan şöyle diyecek:

“Daha önce (dünyada iken) sizin beni (Allah’a) ortak koşmanızı (bugün) inkar ettim.” (İbrahim: 22)

Şeytan sadece, Allah (c.c)’a ortak koşmaları için onları kendisine itaate çağırdı. Onlar da çağrısına uyarak ona itaat ettiler. İşte onların Allah (c.c)’a ortak koşmaları böyle olmuştu. Allah (c.c) şeytanın diliyle şöyle buyuruyor:

“Benim, sizin üzerinizde herhangi bir kuvvetim yoktu. Ancak ben sizi, (bana itaate) davet ettim. Siz de bana icabet ettiniz.”  (İbrahim: 22)

İşte bu ayette apaçık görülüyor ki, şeytanı Allah’a eş koşmak, şeytanın teşri konusundaki emrine itaat etmekle olmuştur.” 

İmam Şankıtiy, Allah (c.c)’ın:

“Onlar hahamlarını, papazlarını, Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka rabler edindiler. Oysa tek olan ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı...”  (Tevbe: 31) ayetinin tefsirinde şöyle dedi:

“Rasulullah (s.a.s) bu ayetle ilgili olarak yaptığı açıklamasında bizlere şunu öğretmiştir:

“Allah (c.c)’ın şeriatine muhalif olarak helali haram yapan kişiye tabi olan, tabi olduğu bu kişiye ibadet etmiş, onu rab edinmiş, onu Allah (c.c)’a eş koşmuş ve Allah (c.c)’ı inkar etmiştir.” Bu şüphesiz doğru olan bir açıklamadır. Kur’an’ı Kerim’de bunun doğru olduğuna delalet eden, burada sayamayacağımız kadar çok ayet bulunmaktadır. Allah (c.c)’ın izniyle bu ayetlerden bazılarını açıklayacağız.”

 Sonra İmam Şankıtiy şöyle dedi:

“Ey kardeşler! Biliniz ki; Allah (c.c)’a hükmünde ortak koşmak, Allah (c.c)’a ibadette ortak koşmak gibidir. Bunların ikisi aynıdır. Aralarında hiçbir fark yoktur. Kim Allah (c.c)’ın kanunundan yüz çevirerek Allah (c.c)’ın nizamından başka bir nizama, Allah (c.c)’ın şeriatinden başka bir şeriate uyarsa, Allah (c.c)’ın Rasulullah’a inen nurundan vazgeçmiş demektir. Böyle yapan kişi, tıpkı puta tapan gibidir. Aralarında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de Allah (c.c)’a ortak koşan kimsedir. Birisi ibadetlerinde Allah (c.c)’a şirk koşmuş, diğeri ise hükmünde Allah (c.c)’a şirk koşmuştur. İbadette Allah (c.c)’a eş koşmak, hükmünde eş koşmak gibidir...”

İmam Şankıtiy, başka bir yerde şöyle dedi:

“Sonuç olarak; teşri hakkı sadece, kendisinden daha yücesi olmayan, kendisinden daha üstün emir ve yasaklar koyabilen bulunmayan, en yüce sulta sahibi Allah’a aittir. Cahil, kafir ve zavallı yaratılmışa gelince... İşte bu yaratılmışın, haram ve helal koyma yetkisi yoktur. Onların elinde Allah (c.c)’ın kitabı bulunduğu, İslam’ı babalarından miras aldıkları, ellerinde bu büyük Kur’an ile birlikte apaçık nur olan, halkın en hayırlısının sünneti olduğu ve bu iki kaynakta Allah (c.c) ve Rasulü her şeyin hükmünü bir kapalılık bırakmaksızın açıkladığı halde, Allah (c.c)’ın kitabı ve rasulünün sünnetinin artık gelişmiş toplumlara hükmetme konusunda yeterli olmadığını ileri sürerek Allah’ın kitabından ve rasulünün sünnetinden yüzçevirenlere ne kadar çok hayret ediyorum!

Ne yazık ki bu kimseler, doğruyu kafir ve domuz kimselerin çöp olan fikirlerinde arıyorlar. Bunlar gerçekleri hiç bilmiyorlar. Böyle yapanların basiretleri körelmiştir. Bu gibilerden olmaktan Allah (c.c)’a sığınırız!

Durumun böyle olduğuna, ancak gören kimse inanır. Fakat, yarasalar, Kur’an’dan yüz çevirir. Kur’an büyük bir nurdur ve yarasalar bu nuru görememektedirler. Çünkü Kur’an’ın nuru, ışığıyla o yarasaları kör etmiştir. İşte bu yarasalar, ancak gece karanlığında görebilirler.”   (Edvaul Beyan Tefsiri)   

Sözün özeti şudur: Her zaman ve her mekanda müslüman, muvahhid olabilmek için her bir kuldan istenen; insanların çoğunun gafil olduğu “la ilahe illallah’ın manasını pratik hayatta yaşamaktır.” Bu olmaksızın hiçbir kul müslüman ve muvahhid olamaz.

Daha açıkcası; tağutun her çeşidini reddetmek ve sadece Allah (c.c)’a iman edip O’na boyun eğmek manasına gelen “la ilahe illallah’ın bu manası pratikte tam olarak gerçekleşmedikçe müslüman ve muvahhid olmak söz konusu olamaz. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam kulpa tutunmuştur.” (Bakara: 256)

Allah (c.c)’ın bu ayette; tağutu inkar etmeyi Allah’a imandan önce nasıl zikrettiğini dikkatli düşün! Bu; Allah (c.c)’ın, şehadet kelimesindeki red (olumsuzluk) bildiren “la” harfini, Allah (c.c)’a imandan önce zikretmesi gibidir.

Bunun sebebi, tağutu red yani; Allah (c.c)’tan başka ibadet edilenleri reddetme meselesinin çok önemli ve çok tehlikeli mesele olduğunu vurgulamaktır.  

İmam Şankıtiy şöyle dedi:

“Bu ayetten anlaşılıyor ki, kim tağutu reddetmezse sapa sağlam kulpa tutunmamış olur. Sapa sağlam kulpa tutunmayan ise cehennemi hakeder ve helak olan kimselerle beraber olur.” (Edvau’l Beyan Eş Şura Suresinin tefsirinde)

Bunları öğrendikten sonra, sakın tağutun sadece bir taştan ibaret olduğunu zannetme! Tağut; mana olarak tapınılan taşları ve putları ihtiva ettiği gibi bundan başka çeşitleri de vardır.

Tağut; “taga” yani; haddini aştı, kelimesinden türemiştir. Allah ( c.c) şöyle buyuruyor:

“Su, haddini aştığında (taga’l mau) sizi gemide biz taşıdık.”  (Hakka: 11)

İbadet çeşitlerinden herhangi birisi, Allah (c.c)’la beraber, kendisine de yapılarak ibadet edilen her varlık haddini aşmış gerçek bir tağuttur.

Bil ki! Her zamanın ve her mekanın tağutları değişiktir. Kul, bu tağutların hepsini reddetmeden muvahhid ve müslüman olamaz. Özellikle zamanındaki ve mekanındaki tağutları reddetmesi ve onlara ibadetten kaçınması gerekir.

Ateşe tapan mecusilerin tağutu ateşti. Onlar bu tağutu reddetmedikçe yani; ateşe tapmayı terketmedikçe, Allah (c.c)’ın varlığına iman etseler bile müslüman olamazlar. Aynı şekilde güneşe, aya, yıldızlara, gezegenlere tapan kişilerin bu taptıkları da onların birer tağutudur. Onlardan ve onlara tapanlardan beri olmadıkça, Allah (c.c)’ın varlığına iman etseler bile müslüman olamazlar. Kureyş kafirlerinin ve başkalarının taptığı putlar da böyle idi. Onların tağutu da bu taşlardı. Halbuki onlar Allah (c.c)’ın varlığına iman ediyorlardı. Fakat Allah (c.c)’ın rableri, yaratıcıları, rızık vericileri ve sahibleri olduğuna iman etmeleri, tağutları olan putları reddetmedikleri müddetçe müslüman sayılmaları için yeterli olmamıştır.

Allah (c.c) Kureyş müşrikleri hakkında şöyle buyuruyor:

“Onlara kendilerini kimin yarattığını sorarsan şüphesiz, “Allah” derler.”   (Zuhruf: 87)

(Ey Muhammed!) De ki: “Gökten ve yerden sizi rızıklandırıp duran kimdir? Yahut duyma ve görmenize sahip olan kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kimdir? (Bütün) işleri düzenleyen kimdir?” Diyecekler ki: “Allah!” De ki: “O halde sakınmaz mısnız?” (Yunus: 31)

Kureyş müşrikleri, yukarıdaki ayetlerde zikredilenleri ikrar etmelerine rağmen Rasulullah (s.a.s) onlarla çarpıştı. Onların kan ve mallarını haram kılmadı. Onları, putlardan ve putlara tapanlardan uzaklaşmadıkça müslüman kabul etmedi.  

Bunları öğrendikten sonra, İslam şeriatinin müslüman ülkelerde niçin uzun zaman hakim olduğunu da anlarsın! İşte o zamanlar müslümanlar aziz ve kerim idiler. Bu özellikleri sebebiyle Allah (c.c)’ın ve kendilerinin düşmanlarını korkutuyorlardı. Müslümanların bu heybetli durumu, İslam düşmanı ve batının kuyrukları olan şimdiki sefih idareciler gelinceye kadar sürdü. Bu kimseler (Allah onları yok etsin) İslam ümmetinin gafil, çocuklarının ise İslam konusunda cahil oldukları bir zamanda başa geçtiler. Bu sefih idareciler, hayırlı olanı alçak olanla değiştirdiler. Allah (c.c)’ın şeriatini bir kenara atıp yerine adi ve küfür olan beşeri kanunları uygulamaya koydular. Tıpkı, Tatarların müslüman ülkelerine hakim oldukları zaman, kralları Cengiz Han’ın “Yesak’ı”nı uyguladığı gibi...

Makrizi şöyle dedi:

“Cengiz Han, Tatarların kralı Onkhan’ı yendikten sonra Doğu ülkerinde bir devlet kurdu ve bu devlet için kanunlar yaptı. Bu kanunları “Yasa” veya “Yesak” ismini verdiği bir kitabta topladı. Daha sonra bu kanunları çelik levhalara işleterek onları kavminin uyacağı bir şeriat haline getirdi. Kavmi de bu kanunlara uydu. Cengiz Han, hiçbir dine bağlı değildi.” (El Makrizi, El Mevaid vel İ’tibar, El-Hıtat c: 2 s: 120)

El Kal Kaşandi , Alaeddin El Cuveyni’den şöyle nakletti:

“Cengiz Han’ın ve kendisinden sonra çocuklarının bağlandığı din, Cengiz Han’ın koyduğu yesak kanunlarıdır. Yesak ise, Cengiz Han’ın kendi kafasından uydurduğu kanunlardır. Bu yesak içerisine bir takım hükümler ve cezalar koymuştu. Yesak içerisindeki hükümlerin çoğu İslam şeriatine muhalif idi. Ancak çok az bir kısmı Muhammed (s.a.s)’in şeriatine uygundu. Cengiz Han, koymuş olduğu bu kanunları, “Büyük Yasa” olarak isimlendirdi ve bu kanunları yazdırdı. Sonra da bu kanunlar kendisinden sonra gelecek olan nesillere miras olsun ve böylece her bir aile onları gerek kendileri öğrensin ve gerekse çocuklarına öğretsin diye, kendisine ait kasada saklanmasını emretti.”   (Tarih Fatihil Alem Cihank Şay c: 1 s: 62- 63)

İbni Kesir yesak hakkında şöyle dedi:

“Yesak; kalın yazıyla yazılmış ve iki ciltten oluşmuş bir kitaptır. Bu kitaplar develer üzerinde taşınıyordu.” (Elbidaye vennihaye c: 13 s: 118)

Cengiz Han’ın Yesağında geçen kanunlardan bazıları şunlardır:

- İster evli ister bekar olsun, zinakar öldürülür.

- Lutilik (erkeğin erkekle zinası) yapan öldürülür.

- Bilerek yalan söyleyen veya sihir yapan veya birisinin gizli hallerini araştıran veya iki kişi kavga ettiğinde o ikisinden birisine yardım eden öldürülür.

- Suya veya küle bevleden (küçük abdestini yapan) öldürülür.

- Ticaret yapsın diye kendisine mal verilen kimse yaptığı ticarette üç sefer zarar ederse öldürülür.

- İzinsiz esiri yediren veya ona elbise veren öldürülür.

- Müslümanların kestiği gibi hayvan kesimi yapan kimse, kesilerek öldürülür.

- Belli bir millete taassup edilmeksizin bütün milletler yüceltilmelidir.

- Su almak için su kabına el sokulmamalı ve sadece bir kabla su alınmalıdır.

- Elbise, çürüyünceye kadar giyilmeli ve yıkanmamalıdır.

- Bir  şey hakkında necis (pis) denmemelidir.

- Herşey tahirdir (temizdir).

- Bir mezhebe bağlı olmamak gerekir.

Cengiz Han’ın yesağında bunlar ve bunlar gibi şaşırtıcı olan daha bir çok kanunlar vardı.

Tatarların lideri olan Cengiz Han’ın koyduğu yasa işte böyleydi! Cengiz Han öldükten sonra çocukları bu yasaya adeta bir din olarak bağlandılar. Bu konuda onlara hiç bir muhalefet eden olmadı.

Tatarların İslam alemine saldırmalarından sonra onlardan bir çok kişi İslam’a girdi. Bu sırada Tatarların lideri olan Kazan da İslam’a girdiğini ilan etti. Bu kimseler İslam’a bağlandıklarını ilan etmelerine rağmen İslam şeriatini uygulamadılar. Bilakis, Cengiz Han’ın kanunlarını uygulamaya devam ettiler. Hatta içkiyi, zinayı ve bunlar gibi İslam’ın yasakladığı bir çok şeyi serbest bıraktılar. Böylece İslam’ın koruma altına aldığı din, can, akıl, ırz (namus), mal, neseb (soy) gibi değerleri önemsemediler ve korumadılar...

Yahudi ve hristiyanlardan cizye almadılar. Namaz kılıp kılmama konusunda insanları muhayyer bıraktılar. Zekatı tamamiyle terkettiler. Hiç bir sebeb olmaksızın müslümanların kanını helal kıldılar...

Bütün bunları yapmalarına rağmen yine de müslüman olduklarını, şehadeti getirdiklerini söylediler. Hatta onların lideri Kazan, Şam’ı işgal ettiği zaman buna: “Mısır ve Şam yöneticilerinin güya İslam’ı tatbik etmediklerini, dinin doğru yolundan ayrıldıklarını, İslam’ın hükümlerine bağlanmadıklarını” gerekçe gösterdi. Bunu, Sultan Nasır Kalavun’a gönderdiği risalesinde yazmıştır.

Yesak kanunları sadece moğollara uygulanmaktaydı. Moğolların dışındakilere ise İslam şeriati uygulanmaktaydı. İşte bu sebeble müslümanlar bu kanunlardan pek fazla etkilenmediler. Çünkü o zamanki İslam alimleri, bu kanunlar ve bu kanunlara bağlı olanlar hakkındaki İslam’ın hükümlerini açıkça anlatmaktaydılar. Böylece Tatarların yesak kanunları, asrımızın yesağının İslam neslinin çocuklarını etkilediği gibi etkilemedi ve İslam alemi bu beladan çabuk kurtuldu.

İbni Kesir (r.a):

“Cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar?” (Maide: 50) ayetinin tefsirinde şöyle dedi:

“Allah (c.c), her hayrı kapsayıcı ve her şerri yasaklayıcı olan hükümlerinden yüzçevirip bunun yerine cahiliyede olduğu gibi kişilerin görüşlerine, dalalet ve sapıklığı ifade eden değer yargılarına ya da çeşitli dinlerin karışımı ve beşeri görüşlerden meydana gelen Cengiz Han’ın vazettiği Yesak gibi İslam dışı hükümlere yönelenin imanını kabul etmiyor. Yesak; Cengiz Han’ın Kuran, Tevrat, İncil ve kendi görüşlerine dayanarak ortaya koymuş olduğu kanunları ihtiva eden bir kitaptır. Cengiz Han öldükten sonra yerine geçen çocukları (İslam’a girdikleri halde) bu kitabı bir anayasa kitabı olarak görmeğe devam ettiler. Allah (c.c)’ın kitabı ve Rasulullah’ın sünnetini bir kenara atarak bu kitabtaki hükümlerle Tatarlara hükmettiler. İşte böyle davranan kimseler kafirdir. Bunlarla, büyük küçük her meselede yalnız Allah (c.c)’ın hükmüne dönünceye kadar savaşmak farzdır.”  (İbni Kesir Tefsiri c: 2 s: 67)

İbni Kesir (r.a) devamla şöyle dedi:

“Bu yapılanların hepsi, Allah (c.c)’ın nebilerine indirdiği şeriate muhaliftir. Kim nebilerin sonuncusu Muhammed (a.s)’e inen şeriati terkederek daha önceki nebilere inen mensuh olmuş şeriatlere muhakeme olursa, Allah (c.c)’ın bildirdiği gibi kafir olur. Durum böyleyken Yesak’a (Cengiz Han’ın koyduğu kanunlara) muhakeme olup onu Allah (c.c)’ın şeriatinden önde tutan kişinin hükmü nasıl olur acaba? Her kim böyle yaparsa, bütün müslümanların icmasıyla kafirdir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen inanan bir kavim için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”  (Maide: 50)

“Hayır! Rabbine and olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde bir sıkıntı duymadan kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65) (İbni Kesir Tefsiri)

İbni Kesir’in zikrettiği, tatarların yesağına bağlı olan ve ona muhakeme olanların hükmü işte böyledir!

Tatarların yesağı, onları koyanlar ve onlara tapanlarla birlikte tarihin çöplüğüne atılarak artık yok olmuştur. Bu kimselerden söz edildiğinde, en tiksinti verici ve en alçak sıfatlarla söz edilir. Oysa bu yesağa karşı çıkan, onu reddeden, insanları bu yesağı reddetmeye, ondan uzak kalmaya çağıran İbni Teymiye ve onun öğrencileri olan  İbni Kayyım, İbni Kesir, El Berzali, El Mezzi, Ez Zehebi ve başkaları hakkında en güzel sıfatlarla söz edilir.

 Zamanımızda İslam’a nispet edilen devletlerde tatbik edilen beşeri kanunlara bakıldığında, bunların Cengiz Han’ın yesağının bir benzeri olduğu görülür. Hatta bu kanunlar, yesaktan daha alçak ve pistir.

İslam olduğu iddia edilen devletlerde tatbik edilen beşeri kanunlara tapanlar ve onu uygulayanlar; canlar, kanlar, namuslar, mallar ve başka meselelerle ilgili konularda Allah (c.c)’ın şeriatinin hükümlerini (dondurmuşlar) yürürlükten kaldırmış, Allah (c.c)’ın şeriatindeki hadleri iptal etmiş, siyasi, iktisadi, devletler arası ilişkiler ve bunlar gibi daha başka bir çok meselede Allah (c.c)’ın şeriatini tatbik etmemektedirler.

Bütün bu meselelerde tatbik ettikleri kanun ve hükümleri, hristiyan Fransa’nın, tatarların yesağına benzeyen kanunlarından almışlar. Zira, tatarların yesağındaki hükümlerin çoğu da hristiyan kanunlarından alınmıştı.

Zamanımızın yöneticilerinin uyguladığı kanunlar, kanun alimleri diye isimlendirdikleri kişilerin ve başkalarının heva ve heveslerinden kaynaklanan kanunlardır ve tatarların yesağına benzemektedir. Çünkü, tatarların yesağındaki bazı kanunlar, Cengiz Han’ın heva ve hevesine dayanarak ortaya koyduğu görüşlerinden alınmıştır.

Zamanımızda bazı ülkelerdeki yöneticiler, İslam şeriatini tamamen terketmediklerini göstermek için evlenme, boşanma, miras ve bunun gibi bazı meselelerin hükümlerini İslam şeriatinden alarak insanları aldatmaktadırlar. Tatarların yesağı da böyle idi. İbni Kesir ve başkalarının zikrettiği gibi tatarların yesağındaki bazı hükümler İslam’dan alınmıştı. 

Ahmed Şakir, İbni Kesir Tefsirinde şöyle geçtiğini söylemiştir:

“Ey müslümanlar! İslam ülkelerine veya İslam’a nispet edilen ülkelere bakarak düşmanınız olan işgalcilerin ve misyonerlerin size ne yaptığını görün!

Ahlakı ve dinleri yok eden yabancı putperest, size uygulanması için kanunlar koydu. Bu kanunları, Allah’ın hiçbir dinine de dayandırmadı. Bu kanunların temelini ilk atan da yine putperest bir kişi idi. O, kendi zamanında rasul olarak gönderilen İsa (a.s)’ya iman etmemiş, putperest olarak kalmış, fıskı, fücuru ve sorumsuzluğu ile meşhur olmuş, kanunların babası diye anılan Cost Niyan’dır.

Mısırlılardan İslam’a nispet edilen meşhur bir kişi, bu fasık, putperest ve sapık Cost Niyan’ın kanuni kaidelerini tercüme etti. Sonra da utanmadan bu tercümesini, İslam fıkhının Kur’an ve sünnete dayalı en büyük ansiklopedisi olan, Dar’ul Hicre imamı İmam Malik’in Müdevvene’sinin ismine benzeterek ona “Müdevvenat Cost Niyan” ismini verdi. İşte bunu yapan mısırlı ne kadar da sefih, ahlaksız ve arsızdır!

İslam’ın en azılı düşmanının müslümanlara zorunlu kıldığı bu kanunlar, aslında müslümanları başka bir dine sokmak, saf ve yüce İslam dininden uzaklaştırmak için konulmuştur. İşte bu sebeble müslümanlara, bu kanunlara itaati zorunlu kıldılar ve kalplerine onun sevgisini soktular. Öyleki bu kanunlardan söz ederken; “kanunları yüceltmek”, “hükümleri yüceltmek”, “mahkemenin hürmeti” (yüce kanunlar, yüce mahkeme, sayın hakim, kanunlara saygı göstermek) gibi yüceltme sözlerini kullanırlar. Fakat bu yüceltme sözlerini, İslam şeriati ve İslam fakihleri hakkında kullanmaktan çekinirler. Hatta İslam şeriatinin hükümlerini ve müslüman alimlerin görüşleri-ni “gericilik”, “donuk”, “yobazlık”, “çağdışı”, “irtica”, “irticai” ve “orman kanunları” gibi sözlerle vasıflandırırlar. Böyle sözleri, bu putperestlere bağlı kişilerin gazete, dergi, ve sözde modern kitaplarında sıkça görmek mümkündür.

Bu kimseler, İslam şeriatinin yerine koydukları bu uyduruk kanunlara “fıkıh”, “teşri” gibi isimleri, bu kanunları okuyan ve onları öğrenen kimselere “fakih” ismini, bu kanunları çıkaranlara ise “müşerri” (teşri koyucu) ismini verdiler. Bunun gibi daha bir çok meseleyi, İslam şeriatiyle ilgili meselelerle ve alimlere takılan isimlerle isimlendirdiler. Böylece alçak, cüretkar, korkusuz bir şekilde İslam şeriatini bu yeni dinle karıştırdılar.”

Devamında şöyle diyor: “Bu dinin kaideleri İslam diyarının çoğunda hakim oldu. Artık insanlar bu yeni dine muhakeme oluyor. Bil ki bu kanunların hepsi, ister şeriate uygun olsun ister uygun olmasın, batıldır ve bu kanunlara muhakeme olmak, İslam şeriatinden çıkmaktır. Bu kanunların içindeki İslam şeriatine uygun hükümler, İslam kanunlarına tabi olunarak, Allah (c.c) ve rasulünün hükmüne itaat edilerek konulmamış, bilakis tesadüfen İslam şeriatinin hükümlerine uygun düşmüştür. Bu yüzden bu kanunların hepsi, ister İslam şeriatine muhalif olsun ister muhalif olmasın, sapıklıktır. Bu kanunlar, kendisine uyanı cehenneme sevkeder. Hiçbir müslümanın bu kanunlara boyun eğmesi ve onlardan razı olması asla caiz değildir.”  (Umdetu’t Tefsir c: 3 s: 314-315) 

Şeyh Muhammed Hamid el Fıkki, tağutun manasıyla alakalı olarak şöyle demektedir:

“Tağut hakkındaki selefin sözlerinin özeti şudur:

Muhakkakki tağut: Kulları Allah (c.c)’a ibadetten, dinde ihlaslı olmaktan, Allah’a ve Rasulüne itaat etmekten engelleyip alıkoyan her şeydir. Bu, cinlerden şeytanlar olabileceği gibi insanlardan şeytanlar, ağaçlar, taşlar ve bunlar dışında ki her şey de olabilir.

Şüphesiz, İslam’a zıt ve Allah (c.c)’ın şeriatinden alınmayan, kan, ırz ve mallar konusunda hüküm verilmesi için insanlar tarafından konulan ve Allah (c.c)’ın şeriatindeki hadleri uygulamayı iptal eden, faiz, zina, içki ve bunlar dışındaki yasakları helal kılan bütün kanunlar bu kelimenin ihtiva ettiği mananın içine girer.

Yine, Allah’ın Rasulünün getirdiği haktan alıkoyan beşeri mahreçli, akıl ürünü bütün kitaplar da böyledir. Bu kitapları yazan kişi, ister Allah (c.c)’ın Rasulünün getirdiği haktan alıkoymak niyetiyle yazsın ister bu niyetle yazmasın  yine de bu kitap bir tağuttur.” (Feth’ul Mecid  s: 282 / dip not 1Sünneti Muhammediye / Birinci baskı)

Yine Şeyh Muhammed Hamid el Fıkki, “Fethul Mecid” adlı kitabının dip notunda Yesakla ilgili olarak şöyle demiştir:

“Yesak gibi hatta ondan daha şerli olan şey ise; kan, ırz ve mallar hakkında Allah (c.c)’ın Kitabında ve Rasulunün sünnetinde hükümler açıkken, kişinin batılıların kanunlarını bu konularda kendisine kanun edinip, onlara muhakeme olmasıdır. Böyle yapan kimse şüphesiz kafirdir, mürteddir. Bu ameller üzerinde ısrar ettiği ve Allah (c.c)’ın indirdiği hükme dönmediği müddetçe onun müslüman olarak isimlendirilmesi, İslam’dan olduğu açık olan namaz, oruç, hac ve bunlar gibi amelleri yerine getirmesi kendisine hiçbir fayda sağlamaz.” (Fethul Mecid -dip notta) 

İmam ibn Teymiye (r.a), Allah (c.c)’ın:

“Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiğini iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emir olunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak istiyor.”(Nisa: 60) ayetini şöyle açıkladı:                                                                     

“Bu ayetlerde, kitap ve sünnetten başkasına muhakeme olanların dalalet ve nifak üzere olduklarına dair apaçık deliller vardır. Böyle kimseler, şer’i deliller ile bazı tağutlardan, müşriklerden, ehli kitaptan ve bunlar dışında itibar edilen çeşitli kimselerden alınan ve akli deliller olarak isimlendirilen görüşlerin arasını uzlaştırmayı istediklerini iddia etseler bile, yine de dalalet ve nifak üzeredirler.” 

Yine İmam ibn Teymiye (r.a) şöyle demektedir:

“Kitap, sünnet ve ümmetin icmasıyla sabittir ki, iki şehadet kelimesini söylese bile, İslam şeriatinin dışına çıkan kim olursa olsun, onunla savaşılır...

Allah’a ve Rasulune itaat etmeye girmekten kaçınan kuvvet sahibi olan (isyancı)lar Allah’a ve Rasulüne savaş açmışlardır. Yeryüzünde kim Allah’ın Kitabı ve Rasulün sünneti dışındaki şeylerle amel ederse, kesinlikle yeryüzünde fesat çıkaran bir kimsedir....

Her müslümanın bildiği ve bütün alimlerin ittifak ettiği şudur: Kim, islam dininden başka bir dine veya Muhammed (s.a.s)’in şeriatinden başka bir şeriate tabi olmayı caiz görürse, kafir olur. Böyle bir kimsenin küfrü, kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkar edenlerin küfrü gibidir.” 

İbn Kayyım (r.a), Allah (c.c)’ın:

“Ey İman edenler! Seslerinizi nebinin sesinden daha fazla yükseltmeyin! Birbirinize yüksek sesle seslendiğiniz gibi ona da aynı şekilde seslenmeyin! Yoksa farkında olmadan amelleriniz boşa gider.” (Hucurat: 2) ayeti hakkında şöyle demiştir    

“Sahabeler seslerini Rasulullah’ın sesinin üzerine çıkarttıkları zaman onların amelleri boşa gider de, görüşlerini, akıllarını, arzularını, siyasi görüşlerini ve bilgilerini Rasulullah (s.a.s)’in getirdiği şeylerin üzerine çıkaranların amelleri boşa gitmez mi? Bunların durumu şüphesiz, seslerini Rasulullah’ın sesinin üzerine çıkaranlardan daha kötüdür. Muhakkakki böyle yapanların amellerinin boşa gitmesi, daha önceliklidir.” (A’lam’ul Muvakiin   c:1,  s: 51)

Şeyh Muhammed b. İbrahim şöyle dedi:

“İnsan ürünü kanunları, Ruh’ul Emin’in insanları uyarmak için Muhammmed’in kalbine fasih arab dili ile indirdiği Kur’an’ı kerim ile hüküm konusunda aynı seviyeye yükseltmek ve ihtilaf anında Kur’an’ı bırakıp insan ürünü olan kanunlarla hüküm vermek, apaçık büyük küfür olan amellerdendir ve Allah’ın aşağıdaki sözlerine karşı zıt ve inatçı bir tavır takınmak demektir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor :

“Eğer herhangi bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz onu Allah’a ve Rasulune havale edin! Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman etmişseniz... İşte bu daha hayırlı ve sonuç itibarı ile de daha güzeldir.” (Nisa: 59)

Allah (c.c), herhangi bir konuda aralarında ihtilaf eden kimselerin imanlarını, Nebi (s.a.s)’i hakem tayin etmedikleri müddetçe geçersiz saymaktadır. Hem de bu imanın geçersizliğini, nefiy (olumsuzluk) ve kasem (yemin) edatlarıyla te’kit ederek bildirmiştir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, sonra verdiğin hükümden dolayı kalplerinde hiç bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça asla iman etmiş olmazlar. (Nisa:  65)

Allah (c.c), ayette de görüldüğü gibi, iman etmiş sayılabilmeleri için sadece “Rasulullah (s.a.s)’a muhakeme olma” şartıyla yetinmemiş, buna ek olarak “Rasulullah (s.a.s)’in hükümlerine karşı nefislerde hiç bir sıkıntı duymama” şartını da ileri sürmüştür. Ayetin şu bölümünde geçtiği gibi:

Sonra senin verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiçbir sıkıntı duymadan...”

Ayette geçen “harac” kelimesi; “sıkıntı” manasındadır. Şüphesiz onların içlerinde, Rasulullah (s.a.s)’ın verdiği hükümden ve ona teslim olmaktan dolayı herhangi bir sıkıntı ve üzüntü olmamalıdır.

Allah (c.c), ayette görüldüğü gibi, insanların iman etmiş sayılabilmeleri için sadece bu iki şartla da yetinmemiş, buna ek olarak, “Rasulullah (sas)’ın hükümlerine tam teslimiyet gösterme” şartını da bildirmiştir. Yani; amelde Rasulullah (s.a.s)’ın hükümlerine tamamen boyun eğmek gerekir. Bu ancak, nefislerin arzularını bir kenara atıp sadece Rasulullah (s.a.s)’ın hükümlerine tam teslimiyet ve boyun eğmekle gerçekleşir. Bu sebeple Allah (c.c), ayette geçtiği gibi bu manayı, te’kit mastarı olan “teslimen” kelimesiyle kuvvetlendirmiştir. Bu gösteriyor ki; Rasulullah (s.a.s)’ın hükümlerine “teslimiyet ve boyun eğme” yetmez. “Tam bir teslimiyet ve boyun eğme” gerekir.

Birinci  ayette geçen manayı iyi düşünün! Allah (c.c) şöyle buyuruyor :

“Eğer herhangi bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve Rasulune havale edin! Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız... İşte bu, daha hayırlı ve sonuç itibarı ile de daha güzeldir.”

Allah (c.c) ayette; “eğer herhangi birşey hakkında ihtilafa düşerseniz buyurarak ihtilaf edilen meseleyi belli birşeye has kılmadan genel olarak zikretmesi, genel bir mana belirtmek içindir. Yani, “miktarı ve cinsi ne olursa olsun herhangi bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz onu Allah (c.c)’a ve Rasulune havale edin” demektir.

Sonra yine, ihtilaflı her konuda Rasulullah’ın hükmüne başvurmanın, verilen hükümden dolayı hiç bir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmanın, Allah (c.c)’a ve ahiret gününe imanın gerçekleşmesi için şart olduğunu gösteren Allah’ın: “Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız...” ayetini dikkatlice düşünün!

Sonra Allah (c.c) şöyle buyurmakta:

“Bu, daha hayırlı...” Allah (c.c) birşey hakkında hayırlı (iyi) derse, onda ebediyen şer olmaz. Bilakis o, dün-yada da ahirette de hayırlıdır...

Yine Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

Sonuç itibarı ile de daha güzeldir...” Yani, dünyada ve ahiretteki sonucu daha güzeldir demektir.

Bu gösteriyor ki, herhangi birşey hakkında ihtilaf edildiği zaman, bunun çözümünü Rasulullah (s.a.s) dışında başka bir şeye havale etmek, münafıkların söylediklerinin aksine kişiye sadece şer kazandırır ve hem dünya hem de ahiretteki sonu daha kötü olur.

Münafıklar, Rasulullah dışında başka birşeye muhakeme olduklarında, Allah (c.c)’ın bildirdiği gibi şöyle derler:

“Biz ancak iyilik yapmak ve uzlaştırmak istemiş-tik.” (Nisa: 62)

Bir başka ayette de şöyle söylemişlerdi:

“Muhakkak ki biz ıslah edicileriz.”  (Bakara: 11) 

İşte bu sebeple Allah (c.c) onların bu sözlerine karşılık şöyle buyurmuştur:

“Hayır! Muhakkakki onlar fesat çıkaranlardır. Fakat hissetmezler.”  (Bakara : 12)

 Aynı zamanda bu ayet Allah (c.c)’ın kanunlarına zıt kanunlar koyanlara karşı da söylenebilir. Onlar Allah’ın kanunlarına zıt kanun koyarken: “İnsanların bu kanunlara ihtiyacı vardır, artık böyle kanunlara muhakeme olmak zaruret olmuştur” derler. Bu sözler; Rasulullah’ın getirdiği şeyler hakkında şüphe etmek, Allah (c.c)’ın ve Rasulunün beyanlarının eksik olduğunu, her zamanda ve her yerde ihtilafları çözebilecek durumda olmadığını, şeriat hükümleri uygulandığında dünya ve ahiretteki sonucun kötü olacağını iddia etmek manasına gelir.

Yine manası genel (amm) olan ikinci ayet hakkında da iyi düşünün! Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

 “Aralarında çekiştikleri şeylerde...” Ayetteki ismi mevsul olan (ma) harfi usulcülere ve diğer alimlere göre genel (amm) bir mana ifade etmektedir. İşte bu genel ifade, cins ve çeşit yönünden bütün her şeyi kapsamaktadır. Aynı, miktar yönünden her şeyi kapsadığı gibi... Yani, ne olursa olsun her cins ve ne  miktarda olursa olsun her miktar bu hükme girer.

Allah (c.c), Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği dışında başka şeylere muhakeme olmak isteyen münafıkların imanını kesinlikle kabul etmemekte ve geçersiz saymaktadır. Allah (c.c)’ın, şu ayetinde buyurduğu gibi:

“Sana ve senden öncekilere indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emir olunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa: 60)

Muhakkakki Allah (c.c) bu ayette, “yez’umune” (iddia ediyorlar) kelimesini kullanarak söz konusu kişilerin iman iddialarını yalanlamaktadır. Çünkü kulun kalbinde iman ile nebi (s.a.s)’in getirdiğinden başkasına muhakeme olmayı istemek asla bir arada bulunamaz. Bilakis, bunlardan biri varsa diğerini yok eder.

Tagut, tugyandan türemiş bir kelimedir. Yani; İslam’ın sınırına tecavüz eden demektir. Rasulullah (a.s)’ın getirdiğinin dışındaki kanunlarla her hüküm veren taguttur. Aynı şekilde, Nebi (s.a.s)’in getirdiğinden başka şeylere muhakeme olan da tağuta muhakeme olmuştur.

Her ferdin, Nebi (s.a.s)’in getirdikleriyle hüküm vermesi haktır. Fakat, Nebi (s.a.s)’in getirdikleri dışında başka kanunlarla hüküm vermesi kesinlikle caiz olmaz. Aynı şekilde her ferdin, Nebi (s.a.s)’in getirdiği şeylere muhakeme olma hakkı vardır. Kim Nebi (s.a.s)’in getirdikleri dışında başka kanunlarla hüküm verirse veya o kanunlara muhakeme olursa haddini aşarak ya tağut ya da tağuta muhakeme olmuş olur.  

Allah (c.c)’ın şu ayetini de iyi düşünün!

 “Onu reddetmekle emir olunmuşlardı...”

Bu ayeti okuduğun zaman, Allah (c.c)’ın kanunlarına zıt kanun koyanların, Allah (c.c)’ın emrine ne kadar karşı geldiklerini daha iyi anlarsın. Allah (c.c), insanlardan tagutu reddetmelerini istiyor. Halbuki Allah (c.c)’ın kanunlarına zıt kanun koyanlar, tagutun kabul edilmesini istiyorlar.

Allah (c.c) onlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Zalimler, sözleri kendilerine söylenenden başka söze çevirmektedirler.” (Bakara: 59)

Allah (c.c)’ın şu sözünü de iyi düşünün!

“...Şeytan onları saptırmak istiyor.”

Allah (c.c) bu ayette tağuta muhakeme olmanın sapıklık olduğunu bildirmektedir. Halbuki Allah (c.c)’ın kanunlarına zıt kanun koyanlar, bunu hidayet olarak (dosdoğru yol olarak) görmektedirler. Allah (c.c) bu ayette, tağuta muhakeme olmanın şeytanın istediği birşey olduğunu bildirmiştir. Halbuki Allah’ın kanunlarına zıt kanun koyanlar, bunda insanların maslahatı ve şeytandan uzaklaşma olduğunu ileri sürerler. Bu demektir ki, şeytanın emirleri insanların maslahatına uygun ama Rahman’ın isteği ve Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği  ise insanların maslahatına uygun değildir.

Allah (c.c), kendi hükmünün insanların maslahatına en uygun hüküm olduğunu, bundan başkasını isteyenlerin ise cahiliyenin hükmünü istediklerini bildirerek şöyle buyurmaktadır:

“Cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen inanan bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”  (Maide: 50)

Bu ayeti kerimeyi iyice düşün! Bu ayeti kerime, hükmü iki kısma ayırır: Allah (c.c)’ın hükmü ve cahiliyenin hükmü... Allah (c.c)’ın hükmünden sonra ancak cahiliyyenin hükmü vardır, başka bir şey yoktur. Bu gösteriyor ki, Allah (c.c)’ın dışında kanun koyanlar, kabul etseler de etmezseler de cahiliye ehlindendirler. Hatta onlardan daha kötü ve daha yalancıdırlar. Çünkü cahiliyye ehlinde bu konuda zıtlık ve tezatlık yoktur. Halbuki Allah’ın kanunu dışında kanun koyanlarda zıtlık ve tezatlık vardır. Çünkü onlar Allah’ın kanunları dışında kanunlar koydukları halde, Rasulullah (s.a.s)’in getirdiği şeylere iman ettiklerini söylüyor ve böylece ikisi arasında bir yol tutmak istiyorlar.

Allah (c.c) bu kişilerin benzerleri hakkında şöyle buyurmuştur:

“İşte onlar gerçekten kafir olanlardır. Kafirler için rezil, ebedi bir azap hazırladık.” (Nisa: 151)

Ayrıca aşağıdaki ayeti kerimenin, Allah’ın kanunları dışında kanun koyanların heva, heves ve kıt akıllarından çıkartıkları bu kanunlara “iyi” demelerine nasıl cevap verdiğine de bir bak!  Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide: 50)

Bundan önceki ayetlerde Allah (c.c) Nebisi Muhammed (s.a.s)’i muhatap alarak şöyle buyurmuştur:

“Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet! Sana hak geldikten sonra onların hevalarına uyma!” (Maide: 48)

Sonra da  şöyle buyurmuştur:

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların hevalarına tabi olma! Allah’ın sana indirmiş olduğu şeylerin bir kısmında seni saptırmalarından sakın! Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah onlara bazı günahlarından dolayı azap etmek istemektedir. Muhakkakki insanların çoğu fasıktır.” (Maide: 49)

Allah (c.c), yahudiler Nebi (s.a.s)’e hüküm vermesi için geldikleri zaman, haklarında hüküm vermek ile onlardan yüz çevirmek arasında nebisini muhayyer kıldığını bildirerek şöyle buyurmuştur:

“Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir! Eğer onlardan yüz çevirirsen sana kesinlikle hiç bir zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen onların arasında adaletle hüküm ver! Muhakkakki Allah adaletli olanı sever.” (Maide : 42)

Bu ayette kast edilen “adalet”, Allah’ın ve Rasulünün hükmüdür. Allah’ın ve Rasulünün hükmü dışında hiçbir hüküm gerçekten adaletli değildir. İslam’a muhalif hükümler zulümdür, dalalettir, sapıklıktır, küfürdür, fısktır. Bu sebeple Allah (c.c) bundan sonraki ayetlerde şöyle buyurmuştur:   

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar kafirlerin ta kendileridirler.” (Maide: 44)

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar zalimlerin ta kendileridirler.” (Maide: 45)

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar fasıkların ta kendileridirler.” (Maide : 47)

Bu ayetlerde Allah (c.c), Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen hakimlerin kafir, zalim ve fasık olduklarına hükmediyor. Allah (c.c), Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafir olmadığı halde onlara kafir hükmünü asla vermez. Muhakkakki böyle yapan kişi, mutlak kafirdir. Ya ameli küfür işlemiş ya da itikadi küfür işlemiştir.

Bu ayetlerin tefsiri hakkında İbn Abbas (r.a)’tan gelen, Tavus ve başkalarının da rivayet ettiği haber de şuna delalet etmektedir: Allah (c.c)’ın indirdikleri ile hükmetmeyen hakim, ya İslam milletinden çıkaran itikadi küfür işlemiş  ya da İslam milletinden çıkarmayan ameli küfür işlemiştir.

Birinci zikredilen itikadi küfür ise bir kaç çeşittir.

Bunlar:  

1 – Allah (c.c) ve Rasulünün hükmüyle hükmetmenin gerekli olduğunu inkar ederek Allah (c.c)’ın indirdikleri ile hükmetmeyen hakim.

İbn Cerir’in tercih ettiği, İbni Abbas (r.a)’tan rivayet edilen ve rivayette büyük küfür olduğu belirtilen hüküm bu tür hakimler içindir. Zaten Allah (c.c) ve Rasulünün hükmüyle hükmetmenin gerekli olduğunu inkar eden hakimin kafir olduğu kunusunda alimler arasında ihtilaf yoktur. Çünkü alimler, dinin aslından herhangi birini veya ittifak edilen fer’i meselelerin herhangi birini inkar eden ya da Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği kesin olan şeylerden bir harfi inkar eden kimsenin İslam milletinden çıkartan küfür işlediği  konusunda ittifak etmişlerdir .  

 2 Allah (c.c)’ın hükmünün hak olduğunu inkar etmeyen fakat bununla birlikte Allah (c.c) ve Rasulünün hükmü dışındaki hükümlerin Allah (c.c) ve Rasulünün hükmünden daha güzel ve daha mükemmel olduğuna, insanların arasında zamanın geçmesiyle ve durumların değişmesiyle ortaya çıkan yeni olaylardaki ihtilafları çözmede insanların ihtiyacını daha iyi karşıladığına inanarak Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen hakim.

Bu durum da şüphesiz küfürdür. Çünkü heva ve heveslere, kıt akıllara ve kötü düşüncelere dayanan yaratılmışların hükmünü, Hakim ve Hamid olan Allah (c.c)’ın hükmüne tercih etmişlerdir.

Zamanın ve durumların değişmesiyle Allah (c.c) ve Rasulünün hükmünde hiçbir değişme olmaz. Yeni olaylar olsa bile, muhakkak ki bunlar hakkında Allah (c.c)’ın kitabında ve Rasulünün sünnetinde ya nass olarak ya apaçık olarak ya nastan istinbat olarak ya da başka bir şekilde hüküm vardır. Bunu bilen bilir, bilmeyen de bilmez.

Alimlerin: “Durumların değişmesiyle fetvalar da değişir” sözlerinin manası; kıt akıllıların, hüküm ve hükümlerin illetlerini idrak ve anlamadan yoksun olanların zannettiği gibi değildir. Onlar fetvaların kötü niyetlerine, hayvani şehvetlerine, dünyevi arzularına ve hatalı varsayımlarına göre değişeceğini zannettiler. Bu sebeple nasları kendi görüşlerine, heva ve heveslerine tabi kıldılar. Böylece güçleri yettiği kadar kelimeleri yerlerinden oynattılar...    

3 - Beşeri kanunların Allah (c.c)’ın ve Rasulünün hükmünden daha güzel olduğuna inanmayan fakat şer’i hükümlerle aynı seviyede olduğuna inanan.

Bu kimse de daha önceki kimseler gibi İslam milletinden çıkaran küfür işlemiş ve kafir olmuştur. Çünkü o, yaratılanın yaratanla aynı seviyede olduğuna hükmetmiş ve Allah (c.c)’ın şu ayetinin hükmüne karşı gelerek onu geçersiz kılmıştır:

“O’nun benzeri hiç bir şey yoktur. O, Semi’dir. Basir’dir.” (Şura: 11)

Bu ve bunun gibi ayetler gösteriyor ki Rab, kemal sıfatlara haizdir. Sıfatı, fiili ve insanlar arasında hüküm vermesiyle mahlukata benzemekten münezzeh ve yücedir.   

4 – Allah (c.c)’ın indirdiği dışındaki hükümlerin, Allah (c.c) ve Rasulünün hükmü gibi veya ondan daha iyi olduğuna inanmadığı halde, Allah (c.c) ve Rasulünün hükmüne muhalif olan böyle hükümlerin tatbik edilmesini caiz gören.

Bu kimse de daha öncekiler gibi İslam milletinden çıkaran küfür işlemiş ve kafir olmuştur. Çünkü bu kimse, şer’i hükümlerin doğruluğunu kabul etmekle birlikte sahih, açık ve kesin naslarla haram olduğu bildirilen şeyin yapılabileceğini caiz görmüştür.    

5 - Bu küfür, büyük küfürlerin en büyüğü, en kapsamlısı, en açığıdır. Bu küfür, şeriate karşı en şiddetli ve ortaya en açık bir şekilde çıkmış olanıdır. Bu küfür, şeriatin hükümlerine şiddetli bir şekilde büyüklenen, Allah (c.c) ve rasulünün hükümlerine en zıd olan ve şer’i mahkemelere rakip olan mahkemeler kurmaktır. Sözde bu mahkemeler için, şeri mahkemelerde olduğu gibi düzenli, teferruatlı, teşkilatlı ve zorunlu hükümler veren merciler oluşturulmuştur.

Şer’i mahkemelerin mercisi nasıl Kur’an ve sünnetse, beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerin de mercileri vardır ve onların mercileri de; değişik ümmetlerin şeriatleri, Fransa, Amerika, İngiltere gibi değişik devletlerin anayasalarından derlenmiş kanunlar, bidatçilerin ve müslüman olmadıkları halde İslam’a nispet edilmiş sapık taifelerin mezheblerinden alınmış kural, ilke ve prensiplerdir.

Bu tür mahkemeleri İslam diyarında çokça görmekteyiz. İnsanların ihtilaflarını çözmek için kapıları açıktır. İnsanlar da saf saf onlara gitmektedirler. Bu mahkemeler, ihtilaflı olan insanlar arasında Kur’an ve sünnete muhalif beşeri kanunlarla hükmederler ve verilen hükmü uygulamaları için onları zorlarlar. Acaba bu küfürden daha büyük bir küfür var mıdır?” La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah şehadetine zıt ve onu bozan bundan daha kötü bir amel var mıdır acaba?

Bu zikrettiğimiz meselelerin delillerinin ilim kitaplarında var olduğu bilinmektedir. Bunları tek tek zikretmeye kalkışırsak bu küçük risalemiz buna yetmez.

Ey akıllılar topluluğu! Ey zekiler cemaati! Ey uyanık olanlar! Size benzeyen veya sizden daha düşük olan, hata işleyebilen, hatta hataları doğrularından daha çok olan, ancak yaptıkları doğrular Allah (c.c)’ın kitabı ve rasulünün sünnetinden alınan doğrular olan kişilerin, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, kadınlarınız, çocuklarınız ve diğer haklarınız hakkında hüküm vermelerine nasıl izin verebiliyorsunuz?

Bu konularda kendi hükümlerini veriyor ve kendisinde hata bulunmayan, hiçbir yönden batılın kendisine yaklaşamadığı, Hakim ve Hamid tarafından indirilen Allah (c.c) ve rasulünün hükümlerini uygulamıyorlar? Halbuki insanlar, Allah (c.c)’ın hükümlerine boyun eğdiklerinde, kendilerini yaratanın hükmüne, O’na ibadet etmek için boyun eğmiş olurlar. İnsanlar nasıl ki Allah’a secde ediyor ve o konuda sadece O’na ibadet ediyorlar, O’ndan başkasına bu konuda secde etmiyorlarsa, aynı şekilde hüküm konusunda da sadece Hakim, Alim, Hamid, Rauf, ve Rahim olan Allah (c.c)’ın hükümlerine boyun eğmeleri gerekir.

Zalim, cahil, şüpheci, heva ve hevesine uyan, şüpheler içine düşen, kalplerine gaflet, sertlik ve karanlıklar hakim olan yaratılmışın hükümlerine hiçbir zaman boyun eğmemeleri gerekir.

Akıl sahibi kimseler, bu gibilerinin hükümlerine boyun eğmez ve o hükümlere asla teslim olmazlar. Çünkü böyle yaptıkları zaman, onlara köle olmuş olurlar. Ayrıca, bu hükümlere boyun eğdiklerinde heva ve heveslere ve şahsi arzulara göre yapılmış, yanlışlarla dolu olan kanunlara uymuş olurlar. Ayrıca böyle hükümlere boyun eğmek Allah (c.c)’ın şu ayetindeki buyruğuna göre küfürdür: 

 “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”  (Maide: 44)                                 

6 – Şehirdeki olsun çöldeki olsun, böyle topluluklardan çoğunun reisleri, ihtilaf ettikleri konularda, kendisinden başka güç ve kuvvet sahibi olmayan Allah’ın ve O’nun Rasulünün hükmünden yüz çevirerek ve bunları bir kenara atarak, cahiliyeden arta kalan, babalarından ve dedelerinden rivayet edilen hükümlerle ve kendilerine miras kalan adetleri ile muhakeme olmaya dair hüküm veriyorlardı. İşte bu ameller de İslam milletinden çıkartan birer küfürdür.” (Tahkimu’l Kavanin s: 5-8)

Şeyh Süleyman b. Sehman, zaruret adı altında taguta muhakeme oluma konusunda kendisine sorulan soruya şöyle cevab verdi:

“İkincisi: Taguta muhakeme olmanın küfür olduğunu öğrendikten sonra sana şöyle denir: Allah (c.c) kitabında küfrün öldürmekten daha büyük olduğunu şöyle zikretti:

“Fitne öldürmekten daha şiddetlidir.”(Bakara: 191)

“Fitne öldürmekten daha büyüktür.” (Bakara: 217)

Bu ayetlerde geçen “fitne”den kasıt; küfür ve şirktir. Bil ki! Gerek çölde yaşayan ve gerekse şehirde yaşayanların hepsinin birbirleriyle, ta ki yok oluncaya kadar savaşmaları, İslam şeriatine ve Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği hükümlere muhalefet eden ve başka hükümlerle hükmeden tagutu, aralarındaki ihtilafı çözme konusunda hakem tayin etmelerinden daha ehvendir.

Üçüncüsü: Eğer muhakeme olmak küfür ve ihtilaf dünya içinse, o zaman nasıl olur da dünya için küfre girersin?

Bil ki! Allah (c.c) ve rasulü herşeyden daha sevgili olmadıkça hiç kimse iman etmiş olmaz. Aynı şekilde Rasulullah (s.a.s), kendi çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça hiç kimse iman etmiş olmaz. Bütün dünyan gitse bile tağutun mahkemesine muhakeme olmak senin için caiz değildir. Şayet sana ya elindeki  herşeyi vereceksin veya tağuta muhakeme olacaksın denilirse sana farz olan şey; elindeki herşeyi vermen fakat tağuta asla muhakeme olmamandır (Eddureru’s Seniye Mürtedin hükmü bölümü s: 275)

Başa Dön   Devam