BU FİTNEDEN NASIL KURTULUNUR

 

Asrımızın yesağının mahiyetini öğrendikten sonra şimdi bu fitneden kurtulmak nasıl olacaktır? Nasıl başlarız? Hangi yolu takip etmeliyiz? Çözüm nedir? diye sorabilirsiniz. Şöyle de diyebilirsiniz:

“Karanlık çöktü... Asrımızın yesağını tatbik eden hükümetlerin güçlü(!) orduları, askerleri, istihbarat örgütleri, emniyet teşkilatları var. İnsanların çoğu veya hepsi bu hükümetlere boyun eğmiş, onların arkasına düşmüş, onlara tabi olmuş ve onların yolunda koşmaktadır. Durum böyle çıkmazda iken ben tek başıma bu din için ne yapabilirim? Herşeyi ve her yönü bir ahtapot gibi kuşatmış olan bu kocaman canavar karşısında acaba ben ne yapabilirim?”

Ey Ademoğlu! İşte sana çözüm yolunu gösteriyor ve takip edeceğin yolun işaretlerini avucunun içine koyuyorum.

İşte çözüm yolu! Bu yol, nebilerin yoludur. Zaferin ve kurtuluşun yolu... Sıratı mustakimin yolu...

Dikkat et! Bunları apaçık bir şekilde, hiçbir şey gizlemeden sana sunuyorum... Hatipler gibi heyecan verici bir hutbe şeklinde sana bunu anlatarak seni heyecanlandıracak değilim. Veya bu kafirlere ve onların kanunlarına karşı senin duygularını kabartıp sonra da seni bir kenarda soğumaya veya hasret çekerek ölmeye de terkedecek değilim.

İşte sana gerçek çözümü sunuyor, gerçek kurtuluş yolunu gösteriyorum!

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Zira, Allah’ın rahmetinden, kafir olanlardan başkası ümid kesmez.” (Yusuf: 87)

Önce umutsuzluğu bırak! Allah (c.c)’ın, müminleri muhakkak muzaffer kılacağına kesin bir inanışla inan!

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Mü’minlere yardım etmek de üzerimize hak olmuştu.” (Rum: 47)

Helak edenlerin çok, seninle beraber gidenlerin ise az oluşunu hiçbir zaman önemseme! Çünkü müminler sayı çokluğuyla muzaffer olmazlar.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Nice az topluluk nice çok topluluklara Allah’ın izniyle galib gelmiştir. Şüphesizki Allah sabredenlerle beraberdir.”  (Bakara: 249)

“Ne kadar istersen iste, insanların çoğu yine iman etmezler.” (Yusuf: 103)

Sonra Allah (c.c)’ın sevdiği, istediği ve razı olduğu, rasullerden bize miras kalan gerçek tevhide sahip olarak kendini ve aileni şirkten korumuş olmanın en büyük zafer ve kurtuluş olduğunu bil! Böylece hem kendini, hem aileni yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden kurtarmış ve eni gökler ile yerler kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış cenneti kazanmış olursun.

“Kim ateşten uzaklaştırılıp, cennete sokulursa  işte o başarmıştır.” (Ali İmran: 185)

Rasulullah (s.a.s) bize şöyle haber vermiştir:

“Kıyamet gününde nebilerden bazıları beraberlerinde bir kaç kişi ile, bazı nebiler de yanlarında hiç kimse olmadığı halde gelecektir.” (Buhari ve başkaları rivayet etmiştir)

Rasulullah (s.a.s)’ın haber verdiği bu nebiler, kendi dönemlerindeki insanları İslam’a davet etmek için her türlü davet metodunu kullandılar. Davet sırasında eziyet gördüler, işkence edildiler. Fakat onlar bu eziyet ve işkencelere sabrettiler ve sürekli cihad ettiler. Buna rağmen kendilerine ya bir kaç kişi tabi oldu veya hiç kimse tabi olmadı. Şimdi soruyum sana:

“Acaba bu nebi kaybetti mi? Pişman oldu mu? Üzüldü mü? Cennet ehlinden olan bir nebinin böyle düşünmesi hiç mümkün olur mu?

(İşte) cennet ehli olanlar, kazananlardır.” (Haşr: 20)

Allah (c.c)’ın tevhid kelimesini kavmi ve ümmeti arasında haykırarak yücelttiği halde, nasıl pişman olur? Bu meseleyi çok iyi düşün! Çünkü bu mesele çok önemli bir meseledir.

Ey Allah (c.c)’ın dinine gerçek manada iman eden, teşri hakkının sadece Allah (c.c)’a ait olduğuna, sadece O’na ibadet edilmesi gerektiğine şehadet eden, sadece Allah (c.c)’ın hükmünü kabul eden, bütün gücünü Allah (c.c)’ın rızasını kazanmak ve cehennemden kurtulmak için kullanan Allah (c.c)’ın kulu! Bil ki sen, içinde bulunduğun zaaf ve çaresizliğe rağmen dinin için çok şeyler verebilecek durumdasın. Bu senin üzerine farzdır ve sen bu konuda muhayyer değilsin. Bu mesele herkese gücü nispetinde farzdır. Bütün bunları öğrendikten, özellikle de asrımızın yesağının küfür ve batıllığını çok açık delillerle, aşikar bir şekilde gördükten ve artık bu durumun gizliliği senin için ortadan kalktıktan sonra taguta, onun kullarına ve dostlarına karşı nasıl davranman gerektiği konusunda çok dikkat et! Bu sebeble yapman gerekenler sırasıyla şöyledir:

 

   1 – Bu Asrımızın Yesağını (Anayasayı) Reddetmek, Ondan Beri Olmak Tevhidin Yarısıdır.

 

Senin üzerine herşeyden önce farz olan; bu tağutu ve kanunlarını reddetmen, onları koyanları tekfir etmen, onlardan beri olman, onlara ve her alandaki yandaşlarına buğzetmen, düşman olman, onlara ve yaptıklarına rıza, saygı, sevgi ve acıma göstermemen, onlar karşısında gerçekten izzetli ve şerefli olman ve sadece Allah (c.c)’ın hükmüne rıza gösterip teslim olmandır. İşte ancak bu şekilde la ilahe illallah’ın manasını gerçekleştirmiş olursun.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa tutunmuş olur. Şüphesiz ki Allah Semi’dir, Alim’dir. İman edenlerin velisi Allah’tır. Onları karanlıklardan nura ulaştırır.” (Bakara: 256-257)

Allah (c.c) Halil’i olan İbrahim (a.s)’dan şöyle haber veriyor:

(İbrahim) dedi ki: “Sizin ve sizden önceki babalarınızın taptıklarını gördünüz mü? Şüphe yok ki Rabbim hariç onlar benim düşmanımdır.” (Şuara. 75-77)

“(İbrahim) dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.” (En’am: 78)

“İbrahim, babasına ve kavmine dedi ki: “Beni yaratan hariç sizin taptıklarınızdan uzağım. Şüphesiz beni doğru yola ilecetek olan O’dur:” (Zuhruf: 26-27)

 Allah (c.c), Muhammed (a.s)’e İbrahim (a.s)’in milletine bağlanmasını emrederek şöyle buyurdu:

(Ey Muhammed!) De ki: “Allah doğru söyledi. O halde hanif olarak İbrahim’in milletine tabi olun! Zira o, müşriklerden değildi.” (Ali İmran: 95)

Rasulullah (s.a.s), İbrahim (a.s)’in milletine uymuş ve ona en güzel şekilde bağlanmıştır. Sahabelerinden de bu konuda beyat almıştı. Onlardan aldığı beyat şöyle idi:

“Sadece Allah (c.c)’a ibadet etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, namaz kılmak, zekat vermek, her müslümana nasihat etmek ve her müşrikten beri olmak üzere sana beyat ediyorum.” (Ahmed sahih senedle)

 

 2 – Allah (c.c)’ın Düşmanlarından Beri Olmak,  Onlara Düşman olmak La ilahe İllallah’ın Gereklerindendir

 

Tağutun kanunlarından beri olmakla birlikte senin üzerine farz olan diğer şey; onu ve kanunlarını canlarıyla, mallarıyla, bilgileriyle, fikirleriyle, kalemleriyle, bedenleriyle müdafa eden, güzelleştiren, onları insanlara tatbik eden ve insanları bunlara çağıranlardan, taki onlar bu tagutlardan beri olup, onları tekfir edinceye, sadece Allah (c.c)’ın hükmü ve şeriatine nefislerinde hiçbir sıkıntı duymadan bağlanıncaya kadar beri olman, onları tekfir etmen, onlara buğzetmen ve düşman olman, onlara hiçbir sevgi ve saygı duymaman, değer vermemendir. Çünkü imanın en sağlam düğümü; Allah (c.c) için dost ve düşman olmak, Allah (c.c) için sevmek ve buğzetmektir. Senin bu konudaki örneğin; Allah (c.c)’ın Halili İbrahim (a.s) ve beraberinde olanlardır. Bu konuda Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“İbrahim ve beraberinde olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Muhakkakki biz, sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi reddettik (tekfir ettik). Tek olan Allah’a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda sonsuza dek sürecek bir düşmanlık ve kin başlamıştır.” (Mumtahine: 4)

Şeyh Hamed b. Atik bu ayet hakkında şöyle dedi:

“Allah (c.c) bu ayette şöyle buyurdu:

Muhakkakki biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız.” Bu ayetin incelikleri çoktur. Allah (c.c) ayette putlardan önce putlara tapanlardan beri olmayı zikretmiştir. Bunun sebebi putlara tapanlardan beri olmanın putlardan beri olmaktan daha önemli olmasıdır. Çünkü putlardan beri olan, fakat onlara tapanlardan beri olmayan kimse, üzerindeki farzı yerine getirmiş olamaz. Ancak müşriklerden beri olursa, onların taptıklarından da beri olmuş olur. Bu, Allah (c.c)’ın şu ayetine benzer.

(İbrahim dedi ki) Sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum...” (Meryem: 48)

Bu ayette de İbrahim (a.s)’in önce putlara tapanlardan, sonra da putlardan ayrıldığı geçmektedir. Buna benzer bir diğer ayet de şöyledir:

(İbrahim) onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından uzaklaşınca ona İshak ve Yakub’u bağışladık ve hepsini de nebi yaptık.” (Meryem: 49)

İşte bu inceliğe çok önem ver. Çünkü bu incelik, Allah (c.c)’ın düşmanlarına düşman olmanın kapısını sana açar. Şirk işlemeyen nice insan vardır ki bunlar şirk ehlinden beri olmamışlardır. Bu sebeple müslüman değildirler, çünkü, rasullerin bildirdiği dine uymamışlardır.”  (Sebil’in Necati Ve’l Fikak)

Allah (c.c), müminlere dost; kafir, müşrik ve küfür üzerinde ısrar edenlere düşman olmanın imanın en sağlam, en büyük rükunlarından olduğunu, bu rükun yerine getirilmediği zaman yeryüzünde büyük bir fesatın olacağını bildirmiştir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Muhakkakki iman edenler, hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, (muhacirleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte onlar birbirlerinin dostudurlar! İman eden ancak hicret etmeyenlerle, onlar hicret edene kadar sizin hiçbir dostluğunuz olamaz. Eğer, din konusunda sizden yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluklara karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah, yaptıklarınızı görendir. Küfredenler, birbirlerinin dostlarıdır. Eğer bunu yapmazsanız (birbirinize dost olmazsanız) yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad olur.” (Enfal: 72-73)

Allah (c.c) bu ayette şöyle buyurmaktadır: “Eğer müminleri dost edinmeyip küfür ve şirk üzerinde ısrar edenlere dost olur, onlara düşman olmaz ve böylece iman ehline düşman olursanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat olur. Çünkü hak ile iman şirk ile tevhid karışır. Tevhid inancı bulanır. Allah (c.c)’ın; “sadece O’na ibadet edip hiçkimseyi O’na ortak koşmama”yı bildiren emri kaybolur ve İslam şeriatinin pratiği ortadan kalkar.

Şeyh Muhammed b. Abdullatif b. Abdurrahman bu ayet hakkında şöyle dedi:

“Yeryüzünde meydana gelebilecek en büyük fitne, şirk ve fesat; müslüman ile kafirlerin, Allah (c.c)’a itaat edenle karşı gelenlerin karışmasıdır. Onlar karıştığında İslam nizamının dengesi bozulur. Tevhid akidesinin hakikatı belli olmaz ve kaybolur. Sonuçta büyüklüğünü sadece Allah (c.c)’ın bildiği şer meydana gelir. İslam’ın hakim olması, emri bi’l maruf nehyi ani’l münker müessesinin işlemesi ve cihad bayrağının yükselmesi ancak Allah (c.c) için sevmek, Allah (c.c) için buğzetmek ve Allah (c.c)’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmakla olur. Buna delalet eden bir çok ayet vardır.”  (Eddurerus Seniye – Cihad Bölümü)

Allah (c.c)’a yemin ederim ki, bu dünyada, batıl ve ehlinden bugün beri olmayan, şüphesiz ahirette ondan beri olmayı ve dünyaya geri dönmeyi temenni edecektir. Ama ne yazıkki bu olmayacak ve o günkü pişmanlık sahibine bir şey kazandırmayacaktır. Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“O gün yüzleri ateşe çevrilenler derler ki: “Keşke Allah’a ve rasulüne itaat etseydik. Rabbimiz! Biz,  kendi liderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Ve onlar bizim yolumuzu saptırdılar. Rabbimiz onlara azabtan iki kat ver ve onlara büyük lanet et!” (Ahzab: 66-68)

“O vakit tabi olunanlar, tabi olanlardan ayrılarak uzaklaşmıştır ve (her iki taraf da) azabı görmüştür ve onların (aralarındaki) bütün bağları da kopup parçalanmıştır. Tabi olanlar: “Ah keşke bir kere daha (dünyaya) döndürülsek de onların  bizden ayrılarak uzaklaştıkları gibi biz de onlardan ayrılarak uzaklaşsak!” derler.  Allah böylece onlara işledikleri amelleri hasretler (pişmanlıklar) halinde gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir.” (Bakara: 166-167)

Allah (c.c)’ın muvahhid kullarından olmak isteyen, bu asrımızın yesağının kanunlarından, bu kanunları koyanlardan, bu kanunlara tabi olan ve onu müdafa edenlerden beri olmalı, iğrenç olan bu yeni dine ve ona tabi olanlara ise, bu dine bağlandıkları müddetçe düşman olup onları tekfir etmelidir.

İşte bu, İbrahim (a.s)’in milletinin dini ve bütün nebi ve rasullerin dinidir. Bu ise; bütün ibadetleri ihlaslı bir şekilde sadece Allah (c.c)’a yapmak, şirkin ve müşriklerin her çeşidinden beri olmak manasına gelen tevhid kelimesidir ve insanlar ilk olarak buna davet edilirler.

  

   3 – Bu Asrımızın Yesağından Beri Olmaları İçin İnsanları Davet Etmek, Bunun İçin Cihad Etmek, Bu Cihaddan Dolayı Gelen Eziyetlere Sabretmek Ve Davada Sebat Etmek.

 

Tevhid milletinin en yüksek mertebesi; tağutu yoketmek ve insanları ona ibadetten uzaklaştırarak sadece Allah (c.c)’ın şeriatine bağlamak için cihad yapmaktır.

Cihadın ilk ve en önemli merhalesi tağutun (yeni yesağın, beşeri kanunların ve diğer türlerinin) sefihliğini, alçaklığını, sahteliğini, İslam düşmanı olduklarını insanlara haykırman ve bütün gücünle insanları bundan sakındırmaya, onu reddetmeye, ondan uzaklaşmaya ve onu tekfir etmeye davet etmendir. İşte bu, tevhid dinidir ve nebilerin davetidir. Yesak kanunları ve kullarının, tağutlar ve bağlılarının yüzlerine apaçık bir şekilde şöyle haykırmalısın:

“Sizi ve taptığınız tağutları reddediyoruz. Küfür anayasanızı da reddediyor ve asla kabul etmiyoruz. Tagutlara taptığınız ve anayasaya bağlı kaldığınız müddetçe, Allah (c.c)’ın dinine teslim olup hayatınızın her yönünde sadece O’nun kanunlarını ve şeriatini hakim kılıncaya kadar sizinle aramızda düşmanlık ve kin olduğunu ilan ediyoruz. İbrahim (a.s) ve beraberindeki mü’minlerin kavimlerine söylediğini biz de size aynen söylüyoruz:

“Muhakkakki biz, sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi reddettik (tekfir ettik). Tek olan Allah’a iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda sonsuza dek sürecek bir düşmanlık ve kin başladı.”  (Mumtahine: 4)

Onlara yine Allah (c.c)’ın şu sözünü söyleyeceksin:

“Sizin dininiz size,  benim dinim banadır.” (Kafirun: 6)

Bu konuda gevşemiş olanlara ve seni gevşetmek isteyenlere aldırma! Onların bu halleri seni üzmesin. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Şehitlerin efendisi; Hamza b. Abdulmuttalib ve zalim bir imam karşısında Allah (c.c)’ın hükümlerine bağlanmayı emrettiği için öldürülen kişidir.” (Hakim rivayet etti Hasen hadis)

Şirk ve şirk ehline karşı cihad yapmak, tağutun alçaklığını ve ona bağlı olanların küfrünü açıklamak, çağdaş yesağın ve Allah (c.c)’ın şeriatinden başka bütün şeriatların basitliğini, adaletsizliğini, alçaklığını ve küfürlerini herkese anlatmak, Allah (c.c)’a yaklaştıran en büyük ameldir. Çünkü Allah (c.c)’ın semadan indirdiği din, ancak Allah (c.c)’ın düşmanlarını alçaltmak, onların gerçek yüzlerini ve şirklerini ortaya çıkartarak sahte maskelerini düşürmek ve bütün insanları onların küfür ve pisliklerinden sakındırmakla hakim olur. Batılın ve küfrün gerçek yüzünü ortaya çıkarmadan hak nasıl belli olur?

Şayet tevhidin en yüksek mertebesine ulaşmak ve amellerin en faziletlisini yapmak istiyorsan, sana söylediklerimi yapar ve bu yolda karşılaştığın eziyetlere, imtihanlara sabredersin. Şunu iyi bil; dünyadaki imtihan temiz ile temiz olmayanı, mümin ile kafiri, ihlaslı ile sah-tekarı ayırmak için yapılır. Dünyada imtihan edilmeden hiç kimse cenneti kazanamaz.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Elif, lam, mim... İnsanlar: “İman ettik” demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi sanırlar. Şüphesiz biz onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sözünde sadık olanları ve yalancıları bilir.”  (Ankebut: 1-3)

“Asra andolsun ki insan hüsrandadır. Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna...” (Asr: 1-3)

Şayet bu büyük mertebeye ulaşmaya güç yetiremiyor, yani; tevhidi apaçık bir şekilde haykırarak insanları buna davet edemiyorsan, bari bundan mertebece daha aşağı olanı yapmaya çalış. Çünkü eziyetlere sabretmek ve münkeri değiştirmek derece derecedir. Sen ancak yapabileceğin mertebeden işe başla! Gücünün yettiği mertebeden işe başlamak sana farzdır. Zira Allah (c.c) insana gücünün üzerinde yük taşıttırmaz.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Allah hiçkimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.” (Bakara: 286)

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Sizden kim bir münkeri görürse onu eliyle düzeltsin, eğer buna güç yetiremezse diliyle düzeltsin, buna da güç yetiremezse kalbiyle düzeltsin (buğzetsin). Bu ise imanın en zayıf olanıdır.” (Müslim)

Şayet, münkerin (kötülüğün) yüzüne karşı küfrünü apaçık bir şekilde haykıramıyor, yesak kanunlarını açıkça reddedemiyor, insanları bu kanunları reddetmeye, o kanunları kabul edenleri tekfir etmeye çağıramıyorsan yani; münkeri değiştirmeye gücün yoksa işte o zaman şirke düşmemen ve muvahhid kalabilmen için en azından tağutu, bağlılarını ve destekleyenlerini tekfir etmeli ve tüm benliğin ile onlardan beri olmalısın! Çocuklarına da tağutun gerçek yüzünü öğretmeli, tağutları, onu destekleyen, kabul ve müdafa edenleri tekfir etmeyi, buğz ve düşmanlığı onların kalplerine iyice yerleştirmeli, sadece Allah (c.c)’a, rasulüne, İslam şeriatine ve mü’minlere dost olmayı onlara öğretmelisin. İnsanları bu tağutlara (asrımızın yesağının kanunlarına) bağlamaya çalışan, buna davet eden veya buna zorlayan hakim, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, ordu, emniyet mensubu ve bunlar gibilerine, en yakın akraban olsalar bile buğzedeceksin, çocuklarına da buğzettireceksin! Çocuğunun bebekliğinde ona nasıl süt içirmişsen tevhidi de işte o şekilde adeta yudum yudum içireceksin! Ta ki hak olan tevhid üzere yetişebilsin. Zamanımızdaki insanların çoğunun gafil olduğu la ilahe illallah Muhammedun Rasulullah şehadetinin gerçek manası üzere yetişebilsin...

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun! Orada şiddetli melekler vardır. Onlar, Allah’ın kendilerine emrettiği şeylerde isyan etmezler ve emrolundukları şeyi yerine getirirler.” (Tahrim: 6)

İbni Ömer (r.a)’den Rasulullah (s.a.s)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Her biriniz bir çobansınız ve her biriniz güttüğünden sorumludur... Erkek, kendi ailesinin çobanıdır ve o da güttüğünden sorumludur...” (Buhari,Müslim)

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“İdaresi altındakileri kandıran bir kul bu şekilde ölürse, Allah (c.c) ona cenneti haram kılar.” (Buhari, Müslim)

Ey muvahhid! Bil ki sen evinde bir çobansın ve çocukların da senin güttüğündür. Öyleyse sakın bu görevi yerine getirmemezlik yapma ve bu göreve riayet etmeyen, onu yerine getirmeyen bir kimse olarak Allah (c.c)’a kavuşma! Bu mesele ihmale gelmeyecek derecede ciddi, önemli ve tehlikeli bir meseledir. Bu konuda sakın gevşek davranma! Küçüklüklerinden itibaren çocuklarına tevhidi, la ilahe illallah’ın gerçek manasını öğret! Onları, şirk ve tağutun her çeşidinden, bunlara bağlı olanlardan uzak kalabilecekleri ve onlara düşman olabilecekleri bir şekilde yetiştir. Sen bu konuda sorumlusun ve ahirette bundan sorulacaksın. Sakın ihmal etme!

Yesak kullarının yayın organlarından ve çocukları terbiye metodlarından uzak dur! Çünkü onlar çocuklara tagutları sevdirmeye, ona dost olmaya, onun hükümlerine bağlı kalmaya, onu korumaya teşvik ederler ve bu zihniyetle onları yetiştirirler. Böyle tuzaklardan çocuklarını koru! Televizyon, radyo, gazete ve bunlar gibi her türlü bozgunculuğa sebeb olan yayın organlarından da uzak dur! Çünkü bu yayın organları; nesli bozucu, tağut ve hükümlerini yüceltici yayınlarla insanların zihinlerini bulandırırlar. Yine tağutun okullarına karşı dikkatli ol! Çocuğuna öğretilen derslere karşı uyanık ol! Çünkü onların okulları adeta zehir saçmaktadır. Saçtığı bu zehirle nesilleri gerçek tevhidden uzaklaştırır, tağutu ve kanunlarını yücelttirir, onlara bağlandırır, onlara saygı göstertir, ordularını, askerlerini sevdirir, küfrün her çeşidini onlara işlettirir ve böylece çocukları yesak kulu yapar.

4 - Tağutun Simge Ve Bayraklarına Buğzetmek.

Tevhid üzerinde sabit kalabilmek için hem kendinin hem de ailenin, tağutu simgeleyen her türlü simgeye, bayrağa, milli marşa ve bunlar gibi başka değerlere değer vermemesi, onlara saygı göstermemesi ve onlara buğzetmesi gerektiğini bil! 

Yesağın kullarının, Allah (c.c)’ın kitabı ve şeriatinden daha çok değer verdikleri, tağut ve kanunlarının simgesi olan, “bayrak” dedikleri bez parçasına sakın saygı gösterme! Kim bu bayrağı sever, onu evine asar, dağı-tır veya kendisine bir simge edinirse o kimse bu amelleriyle tağuta bağlı olduğunu, onu kabul ettiğini zahiren göstermiş olur. Çünkü bu simgeler Allah (c.c)’ın kanunlarına karşı çıkan, onu değiştiren, insanları Allah (c.c)’ın kanunlarından uzaklaştırıp iblis ve yardımcılarının kanunlarına boyun eğdiren devletlerin sembolüdür. İşte bundan dolayı bu tür simgeler, onların sistemlerine bağlı olunduğnu gösteren birer alamettir. Bu sebeble sakın böyle bir alamete saygı gösterme! Şayet böyle yaparsan hayvanlardan daha aşağı bir seviye ineceğini bil! Muvahhid olarak senin üzerine düşen görev; tağutu simgeleyen bayraklara ve temsil ettiği tağuti sistemlere öncelikle kendin buğzetmen sonra da aileni buğzettirmen ve böylece onlardan uzak olmanızdır. Bu mesele tevhidin feri meselesinden değil aslından, yani; la ilahe illallah’ın şartlarından ve tevhidin gereklerindendir. La ilahe illallah’ın gerektirdiği ise; her türlü tağutu reddedip sadece Allah (c.c)’ı tüm sıfatlarında tam manasıyla birlemektir. O halde bu meselede gevşeme! İhmalkar olma!

Şeyh Abdullah b. Abdullatif’e şöyle soruldu:

“Kafir devlet saldırmasın ve yolunu kesmesin diye bir kimse o devletin bayrağını gemisine asabilir mi?” Şeyh bu soruya şöyle cevab verdi:

“Kafirlerin safına girerek emirlerine uymak, İslamdan dönmek demektir. Fakat kafirlerin safına girerek emirlerine uyulmasa da sadece onların bayrağını asmak bile caiz değildir (zahiren küfürdür). Bu, onlardan bir bekçi kiralayarak malı korumak gibi değildir. Onların bayrağını gemiye asmak; kafirlere ve emirlerine uyulduğunu, onların saflarına girildiğini zahiren gösteren bir alamettir.” (Ed-Durerus seniye Mürted bölümü s:145)

Bu nedenle biz inanıyoruz ki; ikrah ve geçerli bir tevil olmaksızın kafirlerin işaretlerini, bayraklarını asmak sadece haram değil, küfürdür ve İslam’dan çıkmaktır. Böyle yapan kişi dünyada kafir ve müşrik muamelesi gö-rür. Çünkü kafirlerin bayrağını asmak; onlara ve devletlerine bağlanmanın, onları dost edinmenin ve onların dinine girmenin zahiri bir alametidir. Bunun haç asmaktan hiçbir farkı yoktur. Haç, bir resim, bir ağaç, demir, altın ve gümüş parçası olabilir, ama küfür ve şirkin simgesi olmuştur. Bu sebeple haçı, ikrah olmaksızın takan kişiye nasıl zahiren küfür hükmü veriliyorsa aynı şekilde kafir devletin bayrağını takan kişiye de bu hüküm verilir. Çünkü bayrak kafir devletin bir simgesidir. Fakat insanlar için bayrağın küfre delalet edişi, haçın küfre delalet edişi kadar net değildir. Bu nedenle kafirin bayrağını asan, onu simge edinen bir müslüman, ancak bu konudaki hak kendisine açıklandığı halde hala bu ameline devam ederse tekfir edilir. Tanımadığımız bir kişi için ise durum farklıdır. Böyle bir kişinin kafir bir devletin bayrağını astığı görülürse onun zahiren bu devlete bağlı olduğuna hükmedilir ve bu sebeble kendisine kafir muamelesi yapılır. O halde tevhidi kabul etmiş müslümanları ve ailemizi kafirlerin simgelerinden, bayraklarından sakındırmamız gerekir.

Fakat malesef zamanımızda, tevhid üzere olduklarını ve İslam’ı hakim kılmak için çalıştıklarını iddia eden nice topluluklar görürüz ki bunlar, tağutu temsil eden bayrakları asmakta, onları basmakta, onları yaymakta, bayrağa değer vermeyen ve saygı göstermeyenlere karşı çıkmaktadır. Ey tevhidi öğrenen! Allah (c.c) aşkına söyle, bu ümmet için hangisi daha faydalıdır? Tevhidi gerçek manada sağlamamalarına rağmen insanları tevhide çağıran, insanlara sahte İslam’ı anlatan kişiler mi, yoksa sütünden, etinden ve derisinden istifade ettiğimiz hayvanlar mı?

Tevhidi sağlamak için anlattığımız birinci mertebeyi yapacak güce sahip olamadığında yapman gereken mertebe budur ve bu, tevhidi sağlaman için en asgari mertebedir. Bu mertebede Rasululah (s.a.s)’in şu hadisini hep hatırla:

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Size öyle bir zaman gelecek ki insanlar, elenecektir. Öyle elenecekler ki çok az kişi kalacaktır. Öyleki; sözünde duranla durmayan, emaneti muhafaza edenle etmeyen birbirine karışacaktır.” Rasulullah (sas) bunu göstermek için parmaklarını birbirine kenetlemişti. Sahabeler şöyle sordular:

“Ya Rasulallah! Böyle bir zamanda ne yapalım?” Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Bildiğinizi uygular, bilmediğinizi uygulamaz ve insanlarla ilgili meseleleri terkederek nefsinizi ve ailenizi düzeltmeye çalışırsınız.” (İbni Mace ve başkaları sahih senedle rivayet etti.)

5 – Yesak Kullarının Zulümlerine Yardım Edici, Kanunlarını İkrar Edici ve Destekleyici Her Türlü Görevden Allah (c.c) İçin Kaçınmak.

  Allah (c.c) bizi ve seni doğru yolda sabit kılsın! Za-manımızda İslam şeriatinin tatbik edildiği bir ülke bulunmadığı için Allah (c.c)’ın kanunlarının tatbik edildiği bir ülkeye hicret edemiyor ve bu sebeble İslam şeriatinin tatbik edilmediği kafir bir ülkede yaşamak zorunda kalıyorsan, bil ki orada yapman gereken; o kafir ülkenin küfrünü ikrar edici, onların küfrüne yardım edici, onların kanunlarının uygulanmasını sağlayıcı, bu konuda onlara destek olucu her türlü görevden uzak durmandır. Bu kaçınma, la ilahe illallah şehadetinin gereklerindendir ve İslam’ın geçerli olabilmesi için gerekli olan bir şarttır. Buna rağmen onların işlerinde yine de çalışırsan onlara küfürlerinde yardım etmiş ve onları dost edinmiş olursun. Oysa Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

 “Zulmedenlere güvenme; aksi halde ateş size de dokunur. Sizin için Allah’tan başka hiçbir dost yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz.”  (Hud: 113)

Şeyh Abdullatif Abdurrahman:

“Eğer seni sağlam tutmamış olsaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin.” (İsra: 74) ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu ayeti tefsir eden müfessirlerin sözlerine dikkatle bak! Bu ayet, şirk işlemeleri için şirk koşanlara bir mürekkeb vermeyi veya bir kalem ucu açmayı dahi onları desteklemek olarak nitelendirmiştir. Çünkü şirk, Allah (c.c)’a karşı işlenen haramların en büyüğüdür. Hal böyleyken, işlenen şirkle birlikte bundan daha çirkini ise; Allah (c.c)’ın ayetleriyle alay eden, hükümlerini yürürlükten kaldıran ve üstelik küfür, cehalet ve sapıklık kanunları olan beşeri hükümleri adaletle vasfetmektir. Allah (c.c), Rasulü ve mü’minler bilirler ki bu kanunlar küfür, cehalet ve sapıklıktır. Kalbinde zerre kadar iman olan, Allah (c.c)’a, rasulüne, kitabına ve dinine zerre kadar önem veren bir kimse; bu kanunları reddeder, bu tağutun hükümlerini vazeden, Allah (c.c)’ın ayetlerinin alaya alındığı meclislerde asla oturmaz ve onlardan uzak durur.

Bu düşmana yapılacak cihad işte böyle olmalıdır. Öyleyse hemen harekete geç, Allah (c.c)’ın dinini yücelt, insanlara bu dini açıkla, bu dine karşı gelenleri kötüle, onlardan ve kanunlarından beri olduğunu söyle! Bu şirke giden yolları iyice araştır ve yollarını kapat, o yollarda sakın yürüme! İnsanların çoğu bu şirkten ve şirk ehlinden beri olsa bile o şirki destekleyen, onlara dostluk gösteren kimselerin safına girenlerin eri olmuştur. Şirkten kurtulmak için Allah (c.c)’tan yardım dileriz.” (Ed-Durerus seniye cihad bölüm s: 161)

Rızık ve fakirlik korkusu, hiçbir zaman sana sakın mazeret olmasın! Allah (c.c)’ın kendilerine yardım etmediği ve bu sebeble yeryüzünde zelil duruma düşürdüğü kimselerin ağızlarında geveleyip durdukları “ben emir kuluyum” sözünü sakın sen tekrarlama! Bilki sen, rızkı veren ve en büyük kuvvet sahibi olan Allah (c.c)’ın kulusun. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’tan sakınırsa (Allah) ona bir çıkış yolu yaratır ve onu ummadığı bir yerden rızıklandırır.” (Talak-2-3)

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size kötülüğü emreder. Allah ise size katından bir bağışlanma ve bolluk vadeder. Şüphesizki Allah ihsanı geniş olan ve herşeyi hakkıyle bilendir.” (Bakara: 268)

Allah (c.c) kendisine itaat eden kimseler hakkında şöyle buyuruyor:

“Eğer fakirlikten korkarsanız Allah dilerse fazlıyla sizi zenginleştirecektir.” (Tevbe: 28)

“Kim Allah yolunda hicret ederse gidecek bir çok yer ve genişlik bulur.” (Nisa: 100)

Müslüman nerede bulunursa bulunsun, her türlü şirkten ve şirk ehlinden uzak durmalıdır. Allah (c.c)’a karşı gelen tağutların kanun ve görevlerinden, Allah (c.c)’ın gazabına sebeb olan her türlü işlerinden uzak durmalıdır.

Durumu daha iyi anlayabilmen için sana şirk olan ve Allah (c.c)’ın razı olmadığı görevlerden bir kaç örnek sunacağım. Böylece meselenin ne kadar ciddi olduğunu daha iyi anlayıp bu görevlerden hem kendini hem de aileni koruyabilesin.

a – Asrımızın Yesağının Kullarının Ordusunda Görev Almak, Asker Olmak, Emniyet Teşkilatında Çalışmak, Resmi Koruma Olmak Ve Benzeri Görevleri Üstlenmek.

Şu bilinen bir gerçektir ki; zulmün koruyucusu ve bekçileri olan kimseler, muhakkak zalimlerden olan kimselerdir. Çünkü zulmün koruyucusu olmazsa, zulüm ortaya çıkmaz ve devam etmez.

Daha önce açıklamalarımızdan asrımızın yesağının kanunlarının küfür kanunları olduğunu, Allah (c.c)’ın dinine, tevhidine, koyduğu sınırlara, yasaklara ve hem şirkten ve hem de şirk ehlinden beri olan muvahhidlere gerçekten düşman ve bunlara savaş açmış kanunlar olduğunu açıkça öğrendin. Bu kanunları koruyan ordu ve emniyet teşkilatının, Allah (c.c)’a ve dinine savaş açanların başında geldiğinde hiç şüphe yoktur. Onlar, bu kanunları yerlerine sabitleştiren direkleri, bekçileri, dostları ve kullarıdır. Şayet onlar olmasaydı küfür kanunlar asla hakim olmaz, onları koyanlar asla ayakta durmazdı. Çünkü bu küfür kanunları ve kanun koyanlar ancak onlarla korunabilirler. Onlar yesakın silahı ve bu kanunların tatbiki için insanları zorlayan vurucu güçtür. Bu sebeble bu işlerde görev almamak gerekir. Bu işlerde görev yapan kişi, tağutun aldığı kafir hükmünü alır.

Allah (c.c) Firavun’u helak ettiğinde beraberindeki ordusunu da helak etti ve ordusunu, onu ve hükümlerini ayakta tutan direkleri olarak vasıflandırdı. Allah (c.c) şöyle buyuruyor

“Ve direkler sahibi Firavun’a...” (Fecr: 10)

“Firavun ise askerleriyle onları takip etmişti. Fakat denizde, onları kaplayacak olan su kaplamış ve onları boğmuştu.”    (Taha: 78)

“Biz onu ve askerlerini yakalamış ve denize atıvermiştik. Zalim olanların akibetinin nasıl olduğuna bir bak!” (Kasas: 40)

“Firavun, Haman ve askerleri hatalı idiler.” (Kasas: 8)

Rasulullah (s.a.s)’ın hadisleri, Firavun’dan daha ehveni şer olan zalim müslüman yöneticilerin yanında çalışmayı yasaklamıştır. Oysa bu zalim yöneticiler, Allah (c.c)’ın şeriatini tatbik etmişlerdi. Onlar zulüm ve fısk işliyorlardı ama İslam için fetihler yapıyor ve müslümanların toprağını genişletiyorlardı. Buna rağmen Rasulullah (s.a.s), böyle kişilere yardım etmemek, onların yanında görev almamak gerektiğini söylemiştir. Zalim müslüman yöneticiler hakkında verilen hüküm böyleyse, İslam şeriatini yürürlükten kaldıran kafir yöneticilerin yanında kesinlikle görev alınamaz. 

Zalim müslüman idareciler yanında görev almamak ve zulümlerine yardım etmemek gerektiğini bildiren hadisler çoktur.

Ebu Hureyre ve Ebu Said el Hudri (r.a) Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

“Size sefih emirler hükmedecektir. Onlar, insanların en şerlilerini kendilerine yaklaştıracak ve namaz vakitlerini geciktirecektir. Her kim bu emirlere yetişirse onlara “ariyf” olmasın, polis olmasın, vergi memuru olmasın, bekçi olmasın!” (İbni Hibban, Ebu Yala, Taberani rivayet etti, sahih dedi.)

Hadiste zikredilen “ariyf”; bir şehrin, bir kasabanın veya bir grubun idaresini üstlenip onların hallerini ve durumlarını ülke yöneticisine bildiren (idareci) kişidir.

El Hatıbi Bağdadi bu hadisi şöyle rivayet etti:

“Zamanın sonunda zalim emirler, fasık bakanlar, hain yöneticiler, yalancı kadılar çıkacaktır. Her kim bunlara yetişirse onlara ariyf olmasın, vergi memuru olmasın, bekçi olmasın, asker olmasın!” (Tarihi Bağdadi c: 12 s: 63, c: 10 s: 284)

Hadiste zikredilen emirler, küfrünü açık olarak göstermeyen müslüman emirlerdir. Rasulullah (s.a.s), işte bu sebeble onlara karşı çıkılmasını emretmemiştir. Çünkü bu kimseler; Allah (c.c)’ın emirlerini yürürlükten kaldıran, O’nun hükümlerini kafir kanunlarla değiştiren, teşri hakkının kendilerinde olduğunu iddia eden ve Allah (c.c)’ın izin vermediği kanunlarda hüküm çıkaran bir sıfata sahip değillerdi. Bu kimselerin en büyük günahı, Rasulullah (s.a.s)’ın hadiste bildirdiği üzere sadece; şerli insanları yanlarına yaklaştırmaları, namaz vakitlerini geciktirmeleri idi. Bu kimselerin gerek kendileri ve gerekse yardımcıları namaz kılmakta ve hatta gerek kendileri ve gerekse yardımcıları namaz kıldırmakta idi.

Ebu Zer (r.a), Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Namaz vakitlerini geçiren emirler olacaktır. Sen böyle bir durumda, namazı vaktinde kıl ve sonra mescide git! Onların namazı bitirdiklerini görürsen sen zaten namazını kılmıştın. Şayet henüz namazı kılmamışlarsa sen de onlarla birlikte kıl! İşte bu kıldığın namaz, senin için nafile olmuş olur.”  (Müslim, Ahmed)

Bu hadis, zalim emirlerin insanlara namaz kıldırdıklarını göstermektedir. Buna rağmen Rasulullah (s.a.s), on-lara “ariyf”, asker, vergi toplayıcı, bekçi ve memur olmayı yasaklamıştır. Çünkü bu görevler onların zulmünü destekleyici görevlerdir. Bu zalimler ne zulüm işlerse, onları destekleyenler de aynı zulümü işlemiş sayılırlar ve haram işleme konusunda eşittirler. Zira yönetici yönetme işini, emri altında bulundurduğu ordu, polis ve diğer hizmetlileriyle birlikte icra edebilir.

Zalim müslüman yöneticiler için durum böyleyken Allah (c.c)’ın şeriatini açıkça yürürlükten kaldıran, küfür kanunları insanlara zorla uygulatan, İslam’a muhalif kanunlarla insanları zorla muhakeme ettiren, tevhidi insanlara anlatanlara eziyetin her çeşidini yapan kişiler için durum nasıl olur acaba? Bir müslüman bu kişilerin ordusunda yer alabilir mi? Emniyet teşkilatında çalışabilir mi? Onların koruyuculuğunu yapabilir mi? Onların askeri okullarında okuyabilir mi? Askeri okullarından mezun olduğu anda; onlara ve kanunlarına bağlılık yemini yapabilir mi? Muvahhid bir müslüman böyle şeyleri elbette yapamaz. Çünkü muvahhid; onlara asker değil bir yok edici, koruyucu değil yıkıcı bir alet, onu ayakta tutan bir direk değil onu parçalayan bir balyoz olması gerektiğini çok iyi bilir. Böyle yapmaya çalışmayan bir kimse ne muvahhid ne de müslüman olabilir.

Şeyh Abdurrahman b. Eşşeyh şöyle demiştir:

“Bir kelimeyle olsa bile bir müslümanın öldürülmesine yardım eden kimsenin, ahiret gününde büyük azab göreceğini bildiren hadisler vardır. Hal böyleyken acaba müslümanlara ve İslam’a karşı savaşma konusunda yardım edenin akibeti nasıl olur? (Ed’durerus Seniye s: 126 cihad bölümü)

İmam İbni Teymiye’ye zalimlere veya Allah (c.c)’ ın düşmanlarına yardım eden kimseler hakkında soruldu. Buna şöyle cevab verdi:

“Zalimlere yardım eden, zalim hükmünü alır. Allah (c.c)’ın düşmanlarına yardım eden, bu kimselerin hükmünü alır. Ebu Hanife, Malik, Ahmed ve Şafii’ye göre; herhangi bir konuda bir kimseye yardım eden, o ameli işleyen hükmündedir.” (Mecmu’ul Fetava c: 3 s. 11)

İmam İbni Teymiye, eski yesağın kulları olan tatarların yanına kaçan ve onların ordusuna katılan kimseleri onlar gibi mürted saymıştır. Bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir:

“Zahiren İslam’ını açıkladığı halde mürted olan tatarların ordusuna katılan, ancak ya bir münafık ya bir zındık veya facir olan bir fasıktır.” (Fetvalar c: 28 s: 535)

İmam İbni Teymiye bir başka yerde şöyle demiştir:

“Müslüman askerlerden, emir olsun başkası olsun kim tatarların ordusuna katılırsa onun hükmü, tatarların hükmü gibidir. Onlar İslam’dan irtidat etmeyi gerektirecek her ne yapmışlarsa onlar da onu yapmış sayılırlar. Selefi salihin; namaz kıldıkları, oruç tuttukları, müslüman cemaate karşı çıkmadıkları halde zekat vermeyenlere mürted hükmünü vermiştir. Hal böyleyken Allah (c.c) ve Rasulünün düşmanlarıyla beraber müslümanlara karşı savaşan kişinin durumu acaba nasıl olur?” (Fetvalar c: 28 s: 530)

Abdullah b. Abdullatif, İngilizlere bağlanan devletler hakkında şöyle demiştir:

 “Kim ingilizlere boyun eğer ve onlara dostluk gösterirse işte o, Allah (c.c)’a ve rasulüne savaş açmış, İslam milletinden dönmüş ve irtidat etmiştir.” (Ed-Durerus’seniye s: 11 cihad bölümü)

Bir başka yerde şöyle demiştir:

“Küfür milletinden nefret etme ve onlara karşı mücadele yapma isteği insanların çoğunluğundan kayboldu. Hatta onların hükmü altına girdiler, emirlerine boyun eğdiler ve onlara güvendiler. Böylece dünyalarını kurtarmak pahasına dinlerini kaybettiler. Kur’an’ın emir ve yasaklarını terkettiler. Oysa Kur’an’ı, gece gündüz öğrenmekteler. Şüphesiz yapmış oldukları bu amel, İslamdan dönmenin (irtidatın) en büyüğüdür ve İslam milletinden çıkıp başka bir millete gitmektir.” (Ed-Durerus’seniye s: 7 cihad bölümü)

Şeyh Muhammed b. Abdullatif:

“Kim müşrikler topluluğuna girer ve aynı yerde onlarla beraber oturursa, o da onlar gibidir.” (Ebu Davud, Tirmizi, Hakim) hadisini açıklayarak şöyle demiştir:

“Şüphesiz bir kimse, müşriklerle beraber bir sebebe binaen oturur ve onların topluluklarına girerse bu küfür olmaz. Hadiste kastedilen bu değildir. Hadiste şu kastedilmektedir: “Kim müşriklerden ayrılmaya gücü yetmediği için müşriklerin baskısıyla ordularına zorla katılırsa, işte bu kimse, öldürülme ve malının alınması yönünden müşriklerin hükmünü alır. Fakat onlar gibi kafir olmaz. Şayet müslümanlarla çarpışmayı isteyerek çıkar ve kafirlere vücuduyla ve malıyla yardım ederse, işte o zaman şüphesiz o da onlar gibi kafir olur.” (Mecmuatur Resail ve’l Mesail c: 2 s: 135)

Tevhidi bilen bir kişi için, zikrettiğimiz bu görevlerin apaçık batıl görevler olduğunda şüphe yoktur. Muvahhid bir müslüman bu görevlerin herhangi birinde asla yer almaz. Zira polislik veya bunun gibi görevlerde yer alan kimseler bu küfür düzenlerinin vurucu gücleri, kuvvetleri değiller midir? Bu düzenlerin ve onların kanunlarının koruyucuları değiller midir? Onlara “uyumayan göz” yani; beşeri kanunları korumak için uyumayan göz, sıfatı verilmemiş midir? Beşeri kanunlara muhalefet edenlere ceza verenler, faizle işleyen bankaları, genel evleri, gazinoları, kumarhaneleri, televizyonları, sinemaları, radyoları koruyanlar, haksız yere para cezası kesenler, tevhidi anlatanları yakalayıp hapseden, işkence yapan ve hatta öldürenler yine bunlar değiller mi?

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Öyle emirler olacak ki yaptıklarından bazılarını uygun görecek, bazılarını ise uygun görmeyeceksiniz. Onlara karşı çıkan kurtulur, onlardan uzaklaşan selamete kavuşur, onlarla haşir neşir olan helak olur.” (Taberani ve başkaları sahih senedle)

Ey tevhidi isteyen kişi! Sakın helake uğrayanlarla beraber olup sen de helak olma!

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“İçinizden öyle imamlar çıkacak ki onların İslam’a uygun ve uygun olmayan hareketleri olacak. İslam’a uygun olmayan hareketlerini kabul etmeyip reddeden kurtulur. Onların İslam’a karşı olan hareketlerinden hoşlanmayan selamete erer. Fakat onlara rıza gösterip tabi olan, onlar gibi olur.” (Müslim, Ahmed)

Beşeri kanunlarla hükmedenlere sakın tabi olma ve onların yaptıklarına rıza gösterme! Yoksa onlar gibi olursun.

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Şu altı şey gerçekleşmeden önce ölmeyi temmeni edin! Bunlar; sefihlerin emir olması, kafir ve zalim idarecileri koruyan askerlerin çoğalması, rüşvetlerin çoğalması...”  (Ahmed, Taberani)

Bu hadisi rivayet eden Abis el Gıfari (r.a), bu duyduğu altı şeyin kendi zamanında ortaya çıktığını zannetmiş ve bu sebeble ölümü temenni etmiştir. Bu temennisi sebebiyle kendisine karşı gelenlere ise bu hadisi zikretmiştir.

Rasulullah (s.a.s), Allah (c.c)’ın şeriatiyle hükmetmelerine rağmen bazı zulümleri olan yöneticilerin askeri olmayı iyi görmemiş ve ümmetini bundan sakındırmıştır. Öyleyse tevhidi yoketmek için çalışan, şirk kanunlarını yayan, Kur’an’ı bir kenara atıp beşeri kanunlarla insanlara hükmeden yöneticileri koruyan askerlerin durumu nasıl olur acaba? Bunların durumu, Ebu Umame’nin Rasulullah (s.a.s)’dan rivayet ettiği hadiste anlattığı gibidir

Rasulullah (s.a.s) şöyle demiştir:

“Zamanın sonlarında öyle askerler olacak ki, Allah (c.c)’ın gazabıyla sabahlayacak ve Allah (c.c)’ın lanetiyle eve döneceklerdir.” (Ahmed, Hakim, Taberani)

Taberani’de şöyle bir fazlalık vardır:

“Onlardan sakın olma!”

Ebu Hureyre (r.a)’den Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Eğer uzun yaşarsan öyle insanlar göreceksin ki onlar, Allah (c.c)’ın gazabıyla sabahlayacaklar ve Allah (c.c)’ın lanetiyle eve döneceklerdir. Ellerinde de inek kuyrukları gibi kırbaçlar olacaktır.” (Müslim, Ahmed)

Allah (c.c)’ın hükümlerini tatbik etmeyen, Allah’ın şeriatini bir kenara atıp beşeri kanunlarla insanlara hükmeden yöneticilerin askerlerinin, emniyet ve istihbarat güçlerinin hepsi onlar gibi kafirdir. Onlar Rasulullah’ın buyurduğu gibi Allah (c.c)’ın gazabıyla evden çıkar, yine Allah (c.c)’ın lanetiyle eve dönerler. Sakın sen de onlar gibi asrımızın yesağının erlerinden olma! İblisin erlerinden olma! Çünkü Allah (c.c) onlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Onlar, hak yoldan sapmış azgınlar ve İblis’in askerleri, hepsi oraya yüzüstü atılırlar.” (Şuara: 94-95)

Ve Allah (c.c)’ın şu ayette zikrettiği kimselerden de sakın olma!...

“Oysa onlar, çeşitli kabilelerden meydana gelmiş, şurada mağlub olmaya mahkum çok kalabalık bir ordudur.” (Sa’d: 11)

Ey Allah (c.c)’ın kulu! Sen, bütün gücünle tevhidin erlerinden ve imanın askerlerinden olmaya çalış! Allah, bu kimseler hakkında şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki galib gelecek olan, bizim ordumuz-dur.” (Saffat: 173)

Başa Dön  Devam