e) Asrımızın Yesağının Kanunları Hak-Hukuk Meselelerine Riayet Etmez, İnsanların Malını Batıl Yolla Yer, Faizi Meşru sayar, Hırzısı Korur:

 

İslam şeriati malı koruma altına almış bu sebeple başkasına ait malı haksız yere almayı yasaklamıştır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını, aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret dışında batıl yolla yemeyin.” (Nisa: 29)

İslam şeriati, malı korumak için faizi ve hırsızlığı haram kıldığı gibi fasit olan alış verişi de haram kılmıştır. Üstelik hırsızlık yapanın had cezası olarak elinin kesilmesini emretmiştir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık, Allah’tan bir ceza olmak üzere ellerini kesin." (Maide: 38)

Asrımızın yesağının şeriatinde (kanunlarında) ise durum tamamiyle farklıdır. İnsanların malını yemek için batıl yolların kapıları sonuna kadar açılmıştır. Şöyleki:

1 – Allah (c.c), zenginlerin malından alınıp fakirlere verilmek üzere zekatı farz kılmış ve bu zekatı fakirlerin hakkı olarak vasfetmiştir. İslam’a göre; zengin olduğu halde zekat vermeyenlerden zekat zorla alınır. Çünkü zekat İslam’da zenginlerin malındaki fakirlerin hakkıdır, zenginlerin değil. Bu sebeple Ebu Bekir (r.a), kendi zamanında zekat vermeyenlere mürted hükmünü vererek onlarla savaşmıştır.

İşte İslam’ın bu konudaki hükmü!

Asrımızın yesağının kanunları ise zekatın farziyetini iptal etmiş, zekatı şahsi bir hürriyet olarak vasfederek zenginlerin arzusuna bırakmıştır. Buna göre zengin, dilerse zekat verir dilerse vermez. Böylece zenginlerin malındaki fakirlerin hakkı ortadan kaldırılarak fakirlerin malı haksızlıkla yenilmektedir.

2 – İslam şeriati mala bir değer vermiş ve onu korumak için önlemler almıştır.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir müslümanın malını haksız yere alırsa, bu velevki bir misvak değerinde olsun, Allah (c.c) ona cehennemi gerekli, cenneti ise haram kılar.” (Müslim, Ahmed, Nesei)

İslam şeriatinde müslümanın malını koruyan buna benzer bir çok ayet ve hadis vardır. İslam şeriatinde mala karşı durum işte böyledir!

Asrımızın yesağında ise insanların mallarını adeta haksız yere gasbetmek için konulmuş bir çok maddi ceza vardır. Ceza kanunlarının çoğunda ya hapisle birlikte veya tek başına maddi cezalar belirlenmiştir. Yesakların yürürlükte olduğu bütün devletler, sinsi amaçlı bir politika gereği halklarının elinde avucunda bulunan ne varsa sömürmek için her fırsatta fertlerini gereksiz maddi yaptırımlarla karşı karşıya bırakırlar. Asrımızın yesağının şeriatinde ise ceza kanunlarındaki cezaların hemen hemen çoğunda para cezası gerek sıradan bir ceza olarak ve gerekse kanunlara muhalif bir ceza olarak vardır. Trafik kanunlarına muhalefet edenlerden alınan para cezaları, ismi ne olursa olsun yenilen, içilen, kullanılan, alınan, satılan vs. mallardan alınan her türlü vergi ve bunlara uygulanan gecikme zamları, gümrük parası, ayak bastı paraları, böyle meselelerde cezalı duruma düşenlerden zorla alınan cezalar ve bunlar gibi bir çok meselelerde zorla tahsil edilen paralar, bu meseleye örnek gösterilebilir. Bu ise insanların malını haksız yere yemekten başka birşey değildir.

Oysa İslam şeriatine göre vergi ve gümrük parası almak, zina suçundan daha büyük olmasa bile ona denk bir suçtur.

Rasulullah (s.a.s), zina sebebiyle recmedilen Gamidi’ye hakkında şöyle dedi:

“Bu kadın öyle bir tevbe yapmıştır ki, vergi verdiren de böyle tevbe etse, Allah onu da affeder.” (Müslim, Ahmed)

Bu hadis vergi verdiren kişinin suçunun zinadan daha büyük veya zina gibi olduğunu göstermektedir.

3 – Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kafir, müslümana mirasçı olamaz.” (Buhari, Müslim)

Yesağın kanunlarında, Allah (c.c)’ın ayetlerine ve rasulünün hadislerine hiç bir değer verilmediği için şöyle ibareler vardır: “Din ayrımı yapılmaksızın herkes hak hukuk bakımından eşittir.”

Yesağın kulları miras, diyet ve benzeri konularda koymuş oldukları kanunlarla işte bu şekilde muvahhidlerin haklarını mürted, mülhid ve zındık akrabalarına vererek yerler. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi asrımızın yesağının kanunları İslam dinine, tevhid milletine değer ve önem vermez. Bu nedenle kanunlarında mürtede verilecek bir ceza olmadığı gibi İslam’dan irtidat etmek, zındık olmak şahsi bir hürriyet olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple onlara göre, din ayrımı yapılmaksızın herkes hukuk bakımından eşittir. Muvahhid müslüman olsun müşrik olsun aralarında hiç bir fark yoktur. Mirasta, diyette ve benzeri konularda aynı mali haklara sahiptirler. Mürted, müslüman babasının veya kardeşinin malından miras almada hak sahibidir.

4 – Allah  (c.c) şöyle buyuruyor:

“Allah alış verişi helal, faizi haram kıldı.” (Bakara: 275)

Cabir b. Abdullah (r.a) şöyle dedi:

“Rasulullah (s.a.s) faizi yiyene, vekil olana, yazana ve iki şahide lanet etmiştir. Bunlar günahta ortaktırlar.” (Müslim, Ahmed)

Bu ayet ve hadislere rağmen asrımızın yesağının kanunları hiç utanmadan faizi açıkça helal kılmış ve faizi yemek için caizliğine hüküm vermiştir. Yesak kanunlarının uygulandığı tüm ülkelerde faiz her çeşidiyle meşru ve mübahtır. Bu nedenle faiz alıp vermek açıktan ve serbestçe yapılır. Hatta bazı durumlarda zulmen faiz zorunlu kılınmıştır. Acaba bu, Allah (c.c)’ın dinine karşı gelmek değilse Allah (c.c)’ın dinine karşı gelmek nasıl olur? Ne yazıkki günümüzdeki insanların çoğu gafil ve derin bir uyku içerisindedirler. Zira ölüyü yaralamak ona acı vermez.

Bunu daha iyi anlayabilmek için ticari kanunlarına bakmak yeterlidir. Yesakların yürürlükte olduğu taguti ülkelerin ticari kanunlarında, Allah (c.c)’ın haram kıldığı faiz, borç verenin hakkı olarak belirtilmiş ve şayet taraflar aralarında belli bir rakamda anlaşmamış iseler, faiz oranı % 7 olarak belirlenmiştir. Bununla ilgili olarak kanunlarında şuna benzer ibareler vardır:

 “Ticarette borç veren kimse, borcu verdiği kimseyle belli bir faiz oranı belirlememişlerse borç alan kimse borç verene % 7 faiz ödemek zorundadır.”

Kuveyt ticari kanunları madde 111’de şöyle geçer:

“Akit yapan kimseler, merkez bankasının belirlediği orandan fazla olmamak şartıyla aralarında bir faiz oranı tayin edebilirler.”

Yine madde 297/1’de şöyle geçer:

“Bankadaki cari hesaba, hesap açık tutulduğu müddetçe faiz uygulanabilir.”

Arap memleketlerinde böyle kanunlar çoktur. Banka muameleleri ve ticari hesaplar buna bir kaç örnektir. Faizle işleyen banka mumameleleri, yesağın kanunlarına göre mübah olan ticari muamelelerin başında gelir ve devlet de gerek koyduğu kanunlarla gerek ordusu ve güvenlik güçleriyle bu bankaların korumalığını yapar.

Allah (c.c), Bakara suresinde kullarına faizi haram kıldıktan ve “eğer gerçek mümin iseler” faizle alış-veriş yapmamaları gerektiğini bildirdikten sonra şöyle buyurmuştur:

 “Şayet böyle yapmazsanız Allah’a ve rasulüne karşı savaş açtığnızı bilin!” (Bakara: 279)

İbni Abbas (r.a) bu ayet hakkında şöyle demiştir:

“Müslüman imam, faizden vazgeçmeyen kimseyi tevbeye çağırır. Şayet tevbe etmezse boynunu vurur.” (Taberi hasen senedle rivayet etti.)

Borç alıp verme konusunda ise Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

“Eğer (borçlu) darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin! Halbuki bilmiş olsanız (alacağınızı) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdı." (Bakara: 280)

Allah (c.c), faizi haram kılmış ve borç verilenlere borçlarını ödemede kolaylık göstermek gerektiğini bildirmişken asrımızın yesağının kanunları ve onun kulları, nassları önemsemeyerek faiz yemeyi caiz görmekle yetinmemiş bir de utanmadan faizi borç veren için bir hak sayarak borçluyu faiz vermeye mecbur kılmıştır.

Kuveyt kanunları madde 110’da ve diğer benzeri arap devletlerinin kanunlarında şöyle bir madde vardır:

 “Eğer belli bir paranın ödenmesi gerektiği konusunda anlaşılır ve borçlu ödemeyi geciktirirse, kendisinden ceza olarak % 7 gecikme faizi alınır.”

Bu kimseler Rasulullah (s.a.s)’ın şu sözlerine de önem vermiyorlar:

“Bir dirhem bile olsa faizi bilerek yiyen kişi, 36 zinadan daha büyük günah işlemiştir” (Ahmed, Taberani)

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu.

“Faiz 73 çeşittir. En basiti bir kimsenin, annesiyle zina yapması gibidir.” (Hakim)

Allah (c.c)’ın faizi haram kılmasına, faizden vazgeçmeyenlerin Allah (c.c)’a savaş açtıklarını bildirmesine ve Rasulullah (s.a.s)’ın bu konudaki hadislerine rağmen, Allah (c.c)’a karşı gelerek faiz alıp vermeyi mübah kılan, bununla da yetinmeyip faizi insanlara  zorunlu kılan asrımızın yesağının sefih kullarına şöyle diyoruz:

“Size ve Allah (c.c)’tan başka taptıklarınıza yazıklar olsun! Akletmez misiniz?”

5 – Allah (c.c)’ın şeriatinde (kanunlarında) hırsızlığın cezası el kesmektir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olmak üzere ellerini kesin.” (Maide: 38)

Yesağın kulları ise Allah (c.c)’ın hırsızlık konusunda belirlediği cezaya itibar etmeyerek şöyle derler: “Hayır. Kesinlikle hısızlığın cezası el kesme olamaz. Bizde böyle bir ceza söz konusu değildir.”

Allah (c.c), hırsızlık yapan için “ellerini kesin” diyor. Yesağın kulları ise “hayır kesmek olmaz. Ancak hapis veya para cezası verilir” diyorlar. Verdikleri hapis cezası ise hakimin heva ve hevesine kalmıştır. Bir kaç ay olabileceği gibi, daha fazla da olabilir. Çünkü kanunlarında hırsızlık için alt ceza değil üst ceza söz konusudur.

Asrımızın yesağının kanunlarında hırsızlık suçuna; iki ile üç sene arası veya duruma göre daha fazla hapis veya hapis cezasıyla birlikte maddi ceza ya da sadece maddi ceza verilir.

Asrımızın yesağının kullarının koyduğu kanunlar, daha önce belirtildiği üzere kazf, içki, irtidat ve kısas hadlerini iptal ettiği gibi Allah (c.c)’ın diğer bir haddi olan hırsızlık haddini de iptal etmiştir. Bu kimseler, Allah’ın hadlerini arkalarına atarak yerine basit, hakir, alçak ve gülünç cezalar uydurdular.

İbni Teymiye (r.a) şöyle dedi:

“Suçlu, ikrar ettiği veya deliller sabit olduğu zaman haddi (hırsızlık haddini) uygulamak gerekir. Bu konuda hapis veya para cezası söz konusu olamaz. Suçlunun eli en hürmetli günlerde bile kesilir. Çünkü haddi uygulamak ibadetlerdendir.” (Mecmuatil Fetavi c: 28 s: 329)

Asrımızın yesağının uygulandığı ülkelerde beşeri ve uyduruk hükümlerin uygulanmasının doğal sonucu olarak hırsızlık çoğaldı, insanların malları gasbedildi ve yağmalandı. Adaletsiz kanunlar ve uygulamalar yüzünden devlet hırsızların işbirlikçisi konumuna düştü. Hırsızlığın bir çok şekli ve türü ortaya çıktı. Hatta hırsızlık devletin her kademesinde yapılır oldu. Tüyü bitmedik yetimin hakkı diyerek halkın üç beş kuruşuna göz diken yöneticiler zulmen vergilerle, kesintilerle insanları bunaltırken bir yandan da devlet kasalarını kendi hesaplarına geçiren en büyük hırsız olmuşlardır. Hırsızlık foyası ortaya çıkan nice devlet kademelerindeki yönetici, ya paralarla soluğu ülke dışında almış ya da üst kademedeki dostları vesilesiyle cürümünü örtbas ettirerek paçayı kurtarmıştır. Fakat daha nicesi halen malı götürmeye devam etmektedir.

 

f) Asrımızın Yesağı, Zinanın Kapılarını Sonuna Kadar Açmakta; Fahişeleri ve Pezevenkleri Korumaktadır:

 

Neseb (soy) de İslam şeriatinin koruma altına aldığı, mutlaka korunması gereken bir değerdir. İşte bu sebeple Allah (c.c), boşanan veya kocası ölen kadınlara iddeti (bekleme süresini) farz kılmıştır. Allah (c.c) şöyle buyu-ruyor:

“Boşanmış kadınlar üç kuru’ (müddeti) beklerler.” (Bakara: 228)

“Sizden ölenlerin geriye bıraktıkları zevceleri kendi kendilerine dört ay on gün beklerler.”(Bakara: 234)

Allah (c.c) zinayı nesebi korumak için haram kılmıştır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Zinaya yaklaşmayın! Muhakkakki o (zina), çirkin bir fiil ve kötü bir yoldur.” (İsra: 32)

Allah (cc), zina fiilinin işlenmemesi için had cezası belirlemiştir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer sopa vurun! Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız Allah’ın dininde (hükmünü uygulama konusunda) o ikisine acımayın! O ikisinin cezasına mü’ minlerden bir kısmı da şahit olsun!” (Nur: 2)

Bu ayetin hükmü bekar olan kimseler içindir. Evli zinakarların haddi, taşlanarak öldürülmeleridir. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

“Müslümanın kanı şu üç şey dışında helal olmaz: Zina yapan (evli kadın ve erkek), cana karşılık can ve İslam cemaatinden ayrılarak irtidat edip dinini terkeden.” (Buhari, Müslim Ve Başkaları)

Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir:

“Rasulullah (s.a.s) mescidde iken bir adam ona gelip şöyle dedi:

“Ya Rasulallah! Ben zina yaptım.

Rasullah (s.a.s) ondan yüzünü çevirdi. Fakat adam zina yaptığını dört sefer tekrarladı. Adam kendi nefsi aleyhine dört defa zina yaptığına şehadet edince Rasulullah (s.a.s) onu çağırarak:

“Senin aklında birşey var mı?” diye sordu. Adam:

“Hayır” diye cevap verdi. Rasulullah (s.a.s):

“Evli misin?” diye sordu. Adam:

“Evet” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (a.s) sahabelere:

“Bunu alın ve onu recmedin” buyurdu.” (Buhari, Müslim)

Allah (c.c)’ın temiz şeriati, zina yapanın hükmünü işte böyle belirlemiştir! Yesağın kullarının kanunlarına göre bu hüküm geriliciliktir, vahşettir. Bu yüzden onların kanunlarında bu hükme bir itibar yoktur. Onların kanunlarında çirkin, pis, nesebleri yok eden her türlü zinanın işlenmesine, fahişeliğin ve pezevenkliğin meşru hale gelmesine yol açan hükümler vardır. Çünkü asrımızın yesağının sistemlerinde zinanın, pezevenkliğin, fahişeliğin kapıları sonuna kadar açıktır. Bu sistemlerde gerek evli gerekse bekara verilmesi gereken zinayla ilgili Allah (cc)’ın belirlemiş olduğu had cezası iptal edilmiş ve bu sebeble zina, fahişelik, tecavüz kolay işlenir hale gelmiştir. İşte! Fahişeliğin, pezevenkliğin, ahlaksızlığın, homoseksüelliğin, kadın ticareti ve bunlar gibi daha nice çirkefliklerin bu şekilde kolay işlenir hale gelmesine yol açan ancak ve ancak asrımızın yesağının kanunlarıdır.

Yine asrımızın yesağının yayın yapması için izin verdiği televizyon ve benzeri yayın organları da bu ahlaksızlıkları, çirkeflikleri yaygınlaştırmaktadır.

Asrımızın yesağının 18 yaşını tamamlamayan gençler için koyduğu kanunlar, bu gençlere; hırsızlık, öldürme, zina, homoseksüellik, tecavüz, kız kaçırma ve benzeri her türlü suçu işlemeyi kolay hale getirmiştir. Onların kanunlarında bir hafta kalsa bile 18 yaşını tamamlamayan kişilerin işlediği suçların cezası çok basittir. İşte bu kanunlarla ilgili bazı örnekler:

Kuveyt ceza kanunları madde 194’te şöyle deniyor:

“Bekar bir erkek, 21 yaşına gelmiş mahremi olmayan bir kadınla, o kadının rızası dahilinde zina yaparken yakalanırsa, kendisine altı aydan az, üç seneden fazla olmamak şartıyla hapis cezası uygulanır. Bu zinayı kendi rızasıyla yapan kadına da aynı ceza uygulanır.”

İşte zina yapan bekarın asrımızın yesağına göre cezası! Allah (c.c)’ın koyduğu sopa cezası kaldırılmış, yerine altı ay veya biraz daha fazla hapis cezası konmuştur. Bu ceza, ne durumda olursa olsun, hafifletici sebebler gözönüne alınmaz veya ülke yöneticisinin affı uygulanmasza üç seneyi geçmez.

Asrımızın yesağının kanunlarında zina yapan evli için verilecek ceza, zina yapan bekara verilenden farklı değildir. Zaten onların kanunları recm cezasını tanımamakta ve asla kabul etmemektedir.

Kuveyt ceza kanunu madde 195’de ve diğer benzeri arap devletlerinin kanunlarında şöyle bir madde vardır:

“Evli kadın veya erkek, kendi hanımı veya kocasından başkasıyla, onun rızası dahilinde cinsel birleşmede bulunur ve bu tespit edilirse, kendisine beş seneden fazla olmamak şartıyla hapis cezası ve beş bin rub’iden fazla olmamak şartıyla para cezası ya da sadece hapis veya para cezası uygulanır.”

Bu kanuna göre verilecek ceza için bir alt sınır belirtilmediği için hakim dilerse zinakar evliye, zinakar bekarın cezasından daha az ceza da verebilir. Çünkü zinakar bekara verilecek hapis cezasında altı aydan az olmama şartı koşulmuş, fakat evliler için böyle bir alt sınır tayin edilmemiştir. Zinakar evlinin cezası, sadece çok komik bir rakamda para cezası da olabilir. Zira onların kanunları para cezası için de bir alt sınır tayin etmemiştir. Bu yüzden verilecek para cezası hakimin heva ve hevesine ve avukatın beceresine göre değişebilir.

Asrımızın yesağının kullarının kanunlarında ırz ve neseblerin çok basite alındığını müslüman iyice bilmelidir. Asrımızın yesağının kanunlarına göre, zinakar evli kadını deyyus kocası affederse o kadına  ceza uygulanmaz.

Kuveyt kanunu madde 197’de ve diğer benzeri arap devletlerinin kanunlarında şöyle bir madde vardır:

“Madur koca, evliliğini devam ettirmeyi kabul ettiği zaman zinakar hanımı hakkında dava açılmasını engelleyebilir veya ona uygulanacak zina cezasını durdurabilir.” İşte deyyus kocanın isteğiyle kendi kanunlarındaki bir cezayı bu maddeye göre iptal edebiliyorlar. Nitekim bunlar Allah (cc)’ın kanunlarını ve hadlerini de iptal etmişlerdi.

Asrımızın yesağının bu ve benzeri kanunları deyyusluk, pezevenklik ve fahişelik kapılarını sonuna kadar açmış, pezevenkler de mide bulandırıcı bir şekilde bu maddeden istifade etmişlerdir.

Mesela; pezevenk biri, gerek batıdan gerek doğudan getirdiği dört fahişeyi hanımı olarak tanıtıp onlara resmi muamele yaparak bir ev tutsa, sonra da gençlerin ahlakını bozmak için bu evi genel ev olarak kullansa asrımızın yesağının kanunları bu kimseyi korur ve hiç kimseye, bu kişiye eziyet etme veya engelleme hakkı vermez. Zira pezevenk koca, hanımlarının zina yapmasına rıza göstermekte ve evliliğini devam ettirmektedir. Bu sebeble fahişe kadınlara kesinlikle dava açılamaz.

Böylece ırzına kıskanç olan her insan bu kanunları gördüğünde asrımızın yesağının kanunlarının ırzlara, neseplere hiç kıymet vermediğini, bilakis şerefi, kıskançlığı, erkekliği, mertliği öldüren kanunlar olduğunu hemen anlar. Zaten bu kanunlar, daha önce dini ve onun hadlerini de öldürmüştü.

Kuveyt ceza kanunu madde 109’da ve benzeri arap devletlerinin kanunlarında şöyle bir madde vardır:

“Madur olan koca istemedikçe aşağıdaki durumlarda dava açılmaz.

1 – Sövme, kazf (zina ithamı), sırları ifşa suçları.

2 – Zina suçları,

3 – Kız kaçırma suçu.”

Kuveyt ceza kanunları madde 110’da şöyle denmektedir:

“Şikayetçi, dilerse şikayetinden vazgeçebilir. Bu, suçluya özel bir aftır ve bu sebeble suçlu affedilir.”

Kuveyt ceza kanunları madde 39’da şöyle denmektedir:

“Madurun rızası olursa işlenen zina fiili suç olmaz. Tabiki madur, kendisine tecavüz edildiğinde 18 yaşını doldurmuş olmalı ve herhangi maddi veya manevi baskı altında olmamalıdır.”

İşte bu kanunlara göre, zina iki tarafın rızası ile işlendiğinde suç olmaz. Zaten ahlakı bozulmuş toplumlarda zina suçu daha çok iki tarafın rızası ile işlenir. Yine eğer erkek, hanımlarının zina yapmasına, zina iftirası atılmasına, kızının kaçırılmasına, fahişeliğe ve buna benzer durumlara rıza gösterirse, yesağın kanunlarına göre, işlenen bu suçlara ceza verilmez.

Bu kanunları bilen ve zerre kadar aklı olan, bunların alçak ve rezil kanunlar olduğunda asla şüphe etmez. Bu kanunlar aslanı uykuda olan, küçük tilkilerin cirit attığı bir ormanın kanunlarıdır. Bu kanunlar; ırzları, nesepleri basite alan, hiçe sayan, değer vermeyen ve haramları önemsemeyen kanunlardır.

Asrımızın yesağının kanunlarında zina cezası, kocanın elinde olan bir haktır. Bu sebeble, daha önce zikredilen 197. maddede ve bunun gibi diğer maddelerde kocaya madur ismi verilmiş ve zina suçunun cezasını uygulama veya affetme konusunda kendisine hak verilmiştir.

İşte bu, fahişeliğin kapısını sonuna kadar açmak değil midir? Oysa herşeyi bilen, merhametli ve latif olan Allah (c.c)’ın toplumları temizlemek ve yüceltmek için gönderdiği şeriati, zina cezasını Allah (c.c)’ın hadlerinden bir had olarak görmüş ve bu suç sabit olduğunda ister koca ister baba isterse devletin yöneticisi olsun, hiç kimseye bunun cezasını iptal etme hakkı vermemiştir.

Bu farklılığa dikkat edildiğinde Allah (c.c)’ın dininin başka, yesağın dininin başka olduğu kolayca anlaşılır. Allah (cc)’ın hadleri yüksek ve değerlidir. Yesağın kanunları ise basit ve çirkeftir. O halde yesak dini başka, müslümanların dini başkadır.

Allah (cc)’ın gazab ettiği, kendilerinden maymun ve domuzlar yaptığı yahudiler bile zina haddini değiştirdikleri zaman asrımızın yesağının kullarının alçaklığına düşmemişlerdir. Asrımızın yesağının kullarının yaptığı gibi, kocanın rızası var diyerek zina haddini tamamen ortadan kaldırmamışlardır. Onlar sadece zinakarın taşlanarak öldürülme cezasını, sopa vurma ve tahmim (yüzün kömürle siyaha boyanması) cezasıyla değiştirmişlerdi. Fakat bu cezayı hem fakirlerine hem de şereflilerine uyguluyorlardı. Buna rağmen Allah (c.c) bu kimseleri tekfir etmiştir. Bu kimseler, kafir olmalarına rağmen, asrımızın yesağının kullarından daha kıskanç ve ırzlarına daha çok değer veren kimselerdi.

Bera b. Azib (r.a) şöyle demiştir:

“Rasulullah (s.a.s)’ın yanından kendisine tahmim yapılmış ve sopa atılmış bir yahudi geçti. Rasulullah (a.s) onları çağırdı ve şöyle dedi:

“Zina yapanın cezasını kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” Yahudiler:

“Evet” dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) onların alimlerinden bir adam çağırıp ona dedi ki:

“Musa (a.s)’ya Tevrat’ı indirenin hakkı için söyle, zina yapanın cezasını kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” Alim şöyle dedi:

“Tevrat’ı indirenin hakkı için demeseydin sana gerçeği bildirmezdim. Zinanın cezası kitabımızda taşlayarak öldürmektir. Fakat şereflilerimiz içinde zina çoğalınca ve zina yaparlarken yakalanınca, şerefli oldukları için onlara ceza uygulamayı terkettik. Fakat zina yapan zayıf kimselere zinanın taşlayarak öldürme haddini uyguladık. Bir gün aramazda:

“Zina konusunda hem şereflilerimize hem de zayıflarımıza uygulayacağımız bir tek ceza belirleyelim” dedik. Böylece taşlayarak öldürme cezası yerine tahmim ve sopa vurma cezasını uygulamaya karar verdik” Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s):

“Ey Allah’ım! Vermiş olduğun emri, ölümünden sonra tekrar ilk canlandıran benim.” dedi ve zina yapan evli kişinin taşlanarak öldürülmesini emretti. Bunun üzerine şu ayet indi:

“Ey Rasul! Kalbleri iman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik” diyenlerin, yahudilerden yalana kulak verenlerin ve sana gelmeyen başka bir kavim (adına casusluk yapmak) için dinleyenlerin küfürde yarışmaları seni üzmesin! Onlar (yerli yerinde söylenmiş) kelimelerin yerlerini sonradan değiştirirler ve “eğer size bu (sopa ve tahmim cezası) verilirse onu kabul edin, eğer bu verilmez (taşlayarak öldürme cezası verilir)se ondan sakının” derler.” (Maide: 41)

Yahudiler dediler ki: “Eğer Muhammed sopa ve tahmim cezası verirse, bunu ondan alın, eğer recm cezası verirse, bunu ondan almayın” Bunun üzerine Allah (c.c) şu ayetleri indirdi:

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar kafirlerin ta kendileridirler.” (Maide: 44)

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar zalimlerin ta kendileridirler.” (Maide: 45)

“Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar fasıkların ta kendileridirler.” (Maide : 47)

Bu ayetlerin hepsi kafirler hakkında inmiştir.” (Müslim, Ahmed)

İşte Allah (c.c)’ın sadece bir hükmünü, recim hükmünü değiştirenler hakkında inen ayetleri gör! Onları nasıl azarlayıp tekfir ediyor! Acaba Allah (c.c)’ın bütün hadlerini değiştirenlerin durumu nasıldır?

Ey İslam’ı din olarak kabul edenler! Bu batıl yesak kanunlarının özelliklerini öğrendiniz. Bunlardan daha iğrenç ve daha aşağılık başka kanunlar gördünüz mü?

Bütün bu anlattıklarımızı dikkatle okuyan ve kendi çağında yaşananları şöyle bir gözden geçiren kişi, çağdaş yesak kullarının teslim olduğu şeriat ve dininin, ancak pezevenklerin, deyyusların, fahişelerin ve her türlü pisliği kendilerine layık görenlerin şeriat ve dini olduğunu anlar. Asrımızın yesağının belirttiğimiz bu kanunları selim fıtratı, ırzları, nesebi bozan ve facirleri, zinakarları, fahişeleri, pezevenkleri, katilleri koruyan kanunlardır. Burada anlattıklarımız, sadece bariz ve çarpıcı bazı örneklerdir. Asrımızın yesağında bunlara benzer daha nice kanunlar vardır.

İşte! Yesağın kulları, bu kanunları size uygulamakta ve insanları bu kanunlara zorla itaat ettirerek onlara ibadet ettirmektedir. Öyleyse asrımızın yesağının iğrenç kanunları karşısında müslümanın tavrı nasıl olmalıdır? Bütün bu anlatılanlardan sonra, la ilahe illallah’ı bilen ve ona iman eden bir müslüman, acaba bu çağdaş yesağın kanunlarına saygı göstereceğine ve bu kanunları muhafaza etmek için ihlaslı bir şekilde çalışacağına dair yemin edebilir mi? Eğer bu caiz değilse, acaba bu haram mıdır, yoksa tevhidi bozan bir şirk midir? Böyle kanunları koruması, müdafa etmesi caiz midir? Bu kanunları kabul ve muhafaza edeni dost, bu kanunlara karşı çıkanı düşman kabul etmek caiz midir? Acaba ikrah olmadan böyle yapan kişinin hükmü nedir? Bu kanunları korumak ve onları müdafa etmek için ölenlerin hükmü nedir? Bu kanunları muhafaza etmek caiz midir? Bu kanunlarla muhakeme edenin hükmü nedir? Bu kanunları öven, onu adalet olarak vasfeden kişinin hükmü nedir? Bu kanunları sevmeleri ve onu yüceltmeleri için nesiller yetiştiren kişinin hükmü nedir? Bu caiz midir? Bu kanunları nesillerine öğreten kişinin hükmü nedir?

Bu kanunları öğrendikten sonra,  İslam’ını ve imanını korumak isteyen kimseler için bu ve bunun gibi soruların cevabı sanırım artık belli olmuştur.

Başa Dön   Devam