Kılıç Ali’nin oğlu babasının cinayetlerini itiraf etti
Tarih 7 Mart 2003. Günlerden Cuma. Yer
Kanal 7 stüdyosu. İskele-Sancak programında Türkiye’nin, ABD’nin cinayetine
yardım ve yataklık edip etmeyeceği tartışılıyor.
Sıra, programa konuk olarak katılan Abdurrahman Dilipak’ta. Dilipak, bir ara
sözü ‘Kurtuluş Savaşı’ndaki (demek ki kurtulmamışız, halimize baksanıza 80 yıl
sonra hâlâ başladığımız yerdeyiz) “Amerikan mandacılığını” gündeme getirdi.
Programın konukları arasında Kılıç Ali’nin oğlu da yer alıyor.
Sanırım onu bir yerlerden hepiniz hatırlarsınız. Hani şu ünlü İstiklâl
Mahkemeleri celladı Kılıç Ali canım! İşte onun oğlu, uyuklamadığı sıralarda,
Abdurrahman Bey’e iki de bir kılçık atıyor. Bazen mütedeyyin insanlara hakarete
yelteniyor.
Derken, Abdurrahman Bey sözü “Kurtuluş Savaşı”na getirerek “Sizin babanız da
Kurtuluş Savaşı’nda yer aldı...” diye devam ediyordu ki, tarihî itiraf işte tam
o zaman gerçekleşti.
Kılıç Ali’nin oğlu, Abdurrahman Bey’in sözünün “Sizin babanız da...” kısmında
lafa girdi. Muhatabının ne dediğini dahi anlayıp dinlemeden “bilinçaltı” ona
öyle tarihî bir itiraf yaptırdı ki, o itirafı ona babasının üyesi olduğu
İstiklâl Mahkemesi bile yaptıramazdı.
Daha “babanız” lafızı duyunca patlayan Kılıç Ali’nin oğlu ne dese beğenirsiniz:
“Babam az bile yapmış ki, sizin gibiler hâlâ ortalıkta dolaşıyor!”
Programın yöneticisi, mütedeyyin insanlara bilinçaltındaki kinini boşaltan Kılıç
Ali’nin oğluna “Abdurrahman Bey babanız hakkında kötü bir şey demedi ki! O
babanızın Kurtuluş Savaşı’na katıldığına atıf yaptı!” deyince, Kılıç Ali’nin
oğlunun yüzünü bir görmeliydiniz.
Fakat, ok yaydan çıkmıştı bir kez. Tarihî itiraf gerçekleşmişti. Adam
bilinçaltında ne kadar kin varsa onu bir cümlede boşaltmıştı. Ama bu bir cümle,
aynı zamanda İstiklâl Mahkemeleri’nin tarihî misyonunu da ele veriyordu:
“Muhaliflerin kökünü kazımak.”
Kılıç Ali’nin itirafçı oğluna göre, İstiklâl Mahkemesi cellatlarından olan
babası işini tamamladığını sanmış, fakat tamamlayamamıştı. Bunun en büyük delili,
hâlâ İslâmî bir hayatı savunan insanların varlığıydı.
Onun babası, kökünü kazıyalım diye binlerce insanın kanına girmişdi. Bu
“binlerce” sözü, lafın gelişi söylenmiş bir söz değil. Yukarıdaki itirafa benzer
tarihî bir itirafı kaynağıyla vereyim de, işin vahametini kavrayın: 3 Mart 1931
tarihli Son Posta gazetesi, İstiklâl Mahkemesi cellatlarından biri olan Cellat
Kara Ali’yle bir röportaj yapar. Orada Kara Ali, “İstiklâl Mahkemesi’nin
kararına istinaden astığı insanların toplam sayısının 5216 olduğunu, bunlardan
3.000 küsurunu yalnızca Konya ve civarında astığını” dile getirir.
Değil mi ama, bu kadar kanı boşuna mı akıtmışlardı? Şimdi Abdurrahman Dilipak
gibiler nereden çıkmıştı?
Adam resmen bunu söylemek istiyordu. Hem de onbinlerce TV seyircisinin önünde.
Kılıç Ali’nin oğlu, kendisini zor durumda bırakan bilinçaltının kendisine
oynadığı oyun sayesinde de olsa, samimi bir itirafda bulunmuştu. Keşke onun
kafadarlarından olan herkes bu gerçeği itiraf edecek kadar yürekli ve dürüst
olabilseydi.
Merhum şehid Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi’yi hatırlar mısınız? Bu büyük zat,
Kılıç Ali’nin darağacına gönderdiği sayısız insandan biridir. 3 Şubat 1926
gecesi Allah’a yürümüştür.
Osmanlı’nın son büyük âlimlerinden İskilipli Âtıf Hoca’nın kanında da onun
elleri vardır. Oğlu yalan söylemiyor; Abdurrahman Bey gibi manevi değerlere önem
veren insanlar eline geçseydi, gözünü kırpmadan darağacında sallandırırdı.
“Aradan bunca yıl geçti, bunca haksızlıklardan sonra kinleri hâlâ dinmedi mi?”
diyecekseniz, cevabı Kur’an versin:
“Onların ağızlarından kin taşmaktadır, içlerinde gizledikleriyse daha büyüktür.”
(Alu İmran, 118)
Arif Çevikel 3 Mart 2003 Vakit