YA ŞERİAT CEPHESİ

YA KÜFÜR CEPHESİ

 

   Yeryüzünde üç değil, iki cephe vardır. Şeriat Cephesi, Küfür Cephesi. Şeriat Cephesi vahye dayanır, küfür cephesi ise heva ve hevese dayanır.

   Şeriat Cephesi: Allah-u Teala’nın hakimiyet gücüne hizmet eden, bir cephedir. Yani Şeriat Cephesi; bir taat ve ubudiyet cephesidir. Allah-u Teala’nın arzında Şeriat-ı Garra’yı öğrenen, uygulayan, yaşayan, tebliğ ve tebyin eden, muhafaza ve müdafaa eden “Şeriat Cephesi”ni oluşturmak, Rabbani bir ödevdir.

   Şeriat Cephesi’ni oluşturmayı bizzat Rabbimiz bizden istiyor: “(Emirleri ve yasaklarını uygulaman için) seni emr ile (hayat konusunda) bir ŞERİAT’ın üzerinde görevli kıldık. Artık o (şeriat’ın kanunları)na tabi ol. Bilmezlerin heva (ve heveslerine) sakın uyma!...” (Casiye Suresi 45/18) Dikkat edilirse bizler heva ve heves cephesi olan küfür cephesini reddedip hakikat cephesi olan şeriat cephesine tabi olmakla mükellefiz. Müslüman olduğunu iddia eden bir kişi, şeriat cephesinden başka bir cephede bulunmaya ve görünmeye muhayyer değildir.

   Müslüman olan bir insan için şeriat cephesinin dışında başka bir cephede insanca ve müslümanca yaşama hakkı yoktur. Çünkü şeriat cephesinin dışındaki diğer tüm cepheler, küfür cephesidirler. Küfür cephesi ise; bir reziller ve alçaklar cephesidir. Çünkü bu cephede yer alanlar, Allah ve Resulüne başkaldıran asilerdir. Bu dünyada Resulüllah’ın canibi Allah’tan getirip haber verdiği şeriat nizamını reddedenlerden daha büyük alçak ve rezil yoktur. Yeryüzünde en büyük alçaklik, Allah’ın inzal ettiği şeriat nızamını red ve inkar etmektir. Allah-u Teala ezeli ve ebedi hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

   “Allah’a ve Peygamberine karşı gelenler, işte onlar en alçak kimselerle beraberdirler. Allah “and olsun ki, ben ve peygamberim üstün geleceğiz.” diye yazmıştır. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.” (Mücadele suresi 58/20-21)

   Evet, küfür cephesi; bir zillet cephesidir. Günümüz İs1am coğrafyasında şeriat cephesinin karşısına dikilen laiklik cephesi, bir küfür cephesidir. Şunu unutmayalım ki laiklik, şeytanın kafirliğiyle yaşıt olan batıl bir şeriattır.

   İnsanlık tarihi laiklik cephesi/küfür cephesi ile şeriat cephesinin çarpışması ve çatışması üzerine bina olunmuştur. Günümüzde görülmeye başlanmış bulunan “Müslüman-Laik Çatışması”, “Şeriat-Laiklik Çarpışması, şeytanın Adem (A.S.)’a secde etmekten kaçınıp istikbara sarılmasıyla baş1amıştır.

   Bir insanın hem müslüman hem de laik olması mümkün değlidir. Bakınız şeytan Allah’a inanıyordu fakat kendisiyle ilgili Allah kanunlarını kabul etmiyor, bizzat kendi hayatı için kendisi kanun koyuyordu. Şeytanın iddia ve mesajı şu idi: “Ya Rabbi sen beni ateşten, Ademi de topraktan yarattın. Benim kanunuma göre ateşten yaratılan bir kimse, topraktan yaratılan bır kimseye secde etmez.” Bu munasebetle “Yeryuzünde ilk laik kimdir?” sulaine verilecek en doğru ve en makbul cevap “Şeytandır”. Ve yine yeryüzünde kendi yaratılışını, kanını, ırkını üstün tutmak suretiyle de ilk ırkçı, ilk faşist ilk milliyetçi ve ilk kanun/yasa, ihdas edicisi şeytandır. Tabii ki, insan neslinden de ilk laik ve ilk katil Kabil’dir. Çünkü o da şeytan gibi Allah’ın kendisi için koyduğu kanunu reddetti ve kendisi aile hukukuyla ilgili kanunu koydu. Dikkat edilirse laik insanların hayatlarında iki ilah, müslüman insanın hayatmda ise tek bir ilah vardır. Dolayısıyla diyoruz ki; Şeriat cephesinde toplananlar, sadece ve sadece Allah-u Tealaya ibadet ederler. Küfür cephesi böyle değildir. Küfür cephesi dediğimiz laik cephe; çok ilahlı bir cephedir. Laiklik cephesinde yer alanlar, Allah’dan başka bir sürü sahte ilaha iman edip taparlar.

   Hiç kuşkusuz Laiklik/Küfür cephesi, sahte ilahlığı güçlendirme ve kuvvetlendirme cephesidir. Şer’i şerife ters kanunları icad etme yetkisini kendisinde bulan herkes sahte bir ilahtır. Dolayısıyla Şer’i şerif ile çelişen ve çatışan sistemleri kuvvetlendirmek amacıyla oluşturulan tüm cepheler, küfür cepheleridir.

   Küfür/Laiklik cephesi, hak ve hukuk noktasında bir ölüm ve zulüm cephesidir. Şeriat cephesi ise, hak ve hukuk cephesidir. Çünkü şeriat cephesine mensub olanlar, hakkın ve hukukun savunucularıdır. Günümüz İslam coğrafyasında “Müslümanlar ile Laikler arasında uzlaşma sağlanmalıdır” teklifini ileri sürenler, hakkı batıla, batılı da hakka karıştıran melunlardır. Şunu unutmayalım ki; heva ve heveslerini ilah edinen ve meydanlarda “Kahrolsun Şeriat!...” diye bağıranlar, küfür cephesinin tabii üyeleridir. Yani Ebu Leheb ve Ebu Cehil’lerin yoldaşlarıdır.

   Şu bir hakikattır ki, küfür/laiklik cephesinde yer alanların isimleri, meşrebleri, alametleri ayrı ayrı olabilir. Şeriat nazarında küfür; millet-i vahide/tek millet sayıldığı için küfür alametleri arasında fark yoktur. (Frenk Mukallitliği (Atıf Hoca) Ter: Sadık Albayrak) Sh: 25, İST/ty.) Çünkü şeriat/İslam birdir, küfür ise. sayısızdır. Bu münasebetle alemdeki insanları Şeriat Cephesi ile Küfür Cephesi şeklinde taksim edip mütalaa etmek; hem imanî bir zaruret ve hem de hayati bir ihtiyaçtır.

   Bir kimse ben müslümanım diyor, öte yandan İslamî ahkâmı beğenmiyor ve reddediyor?.. Bu durum nasıl olur. Bir adam bir anda hem mümin, hem kafir olamaz. Ya mümindir, ya da kafır... İslam dininin ahkamını ortadan kaldıran, kabul etmeyen kimse ben müslümanım demiş bulunsa, böyle dediği halde kafir ahkamını rızası ile kabul etse münafık olur ve küfür içinde kalır, dinsiz imansız bir tip olarak ortaya çıkar. (Elfaz-ı Küfür (Hüseyin Aşık) Sh: 154, İST/198 1) Bir insanın bir anda hem laiklik/küfür cephesine ve hem de şeriat cephesine mensup olması asla ve kat’a mümkün değildir.

   Sonuç olarak diyoruz ki; bir insan ya şeriat cephesindendir veya küfür/laiklik cephesindendir. Bir insanın hem şeriat cephesine ve hem de küfür cephesine mensub olması mümkün değildir. Çünkü biranda bir insan, hem hukukun savunucusu ve hem de terörizmin sunucusu olamaz. İnsanoğlu için yeryüzünde iki tercih hakkı vardır. Ya Şeriat cephesi, ya küfür cephesi. ŞERİAT CEPHESİ İLE KÜFÜR/LAİKLİK CEPHESİ ARASINDA BİTARAF KALAN, BERTARAF OLUR.

 

 

KÜFÜR KAÇ HİZİBDİR?

 

   Küfür; hem tek millet ve hem de tek hizibdir. Allah-u Teala değişmez hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Onları şeytan kaplamış da Allah’ı hatırlamayı kendilerine unutturmuştur. ONLAR HİZBUŞŞEYTAN’dır. Dikkat edin HİZBUŞŞEYTAN olanlar hüsrana uğrayanlardır.” (Mücadele Suresi 58/19) İslam uleması bu ayet-i celilenin ışığında “Hizib” kavramını izaha kavuşturmuşturlardır. Ancak bazı şabloncular; HİZBUŞŞEYTAN ve alternatifi olan HİZBULLAH’ın yeni ortaya çıkan kavramlar olduklarını iddia ediyorlar. Biz bu iddiayı asırlar önce dünyaya iki hizib halinde mütalaa eden bir Kur’an mektebinin öğreticisi olan Nisaburî (Rh.a.)’ın tesbiti ile tarihin çöp sepetine atalım: “Halk iki kısımdır. Birincisi HİZBULLAH’dır. Dikkat HİZBULLAH felaha erendir. İkincisi HİZBUŞŞEYTAN’dır. Dikkat edin HİZBUŞŞEYTAN hüsrana uğrayandır.” (Geraibu’l Kur’an ve Reğaibu’l Furkan (Nisaburî/Tefsiri Taberi’nin bihamişinde) C: 1, Sh: 256, Mısır 1323) Dikkat edilirse Hizbuşşeytan, Hizbullah’ın zıddıdır.

   Hizbuşşeytan; Allah-u Teala’ya dost olanların değil, aksine düşman olanların hizbidir. Çünkü hizbuşşeytanı oluşturanlar, Allah ve peygamberine karşı savaşanlardır. Her kim Allah-u Teala’nın inzal ettiği Şeriat-ı Garra’yı reddedip. kendisine karşı savaşırsa o kimse hizbuşşeytandandır. Esasen Şeriat-ı Garra yerine beşeri ideolojileri savunanların hizbuşşeytandan olduklarında şüphe yoktur.

   Hizbuşşeytan; İslam nizamını hayat nizamı olarak kabul etmeyen, Allah’ın hakimiyetini hatırlamayan ve Allah’a iman ile birlikte beşerî ve şeytanî rejimleri restöre eden, çalıştıran her hizibdir.

   Hizbuşşeytan, şirkin necasetini vahyin bereketine tercih eden çirkin fiillerin savunucusu ve sunucusu olan her hizibdir.

   Hizbuşşeytan; vahyi hayattan uzaklaştırıp yerine heva ve hevesleri egemen kılmak için heva ve heveslere göre örgütlenmiş tüm parti ve grupların genel ismidir.

   Cinsleri, şekilleri ve adları ayrı ayrı olsa da KÜFÜR TEK HİZİBDİR. 0 DA; HİZBUŞŞEYTAN’DIR. Şu bir hakikattır ki; kafirlerin sosyal ve siyasal alandaki faaliyetlerinin düzenlenme ve yönlendirilme merkezi hizbuşşeytandır. Çünkü Hizbuşşeytan, küfrün hakimiyeti için sosyal ve siyasal yöndeki örgütlenmenin sağlık ve varlık sermayesidir. Bu nedenle örgütlenmiş küfrî faaliyetlere bekçilik eden her hizib, hizbuşşeytandır.

   Şu bir gerçektir ki; Hak da hem tek millet ve hem de tek hizibdir. Allah (c.c.) hayat programımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Kim Allah’ı, peygamberini ve müminleri yar edinirse, şüphesiz üstün gelecek onlar, HİZBULLAH’dır.” (Maide Suresi 5/56) Evet, HAK TEK HİZİBDİR. 0 DA; HİZBULLAH’DIR. Kafirler de; Amerikasıyla, Rusyasıyla, Almanyasıyla, japonyasıyla, İsrail ve Çiniyle, Komünizmiyle, Kemalizmiyle, Faşizmiyle, Kapitalizmiyle, Sosyalizmiyle, Masonuyla, Farmasonuyla, Dernokratiyla, Laikiyla, Liberalistiyle, sağcı ve solcusuyla tek hizibdirler. 0 da; HİZBUŞŞEYTAN’dır.

   Bir insan ya Hizbullah’dandır veya Hizbuşşeytan’dandır. Üçüncü bir hizib yoktur. YA HİZBULLAH VEYA HİZBUŞŞEYTAN. Gerisi laf-u güzaftır.

 

SONUÇ

 

   Kafirler, İslamın karşısında bir bütündürler. Tabii ki, müslümanlar da kafirlerin karşısında bir bütündürler. Kafirler ile Müslümanlar arasındaki haklı ve farklı ayrılık, hem itikadî ve hem de amelîdir. Dolayısıyla Ahkam-ı Rahmana göre yeryüzünde sürekli çarpışma ve çatışma halinde bulunan iki millet vardır. Küfür Milleti, İslam Milleti.

   İslam Milleti; Allah-u Teala’ya karşı ilahlık iddiasında bulunan ferdlerin, beynel-akvam/kavimler arası kurum ve kuruluşların, kurultayların, meclis ve parlamentoların Şeriat-ı Garra-ı Ahmediyye’ye mukabil ve onun yerine geçmek üzere uydurdukları anayasa metinlerine toptan LA/hayır diyen ve sadece Allah’a ve O’nun gönderdiği hayat nizamı şeriata iman edenlerin oluşturdukları bir millettir. İslam milletini oluşturanlar, muhtelif kavim ve ırklara mensub olan kimselerdir. Şunu unutmayalım ki; ırklarımızın, kavimlerimizin ayrı ayrı olmaları, aynı milletten olmamızı engellemediği gibi, dinleri ayrı ayrı olanlarımızın ayni kavim ve ırka mensubiyetimizi engellemez. Ancak dinlerimizin ayrı ayrı olması, aynı milletten olmamızı engeller. Çünkü dinimiz, aynı zamanda milletimizdir. Tabii ki, kafırlerin de küfrü onların milletidir.

   Küfür Milleti; İslam’ın dışındaki sistem ve rejimlere iman edenlerin oluşturdukları bir millettir. Küfür milletinde her türlü ırk ve kavme mensup olan insanlar vardır. Küfür Milletini sadece Ruslar, Amerikalılar, İngilizler, Almanlar, Ermeniler oluşturmaz. Aksine küfür milletini oluşturanlar, yukarıda sayılanlarla birlikte Kürdler, Türkler, Araplar, Farslar, Çerkezler, vesair ırk ve kavimlere mensup olanlardır. Yani Allah-u Teala’yı ve O’nun indirdiği şeriat nizamını inkar edenler kayıtsız şartsız küfür milletindendirler. Bunların, Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Fars vesair kavimlere mensub olmaları durumu değşitirmez.

   İslam Milleti, Küfür Milleti ayrımı, Şeriat-ı Garra’nın ortaya koyduğu bir esasıdır. Bu esasi asli, siyaset-i şeriyye’nin iç ve dış boyutunun temelini teşkil eder. İslam Milleti, Küfür Milleti ayrımını ortadan kaldırdığınız zaman meydanda siyaset-i şeriyye diye birşey kalmaz. Bu nedenle “Küfür Tek Millettir” düsturu, siyaset-i şeriyyenin dış boyutu konusunda sürekli riayet edilmesi zorunlu olan şer’i bir ihtiyaçtır.

   Bütün bu gerçeklere rağmen günümüz İslam coğrafyasında ortaya çıkmış İşlami grupların bir çoğu dış siyaset konusunda “Küfür Tek Millettir” düsturuna riayet etmemektedir. “Küfür Tek Millettir” düsturuna riayetsizliğin bir neticesi olarak kafirlerle müslümanlar arasrnda itikadî ve amelî ittifaklar gerçekleşmektedir. Tabii ki, bu da, din-i mübin-i İslam’a karşı cinayettir. Bu çinayetten kurtulmanın tek çaresi; dış siyaset onun doğrultusunda ilişki ve münasebetleri sürdürmektir.

   Şurası bir hakikattır ki; gerek İslam insanın şer’i kimlik ve kişiliğine kavuşmasında, gerek İslam cemaatinin oluşmasmda ve gerekse İslam devletinin kendisi dışındaki devletlerle ilişki ve münasebetler kurma konusunda değişmez ve değiştirilmez iki esası vardır. Birincisi “İSLAM TEK MİLLETTIR” esasıdır. İkincisi ise, “KÜFÜR TEK MİLLETTİR” esasıdır. Hayatlarında bu iki esası ihmal ve ihlal edenler, daire-i İslam’da sabit kalamazlar. İman notka-i nazarında ihmal ve ihlale uğrarlar. Allah-u Teala değişmez hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

   “Ey iman edenler! Siz kendinizi kurtamaya bakın, siz hidayet üzere olursanız sapıtanların sapıklığı size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. 0 yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide Suresi 5/105)

   “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar: Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sozlerden) belli olmuştur İçlerinde sakladıkları (duşmanlıkları) ise daha büyüktür Eğer düşünüp anlıyorsanız herhalde ayetlerımızı size açıklamış oluyoruz.“ (Ali İmran Suresi 3/118)

   Müslümanlar nerede olurlarsa olsunlar, İslam Milleti ile Küfür Milleti arasındaki sınırı muhafaza ve müdafaa etmekle mükelleftirler. İslam Milleti ile Küfür Milleti arasındaki sınırın muhafaza ve müdafaası; küfür cephesi karşısında şeriat cephesinin oluşturulması, safların ayrılması, kafirlerle her türlü velayet ve vekalet ilişkisinin kesilmesiyle mümkündür. Esasen bu, küfrü tek millet kabul etmenin tabii bir neticesidir. Şu hakikatı bilmekte fayda vardır: “Küfür Tek Millettir” düsturu dikkate alınmazsa, ehl-i küfürle itikadî ve amelî ittifaklara gidilecektir. Ehl-i küfür ile itikadî ve amelî ittifakların içerisine girmek ise, doğrudan doğruya küfre hizmet etmektir. Bu münasebetle küfre hizmet etmek istemeyenler, biran önce dış siyasetlerini “Küfür Tek Millettir” düsturuna göre şekillendirip yönlendirmelidirler.

 

Başa Dön

 

-SON-