İSLÂM’IN ÖZELLİKLERİ ve MEZİYETLERİ 

   Gençler!

   Biliyor musunuz ki, bu İslâm’a mensub olup, müslüman olduklarını iddia edenlerin çoğu bu şerefli Kur’an’ın özelliklerinden ve şu yüce İslâm dininin meziyetlerinden hiç bir şey bilmiyorlar. Bilselerdi dinlerine karşı bu katı tutum içinde olmıyacaklar, Rablerinin Kitab’ından bu şekilde yüz çevirmeyeceklerdi. Çünkü insan bilmediğinin düşmanıdır. Elinde olanı kaybeden kişi ise onu hiç bir şekilde veremez.

   İşte biz İslâm’ın şu özelliklerini ve genel üstünlüklerini veciz bir şekilde açıklayacağız ki, gençlerimiz onu anladıktan sonra Hakda kararlı olsunlar ve bâtılın binâsını sarssınlar:

   “Hayır, biz hakkı bâtılın tepesine atarız da, o bunu ezip  parçalar. Bir de görürsün ki o (bâtıl) yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı yalan olarak) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı vay siz(in haliniz)e! (El-Enbiyâ/18)

   İslâm’ın bu özellik ve meziyetlerini şu noktalarda özetliyoruz:

1-    Rabbânîdir,

2-    Alemşûmüldür,

3-    Kapsamlıdır,

4-  Her yeni durumun uyabileceği özelliğe sahiptir, 

5-    Mutlak adâlete sahiptir.

   1- Rabbânîdir’den maksadımız şudur: Bu dinin hüküm ve esasları noksanlık ve yetersizliğin hakim olduğu beşer icâdı değildir. Zamanın, mekânın, ahvâl ve kültürün, verâset, mizac, arzu ve heveslerin etkisi altında değildir. Onun sanibi bu kâinâtın ve yaratılışın sahibidir. Kâinâtta olan herkesin ve herşeyin Rabbidir. O insanları yaratandır. Dolayısıyla onların yararına ve yücelmesine, ıslâh olmalarına gereken şeyleri en iyi bilen de O’dur:

   “Yaratıb duran (Allah) mı bilmeyecekmiş? O, Lâtîfdir, (her şeyin inceliklerine nâfiz, hâkim ve kuşatıcıdır), her şeyden haberdardır.” (El-Mülk/14)

   Rabbânîdir’den kastımız, bu dinin ilk ve en üstün hedefi, insanları Allah’a bağlamaktır. Tâ ki, O’nu lâyık olduğu şekilde tanısınlar, O’na lâyık olduğu şekilde takvâda bulunsunlar ve lâyık olduğu şekilde ibâdet etsinler. Zaten insanlar bunun için yaratıldılar.

Bu sadece şahsı kulluğa bağlı bir şey değildir. Bu dinin, ailevî, medenî, cezaî ve idârî sahalarında da geçerlidir.

   Bu Rabbânîlik sebebiyle müslümanın İslâm ve onun hükümleri açısından seçme hürriyeti yoktur. Zira bu imanın gereğidir, İslâm’ın bağıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:

   “Allah ve Peygamberi bir işe hüküm ettiği zaman gerek mü’min olan bir erkek, gerek mü’min’e olan bir kadın için (ona aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik (seçme hakkı) yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, Muhakka ki o, apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.”  (El-Ahzâb/36)   

   “Öyle değil, Rabbine andolsun ki onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hâkem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça imân etmiş olmazlar.” (En-Nisâ/65)

   “Kim Allah’ın indirdiği (hükümlerle) hükmetmezse işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir... Onlar zâlimlerin tâ kendileridir... Onlar fâsıkların tâ kendileridir...” (El-Mâide/44-45-47)

   Bu sebeple Rabbânîlikle vasıflanan bu dinin hükümlerinin müslümanların kalblerinde doğurduğu saygı, boyun eğme ve itaati, insanların icâdettiği hiç bir kanuna karşı gösterdiklerini göremezsin. Zira bu din Allah’ın hükmüdür:

   “Kesin bilen (ve iman eden) bir tplum için hükmü Allah’dan daha güzel olan kimdir.” (El-Mâide/50)

   2- Alemşümûldür’den maksatımız şudur: İslâm Dini bütün hükümleri, prensipleri ve yöntemleriyle beynelmilel insanlığa yönelik karaktere sahiptir. Alemlere rahmettir, bütün insanlara hidâyet vesîlesidir. Ne belirli bir insan topluluğuna, ne de yeryüzünün belirli bir bölgesine hitâb etmektedir. Aksine insan olması hasebiyle, beyaza da, siyaha da, Arab’a da, Arab olmayana da, doğuluya da, batılıya da aittir o... Bu dinde ırkçolık, bölgecilik, sınıf farkı diye bir şey yoktur. Onda insanlar eşittir.

   Bu dinin alemşûmûl oluşu bir çok âyette teyîtedilmiştir:

   “Biz, seni Habibim alemlere ancak rahmet için gönderdik.” (El-Enbiyâ/107)

   “Habibim seni (rahmetimizin) müjdecisi ve azabımızın habercisi ve bütün insanların peygamberi olmaktan başka bir sıfatla göndermedik.” (Es-Sebe’/ 28)

   “De ki: “Ey insanlar, şüphesiz ben göklerin ve yerin mülküne malik olan Allah’ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim.” (El-A’râf/158)

   Bu özellik, bu dinin Rabbanî oluşunun neticesidir. Şayet insanlardan bir ferde veya bir gruba hitabetseydi, bu fert veya gurup, bilerek veya bilmeyerek, kendi cinsine, vatanına, sınıfına veya yararına dayalı bir taassuba kapılacaktı. Ancak bu dinin kurucusu insanların Rabbidir, insanların mabududur. İnsanların hepsi de onun kullarıdır. Onlardan hiç birinin diğeri üzerinde, bir gurubun diğer gurup üzerinde ne üstünlüğü ne de yaratılışı açısından ayrıcalığı vardır.

   3- Kapsamlı oluştan kastımız şudur: İslâm Dini nizamları, hükümleri ve manevî menfaatleri içine alır. Hem de oluş ve ıslah bakımından yapının her yönünü kapsar. Bu ister inanca, ister ibadet ve ahlâka isterse medenî meselelere, cezaî işlere, şahsın hukukuna, sosyal düzene ve devletler arası ilişkilere taalûk etsin durum aynıdır. Ahkâm temellerine, iktisad kurallarına, üstün toplumun dayanağına taallûk edince de değişmez. Bütün bunlar gayet sağlam ve ince prensiplerin ve kalıcı Rabbanî kanunların içinde işlenmiştir. Bu din verir almaz, toplar ayırmaz, ısındırır soğutmaz, yapar yıkmaz. Hikmet sahibi, övgüye lâyık yaratıcının katından indirilmiştir:

   “Sana bu kitabı, her şeyin apaçık bir beyanı, bir hidâyet, b,r rahmet ve müslümanlar için bir müjde olmak üzere peyderpey indirdik.” (En- Nahl/89)

   4- Her yeni durumun uyabileceği özellikten kastımız şudur: İslâm Dini genel prensipleri ve küllî kaideleri itibariyle ilerleyen zamana yettiği gibi, yenilenen asırların medeni ihtiyaçlarını da karşılar. Bilhassa karşılıklı haklara ait hükümler, kanunla ilgili problemler, iktisadi düzenler ve devletler arası ilişkiler bakımından şahıkadır.

   Buna örnek verelim:

   Kur’an-ı Kerîm anayasayla ve kaza ile ilgili işlerde açılıkla adâlet prensibini ortaya koyar:

   “Adâlet yapın o, takvaya en çok yakın olandır.” (El-Mâide/8)

   “Allah insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmeylemenizi emreder.” (En-Nisâ/58)

   İki ayette de ortaya konan bu prensip, değişmeyen, bozulmayan sabit bir küllî kaidedir. Bu kaideye, zaman ve mekân farklılığına rağmen, devamlı uyulması farzdır.

   5- Mutlak adaletten maksadımız da şudur: İslâm’ın hedefi bütün insanlar arasında mutlak adaleti tatbik etmek, aralarında kardeşliği gerçekleştirmek, dinlerini ve ahlâklarını koruduğu gibi kanlarını, ırzlarını, mallarını, akıllarını korumaktır.

   İslâm dininin gayesi ise kulların dünya ve ahiret saadetlerini gerçekleştirmektir.

   İslâm dini bir sınıfın aleyhine olmak üzere diğer sınıfın, bir halkın aleyhine olmak üzere diğer halkın menfaatini gerçekleştirmeyi hedef almaz, Aynı zamanda ruhî ve ahlâki kabiliyetleri ihmal pahasına maddî ve iktisadî saha da değildir. Uhrevî menfaatlerden ilgiyi keserek dünyevi çıkarları gerçekleştirmekte değildir. Nitekim beşeri kanunların durumu böyledir, bazı dinlerin ve meşreplerin ruhî sahalarındaki durumları da böyledir.

   Bütün bu notları, beşerî kanunların gerçekleştirmesi mümkün değildir. Zira bütün bunları gözetmek ilâhi ilme ve ilâhi rahmete muhtaçtır. İnsan ise daima olaylara tek açıdan bakar, bir çok açıları ise göremez. Her şeye her yönüyle kuşatıcı bir nazarla bakan, gören, rahmet ve ilmiyle her şeyi kuşatan hikmet ve hüküm sahibi her şeyi bilen Yaratıcıdır:

   “Yaratan mı bilmeyecekmiş? O, her şeyin bütün inceliklerine nüfüz eden, hakim ve kuşatıcı Latifdir, her şeyden haberdardır.” (El-Mülk/14)

   Gençler!

   İşte İslâm’ın özellikleri ve meziyetlerinin en belirgin yönleri... Bir din ki özünde Rabbaniliği, alem şümûllüğu, kaplayıcılığı toplar, nizamları arasında adaleti, teceddüdü ve devamlılığı taşırsa, o, kalıcılığa hak kazanmıştır, ebediliğe namzettir. Dünya’yı hak, medeniyet ve irfan nuruyla aydınlatır. İnsanlık semasında hidayet, ilim ve medeniyet meşalesini tutuşturur. Zamanın kalbine şeref, güç, ululuk ve kalıcılık imzasını atar.

   Gençler!

   Dünyanın kulaklarına: “Düstûrumuz Kur’ân’dır.” diye haykırınız. Bu haykırmanızda hiç bir sakınca yoktur. Belki de bu şiârı haykırınca milletinizi uyandırmış olursunuz da sönükleşmiş şerefini, kaybolmuş izzetini, yokolmuş sistemini geri getirmiş olursunuz. Bu Allah’a zor gelen bir şey değildir.

   “Dinine yardım edenlere elbet Alalh yardım eder. Şüphesiz ki, Allah kavîdir, yegâne galibdir. Onlar. (o mü’minlerdir ki), eğer kendilerine yer yüzünde bir iktidar mavkii verirsek dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliğe emrederler, kötülükten vaz geçirmeye çelışırlar. Bütün işlerin sonucu Allah’a döner.” (El-Hacc/40-41)