92-LEYL:
وَإِنَّ لَنَا لَلْآخِرَةَ وَالْأُولَى {13} فَأَنذَرْتُكُمْ نَاراً تَلَظَّى {14}
سورة الليل (92) ص 596
لَا يَصْلَاهَا إِلَّا الْأَشْقَى {15} الَّذِي كَذَّبَ وَتَوَلَّى {16} وَسَيُجَنَّبُهَا الْأَتْقَى {17} الَّذِي يُؤْتِي مَالَهُ يَتَزَكَّى {18} وَمَا لِأَحَدٍ عِندَهُ مِن نِّعْمَةٍ تُجْزَى {19} إِلَّا ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَى {20} وَلَسَوْفَ يَرْضَى {21}
Meal-i Şerifi
13- Kuşkusuz ahiret de dünya da bizimdir.
14- Ben sizi köpürdükçe köpüren bir ateşe karşı uyardım.
15- Ona ancak en azgın olan girer.
16- Öyle azgın ki, yalanlamış ve sırtını dönmüştür.
17- En çok korunan ise ondan uzaklaştırılacaktır.
18- O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir.
19- Onun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur.
20- O ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için verir.
21-Elbette yakında kendisi de hoşnut olacaktır.
13. Kuşku yok ki, son da bizimdir, ilk de. Başta ve sonda mülk bizim, tasarruf hakkı bizimdir. Karşı çıkacak veya karışacak başka bir malik yoktur. O halde ne ahirette, ne de dünyada Allah'tan başka hükmü ve isteği geçerli olacak bir başvuru yeri bulmanıza ve onun hidayetine ihtiyacımız yok deyip de kendinizi kurtarmanıza imkan yoktur. O ne derse öyle olacaktır. Hidayet onun hidayeti, asıl irade onun iradesi, hüküm onun hükmüdür. Onun iradesi, hidayeti, hükmü aksine hareket etmek isteyen arzularınız, dilekleriniz, hükümleriniz hep sapıklıktır. Onun, sizin dilemenize bırakarak gösterdiği hidayeti kabul etmeyip aksine gitmek istediğiniz takdirde zarar edecek olan o değil, ancak sizsinizdir.
14. İşte size bir uyarı yaptım, bir ateş haber verdim ki alevlendikçe alavlenir, köpürdükçe köpürür.
TELEZZÂ, muzari (geniş zamanlı) müennes bir fiil olup aslı "tetelezzâ"dır. Mâzi (geçmiş zaman) olsa idi, ateş mânâsına gelen nâr kelimesi müennes olduğu için denilmesi gerekirdi.
15. Bir ateş ki, ona ancak en azılı, en bedbaht olan yaslanır.
EŞKÂ'dan maksat kâfir olduğu anlatılmak için şununla tefsir edilip açıklanmıştır:
16. O ki yalanlamış Hak hidayetine yalan demiş ve yüz çevirmiştir. Doğruya yalan demiş, iltifat etmemiştir ki işte bu kâfirdir. İlâhî takdire göre en mutsuz, en bedbahttır. O ateşe yaslanıp kalacaktır. Yalanlamaksızın yüz çeviren fasık ise en bedbaht değil, sadece bedbahttır. O ateşe girerse de yaslanıp kalmaz.
17. O en takvalı olan, yani hem küfürden hem günahtan korunan en müttaki ise, o ateşten uzaklaştıkça uzaklaştırılacak, çok uzaklaştırılacaktır. Çünkü o, ona yaslanıp kalmak şöyle dursun, asla girmeyecek, üzerinden kolaylıkla geçip cennete gidecektir.
18. O en takvalı kişi ki malını verir, temizlenir, feyiz alır, kurtuluşa erer. Yahut hal cümlesi olduğuna göre, temizlenmek üzere, yani Allah katında temizlenip artmak üzere malını verir.
19. Ve onda başka bir kimsenin bir nimeti yoktur ki karşılığı, mükafatı verilecek olsun, yani hiç kimseye borçlu ve minnet altında kalmış değildir ki verirken ona karşılık olarak versin. Yahut herhangi bir kimseye verdiği vergiyi ondan bir karşılık, bir mükafat bekliyerek vermez.
20. Ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için verir, işin bu yönünü gözetir. Onu bulacak mı? denirse:
21. Yemin olsun ki, o muhakkak hoşnut olacaktır. kelimesinin başındaki yemin veya başlangıç için; olayın gelecekte gerçekleşeceğini bildirmek içindir. "hoşnut olacak" fiilinin fail zamiri, "takvalı kişi"yi de "Rabb"i de gösterebilir. Çokları bu zamirin "takvalı kişi"nin yerini tuttuğunu daha açık görmüşler, "o takvalı kişi Rabb'inden hoşnut olacak" demişlerdir ki, Rabb'inin aradığı rızasını bulup razı oluncaya kadar nimet ve ihsanına erecektir demek olur. İmam Razî, bu zamirin "Rab" kelimesinin yerini tutmasının daha yakın ve daha beliğ olduğunu, çünkü kul için yüce Allah'ın rızasının kulun kendi rızasından daha mükemmel olduğunu söylemiştir ki, Rabb'i de ondan razı olacak, rızasına erdirip onu razı ettiği kullarından kılacaktır. Yüce Rabb'inin rızasını arayan o en takvalı kul da daha önce Rabb'inden razı olduğu gibi aradığı rızaya erip aynı zamanda kendisinden de razı olunan bir kul olarak vasfı gerçekleşecektir demek olur. "Allah'ın rızası hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur." (Tevbe, 9/72)
Hakim, sahih diye Amir b. Abdillah b. Zübeyr'den, babasından rivayet etmiş, demiştir ki: Ebu Kuhafe, oğlu Hz. Ebubekir'e: Görüyorum ki, birtakım zayıf köleleri azat edip duruyorsun. Madem ki bunu yaptın, bari kuvvet olacak ve önünde duracak birtakım yiğit adamlar azat etseydin." demişti. O da: Babacığım, "Ben ancak murat ettiğimi istiyorum." dedi. Bunun üzerine "Malını Allah yolunda verip takva yolunu tutana gelince..." âyetinden "Onda hiç kimsenin, karşılığı verilecek bir nimeti yoktur." âyetine kadar olan âyetler indi.
İbnü Cerir der ki: Hakkında eser bulunanların en sahihi şudur: Demişlerdir ki: Bu Ebubekir (r.a.) azat ettiklerini azat etmesi sebebiyle onun hakkında indi. Bana Muhammed b. İbrahim Enmati anlattı. Ona da Harun b. Maruf, Bişr b. Seri, Mus'ab b. Sabit ve Amir b. Abdillah kanalıyla gelmiş. Amir demiş ki: Bana babamın anlattığına göre, âyeti Hz. Ebubekir es-Sıddık hakkında indi.
Bana Abdu'l-A'lâ anlattı. Ona da Ma'mer'den rivayet ederek Sevr anlatmış. Ma'mer demiş ki: Bana Saîd, Katade'den naklederek şöyle haber verdi: âyeti Ebubekir es-Sıddık (r.a.) hakkında indi. Bazı insanları kendilerinden ne bir karşılık ne de teşekkür beklemeden azat etmişti. Bunlar altı yahut yedi kişi kadar idi ki Bilal ve Amir b. Füheyre bunlardandı.
İbnü Ebi Hatim, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Asakir İbnü Mes'ud'un şöyle rivayet ettiğini tesbit etmişlerdir: Hz. Ebubekir Bilal'i, Ümeyy b. Halef'ten bir hırka ile dörtyüz dirheme satın alıp azat etti. Yüce Allah da âyetlerini indirdi. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı oldu.
Şimdi bu sûreyi de Duha, İnşirah ve Tin sûreleri takip edecektir.