90-BELED:

يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالاً لُّبَداً {6} أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ {7} أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ {8} وَلِسَاناً وَشَفَتَيْنِ {9} وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ {10} فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ {11} وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ {12} فَكُّ رَقَبَةٍ {13} أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ {14} يَتِيماً ذَا مَقْرَبَةٍ {15} أَوْ مِسْكِيناً ذَا مَتْرَبَةٍ {16} ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ {17} أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ {18} وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ {19} عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ {20}

Meal-i Şerifi

11- Fakat o, o sarp yokuşa göğüs veremedi.

12- Bildin mi sen, o sarp yokuş nedir?

13- Köle azat etmek,

14- Veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir,

15- Yakınlığı olan bir yetime,

16- Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.

17- Sonra da iman edip de sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.

18- İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir.

19- Âyetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte amel defterleri sollarından verilenler.

20-Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.

11. Fakat o, (kuvvetine, malına güvenen mağrur insan) o sarp yokuşa atılamadı.

AKABE, engin bir vadiden yüksek bir dağa doğru çıkan sarp yokuş demektir.

İKTİHÂM, hız ve baskı ile bir şeye atılmak, saldırmak, kahramanlıkla hücum etmektir ki, düşünmeden bir işe kendini atmak mânâsına gelen "kühûm"dan türetilmiştir. Bu "iktiham" kelimesi dilimizde pek yaygın olmuş bir tabirdir. Zorlayıp atılmak mânâsıyla müşkil şeyleri göğüslemek diye mef'ul alır.

Arapçadaki aslına göre ise müşkil şeylere göğüs germe, karşı durma diye ismin "e" hali ile mef'ul(tümleç) almış oluyor. Yani o yüksek gayeye ermek için çıkılması gereken o sarp ve çetin yokuşa göğüs verip de onun zorluklarını yenmek üzere ona kendini atacak bir kahramanlık, bir yiğitlik gösteremedi. Bundan anlaşılıyor ki iki yolda olumlu, asıl yükseklik sarp yokuş birindedir ki, o hayır yoludur. Üzerine atılmak değil, sakınılması gereken şer, gayesi veya yolu gerçekte iniş kabilinden olmakla ona tepe, yüksek yer denilmesi tağlib yoluyladır. Buradaki akabe tabiri de necid gibi yüksek zor amellerden istiare olarak mecazdır. Göğüs gerilmesi gereken bu akabeden maksadın hayır yolu olduğu anlatılmak için şöyle tefsir ediliyor:

12. Bildin mi o akabe, o göğüs gerilmesi büyük bir kahramanlık olan zor yüksek iş, o sarp yokuş nedir?

13. Bir köleyi salıvermek. Bilindiği gibi "rakabe" boyun demek olup "bir parçayı söyleyip bütününü kastetmek" yoluyla mecaz olarak zat ve şahıs mânâsında kullanılır olmuştur. Bilhassa hürriyetini kaybetmiş esir veya kölede kullanılması yaygındır. Dolayısıyla "fekkü rakabe", esirlik bağıyla bağlanmış bir boynu, bir kimseyi esaretten kurtarıp hürriyete kavuşturmaktır ki bu önce insanın kendi hürriyetine malik olarak kendini kurtarmış olmasına bağlıdır. Bunun en basit misali köle azat etmek olup fazileti çoktur. Buharî, Müslim, Tirmizi ve diğer hadis kitaplarında Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: Her kim bir mümin köleyi azat ederse, yüce Allah onun her uzvuna karşılık azat edenin bir uzvunu cehennem ateşinden azat eder. " Hatta üreme uzvuna karşıık üreme uzvunu ateşten azat eder."

İmam Ahmed, İbnü Hibban, İbnü Merduye ve Beyhaki Bera (r.a.)'dan şöyle rivayet etmişlerdir: Bir bedevi, ey Allah'ın Rasulü! Bana bir amel öğret de beni cennete koysun, demişti. Rasulullah (s.a.v.): "Bir neseme (bir can) kurtar veya bir köle salıver." buyurdu. Onun ikisi de bir değil mi? dedi. Buyurdu ki: Hayır, bir can kurtarmak, onu azat etmekte senin yalnız ve tek olmandır. Fekk-i rakabe, yani bir köleyi salıvermek ise onun azat edilmesine yardım etmendir yani fekk-i rakabe, tek başına veya ortak olarak köle azat etmekten daha geneldir.

Bir ferdi hürriyete kavuşturmak böyle büyük bir fazilet ve kahramanlık olunca bir kavmin, bir toplumun hürriyetini kurtarmak ne büyük kahramanlık olacağını anlamalı.

"Fekk-i rakabe"nin başka bir mânâsı daha vardır ki, o da "Herkes kendi kazancına bağlıdır."(Tûr, 52/21) mânâsı gereğince her nefsin kurtuluşu kazancına bağlı olduğu için insanın iyi amelleri kazanarak kendisini cehennem azabından kurtarması demektir ki, bu kurtarış, "En büyük düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir." buyrulan nefs-i emmarenin azgın arzularıyla şeytanın aldatmalarına karşı cihat etmekle olur. Nitekim o mağrur insanın bu sarp yokuşa göğüs verememesi de bunlarla cihat etme kahramanlığını yapamamasından dolayıdır.

14. İşte o sarp yokuş böyle esir bir boynu kurtarmak veya salgın, yani genel bir açlık gününde yemek yedirmektir.

MESĞABE, "Seğab" maddesinden mimli mastar olup açlık, özelikle sıkıntı ve yorgunluk içinde açlık demektir. Ebu Hayyan'ın açıkladığına göre genel olan açlıktır, susuzlukta da kullanılır. Genel olması mânâsı "zî"den anlaşılmak gerekir. Zira "fi yevmi mesğabe="açlık gününde" denilmemiş, açlıklı mânâsına "zi mesğabe" denilmiştir ki genellikle açlık, özelliği olan gün demek olur. Gerçekte böyle genel bir açlık zamanında yemek yedirebilmek can kurtarmak demek olduğu için fekk-i rakabe gibi büyük bir kahramanlıktır. Hem de kimlere yedirmek?

15. Yakınlığı olan bir yetime ki, bundan açıkça anlaşılan nesep yakınlığıdır. Bununla beraber komşuluk yakınlığı da olabilir. Nesep ve din yakınlığının tercih edilmiş olacağı kuşkusuzdur.

16. Yahut topraklı bir yoksula.

METRABE de toprak mânâsına gelen "türab"tan mimli mastar olup topraklanmak demektir. Zâ metrabe, Türkçe'de "toprak döşenip taş yaslanan" tabir edildiği gibi şiddetli fakirlik ve ihtiyaçtan kinayedir. Öyle genel açlık zamanlarında böyle şiddetli fakirlik ve ihtiyaç ile yoksulluk içinde kalmış birçok kimse bulunabileceği için uzak yakın böyle çaresize yemek yedirebilmek kuşkusuz ki aşılması büyük kalp kuvveti ile bir gayrete bağlı olan sarp bir yokuştur. İşte, kendisine kimsenin gücü yetmezmiş gibi mağrurlanan ve "ben yığın yığın mal yok ettim" diye iftihar etmek isteyen o insan, ne öyle ne de öyle, bu sarp yokuşu aşamadı. Böyle bir kahramanlığa hiçbir şekilde girişemediği gibi

17. Sonra da olamadı. Bu "kâne", "ıktehame" üzerine bağlandığından mânâsı olumsuzdur. "Ne yokuşa göğüs verebildi, ne de oldu." demektir. Yani onların hiçbirine girişemedikten, o malın şükrünü eda edecek kahramanlardan olamadıktan başka iman edip de birbirlerine sabır tavsiye eden, merhamet tavsiye eyleyen sabırlı, merhametli müminlerden de olamadı ki

18. onlar, o yüksek vasıflarla nitelenmiş olan o kahramanlığı yapan, esir kurtarmak veya öyle zor bir günde bir yetime veya çaresize yemek yedirmek suretiyle can kurtaran, bunlara gücü yoksa iman edip de birbirine sabır ve merhamet tavsiye etmek suretiyle teselli ve kalp kuvveti vermeye çalışan müminler mutluluk sahipleri, kitapları sağ taraflarından verilecek kişiler, kendilerine ve başkalarına uğurlu kimselerdir.

19. Bizim âyetlerimize küfreden, inanmayarak nankörlük eden kâfirler ise -ki o mağrur kişi de bunlardandır- onlar, uğursuz kişilerdir, uğursuzluktan kurtulmayan, kitapları sol taraflarından verilecek olan, kendilerine de başkalarına da uğursuz olan kimselerdir ki

20. üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.

MÜ'SADE, İysâd kökünden ism-i mef'ul (edilgen ortaç) olup "kapatılmış" demektir. "Kapıyı kapadım, sımsıkı kilitledim" mânâsına denir. Üzerlerine ateşin yakılıp fırın gibi kapısının kapanması ateşin şiddetli olmasını gerektireceğinden bu onların cehennemdeki azaplarının şiddet ve sonsuzluğundan kinayedir.