89-FECR:
وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ أَكْلاً لَّمّاً {19} وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُبّاً جَمّاً {20} كَلَّا إِذَا دُكَّتِ الْأَرْضُ دَكّاً دَكّاً {21} وَجَاء رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفّاً صَفّاً {22} وَجِيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ وَأَنَّى لَهُ الذِّكْرَى {23}
سورة الفجر (89) ص 594
يَقُولُ يَا لَيْتَنِي قَدَّمْتُ لِحَيَاتِي {24} فَيَوْمَئِذٍ لَّا يُعَذِّبُ عَذَابَهُ أَحَدٌ {25} وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُ أَحَدٌ {26} يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ {27} ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً {28} فَادْخُلِي فِي عِبَادِي {29}
Meal-i Şerifi
19- Oysa mirası öyle bir yiyorsunuz ki, haram-helal gözetmeden.
20- Malı öyle bir seviyorsunuz ki, yığmacasına.
21- Hayır hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz olduğu zaman,
22- Rabbinin emri gelip melekler sıra sıra dizildiği zaman,
23- Ki cehennem de o gün getirilmiştir. İşte o gün insan anlar. Fakat bu anlamanın ona ne yararı var?
24- "Keşke hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim." der.
25- Artık o gün Allah'ın edeceği azabı kimse edemez.
26- Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.
27- Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren nefis!
28- Hem hoşnut edici, hem de hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön.
29- Kullarımın arasına gir.
19. "Miras yiyorsunuz".
TÜRAS, aslı olup miras demektir. Vav zammeli olduğu için "tâ"ya çevrilmiştir. Yani, ne yetime ikramdan, ne de fakire yedirmekten hoşlanmadığınız halde başkasından miras kalan malı yiyorsunuz. Öyle bir yiyiş yiyorsunuz ki oburcasına.
LEMM, iyisine kötüsüne bakmayıp toplamak, derleyip toplamak, bir de bir yere inip konmak mânâlarına gelir. Burada "yeme"nin sıfatı olması nedeniyle haramına helalına bakmayıp yiyişte toplamak, toptan yemek, yahut hazıra konarak nereden geldiğini düşünmeksizin acımadan yemek mânâlarını ifade eder ki, ikisi de hak ve hukuku gözetmeyerek şiddetli hırs ve iştah ile oburcasına yemek demek olur. Tefsircilerin açıklamasına göre maksat, yetimlerin ve diğer varislerin haklarını gözetmeyerek hırs ile mirasın hepsine konmak istemek, yahut alnı terlemeden eline geçen mirası, bir hayra yaramasını sağlamayıp birçok mirasyedilerin yaptığı gibi israf ve eğlenceyle zevk ve sefa yolunda yiyip bitirmek huylarının yerilmesidir. Hem mirası öyle bir yiyiş yiyorsunuz
20. ve hem malı seviyorsunuz öyle bir seviş ki çok, yığmacasına, bütün hırs ile. Düşünmüyorsunuz ki sahibinin elinde hayır için sarfedilmeyip yığılan mal, mirasyedilerin ellerinde eğlence yollarında yenilip yok olup gidiyor. Kazanıp yığana günah ve vebalinden başka bir şey kalmıyor. Bütün bunlar ahireti düşünmemek, yüce Allah'ın gözetlemede bulunduğunu hesaba katmamaktan kaynaklanır.
21. Hayır hayır, öyle yapmayın; mirasa, mala öyle hırs ile sarılmayın da hayatta fırsat elinize geçmiş iken Allah için güzel işler yapmaya çalışın, önden hayırlar gönderin. Yetime ikram ve fakire yedirmek için birbirinizi teşvik ederek hayırda yarışın, ahireti gözetin. Çünkü Arz, çarpılıp yıkıldığında. (Hâkka Sûresi'ndeki "Yer ve dağlar kaldırılıp arkasından da bir defa bir çarpılış çarpıldılar mı."(Hakka, 69/14) âyetinin tefsirine bkz.)
DEKK, duvar ve dağ gibi şeyleri çarpıp bir hurda yığını, bir kırıntı haline getirmek ve düzlemek mânâlarına geldiği ve "dekk" ile "dakk"ın benzerlikleri ve farkları geçmişti. "Peşpeşe gelen çarpmalarla" bu tekrar, soyut bir vurgu için değil, kapsam ve ardarda gelmeyi ifade içindir. Bölük bölük, alay alay geldiler demek gibidir. Yani Arz, ard arda gelen sarsıntı ve çarpışmalarla vurula vurula, çarpıla çarpıla yıkılıp düzlendiği, toz duman haline çevrildiği
22. ve Rabbin saf saf melekle geldiği vakit: Yüce Allah'ın böyle gelmesinin bir yerden başka bir yere geçmek mânâsına olmayacağı bellidir. Onun için bu gelişin mânâsında tefsirciler birkaç yönlü izahta bulunmuşlardır. Münzir b. Said demiştir ki: Bu gelmenin mânâsı, bir yerden bir yere geçme gelişi değildir, yüce Allah'ın yaratılmışlara görünmesidir. Nitekim kıyamet anlamındaki Tamme (büyük baskın) ve Sahha (kulakları sağır eden gürültü)'nın gelmesi de böyledir. Bir kısım tefsirciler de, mânâ, muzafın söylenmemesi suretiyle "Rabb'inin emri (hükmü, kazası veya otoritesi) geldiği vakit" demektir, demişler. Birçokları da yüce Allah'ın kudret ve saltanatını gösteren delillerin ortaya çıkıp görünmesini temsil olduğu görüşüne varmışlardır. Allah'ın şanı ve durumu, bir hükümdarın bizzat hazır olarak idaresini yürüttüğü haliyle temsil olunmuştur. Zira onun bizzat hazır olmasıyla ortaya çıkan heybet, sadece vezirlerinin, vekillerinin, bütün askerlerinin ve özel adamlarının hazır olmasıyla görünen heybet ve saltanattan yüksek olur.
23. Ki o gün cehennem de getirilmiştir. "Azgınlar için cehennem, gözlerinin önüne apaçık getirilmiştir." (Şuarâ, 26/9) buyrulduğu gibi azgınların gözleri önüne çıkarılmış, artık inkârlarına, kaçınmalarına imkan kalmıyacak şekilde meydana çıkarılmıştır. O gün, "iza"dan bedeldir. Cevabı şudur: O insan anlar, o gafil insan daha önce dünyada anlamadığı hakikatı o gün onlar, tutmak istemediği öğüdü tutmak ister. Ama ona o anlamadan ne fayda? Çünkü iş işten geçmiş, geri dönüp de bir iş yapmak ihtimali kalmamış.
24. Bu anlamanın hükmü, azap ve zararın şiddetini duymak; hasret ve pişmanlıkla şöyle inlemekten ibaret olur: Der: Keşke hayatım için takdim etseydim. Takdimden maksat, ilerisi için önceden hayırlı işler yapmaktır. 'deki lâm, sebep ve vakit göstermek içindir. Sebep için olduğu takdirde, yani "hayatım için takdim etseydim" mânâsına geldiği takdirde hayattan maksat ahiret hayatı; vakit için olduğu takdirde ise, dünya hayatı olur. Yani der ki: Ah ne olurdu ben hayatım için, yahut hayatımda önceden hayırlar yapmış, iyi ameller göndermiş olsaydım!...
25-26. Kısacası o gün "Onun ettiği azabı kimse edemez, onun vurduğu bağı kimse vuramaz". Buradaki "azabehu" ve "vesakahu" kelimelerinin sonlarındaki zamirde iki vecih vardır. Birisi, bunların Allah lafzı yerine kullanılmış olmasıdır ki, Allah'ın o gün o insana ettiği azabı kimse edemez ve vurduğu bağı kimse vuramaz, demek olur. Bundan murat da o günkü azabın şiddetini, bağ ve pranganın kuvvetini açıklamak olur. Birisi de bu zamirlerin insan yerine kullanılmış olmasıdır ki bu daha çok tercih edilmektedir. Buna göre mânâ şu olmalıdır: O gün öyle diyecek olan insanın kendine ettiği azabı başka birisi etmez ve kendine vurduğu bağı kimse öyle sıkı vuramaz. Çünkü bugün bu azap ve bağ ona sırf kendi inkârının ve kötü amellerinin cezası olduğundan kendi kendine etmiş demektir ki "Sana gelen her fenalık da kendindendir."(Nisâ, 4/79) âyetinin mânâsıdır.
Kisai ve Yakub kırâetlerinde ve fiilleri "zâl" ve "sâ"nın fethiyle mechul okunur ki bunda zamirin o insan yerine kullanıldığı kesin olur. Onun azabı gibi kimse azap görmez ve onun bağlanışı gibi kimse bağlanmaz, demek olur.
Dünyaya gönül bağlayan ve huzuru ancak dünya lezzetlerinde bulan kâfir insanın sonu bu olduğu anlatıldıktan sonra buna karşılık Allah'a gönül bağlayan ve huzuru ancak onun zikir ve itaati ile rızasında bulan nefs-i mutmainne (iyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi Allah'a yaklaştıran nefs) nin sonu anlatılmak için de buyuruluyor ki;
27. Ey nefs-i mutmainne (huzura ermiş nefis)! Sözün gelişi bu hitabın da o gün olacağını anlatıyor. "dön" emrinin de derhal olmayıp ilerde olacağı açıktır. Onun için tefsirciler bunun, "diyecek" fiili takdir edilerek hikaye şeklinde zikredilmiş olduğunu söylemişlerdir. Bu ifade üslubu Kur'ân'ın i'cazı yönlerinden birisidir. Bunda dinleyici derhal geleceğe hazırlayacak bir telkin vardır. Yani o gün kâfir insan hakikatı anlayıp "keşke hayatım için takdim etseydim" diyecek; öyle olmayıp hakkı önce anlamış, iman etmiş, kalp huzurunu iman ve ihlas ile Rabb'ine hayır takdim etmede bulmuş olan her mutmain nefse de yüce Rabb'i diyecek ki, ey o nefs-i mutmainne!
28. Dön Rabbine, hem razı olmuş, hem de kendisinden razı olunmuş olarak. Öyle bir halde dön ki, Rabbinden hoşnut, Rabbin de senden hoşnut. "Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan." (Mâide, 5/119)
29. dön de gir kullarımın içine, bana ihlas ile kulluk eden, sadece bana kul olma özelliğiyle diğerlerinden ayrılan samimi salih kullarımın zümresine katıl. "Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse, bu gibi kimseler, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, iyilerle birliktedir. Onlar ne güzel arkadaştırlar."(Nisâ, 4/69);