85-BURUC:
وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ {7} وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ {8} الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ {9} إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ {10} إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ {11} إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ {12} إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ {13} وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ {14} ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ {15} فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ {16} هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْجُنُودِ {17} فِرْعَوْنَ وَثَمُودَ {18} بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ {19} وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ {20} بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ {21} فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ {22}
Meal-i Şerifi
7- Müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
8- Müminlere kızmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü ve övgüye lâyık olan Allah'a iman etmeleri idi.
9- O Allah ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur ve Allah her şeye şahittir.
10- İnanan erkek ve kadınlara işkence yapıp sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve yangın azabı vardır.
11- İnanan ve iyi amel yapanlar için de altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş odur.
12- Kuşkusuz Rabbinin yakalaması serttir.
13- Yoktan o yaratır ve tekrar o diriltir.
14- Bununla beraber çok bağışlayandır, çok sevendir.
15- Arş'ın sahibidir, yücedir.
16- Dilediğini yapandır.
17- O orduların kıssası sana geldi mi?
18- Yani Firavun ve Semud'un?
19- Fakat o inkarcılar hâlâ bir yalanlama içinde.
20- Oysa Allah onları arkalarından kuşatmıştır.
21- Hayır o şerefli bir Kur'ân'dır.
22-Levh-i Mahfuz'dadır.
7. Onlar, müminlere yaptıklarına karşı şahit de oluyorlardı, öyle katı yürekli kâfirler idi ki, hem müminleri ateşe atıyorlar, hem de o feci durum karşısında oturup seyretmekten zevk alıyorlardı. Yahut diğer bir mânâ ile: Müminlere yaptıkları kendi başlarına geçmiş, o azabı kendileri de görmüşlerdi.
8 . "Acaba o müminler ne yapmışlar, onları bu derece intikama sevk edecek neler yapmışlar da kızmışlardı?" denirse onlardan, (o beğenmedikleri müminlerden bu derece) kızdıkları şey de başka değil, ancak Allah'a iman etmeleri idi. Mazi siğasıyla buyrulmayıp da muzari (geniş zaman) kipi ile buyrulması, ileriye doğru imanda ısrarlarına işarettir. Yani o müminler kızılacak, kendilerinden intikam alınmaya kalkışılacak başka bir şey yapmıyorlar, ancak Allah'a inanıyorlar ve o iman ile gitmek istiyorlardı. O Allah ki Aziz, bütün yücelik ve kuvvet onun, kimse onun yücelik ve kuvvetine karşı gelemez, Hamid, bütün hamd onun, kimse onun karşısında hamd ve saygıya layık olamaz.
9. O ki bütün göklerin ve yerin mülk ve saltanatı hep onun, hepsinde dilediği gibi işini yürütür. İşte o müminler ancak o Allah'ın mülküne, izzetine ve gücüne, onun hamde layık olduğuna inandıkları ve bu imanlarında devam etmek istedikleri için o Ashab-ı Uhdud (hendek sahipleri) onlara kızıyor ve yaptıklarını yapıyorlardı. Oysa Allah herşeye şahittir. Herşeyin yanında hazır ve görücüdür.
Bu cümle, yalnız son âyete değil, "Müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı." âyetine kadar hepsinin eki ve devamı olarak müminlere bir vaad ve onlara işkence edenlere bir tehdittir. Çünkü her şeye şahit olan yüce Allah her iki tarafın da yaptıklarına şahittir. Ve ona göre yaptıklarının karşılığını verir demek olur. Onun için bu cümlenin müstakil bir cümle olduğuna dikkat çekmek üzere "oysa o" diye zamir ile yetinilmeyip Allah'ın adı açıkça söylenmiştir. Bundan bu şekilde kısa ve toplu olarak anlaşılan tehdit ve vaad şu âyetlerle açıklanıp detaylı olarak sunuluyor. "O kimseler ki". Bu, hem ilâhî şahitliğin hükmünü açıklama, hem Ashab-ı Uhdud'un lanetlenmesinin daha genel bir büyük önerme ile illetini gösterme, hem de yeminin cevabını açıklama makamındadır. Yani, haberiniz olsun, o kimseler ki:
10. Mümin erkek ve kadınlara fitne yapmışlar, imanlarından çevirmek için onlara bela olmuş, sıkıntı ve eziyet vermişler, "Sonra da tevbe etmemişlerdir". Bundan dolayı "onlara muhakkak" "cehennem azabı vardır". Bu, küfürlerinin, inkâr etmelerinin karşılığı olan azaptır. Ve onlara yangın azabı vardır. Bu da gittikçe yayılması itibarıyla bir yangına benzeyen fitnelerinden dolayı kendilerini saracak olan diğer bir ateş azabıdır.
11. Buna karşılık "İman edip iyi iş yapanlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur".
FEVZ-İ KEBİR, büyük kurtuluş, büyük murattır. Razî der ki: Ashab-ı Uhdud kıssası ve özellikle bu âyet şunu gösterir: Öldürülme tehdidi ile küfre zorlanan kişinin yapması gereken en uygun iş korkutulduğu şeye karşı sabretmektir. Ve o halde "Ancak kalbi iman ile yatışmış olduğu halde zorlanan hariç." (Nahl, 16/106) âyetini delil göstererek açıktan küfür sözünü söylemek ruhsat gibidir. Yalancı Müseylime Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabından iki zatı yakaladı. Birine, "Benim, Allah'ın resulü olduğuma şehadet eder misin?" dedi. O zât, "evet" dedi.
Bunun üzerine Müseylime onu bıraktı. Diğerine de aynı soruyu sordu, o ise, "hayır, sen yalancısın" dedi. Böyle diyeni de öldürdü. Resulullah (s.a.v.) da buyurdu ki: Bırakılan ruhsat yolunu tercih etti. Onun için "Ona bir beis yok". Öldürülen ise fazileti aldı. "İşte ona mübarek olsun." (Kehf Sûresi'ndeki "Onlar sizi ele geçirirlerse sizi taşlarlar yahut zorla dinlerine döndürürler. Bu takdirde ebediyyen kurtulamazsınız."(Kehf, 18/20) âyetinin tefsirine bkz.)
12. Bu vaad ve tehdidi daha çok vurgulamak ve desteklemek için buyruluyor ki: Kuşkusuz Rabbinin yakalaması çok çetindir. Ey Muhammed!
BATŞ, şiddet ve kabalıkla sert bir şekilde tutmak demektir. Böyle iken ayrıca bir de "şiddetli, çetin" sıfatıyla nitelenmesi, o şiddetin olağanüstü derecede olan dayanılmazlığını anlatmak içindir. Maksat yüce Allah'ın zorba ve zalimleri sorguya çekip cezalandırmadaki kudretinin şiddetini ifade etmektir. Ki bu, tehdidi vurgulamaktadır.
13. Zira ilk yaratan ve sonra da tekrar yaratacak olan ancak odur. İlk yaratmayı da, yeniden hayat vermeyi de o yapar. Onun için onun yakalaması, yaratıklardan hiçbirinin yakalamasına benzemez, son derece şiddetlidir. Çünkü yaratıkların yakalaması ne ilk, ne de sonradan yaratma hususunda etkili ve hakim olamaz. Dolayısıyla Allah'ın azabı kulların azabı ile karşılaştırma kabul etmez.
İbnü Zeyd ve Dahhak şöyle demişlerdir: Allah yaratışı ta başlangıçtan yapar.
Sonra da kıyamet günü haşr ile iade eder. İbnü Abbas'tan rivayet edilen diğer bir mânâ ile her ilk yaratılanı o yaratır, her yeniden yaratılanı o yeniden yaratır. Başka birinin etki ve müdahalesi olamaz. Bu nedenle onun yakalaması son derece şiddetlidir. Yine İbnü Abbas'tan şöyle bir mânâ rivayet edilmiştir: Kâfirlere azap etmeye başlar, sonra da iade eder. Cehennem ateşi onları yer, nihayet kömür olurlar. Sonra da onları yeni bir yaratılışla yeniden yaratır. Bu mânâ, "Derileri piştikçe azabı duysunlar diye kendilerine yeni yeni deriler vereceğiz." (Nisa, 4/56) âyetinin ifade ettiği mânâ olmalıdır.
Diğer bir mânâ ile, Allah o sorguya çekip cezalandırmayı dünyada yaptığı gibi ahirette de yapar. Ashab-ı Uhdud (hendek ashabı) gibi zorba ve zalimlerin yaptığı yakalama ve işkence, "Senin bu dünyada hükmün geçer." (Tâhâ, 20/72) âyetinin ifade ettiği mânâca yalnız dünyada kalır. Ölüm ile ondan kurtulunur. Fakat ölmekle Allah'tan kurtulunmaz. Onun yakalaması dünyadan ahirete, şiddetten şiddete sonsuza kadar devam edip gidebilir.
14. Bununla beraber son derece bağışlayıcıdır o. Bu da vaadi vurgulamakta ve tehditteki kaydının faydasına işaret etmektedir. Çok sevendir, çok sevgili veya çok sevimlidir. Muhabbet ve sevgi mânâsına "vüdd" kökünden türetilmiş olan vedûd, bu sıga (kip)nın ism-i fail mânâsı ifade etmesine göre "çok seven" mânâlarına gelebilir. İkisiyle de tefsir edilmiştir. Fakat "gafur" kelimesine uygun düşen ilk mânâdır.
15. Yani ihsanı çok Arş'ın sahibi, maliki, yahut bütün evrenin mülk ve saltanatın sahibidir, uludur, zat ve sıfatlarında büyük, şanı yücedir. Çünkü varlığı vacip, bütün olgunluk isim ve sıfatlarını kendinde toplamıştır.
16. "İstediğini yapandır". Ne isterse dilediği gibi yapar da yapar. İradesi hiç şaşmaz. Bu nedenle vaadini ve tehdidini yerine getireceğinde de asla kuşku yoktur. Yok etmek istediklerini muhakkak yok eder. Kurtuluşa erdirmek istediklerini de kesinlikle kurtuluşa erdirir.
17. "Orduların haberi sana geldi mi?". Bu soru, sorulan şeyin vuku bulduğunu anlatmak için sorulmuş bir sorudur. Yüce Allah'ın her isediğini yapıcı olduğunu ve yakalamasının şiddetini misal ile anlatmak ve düşmanlarına karşı Resulullah (s.a.v.)'a yardım vaad etmek suretiyle teselli vermektir. CÜNÛD'dan maksat, peygamberlere karşı toplanmış olan ordular, gruplardır.
18. Yani Firavun ve Semud kavmi gibiler ki bunların kıssaları, Allah'a ve Resullerine karşı inkâr ve taşkınlıkları ve Allah'ın onları ordularına ve kuvvetlerine rağmen nasıl tutuverip de yok ve azap ettiği Kur'ân'ın birçok yerinde anlatılmıştır. İmanı olanlar bundan ibret alırlar.
19. Fakat inkâr edenler bir yalanlama içinde bocalayıp durmaktadırlar. Bu, çağdaş kâfirlerin halini beyana geçmek içindir. Yani, bunlar anlatıldığı halde kâfirler hala yüce Allah'ın kuvvet ve kudretine ve Kur'ân'ın vaad ve tehdit yollu açıklamalarının gerçekliğine inanmıyorlar, o büyük kurtuluşa ermek istemiyorlar da "bunlar yalandır, asılsızdır" diye bir yalanlama sevdası içine dalmışlar, sonlarının kötülüğünü düşünmüyorlar.
20. Oysa Allah arkalarından kuşatmış, kitaplarını arkalarından verecek, onun ilim ve kudretinden çıkıp kurtulmalarına imkan yok.
21. Hayır öyle değil. Bu, evvelkine benzer olarak onların inkâr ve yalanlamalarını reddetmek için Kur'ân'ın şanını açıklamaya geçişi ifade eder. Yani, kâfirler yalanlıyorlar ama, o, yani bunları anlatan kitap yüksek şanlı bir Kur'ân'dır. Kitaplar içinde şerefi, şanı en yüksek; üslubu hepsinden yüce, kapsadığı mânâlar yalan ve töhmetten arınmış, dolayısıyla inanılarak okunup amel edilmesi gerekli olan bir kitaptır.
22. Bir Levh-i Mahfuz'dadır, Allah'ın koruması sayesinde bozulmaktan, yalnışlıktan korunmuş bir Levh'te sabit olup koruma altındadır.
Bu "Levh," şeriat lisanında meşhur olan "Levh-i Mahfuz"dur ki Yasin Sûresi'nde "Biz her şeyi apaçık bir kütükte saymışızdır." (Yâsin, 36/12) buyrulduğu üzere her şeyin yazıldığı varlık sahifesidir. Bunun da aslı, Ümmü'l-kitap (kitabın anası) olan Allah'ın ilmidir.