83-MUTAFFİFİN:
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ {10} الَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ {11} وَمَا يُكَذِّبُ بِهِ إِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ {12} إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ {13} كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ {14} كَلَّا إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّمَحْجُوبُونَ {15} ثُمَّ إِنَّهُمْ لَصَالُوا الْجَحِيمِ {16} ثُمَّ يُقَالُ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ {17} كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ {18} وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ {19} كِتَابٌ مَّرْقُومٌ {20} يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ {21} إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ {22} عَلَى الْأَرَائِكِ يَنظُرُونَ {23} تَعْرِفُ فِي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّعِيمِ {24}
Meâl-i Şerifi
10- Vay haline yalanlayanların o gün!
11- Onlar ceza gününü yalanlayanlardır.
12- Onu ancak sınırı aşan ve günaha düşkün olanlar yalanlar.
13- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "eskilerin masalları" der.
14- Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
15- Hayır hayır, doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar.
16- Sonra onlar muhakkak cehenneme girecekler.
17- Sonra da onlara: "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilecek.
18- Hayır hayır, iyilerin yazısı muhakkak Illiyyîn'dedir.
19- Bildin mi sen, Illiyyîn nedir?
20- Yazılmış bir kitaptır o.
21- Allah'a yaklaştırılmış melekler ona tanık olurlar.
22- Haberiniz olsun ki, iyiler nimet içindedir.
23- Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.
24- Yüzlerinde nimet ve mutluluğun sevincini görürsün.
10. "O gün yalanlayanların vay haline". Bu, arada söylenen başlangıç cümlesi, o mühürlü kitabın etkili hükmünü açıklama bâbında Siccin'in şiddetini, günah ve kötülüğün esasını, kabirden kalkıp Allah'ın huzuruna gelme gününün dehşetini hatırlatmaktadır. Bunu bazıları doğrudan doğruya "O gün insanlar âlemlerin Rabbi için kalkacaklar." âyetine bağlayıp bu aradakileri ara cümlesi saymış ise de "merkum" kelimesine bağlanması daha üsluplu olur. Yani, "kitap mühürlü ve işaretli olur da ne olur?" denilirse, "vay haline, o gün yalanlayanların!"
O gün o dirilme ve kalkma günüdür. Burada "füccâr" yerine "mükezzibin" denilmesi de fücurun aslında yalanlama ve inkâr demek olduğuna işarettir. O kitabın hükmü de o gün o yalanlayıcılar hakkında veyl'dir. Vay haline o gün yalan diyenlerin, bu haberlere inanmayanların, yani
11. O ceza gününe inanmayıp da açıktan açığa veya dolayısıyla yalanlayanların,
12. oysa o günü başkası yalanlamaz ancak her bir haddi aşan, (günahkâr, yani hep haddini aşkın, günaha düşkün) kimseler yalanlar". Şehvetlerine düşkün, keyiflerince hareket ederek sonunu düşünmeyip Allah'ın ve kullarının haklarına tecavüz etmeye alışmış olduklarından dolayı cezaya ve ceza gününe inanmak hoşlarına gitmediği, ona inanmak keyiflerini kaçıracağı için ancak onlar "o ceza gününün aslı yoktur" derler.
13. Kendisine karşı âyetlerimiz okunurken, evvelkilerin uydurmaları dedi. Bu şahsın, bazıları Velid b. Muğire, bazıları da Nadr b. Haris olduğunu söylemişlerdir. (En'âm, 6/25. âyetin tefsirine bkz.)
14. Kendisine karşı âyetlerimiz okunurken, evvelkilerin uydurmaları dedi. Bu şahsın, bazıları Velid b. Muğire, bazıları da Nadr b. Haris olduğunu söylemişlerdir. (En'âm, 6/25. âyetin tefsirine bkz.)
15. Hayır hayır. Bu okunan âyetler evvelkilerin uydurmaları değildir. Fakat, öyle diyenlerin kazançları, elde edip durdukları ve kâr sandıkları günahlar kalplerinin üzerine pas bağlamıştır. O kalpler, o günahları alışkanlık haline getire getire, pas tutmuş aynalar gibi körlenmiş, kararmıştır da artık duymaz ve göstermez olmuşlardır. İşte onların öyle demelerinin ve yalanlamalarının sebebi budur.
İmam Ahmed, Tirmizî ve Hakim ikisi de sahih diyerek ve Nesâi, İbnü Mâce, İbnü Hibban ve daha başkaları Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Kul bir günah işlediği vakit kalbinde siyah bir nokta, bir leke yapar. Eğer tevbe edip vazgeçer, mağfiret dilerse kalbi yine parlar. Döner tekrar yaparsa, o leke artar, nihayet kalbini ele geçirir. İşte Kur'ân'da yüce Allah'ın zikrettiği "rân" budur. "Hayır hayır, fakat onların kazandıkları kalpleri üzerinde pas tutmuştur". (Bakara Sûresindeki "Allah onların kalplerini mühür basmıştır." (Bakara, 2/7) âyetinin tefsirine bkz.)
RANE, reyn kökündendir. Reyn ve rüyün, bir şeyin üzerini pas basıp her tarafının paslanmasıdır. Bundan kalbe günah ve sıkıntı basmak mânâsına da kullanılır olmuştur ki Kur'ân'da kalp mühürlenmek mânâsına hatm ve tab' tabirleri de kullanılmıştır. Burada okunurken lâm râ'ya idgam olunmamak için Hafs rivayetinde lâm'da hafif bir sekte yapılarak okunur ki reyn'in mânâsındaki tutukluğa açık bir işaret olmuş olur. Hayır hayır. Bu, öyle pas yapan, kalp körleten kazançlardan sakındırma ifade eder. Sebebi de çünkü onların, o yalanlayanların, o kalkış günü hak Rab'leriyle muhakkak aralarında bir perde olur, yani örtü ve perde arkasında kalır, onu görmekten men edilir ve yoksun bırakılırlar. Artık kurtuluş bulmalarına imkan ve ihtimal kalmaz.
16. Sonra onlar muhakkak cehennem ateşine yaslanacaklardır.
17. Sonra denilecektir: Bu, işte o sizin yalan, masal diye yalanlayıp durduğunuz.
18. "Hayır hayır".
Bu KELLA, ta yukarıdaki âyetinde geçen kellâ'ya benzer olarak ölçü ve tartıda hile yapmaktan ve yalanlamaktan bir daha sakındırmak sûretiyle iyilik ve hayra sevketmek üzere kabirlerden kalkıp Allah'ın huzuruna çıkma gününün diğer bir yüzünü hatırlatmaktadır. Yani öyle hile yapmayın, o öldükten sonra dirilme ve kalkma gününü yalanlayan kötülerden olmayın, tevbe edip hayır ve iyilik yapmaya çalışın. Sebebi çünkü iyilerin, hayır ehli doğruların kitabı muhakkak ki İlliyyin'dedir.
İLLİYYİN, bu kelime hakkında lügatçilerin ve tefsircilerin sözleri vardır.
Lügatçilerden Ebu'-feth b. Cinnî şöyle der: Bu kelime, ulüvv kökünden fi'îl kalıbında "illiyy"in çoğuludur. Aslı illiyyûndur. Zeccac da şöyle der: Bu ismin irabı çoğul irabı gibidir. Çünkü lafzı çoğul kalıbı üzeredir. Kınnesr'den kınnesrîn gibidir.
Tefsircilere gelince, tefsirlerde buna yedinci gök denilmiş, göğün üstünde Arş'ın sağ ayağı denilmiş, Sidre-i münteha denilmiş. Ferra, "yüksekten yükseğe nihayetsiz" demiş;
Zeccâc da, "yerlerin en yükseği" demiştir. Bazıları, "yüce Allah'ın ululuk ve yücelikle donattığı yüce mertebeler", diğer bazıları da, "meleklerin amel defterlerinin bulunduğu yer" demişlerdir ki, çokları Kur'ân'ın biraz sonra gelecek olan bu kelime ile ilgili yaptığı tanıtımı görünüşte buna uygun bularak, kötülüklerin yazıldığı divan olan Siccin'in tam zıddı, Allah'a yaklaştırılmış, meleklerin şahit oldukları yer olan, hayırlı işlerin yazıldığı divanın ismi olduğunu söylemişlerdir. Zira bunu tefsir için buyruluyor ki:
19. Bildin mi sen, İlliyyun nedir? Yahut, "ne illiyyun!", "Ne yaman İlliyyun!"
20. yazılmış, mühürlenmiş bir kitap. Burada da yukarıdaki gibi düşünülsün. Yani tam ve güzel yazılmış, yahut Allah tarafından özel işaretle imzalanmış.
21. Öyleki Ona Allah'a yaklaştırılmış melekler şahit olurlar. Allah ile aralarında perde olanlar değil, Allah'a yaklaştırılmış olanlar ona şahit olur, onlar görür, onlar okurlar. Yahut yazılışına, korunuşuna, okunuşuna Allah'a yaklaştırılmış melekler hazır olur ve mânâsına onlar şahitlik ederler. Ederler de ne olur?
22. Kuşkusuz iyiler bir nimet içindedirler. Kötülerin Cehennem'e yaslanacakları gün iyiler nimet içinde bulunacaklar.
23. Divanlar üzerinde etrafa bakacaklar. Cennet'in diledikleri manzaralarına diledikleri gibi bakacaklar. Düşmanları olan cehennem ehlinin hallerine de bakacaklardır ki, bu mânâ sûrenin sonunda ayrıca anlatılacaktır.
24. bakarlarken o nimetin parıltısını, o nimet ve mutluluk neşesinin parlaklığını yüzlerinde tanırsın, yani her gören tanır. Neşeli ve mutlu oldukları, iyi kullar oldukları yüzlerinden belli olur.