80-ABESE:

قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ {17} مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ {18} مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ {19} ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ {20} ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ {21} ثُمَّ إِذَا شَاء أَنشَرَهُ {22} كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ {23} فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ {24} أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاء صَبّاً {25} ثُمَّ شَقَقْنَا الْأَرْضَ شَقّاً {26} فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبّاً {27} وَعِنَباً وَقَضْباً {28} وَزَيْتُوناً وَنَخْلاً {29}

Meâl-i Şerifi

17- O kahrolası insan, ne nankör şey.

18- O yaratan onu hangi şeyden yarattı?

19- Bir damla sudan, onu yarattı da biçime koydu.

20- Sonra ona yolunu kolaylaştırdı.

21-Sonra onu öldürdü de kabre koydurdu.

22- Sonra dilediği vakit onu tekrar diriltir.

23- Hayır hayır, doğrusu o, hiç Allah'ın emrini tam yerine getirmedi,

24- Bir de o insan yiyeceğine baksın.

25- Biz o suyu bol bol döktük.

26- Sonra toprağı nasıl da yardık.

27- Bu suretle orada ekinler bitirdik.

28- Üzümler, yoncalar,

29- Zeytinlikler, hurmalıklar,

17. Zira o yaratan, kendisine bu nimetleri veren onu hangi şeyden yarattı,

18. bir nutfeden yarattı da embriyon halinden doğumuna kadar nice aşamalardan geçirerek en güzel biçime koydu.

19. Sonra yolunu kolaylattı ki bu da doğumundan akıl ve fikrinin olgunlaşmasına kadar geçirdiği aşamaları kapsar.

20. Sonra öldürdü de kabre gömdürdü. Ölüsünün açıkta bırakılmayıp kabre gömülmesini de emretti. İnsanın dirisini de, ölüsünü de saygıya değer kıldı ki, bu da bir nimettir. O halde insan olan böyle kendisine verilen nimete nankörlük ederse, kendisiyle aynı cinsten olanların hepsine kötülük etmiş olmaz mı? Halbuki o yaratıcı bununla da kalmadı.

21. Sonra yaratan onu dilediği zaman yeni bir hayata da sevketti.

İNŞAR, daha önceleri geçtiği üzere diriltmektir. Yani ölümünden sonra da o kabirde öyle bırakacak değildir. Dilediği zaman onu öldükten sonra diriltip yeniden hayat verecektir. Fakat bunun vakti belli değildir, dilediği zaman diriltecektir.

22. "Hayır hayır". Tefsircilerin çoğu burada "kellâ"nın, "gerçekten" mânâsına olduğunu söylemişlerdir. Yani, doğrusu insan cinsi Allah'ın emrettiğini hiç tam olarak yapmadı, şükrünü, kulluğunu tam yerine getirmedi.

Mücahid ve Katâde'den nakledildiğine göre tefsirciler şöyle der: Burada 'dan maksat, Allah'ın bütün emrettikleridir. Yani yükümlülüğün başlangıcından kabre gömülünceye kadar, yahut Âdem'in yaratılışından bu zamana kadar bunca seneler, asırlar geçmiş olduğu halde insan cinsi yaratılışından beklenen ve istenen olgunluğa ermedi. Allah'ın emirlerini tamamıyla yerine getirmedi. Çünkü şükredici kullar pek az "Kullarım içinde şükreden pek az." (Sebe', 34/13) olduğu gibi bir tür kusuru olmayan fert de yok gibidir. Kazada "tamamlama" mânâsı bulunduğu ve bir işin henüz vuku bulmadığını ifade ettiği için buradaki olumsuzluğun, tam olumsuzlukla henüz tamamlanmadığı mânâsında olduğu açıktır. Ancak fiilinde gizli olan "o" zamiri, her ferdin değil de insan cinsinin yahut kendisini ihtiyaçsız gören insanın yerini tutması itibariyle "kaziyye-i mühmele" alarak ref' edilmesi "tam olumluluk" mahiyetinde demektir. Onun için bu, ihlaslı kullar gibi bazı fertlerin görevlerini yerine getirmiş olmalarına engel olmazsa da, insan cinsinin, vazifesini tam olarak hiç de yapmamış olduğunu ifade etmede nasstır. Onun için genel olarak insanlık daha çok büyük ilerleme ve olgunlaşmaya muhtaçtır ki, bu mânâ İnsan sûresinde "Onu imtihan ederiz." (İnsan, 76/2) kaydıyla ifade edilmişti ve onun için Hz. Ebubekir "Ah ne olurdu o tamam olaydı." demişti.

İnsan, Allah'ın iyi bir dirilmeye erdirmek için olan emirlerini tam yerine getirmemiş olduğunu önce kendi yaratılışının nasıl cereyan etmekte bulunduğunu düşünerek anlasın.

23. Bir de insan, yiyeceğine baksın. Yediği nimetlerin de nasıl bir kudret ve hikmet ile yavaş yavaş yükselerek yetiştirildiğine baksın. Böylece hem kendi içinde hem de dışında olmak üzere ne kadar nimet içinde bulunduğunu ve onların hakkını ödeyerek yararlanmak için nasıl çalışmak gerektiğini düşünsün.

24. Evvela: O suyu biz bol bol dökmekteyiz, yani yerkürede maddi hayat için, gerekli olan yiyecekleri yetiştirmek için ilk sebep "Canlı olan her şeyi sudan yarattık."(Enbiya, 21/30) âyetinin gösterdiği gibi sudur. Bu ise her şeyden önce Allah'ın bir lütfudur.

Suyu yaratıp o yağmurları şarıl şarıl döken, yağdıran Allah'tır.

25. Sonra da toprağı güzelce biz yarmaktayız. Hacc sûresinde "Yeryüzünü sönmüş kül halinde görürsün. Fakat biz ona suyu indirdiğimizde harekete geçer, kabarır." (Hacc, 22/5) buyrulduğu gibi bu yarma, o sönük kupkuru yerküre, yağmurların inmesiyle harekete geçip kabarmaya, sonra çatlayıp bitkiler çıkarmaya başladığı bir yarmadır ki bunu da yapan Allah'tır.

26. Bu suretle o yerkürede bitirmekteyiz: hububat, ve (bildiğiniz) üzüm ki yerkürenin sürülüşünde, hububat ve bağların bakımında insanların çalışmalarının da bir kıymeti olmakla beraber o kara toprakta böyle daneler, üzümler yetiştirecek derecede kabarma ve olgunlaşma uyandıran hep yüce Allah'tır, taze yonca veya sebze, zeytin ve hurma ağaçları, bahçeleri, girift ağaçlı. Bu kelime "galbâ" kelimesinin çoğuludur. Hadika-i galbâ, ağaçları iri boylu ve birbirine girift bahçe demektir. Bu kelimenin aslı "boyun"a sıfat olmaktır. Boynu kalın adama ağleb denilir.

27. Bu suretle o yerkürede bitirmekteyiz: hububat, ve (bildiğiniz) üzüm ki yerkürenin sürülüşünde, hububat ve bağların bakımında insanların çalışmalarının da bir kıymeti olmakla beraber o kara toprakta böyle daneler, üzümler yetiştirecek derecede kabarma ve olgunlaşma uyandıran hep yüce Allah'tır, taze yonca veya sebze, zeytin ve hurma ağaçları, bahçeleri, girift ağaçlı. Bu kelime "galbâ" kelimesinin çoğuludur. Hadika-i galbâ, ağaçları iri boylu ve birbirine girift bahçe demektir. Bu kelimenin aslı "boyun"a sıfat olmaktır. Boynu kalın adama ağleb denilir.

28. Bu suretle o yerkürede bitirmekteyiz: hububat, ve (bildiğiniz) üzüm ki yerkürenin sürülüşünde, hububat ve bağların bakımında insanların çalışmalarının da bir kıymeti olmakla beraber o kara toprakta böyle daneler, üzümler yetiştirecek derecede kabarma ve olgunlaşma uyandıran hep yüce Allah'tır, taze yonca veya sebze, zeytin ve hurma ağaçları, bahçeleri, girift ağaçlı. Bu kelime "galbâ" kelimesinin çoğuludur. Hadika-i galbâ, ağaçları iri boylu ve birbirine girift bahçe demektir. Bu kelimenin aslı "boyun"a sıfat olmaktır. Boynu kalın adama ağleb denilir.

29. Bu suretle o yerkürede bitirmekteyiz: hububat, ve (bildiğiniz) üzüm ki yerkürenin sürülüşünde, hububat ve bağların bakımında insanların çalışmalarının da bir kıymeti olmakla beraber o kara toprakta böyle daneler, üzümler yetiştirecek derecede kabarma ve olgunlaşma uyandıran hep yüce Allah'tır, taze yonca veya sebze, zeytin ve hurma ağaçları, bahçeleri, girift ağaçlı. Bu kelime "galbâ" kelimesinin çoğuludur. Hadika-i galbâ, ağaçları iri boylu ve birbirine girift bahçe demektir. Bu kelimenin aslı "boyun"a sıfat olmaktır. Boynu kalın adama ağleb denilir.