76-İNSAN:

Meal-i Şerifi

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِيناً وَيَتِيماً وَأَسِيراً {8} إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُوراً {9} إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَرِيراً {10} فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراً {11} وَجَزَاهُم بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيراً {12} مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْساً وَلَا زَمْهَرِيراً {13} وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلاً {14} وَيُطَافُ عَلَيْهِم بِآنِيَةٍ مِّن فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَارِيرَا {15} قَوَارِيرَ مِن فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْدِيراً {16} وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْساً كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلاً {17}

8- Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.

9- "Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz."

10- "Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız." derler.

11- Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.

12- Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.

13- Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.

14- Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur.

15- Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır.

16- Gümüşten öyle kadehler ki onları türlü türlü biçimlere koymuşlardır.

17- Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir.

8. MÜSTATÎR; uçan, uçuşan, yangının veya sabah aydınlığının yayılması gibi ufuklara dağılıp yayılma kabiliyetinde olan demektir. "Seve seve yemek yedirirler". Burada sözü, sonundaki zamirin yerini tuttuğu isme göre iki mânâ ifade eder:

BİRİSİ, yemeğe sevgileri, yani kendi ihtiyaçlarından dolayı istek ve arzuları bulunmasına rağmen, demektir ki, "Sevmesine rağmen mal verdi."(Bakara, 2/177) ve "Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe ulaşamazsınız."(Âl-i İmran, 3/92) âyetlerinin ifade ettiği mânâ budur.

BİRİSİ de, o yedirmeyi istemeye istemeye değil, can ü gönülden isteye isteye, seve seve yaparlar demektir ki, her birinin bir izah ve yorumu vardır. "Miskine, yetime ve esire" yedirirler.

MİSKİN, kendi kendine bir şey kazanmaktan aciz kimse demektir.

YETİM, kendisi için kazanç temin eden ölmüş, kendisi de kazanç elde etmekten aciz mânâsınadır.

ESİR, köle olup olmamaktan, müslüman olup olmamaktan daha genel olarak, hangi esir olursa olsun demektir.

Burada esirlere, düşkünlere güzel muamele yapılmasına önemli bir şekilde dikkat çekilmektedir. Esir, kendisine öldürme veya başka herhangi bir muamele yapılmaya mahkum bir durumdadır. Onu öldürmek gerekirse önce öldürmeli, fakat esirlik zincirine vurulduktan sonra da işkence etmeyip mümkün olabildiği kadar insanca bakmalıdır. Rivayete göre, Hz. Peygamber'e bir esir getirilir, o bu esiri müslümanlardan birine teslim eder, "buna ihsan et, güzel bak" diye emrederdi. Esir iki üç gün onun yanında kalır, esire, onu kendi nefsine tercih edecek şekilde bakardı. Katâde şöyle der: "O gün onların esirleri müşriklerdi. Senin müslüman kardeşin ise elbette doyurmana daha layıktır." Müslüman bir esire yardım, daha çok onu esirlikten kurtarmaya çalışmakla olur. Sonra onlar bu yemek yedirmeden bir menfaat ve karşılık beklemezler.

9. "Biz sizi Allah için doyuruyoruz." derler. Fakat bunu açıkça yüzlerine söylemez, içlerinden ve halleriyle söylerler. Onun için burada "böyle derler" diye açıkça söylenmemiş, dolaylı olarak ifade edilmiştir.

Lİ VECHİLLAH, Allah yüzü, devamlı olan ahiret yönü, Allah rızası için demektir.

10. Abûs çirkin suratlı, yani "içinde bulunanların yüzlerini ekşitip fenalaştıracak olan kara gün", çatık suratlı deniliyor ki, bu kelime, devenin dölleme sırasında kibir ile veya doğururken sıkıştırma halinde kuyruğunu kaldırıp burnunu çevirerek ve yanlarını derleyerek aldığı çalımlı veya sıkıntılı durumunu anlatan sözünden alınarak, iki gözünün arasını çatıp şiddetle alın buruşukluğu gösteren, yani son derece çirkin veya kötülüğü birbirine girmiş gibi zorlu ve dehşetli veya uzun, uzayıp giden mânâları ile tefsir edilmiştir ki o gün, kıyamet günüdür.

11. "Allah onları o günün kötülüğünden korur ve onlara parlaklık ve sevinç verir". Bu âyetler de dünyadaki o ruh hali ile çalışma ve gayretin sonundaki semeresini, ahiretteki neticesini açıklamaya başlarlar ki bu, "bir kadehten içerler" âyetiyle kısaca anlatılan neşe ve mutluluğun izah ve açıklamasıdır.

12. "Sabırlarına karşılık onlara verilir", bununla, sabrın, iyi kişilerin muvaffak olma sebeblerinden biri olan en seçkin özellikleri olduğuna ve böylece aynı anda hem şükrettiklerine, hem de sabrettiklerine işaret olunmuştur. Cennet, yani diledikleri gibi yiyip içecekleri, gönülde yer alan, hoş bir bahçe. Ve bir ipek. "Orada giysileri de ipektir."(Hacc, 22/23; Fâtır, 35/33) âyetinde de belirtildiği gibi, bir ipek ki onu giyip süslenirler.

13-14. Bu yüzlerindeki parlaklık ve içlerindeki sevinç, bu cennet ve ipek şu hâl ile ifade ediliyor: Koltuklar üzerine dayanıp kurularak.

ERİKE, gelin odasına kurulan yatak, donatılmış koltuk demektir.

Orada zemherî, yani şiddetli bir soğuk da görmezler. Çünkü aşırı sıcak azap olduğu gibi aşırı soğuk da azaptır.

15. Gümüşten sırça kaplar, billurlar. Bilindiği gibi gümüş ile sırça billurun tabiatları farklıdır. Gümüşten sırça veya billur olmamak gerekir. Fakat burada eşsiz bir istiare yapılmış, gümüş beyazlığı ile billur berraklığının saflığını içeren çeşitli biçimde kaplar tasvir edilmiştir ki bunda kâfur katkısına da işaret vardır.

16. Gümüşten sırça kaplar, billurlar. Bilindiği gibi gümüş ile sırça billurun tabiatları farklıdır. Gümüşten sırça veya billur olmamak gerekir. Fakat burada eşsiz bir istiare yapılmış, gümüş beyazlığı ile billur berraklığının saflığını içeren çeşitli biçimde kaplar tasvir edilmiştir ki bunda kâfur katkısına da işaret vardır.

17. "Orada onlara dolu bir kadeh sunulur ki, katkısı zencebildir".

ZENCEBİL, zencefil dediğimiz bilinen hoş kokulu baharatın ismidir ki bazı içeceklere katılınca hoş bir lezzet ve koku meydana getirir. Önce kâfur katkılı kadeh, burada da zencefil katkılı kadeh denilmesinden ve birinde "içerler", öbüründe de "onlara içirilir" tabiri kullanılmasından iki tür kadeh anlaşılıyor ki birinin çalışarak kazanıldığına, diğerinin Allah vergisi olduğuna işaret olsa gerektir.