75-KIYAMET:
وَخَسَفَ الْقَمَرُ {8} وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ {9} يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ {10} كَلَّا لَا وَزَرَ {11} إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ {12} يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ {13} بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ {14} وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ {15} لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ {16} إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ {17} فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ {18} ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ {19}
Meal-i Şerifi
8- Ay tutulur,
9- Güneş ve ay toplanır,
10- İşte o gün insan, "kaçacak yer neresi?" der.
11- Hayır, hayır, yok bir siper.
12- O gün varılıp durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
13- O gün insana, yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.
14- Doğrusu insan kendi nefsini görür,
15- Bir takım özürler ortaya atsa da.
16- Onu hemen okumak için dilini depretme.
17- Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18- O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et.
19- Sonra onu açıklamak da bize aittir.
8. Burada "HUSUF-I KAMER," Ayın güneşe yönelmesi halinde dünya gölgesinin araya girmesi demek olan bildiğimiz ay tutulması mânâsına da olabilirse de hafif kalır. Bu daha çok o güne ait bir görüntü olmak üzere ayın nurunun yok olup o şimşek çakan göze görünmez olması veya puslu, mahzun bir manzara içinde kalması halini anlatır. Yani ışığında zevk ve sefa sürdüğü o parlak ay söner, puslanır, kararır, görünmez olur.
9. Ve güneş ve ay bir araya getirilir, toplanır. Şimşek manzarasında olduğu gibi güneş ve ayın görünen yüzleri yerlerinden oynatılarak çalkanır çalkanır bir araya gelir. "Güneş ile ayın bir araya gelmesi" şeklinde ifade edilen mihâk gecesi her Arabî ayın son üç gecesi gibi ay ve güneş bir araya gelmiş ve fakat sadece ay değil, güneş de yokluk deryasına dalmış, görünmez olmuş bulunur.
10. İnsan o gün der. Nereye kaçmalı?
MEFERR, kaçmak mânâsına mimli mastardır. O günahkâr insan o vakit dehşetten kaçacak yer arar. Ümitsizliğinden ve şaşkınlığından böyle der. Bu, ümitsizlik ifade eden bir istifham-ı inkaridir. Biraz sonra gelecek olan "Hayır yok kaçacak yer." âyeti bu ümitsizliği açıktan açığa bildirmektedir. Bununla beraber şaşkınlıkla sorulmuş gerçek mânâda bir soru da olabilir. Bu durumda da âyeti o gün bu soruya verilmiş ret cevabı veya bugün onun açıklamasıdır. Şöyle ki: Hayır hayır, yok bir kaçacak, sığınacak yer.
11. VEZER, aslında ağırlık mânâsından "sarp ve sağlam dağ" demektir. Böyle dağlar kaçakların sığındıkları yerler olduğu için gerek dağ, gerek kale, gerek silah, gerek insan ve diğerleri mutlak mânâda sığınak, sığınacak yer veya siper mânâsında yaygın şekilde kullanılır olmuştur. Nitekim şair:
"Ömrüne yemin ederim ki yiğide yetişecek ölümden ve ihtiyarlıktan sığınacak bir yer, sığınak yoktur." demiştir.
Demek ki: "hayır, sığınak yok" sözü, o gün "kaçacak yer nerde?" diyen insanın yine kendisi tarafından söylenmiş bir sözün hikâye edilmesi olabileceği gibi, o gün onun sorusuna "hayır" cevabı vermek için veya bugün bir hatırlatma için doğrudan doğruya Allah'ın kelâmı olma ihtimali de vardır.
12. Şu da onun açıklanması mahiyetinde yeni bir başlangıç cümlesidir: O gün sadece Rabb'ının huzurunda durulacaktır.
MÜSTEKARR, bir yerde durma mânâsına mimli mastardır. Durma yeri mânâsına yer bildiren bir isim de olabilir. Yani o gün her kim olursa olsun kulların sığınma kararı ancak Rabb'ın olan yüce Allah'adır. Ondan kaçmak isteyenler de o gün ondan başka sığınacak hiçbir sığınak bulamazlar. Son karar ona veya onun emrine varılmaktır. Başka bir mânâ ile, o gün insanların varacakları karargâh cennet mi yoksa cehennem mi? Bunu tayin etmek rabbına aittir. Bu hitap, o gün kaçacak yer arayan insana değil, muhatapların efendisi olan Hz. Peygamber (s.a.v)'edir, dolayısıyla da bütün insanlara bir hakikatı açıklamaktadır.
13. İnsan o gün ayıtılır, haberdar edilir, yani kendisine haber verilir, yahut insanın ne olduğu, hakkının neden ibaret bulunduğu, hayır veya şer anlatılır. Öne aldığı ve sona bıraktıklarıyla, önce yaptığı ve sonra yaptığı amelleriyle, yahut yaptığı, ahiret için önceden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı, iyi veya kötü bütün işleriyle anılır, anlatılır. Hesaba çekilir. İşte o vakit tam gözü açılır. Bununla beraber insan olana bunları anlatmaya gerek bile yoktur.
14. Çünkü Doğrusu insan kendine karşı bir kalp gözüdür.
Bu âyet çok dikkate değer bir âyettir. Burada insanın tam hakikatı tanıtılmıştır. İnsan, ne yaptığını bilmeyecek bir bedenden ibaret değil, kendini bilen, kendi kendini vicdanında duyan bir basiret, diye anlatılmıştır ki nefs-i nâtıkayı yani insanın canlılar arasındaki yerini belli eden cevheri bildirir. İnsanın hakikatı, böyle kendine karşı bir basiret, bir kalp gözü olduğu için insan olan, kendinde olup biten, yani ruhuna, bilincine ilişmiş bulunan her şeyi duyar. Yaptığı bütün fiil ve hareketlerine kendi vicdanında kendisi tanık bulunur.
15. Her ne kadar ortaya özürlerini sayar dökerse de yaptığı işler hakkında hesap ve sual zamanında başkalarına karşı kendisini özürlü göstermek için türlü mazeretler açıklamaya kalkarsa da ne yaptığını, mazeretlerinin doğru olup olmadığını kendi nefsinde, kendi ruh ve vicdanında bilir. Şu halde insanın hakikatı başkasına karşı görünen, söylenen değil; onun kendi nefsinde, kendi vicdanında duyduğu ne ise odur. Ahirette Allah katında göreceği de ondan ibarettir. İnsan söylediği bir sözün yalan olduğunu kendisi bilip dururken halka karşı kendisini doğru göstermek için ne kadar özürler sayıp dökse o kendi bilir ki kendi gözünde yalancıdır. Dolayısıyla halk onu doğru da bilse Hakk'ın katında yalancıdır. Halka iyi görünmekle, şu-bu özürleri saymakla kendi vicdanında bilip durduğu hakikatı değiştiremiyeceği gibi Hak nazarında hiç değiştiremez. O halde halk ne söylerse söylesin, kendisi ne kadar özür ortaya koyarsa koysun insan Hakk'ın huzurunda gerçek kimliği ile karşılaşacak, kendisi kendi aleyhine tanık olacaktır. Onun için insan kendini gözetmeli, asıl itibarıyla iyi olmaya çalışmalı, kötü işler yapıp da şöyle böyle özürler saymaya kalkışmamalı, kendisini keyfinin, istek ve temennilerinin güdümüne göre değil, hak gözüyle ve vicdanının bütün samimiyetiyle dinleyip gözeterek hareket etmelidir ki, hak ile hak olmayanı, iyi ile kötüyü güzelce ayırabilsin. Kendi aleyhine şahit olmasın.
16. Bundan dolayı Peygamber'in kendine ait olmak üzere buyuruluyor ki: Ona dilini depretme. Onu hemen almak için....
Bu âyetteki zamirlerinin hangi ismin yerini tuttuğu açık değildir. Hitap mutlak insana olsaydı, bu zamir, özürlerini sayıp dökmeye kalkışan insanın içindeki yani vicdanındaki şeyin yerini tutabilir ve şöyle demek olurdu: "Ey insan! O gün hesap verirken Hakk'ın huzurunda vicdanındakini acele söyleyip de işin içinden çıkacağım diye telaş etme, sakın, dilini bile oynatma, zira onu, o bildiklerini derleyip toplayan sen değilsin, biziz. Biz onu derler toplar sana okuruz. Sen yalnız bizim okuduğumuzun ardınca gel ki o vakit tam hakkı söylemiş, yanlışlığa düşmemiş olursun." Gerçi bu âyetin üslup ve akışından bu mânâ da anlaşılmaz değildir. Fakat hitabın özellikle Peygamber'e olması ve sonra da "Kur'ân" denilmiş bulunması itibarıyla bu zamirinin önce, bu sırada Peygamberin kalbine inmekte bulunan Kur'ân'ın yerini tutması gerekir. Zira zamirin yerini tutmuş olduğu ismin manen veya hükmen geçmesinin yeterli olduğu ve "Kuşkusuz biz onu Kadir gecesinde indirdik."(Kadr, 97/1) âyetindeki gibi birçok yerde Kur'ân'ın ismi geçmeden, bulunduğu makam delili ile ona zamir gönderilegeldiği bilinmekle beraber burada sözün akışının buna özel bir işareti de vardır. Onun için tefsirler bu zamirinin Kur'ân'ın yerini tuttuğunu açıklamaktadırlar.
Tirmizi'de bu âyetin iniş sebebini Saîd b. Cübeyr İbnü Abbas'tan şöyle rivayet eder: "Kur'ân inerken Resulullah (s.a.v) iyi bellemek için dilini, dudaklarını depretirdi. Bunun üzerine yüce Allah, âyetini indirdi."
Anlaşılıyor ki Hz. Peygamber (s.a.v) bu sûre inerken özellikle bu noktada dilini depretmiş, acele okumak istemişti. Bu âyet de bunun üzerine inmiş ve iyi zaptetmesi için her şeyden önce hareketsiz dinlemesi emredilmiştir. Yani Kur'ân kalbine, basiretine inerken, sadece dinle, acele okumak için dilini oynatma.
17. Çünkü onun toplanması ve okunması bize aittir. Yani tamamını toplayıp Kur'ân halinde tesbit ederek okutmak bizim üstlendiğimiz bir iştir. Onu sana indiren okutacaktır.
18. Bu nedenle biz onu okuduğumuzda, Cebrail onu okumayı bitirdiğinde O vakit onun okuduğunu takip et, ardınca yavaş yavaş oku.
19. Sonra onu açıklamak da bize aittir. Gerek ve ihtiyaç duyuldukça beyan üsluplarından biriyle maksadı açıklayıp izah etmek de bize aittir. Usul ilminde açıklandığı üzere beyan üslupları beştir. Takrir beyanı, tefsir beyanı tağyir beyanı, tebdil beyanı ve zaruret beyanı. Bu şekilde Kur'ân'ın birçok âyeti birbirini açıklar. Burada dikkate değer noktalardan biri de şudur ki "onu toplamak ve okumak" âyeti ile "onu takip et" âyetinde geçen Kur'ân, ismi değil, okumak mânâsına "rüchân" vezni (kalıbı)nde bir mastardır. İkincisi "okunmuş" mânâsına da olabilir. Bundan dolayı burada daha önce zikrettiğimiz mânâya da bir tür işaret vardır. Kendi içini iyice gören insan herhangi önemli bir olay karşısında vicdanın derinliğindeki hatıraları hakkıyla dinlemek ve kendi nefsine karşı tanık olmak için acele etmemeli, nefsinin arzu ve isteklerini karıştırmayarak samimiyetle ve acelesiz, düşüne, düşüne dinleyip ona göre hareket etmelidir. Nitekim, "Müftüler sana fetva verseler de, sen kalbine dan" hadis-i şerifinde ve istihare hadislerinde bu mânâ açıklanmış olduğu gibi "Kul, bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, neticede ben onun kulağı, gözü... olurum"kudsi hadisinde de bu mânâ vardır.
Peygamberlere gelen vahyin dışında kalan ilhamlar herkes için bir ilim sebebi değilse de, amellerin hükmü niyete bağlı ve niyet kalbî işlerden olduğu ve bunda vicdanın şahitliğinin önemi büyük olduğu gibi özellikle insan fiil ve sözlerinde kendi vicdanına bağlı olabilmek için ruhundaki bütün bilgi ve delilleri gereği gibi dinlemek ve günah işlemek ve günahtan sakınmak dürtüsünü Allah'ın ilham ettiği gibi sezerek ona göre bir işe girişmek dahi ilham alan nefislerin alametlerindendir. Çünkü Hakk'ın huzuruna insan onunla çıkacaktır. İşte bu mânâya işarettir ki buAyetleri bu sûrede asıl konuyla ilgisi olmayıp sırası gelmişken söylenen bir söz olarak bırakmayıp başını sonuna tamamen bağlamıştır.