75-KIYAMET:
Meal-i Şerifi
سورة القيامة (75) ص 578
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ {20} وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ {21} وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ {22} إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ {23} وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ {24} تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ {25} كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ {26} وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ {27} وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ {28} وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ {29} إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ {30}
20- Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da
21- Ahireti bırakıyorsunuz.
22- Yüzler var ki o gün ışıl ışıl parlar.
23- Rabbine bakar.
24- Yüzler de var ki o gün asıktır.
25- Anlar ki kendisine belkıran (bel kemiklerini kıran belalı bir iş) yapılır.
26- Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır,
27- "Tedavi edebilecek kimdir?" denilir.
28- Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar.
29- Bacak bacağa dolaşır..
30- İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir.
20. Hayır hayır, siz istiyorsunuz. Bu da Peygamber'e, hitaptan sonra herkese yapılmış bir hitaptır. Burada aceleyi reddetme mânâsınadır. Yani "aceleci olmayın" demektir. "Gerçek şu ki" mânâsına olduğu da söylenmiştir. Peşin olanı yani dünyayı istiyorsunuz.
21. Zira karşılığında "ahireti bırakıyorsunuz." Burada söz tamamen ahirete çevrilmiş oluyor ki, Kıyametin, öldükten sonra dirilmenin hüküm günü olan zamanına gelmiş bulunuyor.
22. Nice yüzler o gün parlaktır. Başarılı olma neşesiyle sevinç içinde ışıl ışıl parıldar.
23. Zira Rabbine bakıcıdır. Onun cemâline bakmaktadır. Ehl-i Sünnet bu bakışı "görme" mânâsında anlayarak ahirette müminlerin Allah'ın cemalini göreceğini isbat etmişlerdir. "Beni asla göremezsin."(A'râf, 7/143) âyetine sarılan Mutezile de bu bakışı "bekleme" mânâsına yorumlamışlardır. Oysa gayesine ulaşmayan beklemenin neticesi neşe değil, hayal kırıklığı ile üzüntü olacağından burada sadece bekleme mânâsının doğru olamayacağını anlatır.
24. Nice yüzler de o gün pusarır, kederinden ekşir, kararır, pusarır.
25. "Onlar (burada zann, kesin olarak ve iyice anlamak mânâsınadır) anlar ki", kendilerine belkıran uygulanacak.
FÂKIRE, büyük bela, korkunç felaket demektir ki belkemiğine isabet eden, yani belleri kırıp paramparça eden şiddet mânâsından gelir. Bazıları, devenin burnunu dağlamak mânâsına gelen "fakr" dan türemiş olduğunu söylemişlerdir. Birisi şiddetini, birisi de azabın acılığını ifade eder. Dilimizde "filan iş filanın belini kırdı." tabirinin kullanılması itibariyle biz buna meâlde "belkıran" demeyi uygun gördük.
İşte ahireti bırakıp sonunu düşünmeden yalnız peşine, dünyaya sevgi beslememin neticesi, budur, bu beller kıran büyük beladır.
26. Buraya kadar kıyametin kısmen dünya ile ilgili yıkım manzarasındaki dehşet, sonra da ahiretle ilgili biri Allah'ın cemalinin, biri de azametinin görünmesine ait olan iki sonuç açıklandıktan sonra dünya hayatının sonu ve ahiretin ilk kapısı ve ferdin kıyameti demek olan ölüm ve can çekişme hali anlatılarak ahireti bırakıp da dünyaya sevgi besleyenlerin belini kıran o büyük belanın ahirete de kalmayıp, dünyadan başladığı anlatılmak üzere buyruluyor ki: Hayır hayır, ne zaman ki. Bu, 'ye benzer olup dünyayı sevip ahireti bırakmaktan sakındırmakta ve ölüm halini tasvir etmektedir. Can ulaşır. Bu fiilin zamiri dünyayı seven nefsin, veya bu karine (ipucu) sayesinde ruhun yerini tutar. köprücük kemiklerine. Terâkî, "türkuve" kelimesinin çoğulu olup boynun dibinden kollara doğru olan köprücük kemiklerine denir.
27. "Kim tedavi edecek?" denilir.
RÂKK; râkî, yani üfürükçülük yapan, çaresizlik hallerinde son bir tedbir olmak üzere başvurulan okuyucu, bir nefes edici veya sözle, fiille tedavi eden demektir ki ölüm halinde çağrılan cismani veya ruhanî doktordan, hekimden ve okuyucudan daha kapsamlı olabilirse de daha çok ruhanî olan okuyucu için kullanıldığı açıktır. İnanan da inanmayan da son bir teselli olmak üzere ona başvurur
Burada bir "sekte" ile okunur ki, bunda lafız ve mânâ itibarıyla iki nükte vardır.
BİRİNCİSİ, sekte yapılmadığı takdirde "nun" harfinin "ra"da gunnesiz olarak idgam yapılması gerekip âyeti "merrâk" gibi okunmuş, yani "çorbacı" denilmiş gibi olacağından sekte ile bu karışıklığın önüne geçilmiş olur.
İKİNCİSİ de bu ânın, nefesin kesildiği bir durma ve nefes almama anı olduğuna bir uyarı olur. O okuyucu çağrılır veya çağrılmaz, bulunur veya bulunmaz, işin bu yönü başka, fakat o anda bu söylenir.
28. Ve sezer, anlar. O can çekişen, nefesi tıkanan, ölmek üzere olan kişi o anda anlar ki O, yani başına gelen hakkın emri tam ayrılıktır, sevgilisinden, sevgili dünyasından ve nimetlerinden ve bütün uzuvlarının birbirlerinden "elveda, elfirâk!" diye diye acı ve kederler içinde ayrıldığı tam ayrılıktır.
29. O an o bunu anlamış, bacak bacağa dolaşmıştır. Ölüm acısıyle el ayak karışmış, bacak bacağa dolaşmıştır.
30. "O gün sevk ancak Rabb'inedir."
MESÂK, sevk, mânâsına mimli mastardır. Yani o gün o kişi yakalanır, başka birine değil, ancak Rabbine sevk edilir. Hesabı görülmek, cezası verilmek üzere zorla ve itile kakıla onun huzuruna götürülür. İşte dünyanın sonu. Bu ahireti bırakıp da peşin olan dünyayı sevenlerin dünyada varacakları son, budur. Ahireti sevenlerin kurtuluş ve sevgiliye kavuşma neşesiyle gülümsedikleri bu an, dünya sevgisine sarılmış ruhlar için böyle elem verici bir ayrılık, sonsuz bir hicran, bitmez tükenmez bir sürgündür. Evet o gün o can her şeyden ayrılıp yalnız Rabbine sevkedilecektir, ey Muhammed.