74-MÜDDESSİR:
فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ {8} فَذَلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ {9} عَلَى الْكَافِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍ {10} ذَرْنِي وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيداً {11} وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَّمْدُوداً {12} وَبَنِينَ شُهُوداً {13} وَمَهَّدتُّ لَهُ تَمْهِيداً {14} ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ {15} كَلَّا إِنَّهُ كَانَ لِآيَاتِنَا عَنِيداً {16} سَأُرْهِقُهُ صَعُوداً {17}
سورة المدّثر (74) ص 576
إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ {18} فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ {19} ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ {20} ثُمَّ نَظَرَ {21} ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ {22} ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ {23} فَقَالَ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ {24}
Meal-i Şerifi
8- O sûra üflendiği zaman,
9- İşte o gün pek zorlu bir gündür.
10- Kâfirler için hiç kolay değildir.
11- Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak.
12- Hem ona bol servet verdim.
13- Hem göz önünde oğullar verdim.
14- Hem ona büyük imkânlar sağladım.
15- Sonra da şiddetle arzu eder ki daha da artırayım.
16- Hayır, çünkü o bizim âyetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
17- Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.
18- Çünkü o bir düşündü, ölçtü, biçti.
19- Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti.
20- Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti.
21- Sonra baktı.
22- Sonra kaşını çattı, surat astı.
23- Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.
24- "Bu, dedi, başka değil öğretilegelen bir sihirdir."
8. Çünkü o boru çalındığı vakit:
"NÂKÛR, sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr, vurmak ve didiklemek mânâlarına geldiği gibi boru çalmak mânâsına da gelir. Zira boru çalındığı zaman içinden hava sıkıştırma ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği için boruya "minkâr" gaga, didikleme âleti mânâsıyla ilgili olarak nakur denilmiştir. "Boru çalınmak" örf ve âdette kervanın veya askerin yola çıkması için hareket kumandası demek olduğu gibi, "borusu ötmek" de, emir ve kumandasının dinlenmesinden kinaye olması nedeniyle, boruyu çalmak, ahiret yolculuğuna çıkmak için "Çünkü o sura üfürülüş zorlu bir kumandadır."(Sâffat, 37/19) ilâhî emrinin ortaya çıkması demektir. "O sûra üflendiği zaman" âyetinin başındaki "fâ" harfi sebep bildiren bir harf olarak âyetin mânâsı, "çünkü sûra üfürülünce, o boru çalınınca" demek olur. Burada üfürmeden maksadın ilk üfürme olduğu açıklanıyor.
9. "O gün." Kelimenin sonundaki tenvin, muzafun ileyh (tamlayan) den bedeldir. Yani "o öyle olduğu gün" demektir. Biz bunun mânâsını açıklarken "o gün" demekle yetiniyoruz.
10. Kâfirlere kolay değil. Bir önceki âyette "pek zor" denildikten sonra "kolay değil" demek ilk bakışta gereksiz gibi görünür. Fakat zorluk iki türlüdür: Birisi, önce çok zor olmakla beraber, gittikçe kolaylaşır, yenilebilir. Birisi de, gittikçe zorlaşır, hiç kolaylaşmaz. O günün herkes için zor olacak olduğu bildirilmek üzere denildikten sonra buyrulmuştur.
11. "Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak". Burada "tek olarak" mânâsına gelen kelimesi, hem yaratanın hem de yaratılanın durumunu gösterebilir. Yani "benimle bırak, hiçbir ortağım olmadığı halde tek başıma yarattığım o kimseyi" yahut "kendisini tek başına, hiç kimsesi olmadığı halde yapayalnız yarattığım o kimseyi" demek de olabilir. Bu mânâ "Andolsun sizi ilk defa nasıl yaratmışsak, onun gibi yapayalnız ve teker teker huzurumuza gelirsiniz."(En'âm, 6/94) buyrulduğu üzere her kişi hakkında sahih olur. Bununla kıyametin de yaratılış gibi özellikle her fert için ayrı bir safhasının olduğuna işaret edilmiş demektir. Âyetin özel bir olay ve şahısla ilgili olarak inmesi hüküm ve uyarmanın vasıflara göre genel olmasına engel de değildir. Bu âyetin iniş sebebinin Velid b. Muğire el-Mahzumi olduğu rivayet ediliyor. Burada onun Nûn sûresinde geçtiği gibi soysuz, piç olduğuna ima ve "vahid=tek başına" namiyle anıldığına işaret olduğu söylenmiştir.
12. Hem ona uzun uzadıya uzatılmış mal verdim yani çok mal, servet, arazi ve çiftlik gibi geniş yahut gelişip boy atarak ya da ticaretle artırılmış, uzatılmış mal verdim. Velid'in Mekke ile Tâif arasında çeşitli türde malları ve Taif'te yaz kış meyveleri eksik olmayan bostanı ve milyon kadar parası bulunduğuna dair rivayetler gelmiştir.
13. "Hem göz önünde oğullar verdim"
ŞÜHÛD, şahid kelimesinin çoğuludur. Yani hepsi yanında hazır, göz önünde, çalışmak için şuraya buraya gitme ihtiyacı duymayan, meclis ve lokallerde babalarının yanında hazır bulunan oğullar verdim. Yahut, önemli işlerde şahitliklerine, görüşlerine ve bilgilerine başvurulan oğullar verdim demektir. Rivayete göre Velid b. Muğire'nin hepsi mevki sahibi kişilerden olmak üzere on veya onüç oğlu vardı. Fakat bilinenleri yedidir. Velid b. Velid, Halid b. Velid, Umâre b. Velid, Hişam b.Velid, As b. Velid, Kabis b. Velid, Abdişems b. Velid. Denildiğine göre bunlardan Halid, Hişam ve Velid müslüman olma şerefi ile şereflenmişlerdir. Zemahşeri, "Bunlardan üçü müslüman oldu: Halid, Hişam ve Umâre" diye zikretmiştir. Alûsî de şöyle der: Umare'nin Bedir'de veya Habeş'te Necaşî tarafından öldürüldüğü ihtilaflıdır. İki rivayet de kâfir olarak öldürüldüğü hususunda birleşmiştir. Müslüman olduğuna dair Sa'lebi'nin Mukatil'den yaptığı rivayet sahih değildir. İbnü Hacer bunun hata olduğunu yazmıştır. Bu hatayı Zemahşerî de yapmış ve onun peşinden gidenler de bu hususta ona uymuşlardır. Bunların Velid b. Velid'i İslâm'la şereflenenler arasında zikretmemeleri şaşılacak bir iştir. Oysa bütün hadisçiler onun müslüman olduğunda görüş birliğine varmışlardır" Evet Velid b. Velid'in de sonradan müslüman olduğunda ihtilaf görülmüyor. Fakat Umare'nin durumu ihtilaflıdır. Bu dördün dışında kalanlar hakkında ise bir bilgimiz yok.
14. Ona büyük imkânlar verdim, mal ve oğullardan başka, birçok sebep ortaya çıkararak mevki, saygınlık ve şans açıklığı verdim. Velid, Kureyş içinde ileri gelen saygın kişilerden sayılırdı. "Vahîd" ve "Reyhâ-netü'l-Kureyş" takma adlarıyle anılırdı.
5. Sonra daha çok vereyim diye açgözlülük eder. İşte o, öyle açgözlü birisi. Hatta demiş ki: "Eğer Muhammed doğru söylüyorsa cennet benim için yaratılmış demektir."
16. Hayır, öyle şey yok
KELLÂ, reddetme edatıdır. Bir sözü, bir iddiayı veya bir ümit ve isteği reddeder. Biz bunun yerinde, "hayır öyle değil, öyle şey yok, yağma yok" gibi deyimler kullanıyoruz. "Hayır" ifadesini yerine göre, kelimeleri yerinde de kullandığımızdan tam karşılığı denemese de yakınıdır. Burada onun aşırı istek ve ümidini kesme mânâsını ifade eder. Sebebi, Çünkü o, bizim âyetlerimize inatçı kesildi. O nimetleri veren şahsın birliğini gösteren delillere veya Kur'ân âyetlerine karşı inada kalkıştı. Bu ise nankörlüktür. Verilen nimeti inkâr etmek onun artmasına değil, kesilmesine sebeptir.
17. Ben onu sarp yokuşa, dikine azaba sardıracağım.
Tirmizî, Hakim ve daha başkalarının rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v): "Sa'ud, ateşten bir dağdır ki kâfir ona yetmiş yıl çıkar, sonra içine düşer." buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Cehennemde bir yokuşa çıkması teklif olunur ki, ona elini koydukça erir, kaldırınca yerine gelir. Ayağını koyunca erir, kaldırınca yerine gelir." buyurduğu rivayet edilmiştir. Yine rivayet olunuyor ki, âyetin inmesinden sonra Velid'in malı günden güne eksilmiş, nihayet yok olmuştur.
18. Tehdidin niçin yapıldığı veya o kâfirin nasıl inat ettiği açıklanmak üzere buyruluyor ki: Çünkü o düşündü ve bir takdir yaptı, kafasında ölçtü biçti, bir tahmin yaptı.
19. Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti Arapça'da bu yahut tabirleri, "kahrolası, Allah canını alası" gibi asıl itibarıyla beddua olmakla beraber, nazardan esirgemek şeklinde "yahu ne yaman şey, anası ağlayası" gibi bir değere işaret olarak övgü yerinde ve bazan da bu mânâda alay etmek ve dalga geçmek için kullanılır ki, burada, onun düşüncesini beğenenlerin bu yoldaki övgülerini anlatarak hakaret ve küçümseme mânâsında kullanılmıştır. Yani dedikleri gibi "kahrolası nasıl da takdir etti ya!..."
20. Sonra kahrolası, nasıl da takdir etti ya!.. Bu tekrar, hem hakareti vurgulamaya, hem de her iki âyette geçen takdirin farklı olduğuna işarettir.
21. Sonra baktı etrafındakilere bir bakındı.
22. Sonra kaşını çattı ve ekşidi, surat astı.
BESR, vaktinden evvel acele olmasını istemek, hamlık yapmaktır. Nitekim meyvenin hamına, hurmanın koruğuna "büsür" denilir. Rağıb, burada bu mânâdan olduğunu söyler. Yani, vakti gelmeden kopmuş ham koruk gibi ekşidi, surat astı.
23. Sonra ardını döndü ve büyüklendi. Anlamış olduğu haktan yüz çevirdi, imana arkasını, küfre yüzünü döndürdü ve Allah'tan korkmayıp gururlanarak büyüklük tasladı, hakkı kabul etmeyi kibrine yediremedi de her şeyi bilen bir kişi edasıyla
24. hemen dedi ki: Bu Kur'ân, öteden beri öğretilegelen bir sihirden başka bir şey değil.
Bu âyette geçen tabirinde iki mânâ vardır:
BİRİNCİSİ; me'sur, yani öteden beri öğretilip rivayet olunagelen; sihirbazdan sihirbaza öğrenile geldiği söylenen bir sihir demektir.
İKİNCİSİ; yü'ser, yani diğer sihirlere tercih edilecek, beğenilecek bir sihir demek olur. Bu, "parlak sihir" mânâsına "sihr-i mübin" demelerine benzer.