74-MÜDDESSİR:

فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءلُونَ {40} عَنِ الْمُجْرِمِينَ {41} مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ {42} قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ {43} وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ {44} وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ {45} وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ {46} حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ {47}

سورة المدّثر (74) ص 577

فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ {48} فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ {49} كَأَنَّهُمْ حُمُرٌ مُّسْتَنفِرَةٌ {50} فَرَّتْ مِن قَسْوَرَةٍ {51} بَلْ يُرِيدُ كُلُّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُؤْتَى صُحُفاً مُّنَشَّرَةً {52} كَلَّا بَل لَا يَخَافُونَ الْآخِرَةَ {53} كَلَّا إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ {54} فَمَن شَاء ذَكَرَهُ {55} وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ هُوَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ {56}

Meal-i Şerifi

40- Onlar cennettedirler, sorup dururlar.

41- Suçluların durumunu.

42- "Nedir sizi Sekar'a sokan?" diye.

43- Suçlular der ki: "Biz namaz kılanlardan değildik."

44- "Yoksula da yedirmezdik."

45- "Boş şeylere dalanlarla dalar giderdik."

46- "Ceza gününü yalanlardık."

47- "Nihayet bize ölüm gelip çattı."

48- Artık onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez.

49- Şimdi o Kur'ân'dan yüz çevirirlerken ne mazeretleri var?

50- Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri.

51- Arslandan kaçmaktalar.

52- Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyor.

53- Yok, yok onlar ahiretten korkmuyorlar.

54- Hayır, hayır, O kur'ân kuşkusuz bir öğüttür.

55. Dileyen onu düşünür.

56. Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da.

40-41. Amel defterleri solundan verilenler, çalışmayanlar, yahut tek başına çalışan, kendi keyfince uğraşan yeminsizler kendi çalışma ve gayretleriyle boğuşurken, amel defterleri sağından verilen bu ashab-ı yemin cennetlerdedirler suçluları soruştururlar, suçluların hallerinden kendi aralarında konuşur, bahseder, birbirlerine sorar yahut sordururlar. "Bu soru kınama ve hasret çektirme içindir." denilmiş ise de, herşeyden önce hakkı ortaya çıkararak suçlarının mahiyetine göre şefaat imkânını araştırmak için görüşüp dertleşme veya bir sorguya çekme olmak, ardından "Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez."(Müddessir, 74/48) ifadesinin gelmesine daha uygun görünür.

Bu soruşturmanın bu şekilde anlatılıp açıklanması da suçluların hallerini ve hüküm giymelerinin sebeplerini sorup araştırarak hakkı ortaya çıkarmanın ve ona göre hayır ve iyi hal için çalışmanın ashab-ı yeminin özelliği olduğunu anlatmak, bununla beraber sayılacak olan suçların sahibi suçluların ahirette şefaat ile de kurtulmalarına ihtimal olmadığını dünyadakilere hatırlatarak öğüt vermek içindir.

42. Sizi Sekar'a sokan nedir? Yani bu cehenneme girmenize sebep olan suçunuz nedir? Bu soru, ashab-ı yeminin birbirlerine değil de suçlulara doğrudan veya dolaylı olarak sordukları sorudur. Zemahşerî şöyle der: Bu, ashab-ı yeminin birbirlerine sorduğu soruyu açıklamak değildir. Öyle olsaydı "Onları Sekar'a sokan nedir?" denilmesi gerekirdi. Bu, onların sordukları kişilerin verdiği cevabı hikâye etmektir. Yani, sorulanlar şöyle anlatırlar: "O suçlulara sizi Sekar'a sokan nedir?" dedik.

43. dediler ki: biz namaz kılanlardan değildik,

44. ve düşküne yedirmezdik, fakire yemek vermez, karnını doyurma çaresini aramazdık. Yani Allah'ın emrini tanımaz, kullarına acımazdık.

45. Ve dalanlarla beraber dalar dururduk, boş lakırdılar, boşuna işler, şunun bunun aleyhinde lehinde gereksiz sözlerle vakit öldüren, keyif ve zevkle ilgili boş şeylere dalan gafillerle beraber kendimizden geçer, dalar giderdik.

46. Din gününe, (yani ceza gününe) yalan derdik, inanmazdık dediler. Namaz kılmamanın, fakirlere bakmamanın, dalanlarla beraber dalıp gitmenin asıl sebebi de bu imansızlık, bu küfürdür.

47. Ta bize o yakın (yani ölüm) gelene kadar bu halde devam ettik ancak ölüm gelince ceza gününün hak olduğunu iyice anladık dediler. İşte kendilerini cehenneme sokan suçlarını böyle haber verirler.

48. Onun için de onlara şefaatçilerin şefaatı fayda vermez. Zira imansız gitmişlerdir. Demek ki o gün müminlere şefaat olacak, bunlar da yalanlamasalar, inkâra sapmasalardı belki ashab-ı yeminin onlara şefaatı da mümkün olabilecekti. Fakat bu suçları işlemiş, inkâr ile gitmiş oldukları ortaya çıkan suçlular kendilerini kurtaracak iş yapmamış oldukları gibi şefaatçilerin hepsi de şefaat edecek olsa fayda vermez, gerçek değiştirilmez. Onlar işledikleri suçların cezası olarak o Sekar'a dalar giderler.

49. Şimdi o öğütten yüz çevirmekte kendilerine ne fayda var? Bu Kur'ân'dan yüz çevirmekte, o ölüm hatırlatılarak yapılan öğütten kaçınmalarında kendileri için bir fayda mı var? Öğütten yüz çevirmekle o kötü sondan kurtulacaklarını mı zannediyorlar?

50. O Kur'ân'dan öyle yüz çeviriyorlar ki sanki onlar ürkmüş yabani eşekler,

51. aslandan kaçmaktalar.

KASVERE, "kasr" kökünden türetilmiş bir kelime olarak zorlu, zorba demek gibi olup "zorlu avcı alayı" veya "arslan" mânâlarına geldiği açıklanıyor. Lugatçıların çoğu kasvere'nin arslan mânâsına olduğunu söylemişlerdir. Bunun Habeş lügati olduğu da rivayet edilmiştir. İşte Kur'ân ile verilen Allah öğüdünden kaçan, onu dinlemek istemeyen budalalar öyle ürküp kaçıyorlar. Oysa o zavallı vahşi eşeklerin kaçmaları bir çaresizlik olmakla beraber yine de tehlikeden kaçmaktır. Onda belki bir kurtuluş, bir fayda düşünülebilir. Öğütten kaçan bu budalalar ise tehlikeden değil, kurtuluştan, kurtarıcıdan kaçıyor, faydalarını bırakıp yok oluşa koşuyorlar.

52. Hayır o kadar da değil, aksine onlardan her kişi kendisine ayrı ayrı dağıtılmış sahifeler halinde öğüt getirilmesini istiyor. Genel bir öğüt ile yetinmek istemiyor. Herbiri ziyafete çağrılır gibi özel davetiye ile ayrıca davet edilmesini istiyor. Görevine, çıkarına koşmak için kibirleniyor da herbiri "yarın ecelin geldi, şu, şu görevleri yapıp hazırlanarak gelmeniz duyrulur" diye ayrı bir uyarı ve çağrı bekliyor veya her biri için bir Peygamber olmasını arzu ediyor ki bu budalalık öncekinden çok fazladır.

53. Hayır, yok öyle şey herkes için ayrı bir öğüt, ayrı bir kitap gelmesine ihtimal yok. Bununla beraber öyle de olsa yine gelmezler. Doğrusu onlar ahiretten korkmuyorlar. Bu çağrı ve öğütü kabul etmeyenlere sonunda ceza verileceğine inanmıyor, sonunu saymıyorlar.

54. hayır, iş zannettikleri gibi değil korkunç bir ahiret var.

İşte o bir öğüttür bir uyarı, bir hatırlatmadır.

55. "Artık her kim isterse düşünsün" içeriğini anlasın, gereğine göre hareket etsin.

56. Bununla beraber Allah dilemeyince düşünmezler. Korkulacak olan da, bağışlayacak olan da odur. Azabından korkulup korunulacak olan da o, bağışlayacak da odur. Ondan korkmayan ne ahirette ne dünyada hiçbir şeyden korkmaz, korunmaz; ondan başkası da ne günahları bağışlayabilir, ne koruyabilir. Onun için her hikmetin başı Allah korkusu, Allah sevgisidir. İmam Ahmed, Tirmizî, Nesaî, İbn Mâce, Hakim ve daha başkaları Hz. Enes'ten şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v) bu âyeti yani âyetini okudu da dedi ki: Rabbiniz şöyle buyurdu

"Ben korkulacak, korkulup himayesine sığınılacak olanım. Benimle beraber başka bir ilâh yapılmasın. Her kim benden korkar da benimle bareber başka bir ilâh tutmazsa onu bağışlayacak olan benim."

Hakim-i Tirmizî "Nevâdiru'l-Usûl"de Hz. Hasen'den rivayet ettiği bir hadiste şöyle der: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Yüce Allah buyuruyor ki, kulum bana iki elini kaldırır dua ederse ben o elleri bağışlamadan geri çevirmekten utanırım. Melekler: "Ey bizim ilâhımız! O, bağışlanacak kişilerden değil dediler. Yüce Allah, "fakat korkulacak olan da, bağışlayacak olan da benim. Şahit olun, ben onu bağışladım." buyurdu.

Ey Rabbim! Bu kulunu da o koruduğun, bağışlamana erdirdiğin kulların arasına kat. Sensin koruyacak, sensin bağışlayacak.