74-MÜDDESSİR:

كَلَّا وَالْقَمَرِ {32} وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ {33} وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ {34} إِنَّهَا لَإِحْدَى الْكُبَرِ {35} نَذِيراً لِّلْبَشَرِ {36} لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ {37} كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ {38} إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ {39}

Meal-i Şerifi

32- Hayır, andolsun aya,

33- Döndüğü an o geceye,

34- Ve açtığı sıra o sabaha.

35- Kuşkusuz o Sekar, büyük belalardan biridir.

36- Uyarmak için insanları..

37- İçinizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyen kimseleri..

38- Her nefis kendi kazancına bağlıdır.

39- Ancak amel defterleri sağından verilenler hariç.

32-34. "Hayır hayır, andolsun o aya." Burada ve sonraki âyetlerde geçen kamer, gece ve sabah kelimelerinin kendi mânâlarında ve ilâhî orduların görüldüğü parıltılara işaret olmaları yanında dünyanın karanlıklara boğulduğu cahiliyye devri içinde Peygamberlik nurunun doğuşu ve o gecenin yok olmaya yüz tutuşu ve parlamak üzere bulunan hayır ve hakikat sabahının yaklaşışı anlarıyla İslâm güneşinin doğuşu anına da dolaylı yoldan işaret vardır. Hatta asıl ifade edilmek istenen budur.

35. Kuşkusuz o Sekar herhalde büyük olaylardan biridir yani en büyük felaketlerden biridir.

36-37. İnsanı korkutmak, gocundurmak için, yahut insanı korkutucu olarak. Bazıları bunun, sûrenin evveline bağlı olduğunu söylemişlerdir ki, "korkutucu olarak kalk" demektir.

38. Her nefis kazancına bağlıdır. Yani Allah katında borçlu olarak kazancına rehindir. Mutluluğu ve felaketi kazancına uygun düşer. Çalışır güzel işler yapar, Allah'a borçlarını öderse kendisini kurtarır. (Geniş bilgi için Tûr sûresindeki "Herkes kendi kazancına bağlıdır."(Tur, 52/21) âyetinin tefsirine bkz.)

39. Ancak amel defterleri sağdan verilenler bunun dışındadır. Zira bunlar sadece kendi kazançlarına bağlı kalmayarak ezeli takdirde yüce Allah'ın sırf lütuf ve ihsanından nasipleri, kısmetleri fazla takdir edilmiş olan mutlu kişilerdir. Çünkü adalet ve hikmet sahibi olan yüce Allah herkese kazancına uygun bir mükâfat verir, kimsenin hakkını kaybetmez. Hukuk açısından hepsini eşit kılmış, kazancına bağlamış olmakla beraber (Allah) yaptıklarından sorumlu tutulacak bir varlık olmadığı için sırf lütuf ve ihsan açısından hepsinin takdirlerini, mazhar olacakları şeyleri eşit kılmamış; kimine az, kimine çok vermiş, kimini de fazla olarak verdiği ihsanından yoksun kılarak onu sadece kazancına bırakmıştır. İnsanları diğer canlılardan seçkin olarak yaratması nasıl onların kazancına bağlı değil, sırf bir lütuf eseri ise, insanları çeşitli mertebelerde yaratması, nebileri ve velileri yüksek derecelere nail olmakla seçkin kılması, nebilerin bir kısmını bir kısmına üstün tutması ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in derecesini hepsinden üstün kılması da bu türdendir. Bu şekilde yüksek mertebelerin bir çoğu çalışıp kazanılmakla elde edilmez. Bu ise "Doğrusu insan için çalıştığından başkası yoktur."(Necm, 53/39) mânâsı ile çelişkili olmaz.

Zira çalışıp kazandığından başkası insanın kendi hakkı değil, sadece bir lütuftur. Bununla beraber âyette "illâ" edatı ile yapılan istisnanın muttasıl olmasına göre, "ashab-ı yemin" bunun da bir istisnası sayılmalıdır. Şu halde bu âyette geçen ashab-ı yemin Vâkıa Sûresi'nde geçen ashâb-ı yeminden daha özel, sabikun yani imanda en ileri gelenler gibi seçkin bir mânâda demektir. Bunun tefsirini yaparken ashab-ı yeminden maksat melekler, ihlaslı müminler, müslümanların küçük çocukları, yaratılış sözleşmesinde, sağ tarafta bulunanlar, yani "Şunları cennet için yarattım, önem vermem, şunları da cehennem için yarattım, yine önem vermem." kudsi hadisinde cennet için yaratılmış olanlardır şeklinde çeşitli rivayetler vardır. Bunların, müslümanların küçük çocukları olduğuna dair rivayetin Hz. Ali'den geldiği söyleniyor. Bunlar kendi çalışma ve gayretleri olmadan atalarıyla beraber cennete girecekleri için istisna edilmiş oluyorlar. Bu rivayet de gösteriyor ki bu istisna, çalışıp kazananlar içinde cennete girecek yok demek değil, fakat bazılarının kazançlarına bağlı olmadan veya kazançlarının değerinden fazla olarak sadece bir lütuf eseri ve müstesna bir şekilde cennete gireceklerini anlatmış oluyor. Gerçi bunda, cennete girmenin sadece bir lütuf eseri olduğunu gösteren bir mânâ varsa da bu mânâ "Kazandığı hayır kendine"(Bakara, 2/286) düsturunu bozmaz.

Kazançta iyi amele muvaffak kılma da esas itibarıyla yüce Allah'ın bir lütfu ve başarı ihsan etmesi demek olacağı için hepsinin de ilâhî lütfun bir eseri olduğunu söylemek doğru olmakla beraber burada maksat, çalışıp kazanmanın önemini düşürmek değil, "Kuşkusuz, haklarında bizden en güzel müjdeler geçmiş olanlara gelince..."(Enbiya, 21/101) âyetinin mânâsınca kaderleri kendilerine yardımcı olan ve çalışmakla elde edilemiyecek mertebeler kendilerine sırf bir lütuf olarak verilmiş bulunan seçkin özel kişiler istisna edilmek şartıyla diğer bütün insanların kurtuluş ve felaketlerinin kendi çalışma ve kazançlarına bağlı bulunduğunu beyan ederek çalışma ve kazancın değerini göstermektir. Korkutmanın, öğüt vermenin asıl faydası da budur. Dolayısıyla bu âyette "yemin" kelimesi iki mânâda düşünülebilir:

BİRİNCİSİ, kaderde sağ tarafta bulunmuş, hiç çalışma ve gayretleri olmadan kaderleri iyi kılınmış kimseler demektir. Mesela, Hz. Peygamber (s.a.v)'in nebilik ve resullüğü, "Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyor?"(Zuhruf, 43/32) âyetinden de anlaşıldığı üzere çalışmasının hiçbir etkisi olmayan bir bağış, bir ilâhî rahmettir.

İKİNCİSİ, "yemin" kelimesinin ahit ve sözleşme mânâsına olmasıdır. Çünkü yaratılış sözleşmesi ile ilâhî ahde dahil olmuş ve yeminlerini tutmuş olan kimseler kendi kazançlarından sorumlu ve bundan istifade etmiş olmakla beraber sonuç itibariyle yalnız kazançlarına bağlı kalmayıp kazandıklarından çok fazla nimet ve mutluluklara ererler ki bunun misali, bir şahsın tek başına çalışmasıyla sosyal bir sözleşmeye bağlı olarak toplum halinde çalışması arasındaki farktır. Zira toplumla yaşayanlar yalnız kendi kazançlarından değil, toplumlarının değerine ve sözleşmelerine bağlılıklarına göre birbirlerinin ortak ve karşılıklı mesailerinden yüksek bir biçimde yararlanır. Dağınık çalışmaların zahmeti çok, verimi az olduğu halde bir ahit ve sözleşmeye bağlı olarak çeşitli çalışmalarını samimi bir şekilde birleştirmiş ve çalışmalarının dağınık ve ortak noktalarına hep bir ruh ile sarılarak toplum halinde yürümüş olanlar herbiri kendi çalışmasından yararlanmakla beraber birbirlerinin çalışmalarından da gittikçe artan bir şekilde pay alırlar. İşte Allah'a, Peygamberine ve ahiret gününe iman edip de Sekar'dan korunarak hak yolunda ruhlarını ve çalışmalarını birleştirmiş olan ve aynı kıbleye yönelerek yürüyen samimi iman sahipleri kendi kazançlarına bağlanmakla kalmayıp ilâhî lütuftan benzerlerinden ayrı bir şekilde nasip alan "ashab-ı yemin"dirler.