74-MÜDDESSİR:

إِنْ هَذَا إِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ {25} سَأُصْلِيهِ سَقَرَ {26} وَمَا أَدْرَاكَ مَا سَقَرُ {27} لَا تُبْقِي وَلَا تَذَرُ {28} لَوَّاحَةٌ لِّلْبَشَرِ {29} عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ {30} وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَاناً وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ {31}

Meal-i Şerifi

25- "Bu, sadece bir insan sözüdür."

26- Ben onu Sekar'a (cehenneme) sokacağım.

27- Bilir misin sen, nedir o sekar?

28- Ne geriye bir şey kor, ne bırakır.

29- Durmadan derileri kavurur.

30- Üzerinde ondokuz (melek) vardır.

31- Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.

25. "Bundan aldatıcı bir albeni var" demiş oluyor ve nihayet kararını şöyle veriyordu: Bu, insan sözünden başka bir şey değil. Böyle deyip kararı bastı. Peygamberliği ve Kur'ân'ın Allah sözü olmasını inkâr ediverdi ki, işte inatçı kâfirlerin Kur'ân ve Peygamber hakkında söyledikleri nihayet budur. Bu, Allah'ın indirdiği kelâmı değil, Muhammed'in kendi söylediği kitabıdır derler. Olay tefsirlerde şöyle anlatılır:

Velid b. Muğire Peygamber (s.a.v)'in yanına gelmiş, Kur'ân dinlemiş ve etkilenmişti. Kalkıp Mahzum Oğulları'na varmış; "Vallahi, Muhammed'den az önce bir söz dinledim; ne insan sözü, ne de cin sözü. Onun bir tatlılığı, bir hoşluğu var. Yukarısı meyveli, aşağısı bolluk, zemini bol sulu. O kesinlikle üste çıkar, onun üstüne çıkılmaz." demiş; buna karşı Kureyş: "Velid saptı. Vallahi, bütün Kureyş sapacaktır." demişler, bunu işiten Ebu Cehil, "ben size onun hakkından gelirim." deyip kederli kederli yanına varmış; "Ey amca demiş, kavmin sana vermek için bir mal topluyor. Çünkü sen Muhammed'den bir şey elde etmek için onun yanına gidiyormuşsun." Velid: "Kureyş bilir ki, ben onların malca en zenginleriyim." diye cevap vermiş. Ebu Cehil demiş ki: "O halde onun hakkında bir söz söyle de kavmin işitsin, senin onu sevmediğini, inkâr ettiğini anlasınlar." Velid: "Ne diyeyim, içinizde şiiri, mısraları kafiyeli kısa vezinli nazmı, kasideyi ve cin şiirlerini benden iyi bileniniz yoktur. Onun söylediği bunların hiçbirine benzemiyor ki." demiş. Ebu Cehil, "yok mutlaka bir şey söylemelisin." deyince kalkıp kavminin toplandıkları yere varmış, "siz, demiş, "Muhammed mecnun" diyorsunuz. Hiç kimseyi boğarken gördünüz mü? Kâhin diyorsunuz. Hiç kâhinlik yaparken gördünüz mü? Şair diyorsunuz. Hiç şiir ile uğraşırken, şiir söylerken gördünüz mü? Yalancı diyorsunuz. Hiç yalanını yakaladınız mı? Bunlara cevap olarak, "hayır, ama peki o nedir?" demişler; "durun düşüneyim" demiş düşünmüş, düşünmüş "Bu, öğretilegelen bir sihirdir; bu sadece bir insan sözüdür." demiş, onun bu sözleri Kureyşlilerin hoşuna gitmiş, salonlarında bir alkıştır kopmuş ve onun sözlerini alkışlayarak dağılmışlar.

Yukarıda geçtiği üzere bazılarının sözlerine göre bu olay Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinin iniş sebebi gibi nakledilmiş ise de Velid'in dinlediği âyetlerin lerden olduğuna dair gelen rivayetlerden anlaşıldığına göre bu, bu sûrenin başının değil, bu âyetlerin iniş sebebi olmuştur.

26. Buyuruluyor ki: ben onu Sekar'a yaslıyacağım. Bu âyet "Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım." âyetinden bedel-i iştimâldir ve onun kapsadığı mânâyı açıklamaktadır.

SEKAR, cehennemin isimlerindendir. Bazıları bunun Arapça bir kelime olmadığı görüşünü savunmuşlar ise de güneşin, yüzü çalıp kavurması mânâsına gelen "sakr" kelimesinden türetilerek "yakıcı" mânâsından alındığını söylemişlerdir.

27. Bilir misin, nedir o Sekar? Yani o öyle bir Sekar'dır ki, sen aklınla onun mahiyetini ve özünü kavrayamazsın.

28. Ne geriye bir şey bırakır, ne yakasını bırakır. Yani o öyle sırnaşık bir Sekar'dır ki, bir kere çattığı bir şeyi hiçbir zerresi kalmayacak şekilde yok edip tüketir, sonra da yakasını yine bırakmaz. O yok olan yeni bir yaratılışa çevrilir. O yine evvelki gibi azap ile çatmaya devam eder.

29. "Durmadan derileri kavurucudur"

BEŞER, insan demek olduğu gibi, "beşere" nin çoğulu olarak derinin, özellikle insan derisinin dış yüzleri mânâsına da gelir. İnsana beşer denilmesi de bu yüzdendir.

LEVVÂHA, "levh" kökünden aşırılık ifade eden bir siğa (kip)dır. Levh; susamak veya güneşin ısısı, yahut susuzluğun bir adamın çehresini bozması, yani yakıp kavurarak karartmak veya ortaya çıkmak, şimşek çakmak, gözle görmek mânâlarına gelir ki, Levvâha kelimesinin bütün bu mânâlara ihtimali vardır. Deriye susamış, yahut hiç durmadan derileri kavuran, yüzler karartan, yahut hep beşer gözeten beşere saldıran mânâlarını ifade eder. İbnü Abbas'tan; "Sürekli olarak deriler kavuran, yüzler karartan" mânâsı rivayet edilmiştir. Daha başka mânâlar da söylenmiştir. Buna şöyle diyebileceğiz: Kanmak bilmez bir susuz, sürekli beşersûz (deri yakan).

30. Üzerinde ondokuz var.

Bu "ondokuz"un ne olduğunu açıklayan kelime zikredilmiyor. Ancak bundan sonraki âyetten bunun, o cehennemin korucuları olan melekler yani zebaniler olduğu anlaşılıyor. İnsanoğlunun ruhî ve ahlâkî kuvvetlerinin analizini yapıp sınıflandırarak bu sayının sır ve hikmetini açıklamaya çalışmak isteyenler olmuşsa da, doğrusu bunun akılla bilinebilecek bir ilim işi değil, mutlak bir iman işi olmak üzere bir sınama için olduğu ikinci âyette özellikle anlatılmıştır. Onun için bunun, kayıtsız şartsız bir iman ile inanılması istenen mutlak bir ilâhî haber olduğunu tasdik edip "yorumunu ve mânâsını Allah bilir" demek gerekir. Özet olarak şöyle diyebiliriz: Yüce Allah'ın şimdi sizin tam olarak bilip anlayamayacağınız ve ilerde ortaya çıkacak öyle kuvvet ve güçleri vardır ki onların hakikatini ancak kendisi bilir ve sizin ona mutlak surette inanmanız gerekir. İşte size onlardan bir örnek haber veriyor. Bu, şu anda imanı olmayan ve kalplerinde bir çürüklük bulunanlar için şaşırtıcı bir sır, bilinmez bir şey gibi gelir, "böyle kapalı Allah sözü, Peygamber duyurusu mu olur?" diye alay ve inkâra sapmalarına sebep olabilirse de, kitap ve peygamberin ne demek olduğunu ve gelecek işinin bugünkü işlere kıyas edilerek bilinemeyeceğini bilenlerin kuşkularını kesecek ve iman yeteneği olanların imanlarını artırarak onları başarı ve kurtuluşa götürecek en önemli sebeplerden, hatırlatma ve haber verme cümlesinden olduğu için bunların yorumuna çalışmayarak mutlak bir iman ile inanılması gerekir.

31. Bunun böyle olduğunu açıklamak için devamında şöyle buyruluyor: "Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık." Bu âyette geçen "ashab-ı nâr" sonsuza kadar o ateşin içinde kalıp yanacak olanlar mânâsına değil, o ateşe sahip olup koruyacak bekçiler, muhafızlar mânâsına olduğu açıktır ki maksat, kendilerine "cehennem bekçileri" denilen ve Tahrim sûresinde "Onun başında öyle melekler vardır ki iri mi iri, çetin mi çetin.. Allah kendilerine ne emrettiyse isyan etmezler ve kendilerine ne emredilmişse onu yaparlar." (Tahrim, 66/6) diye nitelenen ve başkanları malik olan zebani meleklerdir. Bu âyette geçen "onların sayısı" sözünden maksat da, zikredilen "ondokuz" sayısı olduğu açıktır. Yani bunların sayılarının ondokuz yapılması veya şahısları mı, türleri mi ne olduğu belirtilmeyerek sade ondokuz sayısıyla bir muamma, bir sır halinde ifade edilerek haber verilmesi sadece kâfirlere bir bela ve imtihan içindir. Bunun faydası da diye başlayan bölümde anlatılanlardır. Bu âyetin iniş sebebi hakkında iki rivayet anlatıyor:

BİRİNCİSİ, âyeti indiği zaman Ebu Cehil Kureyş'e şöyle demişti: "Analarınız ağlasın, İbnü Ebi Kebşe'nin oğlunu işitiyorum, size cehennem bekçilerinin ondokuz adet olduğunu haber veriyor. Sizler ise demir pehlivanlarsınız. Sizin her onunuz onlardan bir adamı yakalamaktan aciz mi?" Ebu'l-eşedd b. Üseyd b. Kelede el-Cümehi, Pençesi pek kuvvetli yırtıcı bir adamdı. "Ben size onyedisinin hakkından geliveririm, siz de bana ikisinin hakkından geliverin." demişti. Bunun üzerine "Biz ateşin bekçilerini hep melekler kıldık." âyeti indi. Onlar sizin güç yetireceğiniz adamlar değil, meleklerdir, diye haber verildi. Ebu Cehil hakkında da Kıyame sûresindeki "Gerektir sana o bela gerek! Evet, gerektir o bela sana gerek."(Kıyamet, 75/34-35) âyetleri indi.

İKİNCİSİ, Tirmizî ve İbnü Merduye'nin Hz. Cabir'den ettikleri bir rivayete göre, yahudilerden bazı kimseler Peygamber (s.a.v)'in ashabından bazılarına "Sizin Peygamberiniz cehennem bekçilerinin adedini biliyor mu?" diye sormuşlar, onlar da Hz. Peygamber (s.a.v)'e bunu haber vermişlerdi. Resulullah (s.a.v), şöyle ve şöyle deyip elleri ile bir kere on, bir kere de dokuz işareti yapmışlardı. Yahudilerin Medine'de bulunmasından dolayı bundan bazıları bu âyetin Medine'de indiğini anlamak istemişlerse de Ashab-ı Kiram'dan bazılarının Medine'ye veya yahudilerden bazılarının Mekke'ye gitmiş olmaları düşünülebileceğinden bunu delil göstererek bir neticeye varmanın zayıf olduğu açıktır ve hatta âyetin iniş sebebinden ziyade bir tefsir mânâsındadır.

"Rabbının ordularını ancak kendisi bilir." İşte o muammanın asıl sırrı ve faydası bu hakikata kayıtsız şartsız bir imanla iman etmeyi sağlamaktır.

CÜNUD, "cünd" kelimesinin çoğuludur. Asker, bir adamın yardımcıları, alay ve ordu mânâlarına gelir. Kuvvet ve sertliği itibariyle daha çok asker için kullanılır olmuştur. Aslı kalıbında kelimesinden alınmıştır ki taşlık , sert araziye denir. Ve o (yani Sekar veya bu âyetler) başka bir şey değil ancak insanlık için, insanın yararı için bir öğüt, bir hatırlatıcıdır.

Bunu hafife alanları reddederek korkutmayı hem desteklemek hem de olumlu bir gayeye yöneltmek suretiyle aydınlatma maksadıyla buyruluyor ki.