73-MÜZZEMMİL:

سورة المزّمِّل (73) ص 575

إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضاً حَسَناً وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْراً وَأَعْظَمَ أَجْراً وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {20}

Meal-i Şerifi

20. Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur'ân'dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

20. "Senin Rabbin biliyor ki." Yukarda geçtiği gibi, bu âyetin sonradan inip sûrenin başındaki "gece kalk" emrini hafifletmiş ve değiştirmiş olduğunda ittifak vardır. Ancak yine Mekke'de mi, yoksa sonradan Medine'de mi indiğinde ve hafifletme ve hükmünü kaldırmanın nasıl olduğunu belirlemede ihtilaf edilmiştir.

Hz. Aişe'den bu âyetin "Ey örtüsüne bürünen! Geceleyin kalk" âyetinden sekiz ay sonra inip baştan fariza gibi yazılmış olan gece kalkışı (namazı)nı farza çevirerek fazlasını kaldırmış ve nafile olarak bırakmış olduğuna dair de bir rivayet vardır. Lakin İbnü Cerir'in yazdığı bu rivayetin dış görünüşüne bakılırsa, bütün sûrenin Medine'de inmiş olması gerekiyor. Oysa sûrenin baş kısmının Mekke'de inmiş olduğunda bir ihtilaf görülmüyor.

İbnü Abbas'tan da şöyle rivayet edilmiştir: "Müzzemmil sûresinin başındaki "azı hariç gece kalkıp ibadet et" emri müminlere çok zor geliyordu. Ramazan ayında olduğu gibi geceyi ibadetle geçiriyorlardı. Sonra bu hafifletildi. Yüce Allah merhamet buyurdu da bundan sonra, "Allah sizin içinizde hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler... olacağını bilmiştir.. ondan kolayınıza geleni okuyun." âyetini indirdi. Allah'a hamd olsun, genişletti de daraltmadı. Bu sûrenin baş tarafının inişi ile sonunun inişi arasında bir sene oldu."

Katâde'den rivayet edildiğine göre, âyeti indi. İnsanlar bir sene veya iki sene gece ibadeti yaptılar. O derece ki ayakları ve baldırları şişerdi. Nihayet "Kur'ân'dan kolay geleni okuyun." âyeti indi de insanlar istirahat etti.>

Hasen'den de şöyle rivayet edilmiştir: âyeti inince müslümanlar bir sene gece ibadet ettiler. Kiminin gücü yetti, kiminin yetmedi. Sonra bunun serbest bırakıldığını gösteren âyet indi. Allah'a hamd olsun, farzdan sonra nafile oldu.

Abd b. Humeyd'in Yakub, Ca'fer kanalıyla, Saiyd'den yaptığı rivayette ise yüce Allah Peygamberine âyetini indirdiğinde Peygamber (s.a.v) bu hal üzere on sene kaldı. Gece Allah'ın emrettiği şekilde kalkardı, ashabından bir grup da onunla beraber gece ibadet ederlerdi. Yüce Allah on seneden sonra, "Muhakkak Rabb'ın biliyor" diye başlayan bu âyeti "Ve namazı kılın" bölümüne kadar indirdi. On seneden sonra, bu emri hafifletti.

Bazıları da bu âyetinin Medine'de inmiş olduğu görüşündedirler. Ebu Hayyan buna çoğunluğun görüşü demiş ise de öyle görünmüyor. Deniliyor ki bu âyetin Medine'de indiğini söyleyenler, bu âyette "zekâtı verin" emrinin bulunmasını göz önüne almışlar. "Zekât Medine'de farz kılınmış olduğu için bu âyetin de Medine'de inmiş olması gerekir." demişlerdir. Buna cevap olarak da, "Medine'de farz kılınan asıl zekât olmayıp, Berae sûresi âyeti gereğince harcanacak yerlerin ve hisselerin belirlenmesi" olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Mekke'de inen sûrelerde de asıl olarak zekâtla ilgili âyetler bulunduğu inkâr edilemez. Bizim kanaatımıza göre bu âyetin Medine'de inmiş olduğunu andıran bir ipucu daha vardır. Bu da, "Diğerleri de Allah yolunda savaşacaklar." bölümüdür. Zira bunda Allah yolunda savaşa izin mânâsı vardır. Oysa savaş izninin Medine'de verildiğinde ittifak vardır. Gerçi burada "savaş edin" veya "savaşa izinlisiniz" denilmiyor. "Savaşacaklar" veya "savaş edenler olacak" diye haber veriliyor. Geleceğe ait olsa da, derhal neshedilmenin sebeplerinden sayılması ve açıkça söz konusu edilmesi, savaşa hazırlanmayı sağlama mânâsında bir izne delalet etmiyor da değil. Halbuki bunun dışında Mekke'de inen herhangi bir âyette savaştan açıkça söz edilmemiş olması göz önüne alınırsa, bu âyetin Medine'de inmiş olması, bize bu âyette "zekât verin" bölümünün bulunmasından daha açık görünüyor. Tefsirciler ise bundan söz etmemiş, yalnız zekât emri dolayısıyle ihtilafı nakletmişlerdir. Bütün bunları düşünüp inceledikten sonra şu kanaat meydana geliyor ki, bu âyetin hepsi değilse bile, en azından bir iki cümlesi Medine'de inmiş olmalıdır. Bununla beraber, hangisi olursa olsun, bu âyet, sûrenin başındaki "gece kalk" emrinin şiddetini, miktarını hafifletmiştir. Beş vakit namaz farz kılındıktan sonra akşam ve yatsı, gece ibadetinin bir parçası olarak kalmış ve teheccüd namazının vacipliği nafileye dönüşmüştür.

Buyuruluyor ki: Gerçekte Rabb'in biliyor ki kuşkusuz sen, gecenin üçte ikisine yakın bir kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçiriyorsun. Demek ki, gece ibadetin en uzun süresi, "veya yarıyı biraz artır" âyetinden anlaşıldığı gibi üçte ikiden biraz eksik; ortası, gecenin yarısı; en azı da "veya yarıdan biraz eksilt" âyetinin gösterdiği gibi, üçte bir oluyordu. Bu kırâette lâfızları mansub olarak kelimesine bağlanmıştır.

EDNÂ, yakın veya en az demektir. Nâfi, Ebu Amr, İbnü Âmir, Ebu Cafer ve Yakub kırâetlerinde ise, kelimeleri kelimesine bağlanarak şeklinde mecrur okunur. Buna göre mânâ, "sen gecenin üçte ikisinden, yarısından ve üçte birinden az kalkıyorsun" demek olur. Bu durumda gece yapılan ibadetin en uzun süresi üçte ikiden az, yarım veya biraz fazla; ortası yarımdan az üçte bir; en azı da üçte birden az, dörtte bir kadardır. Şu halde oniki saatlik bir geceden en az üç veya dört saat; ortası dört veya beş saat; en fazlası da altı veya yedi saat kalkılıyormuş demek olur. Sen de kalkıyorsun, seninle beraber olanlardan bir grup da. Yani ashabından bir cemaat da kalkıyor. Demek ki, hepsi değil, demek ki hepsine farz değildi veya hepsi dayanamıyordu. Geceyi de gündüzü de Allah takdir eder. İkisinin de gerçek miktarını ancak o biçer ve o bilir. O, bütün zamanı bilir.

Başlangıcı olmayan ilmiyle bilmiştir ki siz onu, o gecenin takdirini sayamazsınız. Bunda iki mânâ vardır. Birisi, her gecenin saatlerini bütün parçalarıyla eşit ve tamamen sayacak şekilde takdir edemezsiniz. Çünkü gece ve gündüz değişir. Geceyi bölümlere ayırdıkça ortaya çıkan kesirleri takdir etmek insanın gücü dışında olup sonsuza kadar gider. Uyku halinde ise ayırma gücü bulunmaz. Bu nedenle bu emri tam olarak yerine getirmek hepinizin yapabileceği bir iş olmamakla beraber, sen ve bazı ashabın gibi, bunu yapacak olanlarınız da bir tedbir olsun diye fazlasını tutarak zahmet ve sıkıntılar çekersiniz.

"Onu sayamazsınız" fiilinin sonundaki zamirin "takdir" kelimesinin yerini tuttuğu kabul edilerek verilen ve Keşsâf'ın ve birçoklarının tercih ettiği bu mânâ aslında doğru olmakla beraber, bu yalnız geleceğe ait değil bu emir verilirken de böyle olduğu için, buna göre başta verilen emrin pek yerinde olmamış olması gibi yanlış bir düşünce akla getirebilir. Bunun için kelimesinin sonundaki zamiri, Taberi'nin rivayet ettiği gibi "gece ibadet etmek" isminin yerini tutan bir zamir kabul ederek takdir ve saymayı şu mânâ ile anlamak daha sade ve pürüzsüzdür: Daha ilerde hepiniz bu gece ibadetini başaramazsınız, baş edemezsiniz. Geceyi, gündüzü, zamanların şu anda ve gelecekte uğrayacağı bütün değişiklikleri takdir eden ve bilen Allah, sizin bu gece ibadetini ileriye doğru hepinizin tamamıyla yerine getirmeye güç yetiremiyeceğinizi, başaramıyacağınızı ezelden bilmiş ve bu şekilde "gece ibadet et" emrini verirken de, bunu bilerek aslında geçici bir süre için olmak üzere ilk olarak sûrenin başında işaret edildiği gibi, ilerisi için bir hazırlık mahiyetinde vermiş, şimdiye kadar o hazırlık yapılmış, bundan sonra ise işin genişlemesi ve genelleştirilmesi kastedilmiş ve hepinizin bu zor ibadeti hakkıyla yapamıyacağı da Allah katında bilinmiş olduğundan onun değiştirilmesi ve hafifletilmesi zamanı gelmiştir.> Onun için Allah sizlere ilim ve lütfu ile yeniden baktı. Tevbe edip durumlarını düzelterek kendisine baş vuranlara, tevbelerini kabul etmek suretiyle tekrar bakıp merhamet buyurduğu gibi, sizlere de yeniden lütuf ve merhametiyle baktı. O zor ibadetin ağırlığını kaldırıp kolaylaştırarak yeniden şu emri verdi: Bundan böyle Kur'ân'dan kolay geleni okuyun. Gece ibadetinden, kırâetten büsbütün vaz geçin değil, asıl "gece kalk" emrinin hükmü kaldırılmıyor, yine kalkın. Fakat gecenin yarısı veya daha azı veya daha çoğu miktarlarıyla ve uzun uzadıya tertil üzere okumak kaydına bağlı olmadan, "Kur'ân" ve "kırâet" denilebilmek şartıyla, ne kadar kolayınıza gelirse o kadar okuyun, o kadar gece ibadeti yapın.

Burada zikredilmesi gereken üç mesele vardır:

BİRİNCİSİ, Kırâet. Bunda iki görüş vardır. Tefsircilerden birçoğu demişlerdir ki, "gece kalk" emrine tam olarak uygun düşebilmesi için burada kırâetten maksat namazdır. Kırâet namazın rükünlerinden olduğu için, namazın bir bölümü zikredilip tamamı kastedilmiştir. Nitekim kıyam, rüku ve sücuddan herbiriyle de böyle namazın tamamı anlatılmış olur. Buna göre mânâ, "gece namazından kolayınıza geldiği kadar kılın" demektir. Namaz mânâsı kastedilmiş olması nedeniyledir ki, önceki zor olan gece kıyamı kaldırılmış, onun yerine kolayı emredilmiş olur. Buna akşam ve yatsı namazları diyenler olmuş, teheccüd namazının vacip olma hükmü kaldırılarak nafile yapıldığını veya tercihe bırakıldığını söyleyenler olmuştur. Gerçekte bu kırâette namaz veya kıyam kaydı gözetilmediği surette "gecenin birazı hariç olmak üzere kalk" emrindeki zorluğun "Kur'ân'dan kolay geleni okumak"la hafifletilmiş veya kaldırılmış olması gerekmez. Olsa olsa bu emir yalnız "Kur'ân'ı yavaş yavaş, güzel güzel oku" emrine karşılık olmuş olur. Oysa bu âyetin devamı, zorluğun hafifletilmesi içindir. Âyette geçen "kolay geleni" ibaresi de bunu gösterir. Mecaza götüren şey ve karine (ipucu) de bu demek olur. Ancak bu durumda "Kur'ân" isminin de "Çünkü sabah namazı şahitlidir." (İsrâ, 17/78) âyetinde olduğu gibi kırâet mânâsına mastar olarak "namaz"dan mecaz olması ve okumanın kolaylığının da daha sonra değil, erkânından bulunduğu namazın kolaylığı dolayısıyle düşünülmesi gerekir. Bunlar ise görünen mânânın pek aksinedir. Bunun için hem Kur'ân ve kırâetin hakikat mânâsının korunması, hem de namaz mânâsının gözetilmesi için "gece kalk" âyetinde "namaza kalk" takdirinde namaza kalkmak mânâsı ile söz konusu edilen kıyamı "fâ" harflerinin bir sıralama ifade etmesi karinesinden yararlanarak burada da okumaya kayıt olarak düşünmek yeterlidir ki, mânâ: yani, "namazda Kur'ân"dan kolayınıza geleni okuyun", o kadarı yeterlidir, demek olur ve hafifletme, sözün mânâsından anlaşılmış olur.

Diğer bazı tefsirciler ise, okuyun emri, gece namazla değil, Kur'ân'ın kendisini okumakla ilgili emirdir. Dolayısıyla her gece en az elli âyet okumalı" demişlerdir.

İKİNCİSİ, emrin görünen mânâsı yine vücub yani gereklilik içindir. Yani gece ibadet ve okuma yine farz, ancak önceki gibi sayılamayacak şekilde çok olmak şart değil, kolayına geldiği kadar demektir. Bu şekilde bunun da hükmünün kaldırılması, ikinci "okuyun" ve "namazı kılın" emirleriyle gerçekleşmiş olur. Maksat yalnız Kur'ân okumak olduğuna göre de, her gece biraz Kur'ân okumak bu şekilde farz olmuş olur. Bu ise namazda olabileceği gibi, namaz dışında da olabilir. Fakat bazı tefsirciler, "kolaya gelen" sözünden, bunu kişinin isteğine bırakmak mânâsı anlaşılacağına dayanarak bu emrin nafile için veya mübah olmak için olduğu kanaatına varmışlardır ki Ebu Hayyan buna "çoğunluğun görüşü" demiştir.

ÜÇÜNCÜSÜ, "Kur'ân'dan kolay gelen." Kur'ân'dan kolay gelen ne kadar olabilir? Mutlak mânâda düşünülmesi durumunda güç dahilinde olarak yormayacak, zahmet vermeyecek kadar demek olacağından bu ise kişilerin ve durumun şartlarına göre değişebileceğinden, âyetin görünen mânâsına göre bu miktarın ne olacağı belirlenemez. Bununla beraber bunu mutlak şekilde okumak mânâsına yorumlayanlar, gelenekleri ve atalarımızın alışkanlıklarını göz önünde bulundurarak "en az elli âyet olmalıdır" demişlerdir. Fakat her farzda esas olarak sabit bir miktar belirlemek zaruri olduğu için namazın bir rüknü olarak farz olan kırâetin en az ne kadar olacağı hususunda İmam-ı Azam Ebu Hanife'den üç rivayet vardır: 1. En az, kısa bir âyet olmalıdır. 2. Kur'ân ismi verilecek ve bir insan sözüne benzemeyecek kadar olmalıdır. 3. En az üç kısa âyet veya bir uzun âyet olmalıdır. Çünkü en kısa sûre, üç kısa âyetten meydana gelmiştir. Bu rivayet, İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'in de görüşüdür. Fetva da buna göre verilmektedir. İmam Mâlik ve İmam Şâfii: "En az Fatiha okumak farzdır. Zira "Fatihasız namaz yoktur." hadisi bunu ifade eder demişlerdir. İmam-ı Azam vacip ile farzın arasını ayırarak bu hadis ile namazda Fatiha'yı okumanın vacip olduğu sabit ise de "Kur'ân'dan kolay gelen" âyeti ile sabit olan farzlığın mutlak olduğu ve dolayısıyla kasten Fatiha'nın terk edilmesi durumunda namazın yeniden kılınması gerekirse de unutarak terk edilmesi ve sehiv secdesi yapılmaması halinde vakit geçmiş ise o namazı tekrar kılmanın vacip olmayıp müstehab olacağı görüşüne varmıştır.

Burada bir de şuna dikkat etmek gerekir ki, "Kur'ân'dan" sözünün başındaki ittifakla daha önce geçen ve "şey" mânâsına gelen yı açıklamaktadır. Dolayısıyla "Kur'ân'dan kolay gelen şey" sözü, Kur'ân'dan bir parça mânâsına yorumlanır. Yani bir sûre veya bir ya da birkaç âyet gibi yine "Kur'ân" demek sahih olan bir parça okuyun demektir.

Şimdi bu kolay olmanın ve daha önce yapılması emredilen hükmü kaldırmanın gelecekle ilgili olmak üzere hikmeti açıklanarak buyruluyor ki, Allah, başlangıcı olmayan ilmiyle bildi ki, sizin içinizde hastalar olacak diğer bir takımları da olacak.

Allah'ın lutfettiklerinden bir şey aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, ticaret için şuraya buraya yolculuğa çıkacaklar. Diğer bir takımları da olacak, onlar da Allah yolunda çarpışacaklar, cihat edecekler. Bunlar için ise, yukarıda sözü edilen gece ibadeti imkânsız olacak, bu emri yerine getiremiyecekler.

Burada Allah'ın lütfundan kazanç elde etmek ve ticaret yapmak için yolculuğa çıkanlarla, Allah yolunda çarpışacak mücahitlerin yanyana zikredilmiş olmalarında bunların ikisinin de mükâfatta birbirlerine yakın olduklarına işaret vardır. Beyhaki "Şuab-ı İman" da ve daha başkaları Hz. Ömer (r.a)'in: "Bana ölümün geleceği haller içinde Allah yolunda cihattan sonra en sevgili hâl, ben bir dağın iki bölüntüsü arasında Allah'ın lütfundan bir şey aradığım sırada ölümün bana gelmesidir." dediğini ve bu âyetini okuduğunu rivayet etmişlerdir. İbnü Merduye'nin İbnü Mes'ud'dan rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v): "Her kim müslüman şehirlerden birine bir yiyecek getirir de onu günün fiyatıyla satarsa, kesinlikle Allah yanında onun bir mevkii olur." buyurmuş, sonra da şunu okumuştur:

Kısacası bunlar ve bunlar gibi gözetilmeleri ve çalışmaları gereken bir takım mazeretli kişilerin gece ibadetini başaramıyacaklarını Allah bildiği için bundan böyle, ondan, yani Kur'ân'dan kolay geleni okuyun ve sade farz olan vakit namazını kılın ve zekâtı verin ve Allah'a güzel bir ödünç takdim edin yani ilerde sevabını almak üzere iyi niyetle ve samimiyetle, ödünç verir gibi hayır yolunda harcamalar yapın. (Bakara, Hadid ve Teğabün sûrelerinde ve diğer sûrelerde geçen benzerlerine bkz.) Çünkü nefisleriniz için önceden her ne hayır yapıp gönderirseniz Allah yanında onu hayır ve mükâfatı daha büyük olarak bulacaksınız, hem de Allah'tan mağfiret dileyerek bütün hallerinizde sizi bağışlamasını isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. İsteyenleri, bağışlaması ve rahmetiyle arzuladıkları şeye ulaştırır. "Allah'ım! Peygamberlerin efendisi olan Resulüne (s.a.v) indirdiğin Kur'ân hürmetine bizlere ve iman ile bizleri geçmiş olan kardeşlerimize mağfiret buyur, merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın. Amin.!