72-CİN:
وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقاً {16} لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَمَن يُعْرِضْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَاباً صَعَداً {17} وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَداً {18} وَأَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَداً {19}
Meal-i Şerifi
16. Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerine bol bir su verirdik.
17- Ki onları onunla sınayalım. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.
18- Mescitler kuşkusuz Allah'ındır. O halde Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın.
19- Allah'ın kulu (Hz. Peygamber) kalkmış O'na dua ederken, neredeyse (cinler) onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.
16. "Eğer yolda doğru gitselerdi." Bu âyetin başındaki 'in aslı, olup şeddesi kaldırılmıştır. Sonunda aslında olup zikredilmeyen, hiçbir ismin yerini tutmayan ve zamir-i şan denilen bir zamir vardır, demektir ve bu cinlerin sözlerinden değil, sözüne bağlı olarak doğrudan doğruya vahyedilen Allah kelâmındandır. Yani o insanlar ve cinler, anlatıldığı üzere hep o iman ve İslâm yolunda bir yön üzere dosdoğru gitselerdi, elbette biz onların hepsine bol su sunardık, yani bol rızıklar içinde yaşatırdık
17. ki onları onun içinde imtihan edelim. Yani öyle hepsi doğru yolu tuttukları halde de onları başıboş bırakıverecek değildik. Bu dünya imtihan dünyası olduğu için bunun darlığı da genişliği de bir imtihandır. Sıkıntı içinde bir gayeye yürüyüştür. Fakat hep rızık darlığı içinde imtihan vermekle, bolluk içinde imtihan vermek arasında fark vardır. Onun için onlar o istikametle gitselerdi onları darlıklar içinde değil, bol bol rızıklar içinde imtihan eder, o yüzden yükseltirdik. Fakat onlar, o insan ve cinler öyle yapmadılar, çokları o öğüdü dinlemediler, yüz çevirdiler her kim de Rabbinin zikrinden, vahiy ve öğüdünden, ibadetinden yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba sokar.
18. "Muhakkak mescidler Allah'a aittir." Bu âyetin başındaki de kırâetlerin hepsinde üstünlüdür. Diye başlıyan âyet gibi yukarıya bağlıdır. "De ki, bana mescitlerin Allah'a ait olduğu vahyedildi." demektir. Yani mescitler hep Allah'ındır. Onun için Allah'ın yanında başka birine dua ve ibadet etmeyin, ancak Allah'a ibadet edin.
MESÂCİD, bilindiği üzere "mescid"in çoğuludur. "Mesced"in çoğulu da olur. Mescid, secde ile namaz ve ibadet için özel olarak ayrılmış olan yerlerdir. Ki lugatta, müslüman olsun veya olmasın her milletin ibadet yerini kapsar. Örfte ise, sadece müslümanların ibadet yeri için kullanılan bir kelimedir. Ayrıcalığına dikkat çekmek için mekan bildiren isimlerin kural dışı kalıplarından olmak üzere esre okunarak kıyastan ayırt edilmiştir. "Mesced" ise secde mânâsına "mimli mastar" veya "secde etme yeri," "secde uzvu" mânâsına kurala uygun mekan bildiren bir isim olur. "Yedi uzuv üzerine secde ile emrolundum." hadisinde açıklandığı üzere bu yedi uzuv, alınla burun, iki el, iki diz, iki ayaktır. Alın ile burun bir sayılmıştır. "Allah'ın mescitleri içinde Allah'ın isminin anılmasını menedenden daha zalim kim olabilir.." (Bakara, 2/114) gibi yukarılarda geçen bütün âyetlerde olduğu üzere burada da açık olan, ilk mânâ ile tapınaklardır. Çoğunluğun görüşü de budur. Yahudi ve hıristiyanlar havra ve kiliselerinde Allah'tan başkasına da dua ettiklerinden dolayı müslümanlara ihlaslı olmaları emredilmiştir. Ancak bu sûre indiği zaman, müslümanlara ait mescidler yapılmış olmadığı için bu âyette geçen "mesacid" kelimesini daha genel anlamıyla yorumlamak üzere bir kaç izah şekli daha zikredilmiştir ki, bunlar şunlardır: "Arz bana mescid ve temizleyici (veya temiz) kılındı." hadis-i şerifini göz önünde bulundurarak bu âyetin tefsirinde Hasan Basri şöyle demiştir: Burada mesacid, arzın bütün parçalarına işarettir. Arzın hepsi Allah tarafından yaratıldığı için, onların üzerinde, yaratıcısından başkasına secde etmeyin demektir. Yahut "mesced"in çoğulu olarak mimli mastar olmak üzere, secdeler yani namazlar Allah'a mahsustur. Başkasına secde etmeyin demektir. Said b. Cübeyr de şöyle der: Secde azaları olan mescedler Allah'ındır, yani Allah'ın yaratmasıdır. Dolayısıyla onlarla Allah'tan başkasına secde etmeyin. Akıllı olan Allah'tan başkasına secde etmez demektir. Atâ, İbnü Abbas'tan, "burada mesacidden maksat, Mescid-i Haram'dır" diye de bir rivayet nakletmiştir. Bunun sebebi, Mescid-i Haram'ın birçok mescidi kapsamış olmasıdır. Bu surette diğer mescitlerin hükmü bu âyetin metninden değil, gösterdiği mânâdan anlaşılmış olur. Bunların her birinin bir dayanağı ve yorumu bulunmakla beraber, en açık olan, âlimlerin çoğunluğunun dediği gibi, genel olarak bütün tapınaklar demek olmasıdır.
19. "Allah'ın kulu kalkıp ona yalvarınca" Burada lâfzı, Nâfi ve Asım'dan Ebubekir kırâetlerinde şeklinde; Hafs'ta ve diğer kırâetlerin hepsinde şeklinde okunur. şeklinde okunması, başındaki vav ile cinnin sözlerine bağlanmasından deniliyor. Bu surette fiilindeki "onlar" mânâsına gelen zamir cinlerin yerini tutmaz. Lakin buradan bir tek âyet arada cinlerin sözlerine bağlanınca yukarıki hoşluk ve incelik görünmez. Onun için şeklinde okuyuşta baştaki vav atıf (bağlaç) olmayıp Allah tarafından yeni bir cümle başlangıcı olması daha uygundur, şeklinde okunması ise, "bana vahyedildi" diye başlıyan cümlelere bağlanmasındandır. Bu şekillerde fiilindeki "onlar" mânâsına gelen zamir "cinlerin" veya "cinlerin ve insanların" yerini tutar.
"Abdullah," Allah'ın kulu. Bu, vahiy kendisine indirilmiş olan Hz. Peygamberin kendisidir. Allah'a kulluğunu yerine getirmede kendine özgü niteliği ile beraber alçak gönüllülüğünü de göstermek için bu ünvan ile nitelenmiştir. Yani, bana şu da vahyedildi ki: "O Allah'ın kulu, Muhammed, kalkmış ona dua ederken" ibadet ederken o kulun üzerine keçeleneceklerdi, yani o dinleyen cinler aceleciliklerinden çoğalıp kalabalıklaşarak etrafına öyle toplandılar ki, az daha keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi. Zira hiç görmedikleri bir ibadet görüyor ve işitmedikleri bir dua dinliyorlardı. Cinlerin sözlerinden olmasına göre ise mânâ şu olur: "Cinler kavimlerine şunu da söylediler: O Allah'ın kulu kalkmış Allah'a dua ederken müşrik insanlar ona düşmanlıkla aleyhine öyle toplanmışlardı ki, az daha birbirlerine geçip keçeleneceklerdi."
Katâde'den rivayet edilen üçüncü bir mânâ daha vardır. Şöyle ki: İnsanların ve cinlerin kâfirleri onun işini, üstlendiği görev ve daveti boşa çıkarmak için aleyhine öyle toplanmışlardı ki, az daha birbirlerine keçeleneceklerdi. Fakat Allah onu her halde korur, düşmanlarına karşı ona zafer nasip eder. Bu mânâ, iki kırâete göre de uygun ve "Her kim Rabbine iman ederse, artık ne hakkı yenmek, ne de zillete düşmek korkusu kalır."(Cinn, 72/13) âyetinin mânâsına da uygundur. Her iki takdirde de, Peygamber (s.a.v)'e gıyabında meydana gelen maddî ve manevî durumları ve hisleri haber vermek mânâsını taşır.
Bundan sonraki emirler, âyetlerin akışıyla da gayet uygun düşer. Zira buyruluyor ki: