70-MEARİC:

Meal-i Şerifi

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ {4} فَاصْبِرْ صَبْراً جَمِيلاً {5} إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيداً {6} وَنَرَاهُ قَرِيباً {7} يَوْمَ تَكُونُ السَّمَاء كَالْمُهْلِ {8} وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ {9} وَلَا يَسْأَلُ حَمِيمٌ حَمِيماً {10}

سورة المعارج (70) ص 569

يُبَصَّرُونَهُمْ يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ {11} وَصَاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ {12} وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْويهِ {13} وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ يُنجِيهِ {14} كَلَّا إِنَّهَا لَظَى {15} نَزَّاعَةً لِّلشَّوَى {16} تَدْعُو مَنْ أَدْبَرَ وَتَوَلَّى {17} وَجَمَعَ فَأَوْعَى {18} إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعاً {19}

4- Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar.

5- O halde güzel bir sabır ile sabret.

6- Çünkü onlar onu uzak görürler.

7- Biz ise onu yakın görüyoruz.

8- O gün gök erimiş bir maden gibi olur.

9- Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.

10- Dost dostun halini soramaz.

11- Birbirlerine gösterilirler. Suçlu o günün azabından kurtulmak için fidye vermek ister; oğullarını,

12- Eşini ve kardeşini,

13- Kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini,

14- Ve yeryüzünde bulunanların hepsini ki, tek kendini kurtarabilsin.

15- Hayır, o alevlenen bir ateştir.

16- Derileri kavurur, soyar.

17- Çağırır, sırtını dönüp gideni,

18- Mal toplayıp kasada yığanı,

19- Doğrusu insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır.

4. Bu mertebe ve basamaklarda çıkıp inen yüce Allah'ın kendisi değil, onun emri ve emrini taşıyan elçileri ve memurları yani melekler ve ruh olduğunu açıklamak için buyruluyor ki, Melekler ve Ruh ona yükselir. Onun emriyle hepsi çıkar yanına varır, ona döner, hepsi onun huzurunda "O gün Ruh ve melekler saf saf kıyama duracaklar."(Nebe, 78/38) âyetinin mânâsına göre saf bağlayıp dururlar. Vasıtalar tamamen kalkar. "Ve yalnız ona döndürüleceksiniz." (Bakara, 2/245), "Oysa bütün işler Allah'a döndürülür."(Bakara, 2/210) "Yeryüzündekilerin hepsi fanidir."(Rahmân, 55/26), "Onun zatından başka herşey yok olucudur."(Kasas, 28/88), "Bugün mülk kimin?"(Mümin, 40/16) sırrı ortaya çıkar, ona karşı bir savunucu bulunmaz.

Burada melekler çoğul, Ruh tekil zikredilmiştir. O halde Ruh'tan maksat nedir? Bundan ilk evvel "De ki, ruh Rabbimin emrindendir."(İsra, 17/85) buyrulduğu üzere Rabbin emrinden olan Ruh akla gelir. Tefsircilerin çoğunluğu burada Ruh, "Meleklerine, Peygamberlerine ve Cebrail'e..."(Bakara, 2/98) buyrulduğu gibi, genel olarak zikirden sonra özel olarak zikir kabilinden Cebrail (a.s) olduğunu söylemişlerdir.

Ebu Hayyan da şöyle der: "er-Ruh, âlimlerin çoğunluğuna göre Cebrail'dir. Şereflendirme için özel olarak ayrıca zikredilmiştir. Burada meleklerden sonra, "O gün Ruh ve melekler saf saf kıyama duracaklar."(Nebe, 78/38) âyetinde ise önce zikredilmiştir. Mücahid, "er-Ruh, insanoğlunun yaptığı işleri yazmaya memur olan hafaza meleklerinin hafazası olan melektir." dedi. Bir de er-Ruh, Cebrail (a.s)'den başka ulu yaratılışlı bir melektir denildi. Ebu Salih, "insan şeklinde, fakat insan değil" dedi. Kabisa b. Züeyb, "alındığı vakit ölünün ruhu" dedi. Lakin "Âyetlerimizi yalanlayanlara ve onları kabul etmeyi kibirlerine yediremiyenlere göklerin kapıları elbette açılmaz."(A'raf, 7/40) âyeti gereğince kâfirin ruhunun yükselemeyeceği beyan edilmiş bulunduğundan muradın, müminin ruhu olduğu da kaydedildi. Razî de der ki: Allah'ın sırlarını gören keşif ehli kişilerden bazıları şöyle demiştir: Ruh, büyük bir nurdur. Nurların, Allah'ın azametine en yakın olanıdır. Diğer meleklerin ve insanların ruhları, ruh mertebelerinin en son derecesinde ondan dallanır. Bu derecelerin iki ucu arasında meleki ruhların mertebelerinin basamakları ve kutsi ruhların konak yerlerinin dereceleri vardır. Onların nasıl olduğunu Allah'tan başkası bilmez. Fakat kelâmcıların sözlerinden açıkça anlaşılan Cebrail (a.s)'dir. Bir günde bir zamanda. Bu ifadenin alakalı olduğu kelime ile ilgili iki görüş vardır. Birisi "yükselir" fiiline bağlı olmasıdır ki, yükselme o gün meydana gelir demektir. İkincisi de, Mukatil'den rivayet edildiği üzere bu "gün"ün yükselme fiiline değil, "vuku bulacak azap" sözüne bağlanmasıdır. Bu durumda Meleklerin ve Ruh'un yükselmesi zaman ile kayıtlanmamış, azabın meydana geleceği günün büyüklüğü anlatılmış olur. Bununla beraber bu ikisinden çekişme üzere hem azabın meydana gelmesi hem de yükselme ile ilgili olup ikisi de aynı gün olduğundan dolayı birininki zikredilmeyip öbürününki zikredilmiş bulunması mânâsı da anlaşılır.

Ki o günün miktarı ellibin sene eder. Burada "sizin saydıklarınızdan" kaydı yoktur. Fakat, "Gökten yere kadar bütün işleri o tedvir eder. Sonra da o iş, sizin sayageldiklerinizle bin yıl miktarında olan bir günde ona yükselir."(Secde, 32/5) buyrulmuş olmasına dayanılarak burada da o mânânın gözetileceğini söyleyenler olmuştur. Bununla beraber burada bu senenin melekler ve Ruh senesi olmak ihtimaliyle günün daha ziyade korkutma ve sakındırma ifade etmiş olması da ihtimal dahilindedir. Bazıları burada ellibin seneden maksadın, uzunluğun miktarını beyan değil, o günün dehşetinden kinaye olduğunu söylemişlerdir ki bu, o günün daha uzun ve daha kısa olmasına engel değildir. Nitekim Ebu Said el-Hudri'den rivayet olunan bir hadiste, "O gün mümine hafifletilir. Hatta ona dünyada kıldığı bir tarz namazdan daha hafif olur." buyrulması da bunu andırır. Ebu Müslim gibi bazıları bu günü dünyanın ömrü zannetmiş, "ne kadar geçti, ne kadarı kaldı Allah bilir" demiş ise de doğru değildir. Dünyanın sonuna ait olması daha açıktır. Âlimlerin çoğunluğu şöyle demiştir: Bu günden maksat ahiret günü, kıyamet günüdür. Sûrenin ilerisine doğru yapılan açıklamalar da bunu gösterir. Fakat bu durumda, "ahiretin sonsuz olmayıp bir gaye ile sınırlanmış olması ve cennet ve cehennemin sonlu olmaları gerekmez mi?" diye bir soru sorulabileceği düşüncesiyle Ebu Müslim bunu dünya günleri şeklinde yorumlamak istemiştir. Lakin buna şöyle cevap verilebilir: Kıyamet gününün üfürmeler arasındaki zamanları gibi geçici çeşitli devreleri, durumları ve korkunç olayları vardır. Bunlar cennet ve cehenneme girmeden evvel inanan ve inanmayana başka başkadır. Bu ellibin senelik gün, kıyamet ve ahiretin hepsi değil, durup bekleme günleridir. Kâfir hesabı görülüp cehenneme gönderilinceye kadar böyle ne senesi olduğu bilinmeyen ellibin senelik duraklarda ve hatta nice durma yerlerinde böyle ellişer bin sene sıkıntılar içinde bekleyecektir.

5. O halde sabret, ey Muhammed! O kâfirlere öyle azap gelecektir. Bunun emri verilmiştir. Yahut cehennemde bir vadi sel gibi akmaya başlamış, o kâfirleri her taraftan saracaktır. Sen onların inkârlarına ve alaylarına biraz sabret. Fakat güzel bir sabırla, kendini üzmeyecek ve Allah'ın takdirine güzelce razı olarak görevine bakacak şekilde bir sabırla sabret.

6. "Onlar onu uzak görürler, biz ise onu yakın görüyoruz."

7. "Onlar onu uzak görürler, biz ise onu yakın görüyoruz."

8. Mühl gibi. Mühl, yağ tortusu, potada eritilen maden gibi kaynar. Türlü renklerde görünür. İbnü Mesud'dan, "eritilen gümüş gibi renkli" diye rivayet edilmiştir.

9. Yün, özellikle türlü renklere boyanmış olan renkli yün. Zira dağlarda. "Beyazlı kırmızılı çeşitli renkte ve kapkara tabakalar vardır."(Fatır, 35/27)

10. Yani öyle bir dehşet ki, birbirlerine gösterilip dururlarken bile soramaz. Nerde kaldı ki uzağı arasın. fasîlesini içlerinde yetiştiği ve başı sıkıldığı zaman kendisini kucaklayan, barındıran kavmini ve kabilesini, aşiretini, hemşerilerini, obasını.

11. Yani öyle bir dehşet ki, birbirlerine gösterilip dururlarken bile soramaz. Nerde kaldı ki uzağı arasın. fasîlesini içlerinde yetiştiği ve başı sıkıldığı zaman kendisini kucaklayan, barındıran kavmini ve kabilesini, aşiretini, hemşerilerini, obasını.

12. Yani öyle bir dehşet ki, birbirlerine gösterilip dururlarken bile soramaz. Nerde kaldı ki uzağı arasın. fasîlesini içlerinde yetiştiği ve başı sıkıldığı zaman kendisini ku.caklayan, barındıran kavmini ve kabilesini, aşiretini, hemşerilerini, obasını.

13 Yani öyle bir dehşet ki, birbirlerine gösterilip dururlarken bile soramaz. Nerde kaldı ki uzağı arasın. fasîlesini içlerinde yetiştiği ve başı sıkıldığı zaman kendisini kucaklayan, barındıran kavmini ve kabilesini, aşiretini, hemşerilerini, obasını.

14. Yani öyle bir dehşet ki, birbirlerine gösterilip dururlarken bile soramaz. Nerde kaldı ki uzağı arasın. fasîlesini içlerinde yetiştiği ve başı sıkıldığı zaman kendisini kucaklayan, barındıran kavmini ve kabilesini, aşiretini, hemşerilerini, obasını.

15. Kuşkusuz o, yani azap ateşi alevli salgın ateştir. Bu, cehennemin bir ismidir.

16-19. Bu kelime alevli ateşin halini bildirir. "Derileri soyduğu halde alevli ateş" demektir. Yahut, "ben şunu kastediyorum" şeklinde bir fiil takdir edilerek, ihtisastan dolayı sonu üstün okunmuştur. Şeklinde okunan kırâete göre ikinci haberdir. Yani "O azap, alevli ateştir, derileri soyucudur." demek olur veya sıfat olur. Bu takdirde mânâsı, "derileri soyan alevli bir ateş" olur. Nüz'u kökünden "saldırıcı"; nezi' kökündense "soyucu" mânâsına gelir.

ŞEVÂ ; el, ayak gibi uzuvlar. Nitekim avcı; kol, bacak gibi öldürmeyecek noktadan bir uzva isabet ettirdiği zaman derler. Yahut bu kelime, başın derisi demek olan kelimesinin çoğuludur. Yani eli, ayağı, tepeyi, tırnağı soyar. "Derileri piştikçe, azabı duysunlar diye kendilerine yeni yeni deriler vereceğiz."(Nisâ, 4/56) âyetinin ifade ettiği gibi azap yenilenmek için onlar yine iade olunup eski hallerine çevrilir.