66-TAHRİM:

إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ {4} عَسَى رَبُّهُ إِن طَلَّقَكُنَّ أَن يُبْدِلَهُ أَزْوَاجاً خَيْراً مِّنكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُّؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَاراً {5} يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ {6} يَا أَيُّهَا الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَ إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ {7}

Meal-i Şerifi

4- Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü kalpleriniz eğildi. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka olursanız (bilin ki) onun dostu ve yardımcısı Allah, Cibrîl ve müminlerin iyileridir. Bunun ardından melekler de ona arkadır.

5- Eğer o sizi boşarsa belki de Rabbi ona, sizden daha hayırlı, kendisini Allah'a teslim eden, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, oruç tutan dul ve bakire eşler verir.

6- Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.

7- (İnkâr edenlere): "Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz." (denilir.)

4. Onun için bu İlâhî beyandan sonra Allah tarafından Hz. Peygamber'in eşlerine hitaben buyuruluyor ki eğer her ikiniz Allah'a tevbe ederseniz ki Hz. Ömer hadisinde bu iki hanımın Aişe ve Hafsa olduğu zikredilmişti. Çünkü kalpleriniz kaymıştır. Yani kalplerinizde tevbeyi gerektiren bir kusur bir kayma oldu. Size bir sır söylenmekle gönlünüzde o tarafa meyledip birbirinize uyarak Resulullah'a karşı ihlâs vazifesinde kusur ettiniz. Binaenaleyh tevbe ederseniz kalpleriniz yapılan nasihatı dinlemiş ve hizaya gelmiş olur.

Sagat kelimesinin aslı (sagavet) olup, bir tarafa meyletmek demek olan mastarından fiil-i mâzi müfred müennestir. Müzârisi gelir. (En'am, 6/113) âyetinde olduğu gibi söz dinlemek veya dikkat edip kulak vermek anlamını ifade eden "isğa" da bu kökten türemiştir. Buhari'de "sağv" ve "isğa"ya, "meyletmek" mânâsı verildiği gibi Müslim'de de nakledilen mânâ, "ikinizin kalbi meyletti" şeklindedir.

Müfessirler deki edatından dolayı bu cümleyi doğrudan doğruya şartının cezası yapmayıp, fâ-i ta'liliyye (sebep fâ'sı) olarak cezanın yerine geçen illet olduğunu söylemişlerdir. Bilinmektedir ki meyil denilince ilk akla gelen haktan meyildir. Bu ise tevbeyi gerektirir. Haksızlıktan hakka meyil de tevbenin gereği ve nasihate kulak vermek demektir. Bu sebeple iki hususa da işaret edilmesi için denilmeyip şeklinde ifade edilerek illet (sebep), ceza makamına konulmuştur. Üzerinde durulması gereken bir nokta da "kalpleriniz" izâfetidir. Zira kalp kelimesi şeklinde tesniye olarak getirilmeyip, çoğulu olan "kulûb", tesniyeye muzaf kılınmıştır. Halbuki iki kişinin ikiden fazla kalbi olmaz. Müfessirler maksadın anlaşıldığı yerde iki tesniyenin bir yere getirilmemesi nüktesiyle bu şekilde ya çoğul ya da tekil sigasıyla kullanıldığını söylemektedirler.

Ancak biz bunun dışında başka bir nükte de anlamak istiyoruz. Maksad, yalnız şahsen iki hanımın değil, Peygamber'in eşlerinin iki grup halinde toplandıklarına işaretle, iki grubun hepsinin de kalplerine tenbihde bulunmaktır. Çünkü Peygamber'in eşlerinin böyle iki grup halinde birbirine arka çıktıkları; Aişe ile Hafsa'nın bir taraf, Zeyneb'le diğerlerinin de bir taraf olduğu rivayet edilmiştir. Ve ihtimal ki, hep birlikte arz ettikleri dileklerinde Aişe ile Hafsa'nın önde bulunmasından dolayı, diğerlerinin o ikisinin etrafında toplandıklarına ve Peygamber'in hepsini kendisine haram kılmasının sebebinin bu olduğuna işaret edilmiştir. Bundan sonra gelen âyette hitabın "eğer sizleri boşarsa" diye hepsine yöneltilmiş olması da, bize bu fikri telkin etmektedir. Şu halde Hz. Ömer'in de Aişe ve Hafsa demiş olması, bunların önde bulunmuş olmalarından dolayı olsa gerektir.

Ve eğer Peygamber'e karşı ikiniz veya her iki taraf birbirinize arka verecek olursanız fiilinin aslı, 'dır. Böyle "tâ"nın tekrar ettiği sîgalarda müzârî fiilinin "tâ"sı kâide ile hazfedilir. Tezahür, birbirine arka verip yardımlaşmaktır. ile kullanıldığı zaman da bir diğerine karşı dayanışmaya girerek ve yardımlaşarak üstün olmaya çalışmak mânâsını ifade eder. Burada yardımlaşmak mânâsıyla tefsir edilmiş olmakla beraber ile getirilmesi Peygamber'e karşı birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içine girdiklerini göstermektedir "Her ikisi de birbirine arka verecek olursa." denilmekle, bu dayanışmanın fiilen yapılmış olduğu ifade edilmiş olmaz. Çünkü farz etmek, gerçekleşmesini gerektirmez. Ancak yüz yüze gelme karinesi (delili) tevbeyi gerektiren meylin böyle bir dayanışmayı andırdığını ve bu sebeple büyük bir tehdide müstahak olduklarını işaret eder. Onun için Peygamber'e karşı öyle birbirlerine arka çıkacak olanların kendilerini büyük bir tehlikeye atmış olacaklarından dolayı, bundan sakınmalarının gereği anlatılmak üzere yine cezanın illeti, ceza makamına konarak Peygamber'in hak ve selahiyyeti, maddî ve manevî her kuvvete sahip olan yüce şanı ve maddiyattan ziyâde maneviyatının büyüklüğü şöyle izah edilmektedir. Hiç şüphesiz haberiniz olsun ki: Allah O Allah O Peygamber'in mevlâsı, yardımcısıdır. Yani hak onundur ve her şeyden önce onun sahibi ve yardımcısı Allah Teâlâ'dır. Hem de Cibrîl -Ruhu'l-Emin (güvenilir ruh) olan ve Peygamber'e vahiy getiren o manevî ve rûhânî kuvvet- de onun yardımcısıdır. Ve müminlerin salihi. O iki hanımın babaları Ebu Bekr ve Ömer'den her biri ve genelde müminlerin iyi olan her ferdi onun yardımcısıdır. Burada salih lafzı, bütün salihler cinsini göstermekle beraber tekil getirilmiş, iki kadının dayanışmasına karşı veya diye kuvveti çoğaltmakla topluluk halinde karşılaşma reva görülmemiş, iki hanımdan her birine göre izafette (isim tamlamasında) ahd ile en güvenebilecekleri babalarına, yani Aişe'ye göre Ebu Bekr'e, Hafsa'ya göre Ömer'e işaret olmak üzere "müminlerin salihi" buyurulmuştu. Yukarıda Müslim'in rivayet ettiği İkrime hadisinde geçtiği gibi Hz. Ömer'in "ben ve Ebu Bekr" demiş olması ve bu ikisinin Hz. Peygamber'in veziri durumunda bulunmaları cihetiyle müminlerin salihleri arasındaki ferdî üstünlüklerine ve Peygamber'e sevgi ve hizmet hususunda gösterdikleri samimiyet ve sadakatlerine işaret için Cibril'in peşinden denildiğini, müfessirlerin çoğu beyan etmişlerdir. Bundan başka "salih" kelimesinin tekil olarak zikredilmesinde iki nükte daha vardır. Birisi, müminlerden vecibelerini yerine getiren her ferdin, Peygamber'e yardım etme hususunda toplu halde bulunup bulunmadığı gözetilmeksizin Cebrail gibi tek başına koşacağını ifade eder. Nitekim sahabiler gerek tek ve gerek toplu olarak Hz. Peygamber (s.a.v)'in emir ve hizmetine tam bir sadakatle koşarlardı. İkincisi, terkibinin yazıda olmasa da söyleyişte "Müminlerin salihleri"şeklindeki çoğulundan farkı olmadığından okuma esnasında hem ferd hem cemaat mânâsı ihtimal üzere anlaşılır. Bu da, gerekeni hakkıyla yapan ferdlerin bir cemaat mesabesinde olduğuna ve diğer müminlerin tek olarak değilse de topluluk halinde onların arkasından gideceklerine delalet eder. Onun içindir ki bunu, alışılmış olsun olmasın genel anlamda salih ferdler cinsi diye anlamak doğrudur. Bu kadar da değil, onun arkasından yani Allah'ın, Cebrail'in ve salih müminlerin sevgi ile yardımlarından sonra bütün melekler de yardımcıdır.

İşte Peygamber böyle bütün manevî ve maddî kuvvetlerin sevgi ve yardımına kavuşmuştur. O halde ona karşı çıkmanın nasıl bir felakete yol açacağını düşünmeli de bundan bütün müminlerin erkek ve kadınları korunup sakınmalıdırlar. Böyle bir kudret karşısında birkaç kadının birbirlerine arka çıkmalarının ne hükmü olabilir?

5. "Eğer sizi boşarsa belki de Rabbi." Görülüyor ki burada hitap, tesniye değil, cem'i müennes zamiriyle hanımların hepsini kapsamaktadır. Ve Hz. Peygamber onları boşamamıştır. Onların hoşnutluklarını gözettiği için kendini, Allah'ın helâl kıldığı boşama hakkından da menetmiştir. Böyle yapması da, onları boşarsa hayırlı kadınlar bulamayacağı gibi bir düşünceden, ötürü değildir. Gerektir ki onun Rabbi, şayet onları boşarsa sizin yerinize ona sizlerden daha hayırlı eşler verir. Tefsirler burada şöyle bir sorunun akla gelebileceğini söylerler: Peygamber'in eşleri, ümmehâtu'l-müminîn "müminlerin anneleri" ünvanına sahiptirler. Yeryüzünde onların dengi olabilecek onlardan, daha hayırlı kadınlar nasıl düşünülebilir? Bu soruya şöyle cevap verirler: Onların ayrıcalıkları, Peygamber'in sevgili ve itaatlı eşleri olmaları sebebiyledir. Eğer eziyet ve isyan ederler de Peygamber onları boşayacak olursa, o vakit bu özellikleri kalmaz ve onların yerine gelecek ve Peygamber'e her hususta itaat ederek, onun rıza ve sevgisini elde edecek olan kadınlar, onlardan hayırlı olmuş olurlar. Nitekim bu sıfatlara işaret için buyuruluyor ki Kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakireler. Bu vasıflar, nin sıfatı olup eşlerde bulunması istenen ahlâk ve davranışları gösterirler. den hal olarak düşünüldüğünde de doğrudan doğruya Peygamber'in eşlerinin durumlarını ifade ederler. Bu nükteden dolayıdır ki sökonusu sıfatlar, den sonra getirilmiştir.

İlk vasfı İslâm, şirkten ve şirk ahlâkından berî olarak Allah'ın birliğini ve Resulullah'ın hakikatini kabul edip, Allah'ın emrine ve Peygamber'in sözüne boyun eğmek ve teslim olmak. İkincisi iman, diliyle söylediği gibi kalbiyle de tasdik ederek içi dışı müslüman olmak. Üçüncüsü, kanitât: Kunut, can ve gönülden itaate devam etmek. Dördüncüsü, tâibât, tevbe etmek, en küçük bile olsa kusur ve günahtan daima tevbe edip sakınmak. Beşincisi âbidât, gerek farz ve gerek nafile ibadetlere devam etmek. Altıncısı sâihât, dünya hayatını bir yolculuk bilip geçim konusunda bir yolcu gibi olduğuna kanaat ederek oruç ve perhizi ahlâk edinip daima ilerisini, akibetini, Allah'ın mükafat ve cezasını düşünmek. Seyahattan türeyen bu kelime hakkında üç görüş vardır. Bazıları, "seyahat hicret etmek demektir" sözünden hareketle "muhâcirât" "hicret eden kadınlar" anlamına geldiğini söylemişler, bir kısmı da itaatla ilgili her işe koşar, Peygamber'in git dediği yere gider, hacca, cihada, sefere gidelim dese de hemen gidenler mânâsını vermişlerdir. Müfessirlerin çoğu da, Resulullah'dan yapılan rivayetlerde de görüldüğü gibi bu çeşit yerlerde seyahatın "oruçtan kinaye" olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre oruçlunun durumu, azığı yanında olmayan ve bulduğu yerde yemek yiyebilen yolcunun haline benzemektedir. Bizim izah ettiğimiz mânâ da böyledir. (Konuyla ilgili olarak (Tevbe, 9/112) âyetine bkz.) Yedincisi, seyyibât ve ebkâr, bu iki vasıf diğerleri gibi olmayıp birbirlerinin karşıtı bulunduğundan öncekiler atıfsız (bağlantısız) getirilmiş olduğu halde bu ikisi bir "vâv" ile ayrılmıştır. Bazı âlimler de bu vâv'a vâv-ı semâniyye demişlerdir ki, yedi ile sekiz arasına gelir. Resulullah'ın, eşleri arasında da bekar olarak aldığı yalnız Hz. Aişe olup diğerleriyle dul oldukları halde evlendiği de bilinmektedir.

Peygamber (s.a.v)'in eşlerine bu şekilde nasihat edildikten sonra bütün müminlere hitaben buyuruluyorki:

6. Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun, cehennem ateşine sürüklenmelerine sebep olacak fitne ve isyandan koruyarak Allah'ın emirlerine, itaate götürün. Çünkü aile sahibi kendinden sorumlu olduğu gibi ailesinden de sorumludur. Zira konuyla ilgili "Hepiniz çobansınız ve hepiniz teb'anızdan sorumlusunuz." ve "Sizin hayırlı olanınız, ehline karşı hayırlı olanınızdır." hadisleri bilinmektedir. Ebu Hayyan'ın kaydettiğine göre, "Hz. Ömer, "Ya Resulallah! Nefislerimizi koruruz, fakat ehlimizi nasıl koruyabiliriz?" demişti. Bunun üzerine Allah'ın Resulü de şöyle buyurdu: "Allah'ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyedersiniz ve Allah'ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu, onları korumak demektir." Zemahşeri de şu hadisleri nakletmiştir: "Allah o kimseye rahmet etsin ki, "Ey ehlim, ailem! Namazınıza, orucunuza, zekâtınıza, miskinlerinize, yetim ve komşularınıza dikkat edin." der. Ola ki Allah Teâlâ onları onunla beraber cennette toplar." Çocuklar da ehle dahildir. Bazıları enfüse (nefislere) dahil olduğunu söylemişlerdir. Çünkü onlara göre çocuklar, babadan bir parça sayılırlar.

O cehennem ateşi öyle bir ateştir ki yakıtı, o insanlar ve o taşlardır. (Bilgi için "Bunu yapamazsanız ki, elbette yapamayacaksınız, yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının..." (Bakara, 2/24) âyetinin tefsirine bkz.) O ateşin üzerinde görevli galiz (kaba), çetin (sert tabiatlı) melekler vardır ki bunlara zebâni denilir. Bunların kabalık ve sertlikleri cehennem ehline karşıdır. Çünkü Allah onlara öyle emretmiştir. Bütün meleklerin vasfı da şöyledir. Onlar, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmez ve emredildikleri şeyleri yaparlar. Bu uyarıdan sonra kâfirlere hitaben de şöyle buyuruluyor:

7. Ey kâfirler! Bugün özür dilemeye kalkışmayın, yani ahirette cehennem ateşine atılacakları gün kâfirlere böyle söylenecektir. Çünkü o gün özür beyan etmenin hiçbir faydası yoktur. Onun için dünyada iken küfürden ve özür dileme mecburiyetinde kalınacak kötülüklerden sakınmak gerekir. O gün ancak dünyada yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. Bu âyet, tahrim olayı hakkında kâfirler tarafından her zaman olduğu gibi Peygamber'i ve müminleri incitecek bazı lakırdılar edildiğine veya bazı hareketlerde bulunulduğuna işaret etmektedir.

Herkes yaptığı şeylere göre karşılık göreceği için bundan sonra da müminleri samimi bir tevbe ile temizlemek, olgunluğa teşvik etmek ve Peygamber'i kâfirlere ve münafıklara karşı yönlendirmek konusunda buyuruluyor ki: