57-HADİD:

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحاً وَإِبْرَاهِيمَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ {26} ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ {27} يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُوراً تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {28} لِئَلَّا يَعْلَمَ أَهْلُ الْكِتَابِ أَلَّا يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِّن فَضْلِ اللَّهِ وَأَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ {29}

Meâl-i Şerifi

26- Andolsun, Nuh'u ve İbrahim'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bunların zürriyetleri arasına koyduk. Onlardan yola gelen de vardı, ama onlardan çoğu yoldan çıkmışlardı.

27- Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.

28- Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir

29- Böylece Kitab ehli, Allah'ın lütfundan hiçbir şey elde edemiyeceklerini bilsinler. Lütuf bütünüyle Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.

26. "Andolsun ki biz Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik." âyeti "Andolsun ki biz apaçık delillerle Resullerimizi gönderdik." (Hadîd, 57/25) âyetinin bir nevi açıklamasıdır. Burada bulunan "vâv" istinâfiyye (başlangıç), "Lâm" lâm-ı muvattıa (cümlede şart mânâsından önce bir kasem geçtiğini bildiren lâm), "kad" tahkik içindir. Yani "Celâlim hakkı için muhakkak biz gönderdik." demek gibidir. Bu kuvvetli te'kidler "vâv"ın delalet ettiği, takdir edilen bir sualin cevabı ve Resulullah (s.a.v)'ın kitabın dışında bir de kuvvet ve kılıç ile cihada emredilmiş olarak gönderilme sebeplerinin izahı olan bu beyanı takviye etmek ve önemini bildirmek içindir. Takdir edilen bu sual, sözün gelişinden anlaşıldığına göre şöyledir: Açık mucizelerle Peygamberler gönderilip, beraberlerinde kitab ve mizan indirildikten sonra, insanların adaletle doğrulmaları için bunlar yeterli olmalı değil miydi? O halde bir demirin şiddetli gücü ile faydalarının elde edilmesi için gayret gösterme emri ve onunla uyarıcı yeni bir Resul'ün gönderilmesinin hikmeti nedir? İşte hem bunun gibi hatıra gelen suallere cevap, hem de sûrenin sonunu baş tarafına uygun sonuç cümleleri ile bağlamaya hazırlık olmak üzere buyuruluyor ki: Celâl ismine yemin ederim ki, hakikaten biz Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik zürriyetlerine de peygamberlik ve kitap verdik. Yani kendilerine peygamberlik verdiğimiz gibi zürriyetleri içinden de peygamberler çıkardık ve onlara kitaplar vahyettik. İbnü Abbas'tan burada zikredilen kitabın, kalem ile yazı yazmak mânâsını ifade ettiğine dair bir rivayet vardır. Buna göre mânâ şöyledir: Daha önce vahyedilen kitablar yalnız ezberlenip hafızalarda tutulmaktan ibaret iken, yazının icadıyla yazılmağa da başlanmıştır. Nitekim Tevrat, yazının icadından sonra indirilen kitaplardandır. Böyle iken içlerinden hidayeti kabul eden, doğru yolu tutanlar vardır. Bununla beraber çokları fasıktırlar, yani doğru yola gelmemiş, yahut doğru yoldan çıkmış; fıskı, âdet haline getirmişlerdir. Demek ki yalnız kitap, insanların insaf ve doğruluğa tutunmaları için yeterli değildir.

27. Bunun böyle olduğunu isbat için de buyuruluyor ki sonra onların peşlerini resûllerimizle takip ettik. Takfiye, esasen ense mânâsını ifade eden kafa kelimesinden alınmış olup, bir kimseyi diğerinin ensesinden, ardı sıra yollamak ve ona kafadar etmek demektir. Yani bir zaman aralığından sonra o önceden gönderilen resullerin, peygamberlerin peşlerinden kafadarları olmak üzere ardı ardına bir çok peygamber gönderdik ki, Musa (a.s.)dan sonraki Beni İsrail (İsrailoğulları) peygamberleri de bunlara dahildir. Bir de Meryem oğlu İsa ile takib ettik. Yani o ardı ardına gönderme nihayet İsa (a.s.)'ya kadar geldi, bir de onunla te'kid edildi ve ona İncil'i verdik. Alûsî der ki: "İsa'ya verilen İncil, bugün hıristiyanların elinde bulunan ve onun doğum kıssası ile uydurulan çarmıha gerilme kıssasını içine alan İnciller değildir."

Bugün hıristiyanların elinde resmî olarak Matta, Merkuş, Lûka ve Yuhanna adıyla dört İncil vardır ki isimlerinden ve içindekilerden de anlaşılacağı üzere hepsi sonradan yazılmıştır. Bunlar, Hz. İsa'nın biyoğrafisini anlatan kitaplardır. Tarihlerin beyanına göre bu dört İncil, Konstantin zamanında ilk oluşturulan Sinod'da birçok İncil içinden seçilmiştir. Nitekim Arapça'ya terceme edilmiş olan "Barnaba İncil'i" adındaki resmî olmayan İncil ile diğerleri arasında çok büyük farklar vardır. Sözkonusu bu dört İncil'de Hz. İsa'nın öğütleri çerçevesinde yazılmış olan va'zlar içinde hakiki İncil âyetlerinin mânâlarını ihtiva eden güzel sözler bulunmakta ise de, bunların hepsinin değişime uğradığı birbiriyle mukayesesinden anlaşılacak kadar açıktır. En anlaşılır olanı da tevhid ruhunun değiştirilmiş, teslise (üçlemeye) çevrilmiş bulunan noktalarıdır. Mamafih imana teşvik ile ahlâki ve edebî incelikleri içine alan noktaları da vardır. Ve ona yani İsa'ya uyanların kalblerinde bir şefkat ve merhamet yarattık. Aralarında sevişecek ve birbirlerine acıyıp yardımlaşacak bir kalb inceliğine muvaffak kıldık. Fetih Sûresi'nde Resulullah'ın ashabı hakkında "Kendi aralarında merhametlidirler." (Fetih, 49/29) buyurulduğu gibi onlar da şefkatli idiler. "Onların İncil'deki vasıfları da böyledir." (Fetih, 49/29) Bundan başka bir de rehbâniyyeti (yarattık). Rehbâniyyet, büyük bir korku hissiyle çekilip dünya lezzetlerini terkederek zühd ve nefsin isteklerine karşı çıkmak suretiyle ibadette aşırı gitmektir ki esasen rehbâna mahsus fiil ve davranış demektir. Rehbân da çok korkmak mânâsına rehbetten râhibin mübalağası olup çok korkan demektir. Ayrıca râhibin çoğulu rânın ötresiyle "ruhbân" şeklinde geldiği için çoğula nisbet edilerek "ruhbâniyyet" dahi denildiğini Ebu's-Suud kaydetmektedir. Ruhbanlık, rahiblerin vasfı demektir. Ki onu onlar icad ettiler, bid'at olarak ilkin kendileri ortaya çıkardılar ve kendileri için lüzumlu saymak istediler. Yani biz onu üzerlerine yazmamıştık. Müstakil olarak farz kılmamış, onunla sorumlu tutmamıştık. Ancak Allah'ın rızasını aramak için kendileri için lüzumlu gördüler. Çünkü Ashab-ı Kehf kıssasında da geçtiği üzere Hz. İsa'nın göğe yükseltilmesinden sonra müminler zorbalar tarafından tazyike uğramış, kaç defa katliama maruz kalarak kırılmışlar, pek az kalmışlardı. Onun için fitneye düşmekten korkarak dinlerini korumak ve kendilerini samimiyetle ibadete vermek üzere rehbâniyeti seçip dağ başlarına, gizli yerlere çekildiler. Taberî'nin Abdullah b. Mes'ud (r.a.)dan naklettiğine göre Resullullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Bizden öncekiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar, içlerinden üçü kurtuldu. Diğerleri helak oldu. Üç fırkadan birisi, meliklerle karşılaştı, Allah'ın dini ve Meryem oğlu İsa'nın dini üzerine onlarla çarpıştılar, melikler onları öldürdüler. Fırkalardan birinin de meliklerle çarpışmaya güçleri yoktu. Bu yüzden onların kavimleri arasında ikamet edip Allah'ın dinine ve Meryem oğlu İsa'nın dinine davet ediyorlardı, melikler bunları da katlettiler ve bıçkılarla biçtiler. Diğer bir fırkanın ise ne meliklerle çarpışmaya ne de onların kavimleri arasında ikamete güçleri yoktu, bunlar da çöllere ve dağlara çekilerek oralarda rahip oldular." Hz. Yahya ile Hz. İsa'nın toplumdan uzak yaşayışlarında buna az çok bir örnek görülebilirse de bu, kendilerine farz kılınmış değildi. Ancak meşru olmayan bir durumun karışmaması şartıyla, Allah rızası için adakta bulunulup yapılması gerekli görüldüğü takdirde, yerine getirilmesi vacib olan ihtiyâri bir ibadet idi. Onlar Allah'ın rızasını aramak için onu tercih ettiler ve kendilerine gerekli gördüler. Sonra da ona hakkıyla riâyet etmediler, riâyet edenler oldu ise de hepsi etmediler. Çokları "Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler." (Tevbe, 9/34) âyetinin anlamına uygun hareket ettiler. O rahmet ve acıma duygusu ile tevhidi bırakıp rahiplik bahanesiyle hazine toplamaya, teslise (üçlü ilâh inancına) sapmaya ve ahlâksızlık yapmağa kalkıştılar. Biz de içlerinden iman edenlere mükafatlarını verdik çokları ise fâsıktırlar. Hakkıyla riâyet şöyle dursun iman sınırından çıkıp, fıska dalarak insanların adalet ve insaf ölçüleri içinde hareket etmelerine engel olmaktadırlar. İşte hal bu merkezde iken, Allah Teâlâ Hz. İbrahim'in zürriyetinden Resulü Hz. Muhammed'i yeni bir kitab ve şeriatla, kılıç ve kuvvetle cihada memur ederek gönderdi.

28. Ey iman edenler! Yani geçen peygamberlere iman edip de verdikleri sözleri tutan ve böylece de mükafata hak kazanan müminler şimdi Allah'tan korkun, o fâsıkların durumuna düşmekten sakının da Resulüne iman edin, yani son gönderdiği Resulü Muhammed Mustafa (s.a.v)'ya iman edin ki size rahmetinden iki pay versin. Birisi, önceki peygamberlere imanın mükafatı, birisi de, Hz. Muhammed'e imanın mükafatı olan iki pay versin. İbnü Cerir'in Ebu Musa el-Eşari (r.a.)den rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Üç kişi iki kere mükafata nail olurlar: Önceki ve sonraki kitaba iman eden adam, ve bir cariyesi olup da onu güzel bir terbiye ile terbiye ettikten sonra hürriyetine kavuşturup nikahına alan adam, bir de Rabbine güzel ibadet eden ve efendisinin iyiliğini isteyen köle." Ve size bir nûr bahşeylesin ki onunla ileri doğru yürüyesiniz. Burada sözü edilen nur "Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından nurları koşarken gördüğün günde.." (Hadid, 57/12) âyetinde açıklanan nurdur. Ve sizi affetsin, geçmişte yapmış olduğunuz günahlarınızı rahmetiyle örtsün. Ve Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir yani fâsık olanlar dahi iman ettikleri takdirde onları da affeder. Mağfiret ve rahmetiyle mükafatlandırır. Onun içindir ki âlemlere rahmet olan Resulünü fazliyle göndermiştir.

29. Kitab ehli bilmeyeceği için mi? Vâhidî demiştir ki: "Bu âyet müşkildir ve kendisinden önceki âyetle nasıl bir münasebetinin olduğu hakkında müfessirlerin açık bir sözleri yoktur." Tefsircilerin çoğu buradaki nın de (Kıyâme, 75/1) olduğu gibi ziyade olup, mânânın şeklinde müsbet olduğunu söylemişler ve kendisinden önceki âyetle olan irtibatı hususunda bir kaç ihtimal üzerinde durmuşlardır. Fahrü'r-Razî bunu meşhur bir görüş olarak şöyle özetler: "Kitab ehli vahiy ve risaletin, kitab ve şeriatın kendilerine mahsus olduğu iddiasında bulundukları cihetle, Allah Teâlâ onların Hz.Muhammed'e iman etmelerini emredip, buna büyük mükafatlar vaad ettikten sonra ardından da, bu âyeti zikretmiştir ki, maksad; nübüvvet faziletinin kendilerine mahsus olduğu inancını kalplerinden gidermektir. Buna göre mânâ şöyledir: "Bu hitab ve beyan, bu tehdid ve müjde, kitap ehlinin şunu bilmeleri içindir ki..." Ebu Müslim İsfahânî gibi bazı müfessirler de yı nefiy mânâsına almakla beraber zamirini Peygamber ve ashabına göndererek kelâmın mânâsına yine müsbet mânâ çıkarmak istemişler ve bu mânâyı şöyle takdir etmişlerdir: "Bu ihtarı, bu tehdit ve müjdeyi şunun için yaptık ki kitap ehli, Peygamber ve ashabı Allah'ın fazlından bir şeye kadir olamazlar, yani o iki mükafat ve nura, o mağfirete sebep olamazlar diye bir inanca kapılmasınlar, bilakis buna kadir olacaklarını bilsinler. Zira kadir olamazlar diye bilmezlerse, kadir olurlar diye bilmeleri gerekir." Razî bu mânâyı tercih etmiştir. Fakat biz, burada nın zâid olmasını münasip görmediğimiz gibi kitap ehline aid olması açıkça anlaşılan zamirinin Peygamber ve ashabına gönderilmesini de, uygun bulmuyoruz. Bizim kanaatimize göre bu âyet, "Allah'tan korkun ve Resulü'ne iman edin." (Hadid, 57/28) emrine muhalefet ettikleri takdirde kitap ehline bir tehdit mahiyetinde olup kelâm, istifham-ı inkârî mânâsında ve mukadder ye bağlı olarak takdirindedir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir : "Kitab ehli şunu bilmeyecekleri için mi iman etmeyecekler? Hayır bilmeleri gerekir." Ki onlar, Allah'ın fadlından bir şeye karşı güç yetiremezler. Allah'ın, bir fazlı olan peygamberliği zorla alamazlar. Allah'ın fazlıyla peygamberlik verdiği Resulü'ne güç yetiremezler ve ona iman etmedikçe vaad edilen mükafatlara ulaşamazlar. Ve, yine bilmeleri gerekir ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Onun içindir ki Resulüne peygamberlik vermiş ve ona iman edenleri fazla mükafat ve nur ile üstün kılmıştır, ve Allah çok büyük fazilet sahibidir, kitab ehli bu gerçekleri bilmezler mi? Bilmeyecekleri için mi Resulüne iman etmeyeceklerdir. Hayır, onlar iman etmezlerse bunları bilmediklerinden değil, sırf hased, taassub, inat ve fısklarından dolayı iman etmezler. Bu yüzden iman edenleri ondan sakındırmak için "Allah'tan korkun ve peygamberine iman edin." diye hitab edilmiştir. İbnü Cerir'in Katade'den yaptığı rivayete göre âyeti indiğinde kitap ehli, müslümanlara hased ettiler, bunun üzerine de Allah Teâlâ âyetini inzal etti. Bir başka rivayetinde de demiştir ki: "Bize, Peygamber'in şöyle dediği zikredildi: "Bizim durumumuzla bizden önceki iki kitab ehlinin durumu tıpkı şu temsil gibidir: Bir adam geceye kadar bir kırata (miskalın yirmi dörtte birine) çalışmak üzere birkaç işçi tutmuş, derken işçiler öğle vakti olunca çalışmaktan usanıp vazgeçmişler. Adam da onların hesaplarını görüp, yarım kırat ücretlerini vermiş. Sonra yine geceye kadar çalışmak üzere bir kırata bazı işçiler daha tutmuş onlar da ikindiye kadar çalışmışlar, ve usanıp işi bırakmışlar. Adam da ücretlerini vermiş. Sonra da geri kalan işi bitirmek için geceye kadar çalışmak üzere iki kırata başka işçiler tutmuş. Adama: "Bunların işleri az olduğu halde ücretleri niçin çoktur?" denildiğinde, o da, "mal benim, istediğime veririm" demiş. İşte umarım ki biz de bu iki kırat sahiplerinden oluruz."

Burada Hadîd Sûresi sona erdi. 23 Cemâziyelâhir, 1355. Bunu Mücadele Sûresi takip edecektir. "Rabbim zorlaştırma, kolaylaştır, Rabbim hayırlısıyla tamamlamamı nasib et."