56-VAKİA:
أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ {58} أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ {59} نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ {60} عَلَى أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ {61} وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى فَلَوْلَا تَذكَّرُونَ {62} أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ {63} أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ {64} لَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ {65} إِنَّا لَمُغْرَمُونَ {66} بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ {67} أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ {68} أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ {69} لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ {70} أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ {71} أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ {72} نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِّلْمُقْوِينَ {73} فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ {74}
Meal-i Şerifi
58. Attığınız meniyi gördünüz mü?
59. Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?
60. Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez.
61. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz).
62. Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?
63. Ektiğinizi gördünüz mü?
64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz.
66. "Doğrusu borç altına girdik."
67. "Doğrusu, biz yoksul bırakıldık" (derdiniz).
68. İçtiğiniz suya baktınız mı?
69. Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?
70. Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretseniz ya!
71. O çaktığınız ateşi gördünüz mü?
72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?
73. Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık.
74. Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt.
58. Akıttığınız yani rahimlere döktüğünüz meniyi (gördünüz mü?)
59. Onu siz mi yaratıyorsunuz? Siz mi takdir ederek, şekillendirip insan biçimine koyuyorsunuz? Yoksa yaratıcı biz miyiz, hiç yokken biçim verip yaratan?
60. Aranızda ölümü biz takdir ettik. Sonsuz hikmetleri ihtivâ eden irademizin gerektirdiğine göre, her birinize bir vakit tayin ve taksim ettik. Ve biz önüne geçilenlerden değiliz yani kimse bize üstün gelemez. İrademizi alıkoyamaz. Her dilediğimizi istediğimiz şekilde yaparız. Buna kadiriz.
61. "Kılıklarınızı değiştirmek üzereyiz." Müfessirler bu âyete, gerek nın bağlı olduğu fiil, gerek "emsâl"in anlamı itibarıyla birkaç türlü mânâ vermişlerdir. Söz konusu âyet, âyetinin mânâsındaki kudrete veya mahzufa ya da bir üsteki âyette yer alan fiiline bağlanmış olabilir. de mimin kesriyle mislin çoğulu olabileceği gibi fetha ile de meselin çoğulu olabilir. Mimin kesresi ile olan mislin çoğulu ve fiiline bağlı olduğu durumda mânâsı; "Aranızda ölümü takdir ettik ki neslinizi kesmeyip benzerlerinizi getirelim." şeklinde olur. âyetinin ifade ettiği ye bağlı olduğu durumda ise; "Aranızda ölümü takdir ettiğimiz gibi sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmek suretiyle değiştirmeye de kadiriz." anlamı verilebilir. İkinci takdire göre yapılan tefsir, "Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir mahluk getirir." (Fâtır, 35/16) âyetinin mânâsına uygun olur. Lakin burada iki üstün ile meselin çoğulu olması tercihe şayandır. Mesel, sıfat ve şekil mânâlarıyla maddi ve manevî benzeyişi ifade eden huy, kılık ve kıyafet demek olduğundan bu durumda da mânâ şöyledir: "Gerek fikir ve ahlâk yönünden gerek şekil ve suret yönünden bulunduğunuz ve bildiğiniz kılıklarınızı değiştirmeğe ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaratılışta varetmeğe kadiriz. Bunun önüne hiç kimse geçemez Bu mânâ, hem dünyevî değişmeyi hem uhrevi yaratma olan dirilmeyi ifade eder. Ayrıca hem tehdit hem müjdeyi içerir. Hasan-ı Basri de tehdid cihetini düşünerek, "Sizi maymunlara, domuzlara çevirir." tarzında bir mânâya geldiğini söyler ki, bu da Nisâ Sûresi'nde geçen "Ey ehl-i kitab! Biz bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lanetlemeden önce, size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimiz kitaba iman edin.." (Nisâ, 4/47) âyetinin mânâsına benzemektedir. Sözün başı ve sonu yaratmak, ceza ve yeniden dirilmekle alakadar olduğundan tebdil (değiştirme) sözü dünyevi değişime, inşa (yaratma) sözü de, ondan sonra gerçekleşecek olan öldükten sonra dirilmeye işaret sayılabilir.
62. Herhalde ilk yaratmayı öğrendiniz. Yani insanın bu dünya hayatında topraktan, sonra nutfe, alaka, mudğa gibi tavırdan tavıra tekamül ettirilerek nasıl gerçekleştiğini gerek müşahede ve tecrübeden ve gerek Kur'ân'ın açıklamalarından öğrenmiş bulunuyorsunuz. O halde düşünseniz ya! Yani düşünseniz de bildiğiniz bu tarzı değiştirip ve tekamül ettirerek sizi peyderpey yaratıp bulunduğunuz duruma getiren ve aranızda ölümü takdir etmiş bulunan yaratıcınız Allah Teâlâ'nın sizi değiştirip, şimdi teferruatını bilemeyeceğiniz yeniden diriltmeye kâdir olduğunu anlasanız ya!
63. İnsan hayatı için gerekli olan hususlardan biri de rızıktır. Rızıkta esas maddî veya manevî planda ekipbiçme olduğu için yaratma konusu hatırlatıldıktan sonra rızka da yer verilmiş ve bu hususa ekin ile başlanarak buyurulmuştur ki Şimdi ektiğiniz tohumu gördünüz mü?
64. Onu siz mi bitiriyorsunuz? Siz mi tutturup, büyütüp gayesine ulaşan ziraat haline getiriyorsunuz? Yoksa biz mi bitiriyoruz? Kurtubî der ki: "Ekini eken kimsenin den sonra bu âyeti okuyup şöyle demesi müstehâb olur: "Ekini bitiren, yetiştiren Allah Teâlâdır." "Allah'ım Muhammed'e rahmet eyle ve bizi bu ekinin ürünü ile rızıklandır ve zararından uzak tut. Hem de bizi nimetlerine şükredenlerden kıl." Bu duanın, ekinleri musibetlerden koruyup bereketlendirdiği ifade edilerek bunun tecrübe ile sabit olduğu nakledilmiştir.
65. Hutam, kuru şeylerin kırıntısına denir. Çörçöp, ot çöpü, saman çöpü ve kabuk kırıntıları gibi. Tefekküh eder dururdunuz. Tefekküh, esasen türlü yemiş yemek demek olup, mecazen taaccüb etmek ve pişman olmak mânâlarına da gelir. Burada ifade ettiği anlam, "şaşkınlıkla şu lakırdıları, yemiş yer gibi tekrar tekrar söyler, çiğner ve ağzınızda geveler dururdunuz." şeklindedir. Yani şöyle der dururdunuz.
66. Biz herhalde çok zarardayız. Ektiğimiz tohumlar zayi oldu. Yaptığımız masraflar boşa gitti, yahut borçlandık. Veya garamın, helâk mânâsına olduğu göz önünde tutulursa, inanın helak olduk, mahvolduk anlamı da verilebilir.
67. Daha doğrusu biz mahrumuz. Yani ektiğimiz mahvolduğu gibi yiyeceğimiz rızıklardan da mahrumuz. Yahut bundan böyle hiç kazanç ihtimali kalmamış, her şeyden mahrum ve sefalete mahkumuz. Bu sözlerin bir cümlesi birisi, diğeri başka biri tarafından söylenmek suretiyle karşılıklı konuşma tarzında tekrar tekrar ifade edilir. Böylece ümitsizliğe kapılarak teşekkür edecek hiçbir nimet kalmamış gibi mırıldanılır durulur. Düşünülmez ki bunu söylerken içilecek bir su olsun bulunur ve Allah'ın bundan daha büyük felaketleri olabilir.
68. Onun için bunun arkasından buyuruluyor ki "Gördünüz mü o içtiğiniz suyu?"
69. buluttan Müzn, esasen bulut yahut ak bulut demektir ki ondan yağmur nadiren yağar. Ayrıca bu buluttan inen yağmur suyunun daha tatlı olduğu da ifade edilmiştir.
70. Dilersek onu bir ucâc, yani tuzlu ve acı bir su yapardık ki, içilme ihtimali olmazdı. Ekilen tohumların bazen çürüdüğünün gerçekte bilindiği, yağmurun acı olarak yağmasının mümkün olduğu yahut yiyeceklerin içeceklerden daha mühim olduğu tarzındaki sebeblerden dolayı öncekinde Lâm ile , bunda ise lâmsız olarak buyurulmuştur. Gerek evvelkinde, gerek bunda "dileseydik" ile başlayan iki şart cümlesi, Allah Teâlâ'nın ekini ve suyu, onlardan faydalanmayı ortadan kaldıran âfât ve diğer hallerden koruması da nebatı bitirme ve gökten su indirme nimetlerinden ayrıca şükredilmesi gereken iki ayrı nimettir. İşte bu iki cümle söz konusu meseleyi beyan etmek için zikredilmiş birer başlangıç cümlesidir. O halde şükretseniz ya! Yani bütün bu nimetlerden her birine şükretseniz de biri eksik oluverince hemen mahrumuz diye ümitsizlikle veya biz ekip biçiyoruz diye gururlanıp da nankörlük etmeseniz ya!
71. Sonra o çaktığınız ateşi gördünüz mü? Yani birbirine sürtüp çakmak suretiyle çıkardığınız ateşi ki sürtme ve temas ile çıkan bir elektrik ateşi demektir. Yâsin Sûresi'nde geçen "Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur..." (Yâsin, 36/80) âyeti de bu konuyla ilgilidir.
72. Onun ağacını siz mi inşa ettiniz? Ki bu sözü edilen ağaç, merh ve afar diye bilinen ağaçtır. Bununla beraber her ağaçta ve elektrik elde edilen her şeyde ve çakmak taşında dahi bu anlam vardır. Nitekim denilmiştir ki, "Her ağaçta ateş vardır. Fakat merh ve afar bu konuda çok meşhur olmuştur." Yoksa inşa eden biz miyiz? Yani o ağacı diğerlerinden fazla bir özellikle var edip yaratan biz miyiz? Şüphe yok ki Allah Teâlâ cisimleri o elektrikiyyet özelliği ile yaratıp inşa etmemiş olsaydı, hiç bir şekilde elektrik üretimi kâbil olmaz, ne bedevinin çakmağı çakar ne de bugünkü medenilerin elektrik fenerleri yanardı.
73. Biz onu hem bir ibret kıldık, yani yaşama sebebleri kendisine bağlanıp hayat mücadelesine örnek ve cehennem azabının ateşinin andırıp düşündürecek bir ibret kıldık. Hem de bir metâ bir faydalanma ve kazanç vasıtası, alanda bulunanlar için, yani sahraya konup göçenler için. Ondan en fazla konup göçenler istifade ederler. Çünkü çakmak çakarak ateş yakma ihtiyacı medenîlerden ziyade bedevilerde olur. Ve o ağacı en çok onlar getirip satarlar. Âyete şöyle bir mânâ da verilebilir. "İhtiyacı çok olan fakirler için." Zira başka bir kâr ve iş bulamayan fakirler hiç olmazsa odun toplayıp geçimlerini temin ederler.
74. O halde Rabbini azîm ismiyle tesbih et. Yani bu nimetleri ihsan edip duran Rabbin çok büyüktür, şirk ve noksanlıklardan münezzehtir (berîdir). Onun için Allah'ı "Yüce Rabbimi tesbih ederim" diye tenzih ederek tesbih et, yahut namaz kıl.