56-VAKİA:

فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ {28} وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ {29} وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ {30} وَمَاء مَّسْكُوبٍ {31} وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ {32} لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ {33} وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ {34} إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء {35} فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَاراً {36} عُرُباً أَتْرَاباً {37} لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ {38}

Meal-i Şerifi

28. Dalbastı kirazlar,

29. Meyva dizili muzlar,

30. Uzamış gölgeler,

31. Fışkıran sular.

32. Pek çok meyva arasında,

33. Tükenmeyen ve yasaklanmayan

34. Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.

35. Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık).

36. Onları bâkireler yaptık.

37. Hep yaşıt sevgililer,

38. Sağın adamları içindir.

28. Sidr-i Mahdûd: Daha önce de geçtiği gibi Arabistan kirazı denilen meşhur nabk ağacının ismidir. iki mânâ ile tefsir edilmiştir. Birincisi, silinmiş, tesviye edilmiş ve düzeltilmiş demektir. Arabistan ağacı dikenli olduğu için burada sidr-i mahdûd denilerek cennet ağacının dikensiz olduğu anlatılmıştır. Hâkim ve Beyhaki Ebû Ümâme (r.a.)'nin şöyle söylediğini nakletmişlerdir: "Resulullah (s.a.v)'ın sahabileri derlerdi ki: "Allah Teâlâ bizi çölde yaşayan Araplar'dan ve onların meselelerinden istifade ettiriyor. Mesela, bir gün bir çöl bedevisi Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelerek, "Ya Resulullah, Allah Teâlâ Kur'ân'da sıkıntı veren bir ağaç zikrediyor. Halbuki ben cennette sahibine eziyet verecek bir ağacın bulunacağını zannetmezdim." dedi. Resulullah, "Nedir O?" diye sorunca bedevî, "Sidr ağacı, zira onun dikeni vardır." dedi. Bunun üzerine Resulullah da buyurdu ki, "Allah Teâlâ buyurmuyor mu? Allah onun dikenlerini silmiştir de her dikeninin yerine bir meyva koymuştur ve onun meyvalarından her biri yetmiş iki renk ile açar ve bir rengi diğerine benzemez." İkincisi, Abd b. Humeyd'in İbnü Abbas, Katâde, İkrime ve Dahhâk'tan yaptığı rivayete göre meyvasının çokluğundan dalları bükülmüş mânâsına tefsir edilmiştir ki biz bunu, "dal bastı" tabirimize yakın görerek meâlde de "dal bastı kiraz" diye ifade etmeyi diğer mânâdaki dikensizlik anlamına da uygun olacağı kanaatiyle zevkimize muvafık bulduk.

29. Ve Talh-i Mendûd, meyvası aşağıdan yukarı istifli, sıvama muz demektir. Bazıları, muz olmadığını söylemiştir. Bunun dünya muzuna benzer, meyvası baldan tatlı bir ağaç olduğu zikredilmiştir. Daha başka türlü mânâ verenler de vardır.

30. Uzanmış bir gölge ki çekilmesi ve boşluğu yoktur. Fecr ile güneşin doğması arasındaki sabah gölgesi gibi hoş ve güzel bir gölgedir.

31. Ve çağlayan bir su, yani yüksekten dökülen akarsu. Bu suyun, kovasız, dolabsız ve istenilen yerde akan bir su olduğu da söylenmiştir. Yukarıda sâbikûn (öne geçenler)un durumu, dünyada şehirlerin, medenî halkın imrenecekleri en yüksek zevk ve lezzetlere göre tasvir edilerek, yeni edebiyatçıların "sembolizm" dedikleri işaret yoluyla ifade ve temsil edilmiş olduğu gibi, sağın adamlarının hâli de bedevileri imrendirecek güzel yayla manzaralarını andıran remizlerle ifade edilerek ikisi arasındaki farkın, medenilerle bedevilerin farkı gibi olduğuna bir nevi işaret yapılmıştır, denebilir. Mücahid'den nakledilmiştir ki o yaylalar; gölgelikleri, meyva ağacı ve sidri (Arabistan kirazı) ile müslümanların hoşlarına gitmişti. Allah Teâlâ, âyetlerini indirdi. Dahhâk'tan gelen rivayette de şöyle denilmiştir: Müslümanlar o yaylalara bakıp imrendiler. "Ne olurdu bunun gibi bizim de olsaydı" dediler. Bunun üzerine söz konusu âyetler nazil oldu.

32. Ve her türlüsünden bol bol meyva ki bunlar, dünya meyvaları gibi değil, hiçbir zaman kesilmeyen, tükenmeyen ve almak isteyenlerden men edilmeyen, yasaklanmayan meyvalardır.

33. Ve her türlüsünden bol bol meyva ki bunlar, dünya meyvaları gibi değil, hiçbir zaman kesilmeyen, tükenmeyen ve almak isteyenlerden men edilmeyen, yasaklanmayan meyvalardır.

34. Ve yüksek döşekler. Ebû Ubeyde demiştir ki: "Burada firaştan maksat, kadınlardır. Yükseklik de manevi yüksekliktir yani değer üstünlüğüdür. Zira şöyle buyurulmuştur:

35. Şüphesiz biz onları (hûrileri) yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır. İbnü Cerir, Tirmizi ve daha başkalarının Enes (r.a.)'den rivayetlerinde, Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Bu yeniden yaratılan kadınlar, dünyada kocamış ve buruşmuş kadınlardır." Taberânî, İbnü Ebî Hâtim ve daha bazı âlimlerin rivayetlerine göre Selemetü'bnü Mirsed-i Cu'fi (r.a.) demiştir ki: "Resulullah'ı âyeti ile ilgili olarak işittim, şöyle diyordu: "Bunlar, ister dul, ister bekâr olsun dünyadaki kızlar ve kadınlardır." Tirmizî'nin "Şemâil"de rivayet ettiği üzere Resulullah (s.a.v)'a bir kocakarı geldi ve ona: "Ya Resulullah Allah'a dua et beni cennete koysun." dedi. Resulullah: "Ey falancanın annesi, cennete asla kocakarı girmez." buyurdu. Bunun üzerine kadın ağlayarak döndü. Resulullah buyurdu ki: "Ona haber verin kocakarı olarak girmez, çünkü Allah Teâlâ buyurmuştur ki: "Şüphesiz biz onları yeni bir yaratılışla yaratmışızdır."

36. Yaratıp da onları hep bekâr kızlar kılmışızdır.

37. Öyle ki hep güzel kadınlar olarak. Urub, arubun çoğuludur. Bu kelimenin üç farklı tefsiri vardır.

1) Kocalarını çok seven kadınlar.

2) Cilveli, nazlı edâlı kadınlar.

3) Güzel söz söyleyen kadınlar. Şüphesiz cilve ve anlatım güzelliği de, sevişmenin en latif sebeblerinden ve edâlı kadının şiarındandır. Hep aynı yaşıt, yani yaşları da eşit, hep birbirine denktir. Tirmizî'nin Muaz (r.a.)'dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmiştir: "Cennet ehli cennete tüysüz, bıyıkları henüz terlemeye başlamış, gözleri sürmeli, otuz, otuz üç yaşlarında girerler."

38. Sağın adamları için (yaratılmışlardır)