56-VAKİA:

سورة الواقعة (56) ص 534

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ {1} لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ {2} خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ {3} إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجّاً {4} وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسّاً {5} فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثّاً {6} وَكُنتُمْ أَزْوَاجاً ثَلَاثَةً {7} فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ {8} وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ {9} وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ {10} أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ {11} فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ {12} ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ {13} وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ {14} عَلَى سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ {15} مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ {16}

سورة الواقعة (56) ص 535

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ {17} بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ {18} لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ {19}  وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ {20} وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ {21} وَحُورٌ عِينٌ {22} كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِالْمَكْنُونِ {23} جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ {24} لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْواً وَلَا تَأْثِيماً {25} إِلَّا قِيلاً سَلَاماً سَلَاماً {26} وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ {27}

Meal-i Şerifi

1. Olacak vak'a olduğu zaman

2. Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur.

3. O, alçaltıcıdır, yükselticidir.

4. Yer şiddetle sarsıldığı

5. Dağlar serpildikçe serpildiği

6. Dağılıp toz duman haline geldiği

7. Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman

8. Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar onlar!

9. Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!

10. Önde olanlar (var ya), onlar öncüdürler.

11. İşte o yaklaştırılanlar,

12. Nimet cennetlerindedirler.

13. Çoğu önceki ümmetlerden,

14. Birazı da sonrakilerden.

15. (Onlar) cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

16. Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar.

17. Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar.

18. Kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler ve kadehlerle.

19. Ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.

20. Beğendikleri meyvalar,

21. Canlarının çektiği kuş etleri,

22. İri gözlü hûriler,

23. Saklı inciler gibi,

24. Yaptıklarına karşılık olarak verilir.

25. Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.

26. Duydukları söz, yalnız "selam", "selam" dır.

27. Sağın adamları, nedir o sağın adamları!

1. O vâkıa meydana gelince, yani kıyamet kopunca. Vâkıa, esasen vukua gelen, vukuu muhakkak olan hadise demektir. Ahid lâmı ile da, kıyametin bir ismidir. Gelecekte muhakkak surette meydana geleceği için bu isim verilmiştir. Şart mânâsını ifade eden zarftır. Âlimlerin çoğu cevabın, korkutmak için hazfedilip, mânânın "kıyamet kopunca neler neler meydana gelecektir!" şeklinde olduğunu söylemişlerse de, esasen cevap şudur:

2. Onun meydana gelmesini yalanlayacak kimse yoktur. Vuku', düşmek anlamını ifade ettiği gibi, vak'a da masdar bina-i merre olarak şiddetli bir düşüş demektir. Sonra yaygın bir şekilde başa çarpan büyük iş mânâsında kullanılmıştır. Bazen de özellikle harbe isim olarak verilmiştir. Kısacası, kıyamet kopmadan önce onu yalanlayan ve inkar edenler bulunursa da, vukuu gerçekleşip bir kere meydana geldi mi, artık onu kimse inkar edemez ve çaresizce tasdik etmeye mecbur olurlar. Başka bir ifade ile onun başa çarpışı yalan olmaz. Değişiminin tesirinden kurtulma imkanı yoktur.

3. İndirdiğini indirir bindirdiğini bindirir. yani bazılarını düşürür alçaltır, bazılarını kaldırır yükseltir. Çünkü devletler yıkan fitneler, ihtilâller, inkılâblar gibi büyük olaylar, azizleri zelil, zelilleri aziz ederek nicelerini aşağı düşürür nicelerini de yükseklere kaldırır. Burada "hafdın" takdim edilmesi, korkuya düşürmek yahut bu nevi olaylarda yıkımın yapımdan önce geldiğini göstermek içindir. Bu âyet , den bedel olarak bir nevi onu tasvir etmektedir. Yahut tenâzu üzere ya bağlıdır. Âyetteki recc, zelzele, şiddetli hareket ve sarsıntı demektir ki, bizim dünya yerinden oynadı sözümüze benzer.

4. Yani üzerindekilerin yıkılacağı şekilde yer dehşetle sarsılıp yerinden oynadığı

5. dağlar da toz duman olup bir serpiliş serpildiği "Dağlar yürütülür, serap haline gelir." (Nebe', 78/20) âyeti tahakkuk edip,

6. hepsi havada uçuşan zerreler haline geldiği

7. siz de üç çift, yani üç sınıf olduğunuz zaman. Âyetteki hitab, tâğlib tarikiyle hem şu andaki hem de geçmiş ümmetlerin hepsine ve bütün insanlara olabilirse de, bazı müfessirlerin kanaatine göre yalnızca şu andaki ümmet için olması, bizce de tercih edilen bir görüştür.

8. O üç sınıf, "Fâ-i tafsıliyye" (açıklama Fâ'sı) ile şöyle beyan ediliyor: Ashab-ı meymene. Meymene, yemin yeri yani sağ kol, sağ taraf yahut meymenet, uğur ve bereket mânâlarına gelir. Sağ taraf, meclis ve mahfellerde saygı ve hürmet mevkii olduğuna göre, "ashab-ı meymene" hürmet makamında bulunan yüksek şeref sahipleri demek olur.

Aynı zamanda bu gibi kimseler hayra yarayan ve kendilerinden istifade edilen faydalı zatlar olmaları sebebiyle meymenetli diye nitelendirilirler. Nitekim kelimenin iki mânâsına da işaret etmek için dikkatler şöyle celbediliyor: Amma ne ashab-ı meymene, yani öyle çok meymenet sahibi zatlar ki uğur ve bereketleri her vechile gıpta ve hayrete şayandır. Kanaatimizce bu vasıf, hitabın şu andaki ümmet için olduğunu hatırlatmaktadır. Yani geçmiş ümmetlerde benzeri bulunmayan ashab-ı meymene demektir.

9. Bunlara mukabil ve ashab-ı meş'eme. Meş'eme, şum yeri, yani sol kol, yahut yümnün (uğurun) zıddı olan şeâmet ve uğursuzluk mânâlarına gelir. Ashab-ı meş'eme de sol tarafta, alçak yerde bulunan değersiz, yahut kendilerine ve yakınlarına uğursuzluğu dokunan kimseler demek olur. Burada her iki mânâya işaret için de şu vasıf tekrar edilmiştir. Amma ne ashab-ı meş'eme, ne uğursuz kimseler! Biraz sonra gelecek âyetlerde ashab-ı meymene'ye ashab-ı yemin, ashab-ı meş'eme'ye de ashab-ı şimâl denilmiştir. Sebebi orada izah edilecektir

10. Bunların hepsinin önünde olmak üzere önde olanlar da öncüdürler ileri geçmişlerdir. Bunlar hakka kullukta iman ve itaatta hayır yarışlarında en öne geçenlerdir. Peygamberler, Sahib Yasin (Habib b. Musa en-Neccâr) Firavun ailesinden iman edenler, muhacir ve ensardan sâbikûn-ı evvelin (ilk geçenler) ünvanına sahib sahabiler gibi. Mübtedâ ve haberdir. Yani "sâbikun" adını alanlar, gerçekten sâbikûn vasfını kazanan ve üç sınıfın ilerisinde, kasdettikleri gayeye hepsinden önce ulaşan zatlardır.

11. İşte onlar mukarreblerdir yani Allah'ın yanında yakınlığına, en yüksek mertebe ve makama erdirilmiş kimselerdir.

12 Naîm cennetleri içerisinde üstün makamlardadırlar ruhânî ve cismanî nimetlerle devamlı ve saf lezzetler içindedirler.

13. Çoğu evvelkilerden

14. birazı da sonrakilerden. Hitab şu andaki ümmete olduğuna göre böyle olmasının mânâsı açıktır. Sâbikûnun (öne geçenlerin) çoğunun öncekilerden olması gerekir. Nitekim ilk öne geçenler sahabilerdendir. Hitab geçen ümmetleri de içine aldığına göre ise, öncekilerden sâbikunun çok olması, bütün nebi ve resulleri içine alması sebebiyledir. Sülle cemaat, büyük bir grup demektir.

15. Bunlara verilen naîm cennetlerini tasvir ile zihinlerde hayal ettirmek için buyuruluyor ki cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Sürur, seririn çoğuludur. Serir, taht, sandalye ve köşk demektir. Mevdûne, altın, inci, yâkut ve elmas gibi mücevher işlemeli, yani murassa, veya birbirlerine yakın dizilmiş tertipli ve düzenli demektir

16. Bunlara verilen naîm cennetlerini tasvir ile zihinlerde hayal ettirmek için buyuruluyor ki cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Sürur, seririn çoğuludur. Serir, taht, sandalye ve köşk demektir. Mevdûne, altın, inci, yâkut ve elmas gibi mücevher işlemeli, yani murassa, veya birbirlerine yakın dizilmiş tertipli ve düzenli demektir.

17. Daima vildan şeklinde taze kalan genç hizmetçiler, garsonlar, yahut hılede denilen bir nevi küpeli uşaklar

18. küpler, sapı ve emziği olmayan sürahi, desti ve küp gibi kaplar ibrikler, emziği ve sapı olan kaplar, dolgun kadeh, menbaından, kaynağından akan içki

19-24. başlarına başağrısı verilmez, başları ağrıtılmaz. Yahut cemiyetleri perişan edilmez, lezzetleri kesilmez nezf de yapmazlar akıllarını gidermezler. Sarhoş olmazlar, yahut içtikleri tükenip bitirilmez, yok olmaz.

25 Orada: O naîm cennetlerinde hiç boş mânâsız laf veya çirkin lakırdı duymazlar. Te'sim de işitmezler. Te'sim: isme, günaha nisbet etmektir. Yani kendilerine günah işlediniz denilmez.

26. Ancak bir söz işitirler ki o da selam selamdır, yani tam bir selametle selamlanır dururlar.

27. Ashab-ı yemin ise ne ashab-ı yemindir! Bu "ashabu'l-yemin" cümlesi, üzerine atfedilmiştir. Yukarıda "Ashâbu'l-meymene" burada ise "Ashabu'l-yemin" şeklinde zikredilmesi, ifade çeşitliliği içindir. Bunlara ashab-ı yemin denilmesi amel defteri denilen kitapların kıyamet günü "Kimin kitabı sağından verilirse." (İnşikâk, 84/7) âyetince sağ taraflarından verilmesi sebebiyle olduğu dahi ileri sürülmüştür. Ashab-ı yemin, yeminine sadık, sözünü tutan, işine sahip mutlu kişi mânâsını ifade edebilir ki, mukâbili yeminini bozan demektir. Ayrıca bu tabirin, Allah için yeminine sadık ve vefakârlar anlamında kullanıldığı da söylenebilir.