55-RAHMAN:
وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ {46}فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {47} ذَوَاتَا أَفْنَانٍ {48} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {49} فِيهِمَا عَيْنَانِ تَجْرِيَانِ {50} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {51} فِيهِمَا مِن كُلِّ فَاكِهَةٍ زَوْجَانِ {52} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {53} مُتَّكِئِينَ عَلَى فُرُشٍ بَطَائِنُهَا مِنْ إِسْتَبْرَقٍ وَجَنَى الْجَنَّتَيْنِ دَانٍ {54} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {55} فِيهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ {56} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {57} كَأَنَّهُنَّ الْيَاقُوتُ وَالْمَرْجَانُ {58} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {59} هَلْ جَزَاء الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ {60} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {61} وَمِن دُونِهِمَا جَنَّتَانِ {62} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {63}
Meal-i Şerifi
46. Rabbinin makamından korkan kimselere iki cennet vardır.
47. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
48. İkisinin de çeşitli ağaçları, meyvaları vardır.
49. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
50. İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.
51. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
52. İkisinde de her türlü meyvadan çift çift vardır.
53. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
54. Astarları atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin de devşirmesi yakındır.
55. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
56. Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.
57. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
58. Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.
59. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
60. İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?
61. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
62. Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.
63. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
46-47. Rabbinin makamından korkan kimse için ise, Burada zikredilen makam kelimesi, mimli mastar ya da mekân ismi olabilir. Mastar olduğunda da ya failine ya da mütaallakına (bağlı olduğu kelimeye) muzaftır. Failine muzaf olması durumunda mânâsı, Rabbinin makamı, âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ'nın kıyamı ve her şey üzerindeki hakimiyeti ve insanların bütün hallerine gözcü ve muhafız oluşu demektir ki, "Her nefsin kazandığını gözetleyip muhafaza eden (hiç böyle yapamayan gibi) olur mu?" (Ra'd, 13/33) âyetindeki kıyam gibidir. Mutaallakına muzaf olması durumunda ise anlamı, insanların kıyamet günü hesap için Hak Teâlâ'nın huzuruna duruşu demek olur. İsm-i Mekân olduğunda da bu mânâ ile Rabbinin huzurunda duracağı yer demek olur. Yahut makam kelimesi, kinaye yoluyla "Rabbinden korkan" mânâsında da yorumlanabilir. Korkudan kasıt, yalnız yürek çarpıntısı değil, küfür ve nankörlükten sakınıp iman ve şükür ile itaat için saygı ve hürmet göstermek demektir. Kısacası, rubûbiyyet sıfatını taşıyan, zü'l-celâl ve'l-ikram sahibi Rabbinin celâlinden korkan, yahut kıyamet günü onun celâli karşısına dikileceği makamını sayıp da korkan kimseler için de iki cennet vardır, ki biri cismanî, biri rûhanî cennet yahut biri adn, biri naîm cenneti veya biri dâru'l-İslâm biri dârû's-selam gibi mânâlara gelebilirler. Zikredilen iki cennet için daha başka anlamlar da söylenmiş ise de kıyamet halleri görülmeden bunların tafsilatı bilinemiyeceğinden daha fazla izaha girmek doğru olmasa gerektir. İbnü Ebî Hâtim ve Ebu'ş-şeyh, Atâ'dan şöyle bir rivayeti naklederler: "Ebu Bekr, (r.a.) bir gün düşünüp, kıyamet, mizan, cennet, nâr, meleklerin dizilmeleri, göklerin katlanışı dağların serpilip dağılışı, güneşin dürülmesi ve yıldızların parçalanışı hakkında fikir yürütmüş de, "Arzu ederdim ki, ben şu yeşilliklerden bir yeşillik olsaydım, hayvanlar gelip beni yeselerdi ve ben yaratılmamış olsaydım." demişti. İşte bunun üzerine âyeti nazil olmuştu." Beyhaki Şuabu'l-îman'da Hasan-ı Basrî'den şu rivayeti zikreder: Hz. Ömer zamanında bir genç, mescide ve ibadete devam ederdi, derken bir kızla birbirlerine aşık olmuşlardı. Birgün kız tenhada yanına geldi, konuştular sonra gencin gönlü onu çekti, bunun üzerine genç çığlıkla hıçkırdı ve arkasından bayıldı. Onun bir amcası vardı, geldi onu yüklenip evine götürdü. Genç ayılıp kendine geldiği vakit ey amca! dedi: "Ömer'e git benden selam söyle ve ona sor ki; Rabbinin makamından korkan kimseye ne vardır? Bunun üzerine amcası gitti durumu Ömer'e haber verdi. Ancak genç arkasından bir çığlıkla daha hıçkırıp vefat etti. Hz. Ömer bu olaya vâkıf olunca "Sana iki cennet var, sana iki cennet." dedi."
48-49. İkisi de efnân sahipleri, zevâtâ, zâta gibi, zâtın tesmiyesidir. Zira sâhibe mânâsına zâtın aslı zevât olup tekil ile çoğulunu ayırmak için "Vâv" hazfedilmiştir. Efnân, fen yahut fenen'in çoğuludur. Fenn, çeşit demektir. Nitekim ilmin çeşidine de örfte fen ismi verilmektedir. Fenen de ince ve yumuşak dal ve taze fidan mânâsınadır. Yani her birinde türlü türlü bostanlar, yahut birçok dallar, bölümler vardır. İkisi de çeşitlidir.
50-51. Onlarda iki kaynak akar birine tesnîm birine de selsebil denilir.
52-53. Her meyvadan çift çift, mesela yaşı da vardır kurusu da, yahut biri dünyada tanınan veya tanınmayan olmak üzere iki sınıf
54-55. dayanmış oldukları halde deki den haldir. Mefrûşât, yaygı, döşeme takımları ki astarları, kalın ipek kumaştandır Artık yüzlerinin güzelliğini Allah bilir. Hem iki cennetin meyvalarının toplanışı da yakındır her konumda zahmetsizce alınıverecek derecede yakındır.
56-61. Cennetlerde. Burada "hümâ" denilmeyip "Hünne" diye çoğul zâmiri'nin zikredilmesi, her iki cennetin çeşitleriyle bir çok cenneti ihtiva etmiş olduğuna yahut her perde ikişer cennetten daha fazla verileceğine işaret etmektedir. Bakışı kısan dilberler. Buradaki "kâsırâtu't-tarf" ifadesi, bir kaç mânâda yorumlanabilecek bir övgü sıfatıdır. Birincisi bakışlarını yalnız kocalarına çeviren, başkalarına bakmayan sevgili, sadakatli ve vefâlı dilberler demektir. İkincisi, bakanın bakışlarını kendisine çeken, gören bir gözü başkasına bakmak istemeyecek derecede kendisine bağlayan güzeller anlamındadır. Nitekim Mütenebbi şöyle demiştir:
"Bir bel ki ona gözler dikilir, sanki üzerinde göz bebeklerinden bir kuşak teşekkül eder."
Üçüncüsü, süzgün bakışları kendi önlerine çevrilmiş; şuraya buraya bakmayan; edeb, haya, vakar ve nezâketiyle seçkin dilber mânâsına gelir. Nitekim İmru'ul kays şöyle demiştir:
"O bakışlarını kendi önüne çevirmiş dilberlerden ki bir karıncanın bakışı, burnunun üstünde dolaşsa rahatsız eder."
Çokları ilk mânâyı tercih etmişlerdir. Bazı haberlerde de Hz. Peygamber'in söz konusu kavrama, kocalarından başkasına bakmazlar diye mânâ verdiği nakledilmiştir. Âlûsî der ki: "Bazı haberlerde şöyle zikredilir. : Onlardan her biri kocalarına, "Rabbin izzeti hakkı için ben cennette senden daha güzelini görmüyorum. Beni sana, seni de bana eş yapan Allah'a hamdolsun." der.
Tams, esasen kanamak demektir. Onun içindir ki hayız kanına tams denir. Bu kelime daha sonra bekâret halinde olan birleşmeye isim olmuştur. Ayrıca mutlak cinsî yaklaşım anlamı ifade ettiği de söylenmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur: Onları kimse kanatmamıştır. Yahut onlara kimse dokunmamıştır. Hep bekâr kalmışlardır. İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir. Yani güzelliğin karşılığı güzellik, güzel iş yapanın karşılığı güzel sevaptır. Bundan anlaşılıyor ki (Rahmân, 55/46) âyetinde yer alan "havf" (korkmak)dan maksad, güzelce amel etmektir. Zira ihsanda esas olan hadisinde zikredildiği üzere "Sana gereken Allah'ı, görüyormuşsun gibi ona ibadet etmendir. Çünkü sen O'nu görmesen de O seni görüyordur." prensibine uygun hareket etmektir. Hakim et Tirmizi'nin Nevâdiru'l-Usûl'de, Bağavi'nin tefsirinde, Deylemi'nin Müsned-i Firdevs'de ve İbnü Neccâr'ın tarihinde Enes'ten yaptıkları rivayette, Resulullah (s.a.v) âyetini okuyarak, oradakilere: "Biliyor musunuz Rabbiniz ne buyuruyor? diye sormuş, bunun üzerine onlar da, "Allah ve Resulü en iyisini bilir." diye cevap vermişler. Hz. Peygamber (s.a.v) de "O, "Benim kendisine tevhidi nimet olarak verdiğim kimsenin mükafatı ancak Cennettir, buyuruyor." diye karşılık vermiştir."
Tevhid, ilim ve amelden daha umumî olarak düşünülünce bu, yukarıda geçen ihsan hadisinin içeriğini meydana getirmiş olur. Mamafih âyette iki ihsanı mânâ itibariyle birleştirmek için daha genel anlamda tefsir edilmiş olduğu açıkça görülmektedir.
62-63. Onların berilerinde yahut ötelerinde (diğer) iki cennet vardır. İbnü Zeyd'den yapılan rivayete göre önceki cennetler, mukarrebler (takva ve kullukta Allah'a yakın olanlar) için bunlar ise, ashab-ı yemin (amel defteri sağ eline verilenler) içindir. Hasan-ı Basri'ye göre de öncekiler sahabiler, sonrakiler de tâbiîn içindir. Bu iki görüşe göre de ikinciler, şeref ve mertebe yönünden öncekilerden aşağıdır ve nın ifade ettiği anlam da budur. Öncekiler, ikisi de çeşitli olmakla daha derli toplu ve daha olgun vasıfla vasıflanmıştır. âyeti de, en yüksek olan ihsan mertebelerini göstermiş olmaktadır. Mamafih bir kısım âlimler de sonrakilerin vasıflarının daha üstün olduğunu kabul etmişlerdir. Bu anlayışa göre onların daha ilerisinde demektir.