52-TUR:
أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ أَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ {37} أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ {38} أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ {39} أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْراً فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ {40} أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ {41} أَمْ يُرِيدُونَ كَيْداً فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ {42} أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ {43} وَإِن يَرَوْا كِسْفاً مِّنَ السَّمَاءِ سَاقِطاً يَقُولُوا سَحَابٌ مَّرْكُومٌ {44} فَذَرْهُمْ حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ {45} يَوْمَ لَا يُغْنِي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئاً وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ {46} وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَاباً دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ {47} وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ {48} وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ {49}
Meâl-i Şerifi
37. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut hâkim (her şeyin yöneticisi) kendileri midir?
38. Yoksa kendilerine mahsus (üzerine çıkıp sırları) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin.
39. Demek kızlar O'na, oğullar size öyle mi?
40. Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
41. Yoksa gayb kendilerinin yanında da onlar mı yazıyorlar?
42. Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri tuzağa düşeceklerdir.
43. Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır.
44. Gökten bir parçanın düştüğünü görseler, "Üst üste yığılmış bulutlardır." derler.
45. Artık çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar onları (kendi hallerine) bırak.
46. O gün hiçbir tedbirlerinin kendilerine zerre kadar faydası olmayacak ve hiçbir şekilde yardım da görmeyeceklerdir.
47. Şüphesiz o zulmedenlere ondan başka da azab vardır. Fakat çokları bilmezler.
48. Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et.
49. Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında da O'nu tesbih et.
36-Allah'tan korkmuyor ve peygambere dil uzatıyorlar. Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hiç birisi olmadığı belli fakat hakikati anlamazlar. Yani gökleri ve yeri yaratan Allah'tır, derler de yine şüphe içinde dolaşırlar. Onun mantıklı sonuçlarını tatbik edecek kesin bir kanaat ile hareket etmez, emir yasak tanımaz, mucizelere inanıp, peygamberi tasdik etmek istemezler. Sadece zamanın felaketlerine çarpılmasını bekler dururlar.
Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yani seni yetiştirip rahmet ve nimetiyle peygamber olarak gönderen Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Hazine kâhyası onlar mı? Nimetleri onlar mı dağıtıyorlar ki, peygamberliği sana vermek istemiyorlar? Yoksa herşeyi hakimiyetleri altına alan onlar mıdır? Yani Allah'a galip gelmişler, hazinelerini elegeçirmişler de onun vergilerini verdirmek istemiyorlar? Yahut da Allah'ın verdiğini mi zorla almak istiyorlar.
38- Yoksa onların bir merdivenleri var da orada mı dinliyorlar? Yani Allah'ın Mele-i a'laya (yüksek melekler topluluğuna) gönderdiği emirleri, vahiyleri ve diğer bütün ilâhî sözleri o merdivenden mi dinliyorlar da bu vesile ile kimin kimden önce öleceğini ve Kur'ân'ın Allah tarafından gönderilmeyip uydurularak O'na isnad edildiğini biliyorlar? Öyle ise dinleyenler açıklayıcı, kuvvetli bir delil getirsinler, dinlediklerini isbat etsinler. Nasıl Hz. Peygamber (s.a.v) "Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz meydana getirsinler." (Tûr, 52/34) şeklindeki âyetlerle onlara meydan okuyarak apaçık mucizesini gösterdi, onlar da öyle bir delil getirsinler.
39- Yoksa kızlar O'nun, oğlanlar sizin mi? Yani aklınızın bozukluğuna ve ilâhiyata ait duygularınızın neden ibaret olduğuna delalet etmek üzere bu konuda getireceğiniz en açık delil bu olacak değil mi?. Necm Sûresi'nde de ifade edileceği gibi bu ne haksız bir taksim? Çünkü onlar, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu ileri sürüyorlar ve onların adına bir takım putlar yapıp, Lât, Uzza, Menât gibi müennes isimler vererek tapıyorlar, sonra da, "Biz bunları Allah'a ortak koşmuyoruz, Allah'ın kızları oldukları için bize şefaat etsinler diye ibadet ediyoruz" diyorlardı. Ancak kendilerine gelince kız evladını hor görüyor ve oğlan istiyorlardı.
40- Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun?
Yani onlara vaaz ve nasihat etmekten ve peygamberlik vazifesini yapmaktan dolayı bir ücret mi istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
Mağrem: Ğurm ve ğarâmet (diyet ödeme) anlamını ifade etmekle birlikte mutlak borç mânâsına da gelmektedir. Ragıb İsfahanî'nin açıklamasına göre Mağrem esasen suçsuz bir insanın malından vermesi gereken zarar karşılığı demektir. Bu yüzden kefil olmak gibi açık yahut yardımlaşma gibi zımnen bir söz verme ya da cebri bir sorumluluk neticesi meydana gelen zarara da Mağrem denilir. Türkçe'de buna karşılık olarak zarar ve cereme vermek tabiri kullanılır. Yani zorba hükümetlerin baskıları altında ağır vergilerle ezilmekte olan halk gibi midirler ki senin için felaketler bekliyorlar?
41- Yoksa gayb onların yanında da, onlar mı yazıyorlar? Kimin önce öleceğini Levh-i mahfuz'dan alıp halka onlar mı haber veriyorlar?
42- Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Yani sana ve müminlere bir su-i kasd mı hazırlamak istiyorlar ey Muhammed! Bu âyet müşriklerin Dârü'n-nedve'de tertip etmek istedikleri su-i kasdı haber vermektedir. Fakat o küfredenlerin kendileri aldanacak, kurdukları tuzağa kendileri düşeceklerdir.
Nitekim öyle olmuş Hz.Peygamber (s.a.v) sağ sâlim hicret ederken Ebû Cehiller Bedir'de yakalanmışlardır. Böylece sözkonusu âyet, gaybı önceden haber vermiş ve bunu onların değil, Allah'ın bilip peygamberine haber verdiğini gözler önüne sermiştir. Denildiğine göre, Peygamber'e su-i kasd tertip edenler, İslâm'ın yayılışının 15. senesinde vuku bulan Bedir Harbi'nde katledilmişlerdi. Bu sûrede de (yoksa) kelimesi 15 defa zikredilmiştir. İşte bu, o olaya işaret sayılabilir. Şihâb'ın dediği gibi bu kabil gizli işaretler, Kur'ân'ın mucizeleri arasında sayılırlar.
43- Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhları mı var? Yani o taptıkları putların kendilerini Allah'ın azabından kurtaracaklarını mı zannediyorlar? Allah onların koştukları ortaklardan uzaktır. Gerçekte Allah'tan başka ilâh yoktur ve onun azabı "Mutlaka vuku bulacaktır ve ona engel olacak bir şey yoktur." (Tûr, 52/7-8)
44- Bununla beraber onlar öyle kâfirlerdir ki, semadan bir parçanın düşmekte olduğunu görseler "Üzerimize gökten parçalar düşür." (Şuarâ, 26/187) diye istekte bulundukları halde azabın başlarına inmekte olduğuna şahid olsalar bile yine inanmazlar da (onun için) toplanmış bir bulut derler. Fiilen başlarına gelmedikçe kabul etmezler. Bu yüzden Allah Teâlâ, "Üzerlerine Rabbi'nin kelimesi (hükmü) hak olanlar inanmazlar; onlara (istedikleri) bütün mucizeler gelmiş olsa bile acıklı azabı görünceye kadar (iman etmezler)." (Yunus, 10/96,97) buyurmaktadır.
45-Onun için şimdi o tuzak kurmak isteyenleri bırak kavuşacakları zamana kadar ki o gün çarpılacaklar helak olacaklardır.
46- O gün kurdukları tuzakların kendilerine zerre kadar faydası dokunmayacak ve hiçbir şekilde kurtarılmayacaklardır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v)'e su-i kasd hazırlamak isteyen Ebu Cehil ve yandaşları Bedir günü böyle bir akibete uğramışlardı.
47- Ve o zulmedenlere ondan önce de bir azab vardır. Burada iki muhtemel mânâ söz konusudur.
Birincisi: O günden önce, yani dünyada da bir azab var, demektir. Nitekim Mekkeliler yedi sene kıtlık çekmişlerdi.
İkincisi: O günden sonra yani ölüm sonrası kabirde ve ahirette bir azab daha vardır. Ancak onların pek çoğu (bunu) bilmezler. Yani sonuçlarının bu şekilde olacağını idrak edemezler de onun için kâfir olurlar.
48- O halde Rabbinin hükmüne sabret, küfredenlere o işler için izin verip, seni zahmetlere göğüs germeğe memur eden Rabbinin vereceği hükme sabret, telaş etme. Çünkü sen bizim gözetimimiz ve nezâretimiz altındasın, bundan emin ol. Ve Rabbini hamd ile tesbih et. Yani "O'nu her türlü noksanlıklardan tenzih eder ve O'na hamd ederim." demek sûretiyle Allah'ı zikret.
49- Kalkacağın zaman. Yani herhangi bir meclisten kalkarken (Allah'ı tesbih ve tahmid et). Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Sünen'leri ile diğer bazı hadis kitaplarında mevcut olan ve Ebû Berzetel-Eslemî (r.a)den gelen bir rivayette şöyle denilmektedir: "Resullah (s.a.v) bir meclisten kalkacağı zaman "Ey Allah'ım seni her türlü noksan sıfattan tenzih eder ve sana hamd ederim. Senden başka ilâh olmadığına şehâdet eder, senden mağfiret diler ve (günahlarımdan dolayı) sana tevbe ederim." derdi. Konuyla ilgili soru sorulduğunda da "Bu, mecliste olanlar için keffârettir." demişti. Bazıları da bunun namaza durulduğu zaman "Ey Allah'ım seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve yalnız sana hamd ederim. Senin ismin ne yüce ve makamın ne uludur. Ve senden başka ilâh yoktur." duasının okunması hakkında rivayet edildiğini söylemişlerdir. Âlimlerden bir kısmına göre de sözkonusu âyetten maksad, yataktan kalkıp namaza durduğun vakit demektir. Buna göre âyete, "kalkacağın zaman" mânâsını vermek daha uygun olacaktır. Geceden de onu tesbih et. Yani gecenin bir kısmında da tesbih ederek O'na ibadet et. Hem de yıldızların batışında, batmaya yaklaştığı zaman, yani gecenin sonunda, sabah vakti. Allah Teâlâ'yı gece tesbihden maksadın akşam ve yatsı namazları, yıldızların batışı sırasında tesbih etmekten kasdın da, sabah namazı olduğu ileri sürülmüştür. Hz. Ömer , Hz. Ali, Ebû Hureyre ve Hasan-i Basrî (r.a) de, gece tesbihden maksatdın, nafile ibadetler; yıldızların batışında tesbihden maksadın da, sabah namazının iki rekat sünneti olduğunu söylemişlerdir. Böylece Tûr Sûresi, sabahın gelmekte olduğunu gösteren "yıldızların batışı" ile son bulurken, bu bitişle, Necm Sûresi'nin başlangıcı olan "İndiği zaman andolsun yıldıza" cümlesi başlamış olmaktadır. Bu da iki sûre arasında güzel bir münasebetin varlığını göstermektedir.