47-MUHAMMED:

سورة محمد (47) ص 508

إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ {12} وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ هِيَ أَشَدُّ قُوَّةً مِّن قَرْيَتِكَ الَّتِي أَخْرَجَتْكَ أَهْلَكْنَاهُمْ فَلَا نَاصِرَ لَهُمْ {13} أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ كَمَن زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ {14} مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِّن مَّاء غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِن لَّبَنٍ لَّمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِّنْ خَمْرٍ لَّذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِّنْ عَسَلٍ مُّصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاء حَمِيماً فَقَطَّعَ أَمْعَاءهُمْ {15} وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِندِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفاً أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ {16} وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآتَاهُمْ تَقْواهُمْ {17} فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاء أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ {18} فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مُتَقَلَّبَكُمْ وَمَثْوَاكُمْ {19}

Meâl-i Şerifi

12- Şüphesiz ki, Allah iman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkâr edenler ise dünyada zevk edip geçinirler. Hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir.

13- Ey Muhammed! Seni yurdundan çıkaran şehirden daha kuvvetli olan nice şehirler vardı ki biz onları helâk ettik de onlara yardım eden çıkmadı.

14- Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilmiş de heveslerinin peşine düşmüş kimseler gibi olur mu?

15- Kötülükten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunların durumu, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimsenin durumu gibi olur mu?

16- Ey Muhammed! Onlardan seni dinlemeye gelenler de var. Senin yanından çıktıkları zaman kendilerine ilim verilen kimselere alay yoluyla: "O demin ne söyledi?" diye sorarlar. İşte onlar Allah'ın kalplerini mühürlediği kimselerdir. Onlar sadece kendi heva ve heveslerine uyarlar.

17- Doğru yola girenlere gelince, Allah onların hidayetlerini artırmış ve onlara kötülükten sakınma çarelerini ilham etmiştir.

18- Artık onlar, kıyamet saatinin kendilerine ansızın gelivermesine mi bakıyorlar? Şüphesiz onun alametleri gelmiştir. Artık kıyamet kendilerine gelip çatınca anlamaları neye yarar?

19- Ey Muhammed! Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendi günahın için, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah'tan bağışlanma dile. Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.

12- Şüphesiz Allah iman edip salih amel işleyenleri koyacak, Allah Teâlâ'nın, velayetinin ahirette hüküm ve neticesini beyan ve sebebini izahtır. Yani velayetin, yardımın sebebi zikrolunduğu üzere Muhammed'e indirilene iman ve "Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder." ifadesince salih amel olduğu gibi imanın şartında özellikle ahirete iman meselesi de vardır.

Altlarından ırmaklar akan cennetlere, o ırmakların biraz sonra temsili anlatılacaktır. O küfredenler ise zevklerine bakar, dünyadan birkaç gün nasip almaya çalışır ve hayvanlar gibi yerler. Yani hayatı sırf dünya hayatı ve cismanî hayat bilir, ahiretini, mevlasını düşünmez, sırf karnını şişirmekle meşgul olur. Onun için Allah kendilerine velî olmaz. Ateş de kendilerine yegâne bir ikamet yeri olur. Onlara göğün kapıları açılmaz. "Ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler." (A'raf, 7/40) âyetinin mânâsına muhatap olurlar. Ve Allah'ın azabından kurtaracak hiçbir sahip ve koruyucu da bulamazlar.

13- Seni çıkaran şehirden daha kuvvetli ne şehirler vardı ki, yani Mekke'dir ki maksat şehir halkıdır. Mekke müşrikleri "Peygamberi çıkarmağa karar verdiler." (Tevbe, 9/13) âyetinin ifadesince peygamberi çıkarmak fikrinde bulundukları ve suikast tertipleriyle peygamberin hicretine sebep oldukları için çıkarma işi onlara nisbet edilmiş ve böylece küfürlerinden bir safha anlatılmıştır. (Olayın gelişmesi hakkında Enfâl Sûresi'nde geçen "Hani o küfredenler seni tutup hapsetmek veya öldürmek yahut Mekke'den çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlardı ama Allah da karşılığını kuruyordu." (Enfâl, 8/30) âyetinin tefsirine bkz.)

Sûrenin baş tarafında geçtiği üzere bu âyetin hicret esnasında nazil olduğuna bir rivayet vardır. Bununla beraber peygambere bir vaad ve teselli içeren bu âyetten zahir olan şudur ki; bu sûrenin iniş sebeplerinden başlıcası Mekke'nin fethine hazırlama olmuştur. Asıl maksat şehrin kendisi değil halkı olduğunu açıklamak için buyuruluyor ki: Biz onları helak ettik, öyle daha kuvvetlilerini helak edince berikiler haydi haydi helak edilme durumunda kalır. Helak ettik de onları bir kurtaran bulunmadı. Hâlâ da yoktur. Bu zamiri de helak edilen şehir halkına gönderiyorlar. Ve halin hikâyesini yapıyorlar. Kendi kendilerini kurtaramadıkları gibi bir yardımcı vasıtasıyla da kurtulamadıklarını beyan ile da vasıta ile olanı doğrudan doğruya olana atfediyorlar. Fakat bu nın neticesi olarak bu zamirin peygamberi çıkaran şehir halkına gitmesini daha uygun buluyoruz. Yani daha kuvvetli birçok şehirlerin helakinden anlaşılır ki seni çıkarmak isteyen o Mekke kâfirlerini kurtaracak bir yardımcı yoktur. Mekke helak edilmeyecek, fakat orada küfredenler bırakılmayacaktır. Mekke fethedilecektir.

14- Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse hiç o kötü ameli kendine süslü gösterilmiş de heva ve hevesleri ardına düşmüş kimseler gibi olur mu? Bu ifade iki tarafın durumlarını bir karşılaştırmadır. Delil üzerinde olan peygamber ve ona tabi olan müminler, hevalarına uyanlar da onlara zıt giden kâfirlerdir.

15- O korunan müttakilere vaad edilen cennetin temsili "Altlarından ırmaklar akan cennetler." diye cennetin altından aktığı anlatılan ırmakların burada da bir tefsiri vardır. Müttakiler denilmiş ve bu şekilde şu anlatılmıştır: Dinden asıl maksat takvadır, iman ve salih amel de takva cümlesindendir. Esası vacip olan fiilleri yapıp, kötülüklerden kaçınarak, Allah'ın himayesi altına girip, azabından korunmaktır. Yani "Allah, iman edip salih amel işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar." âyetinin ifadesince Muhammed'e indirilene iman edip salih ameller yaparak korunan müminlere vaad olunan cennetin temsili, temsil yoluyla acaip bir halinin tasviri şudur: Orada ırmaklar var. Öyle bir sudan ki bozulması yok, bayatlamaz, tadı bozulmaz, kokmaz, yiğmez, öyle akar gider. Yine ırmaklar var öyle bir sütten ki tadı değişmez, dünya sütleri gibi ekşimez, kesilmez, kokmaz, yaratıldığı şekilde taptaze akar. Yine ırmaklar var bir şaraptan ki içenlerine lezzet, dünya şarapları gibi kekreliği yok, sarhoş ediciliği yok, günahı, vebali yok. Yine nehirleri var öyle baldan ki sâfi süzme, mumu yok, posası yok.

Ebu's-Suud der ki: Cennetin meşrubatını dünyada en çok hoşa giden meşrubatın eksikliklerinden soyutlayıp arındırmak suretiyle bir temsildir. İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir ki, bu ırmakların sütü sağılmaz. Said b. Cübeyr'den de rivayet edilir ki, işkembe pisliği ve kan arasından çıkma değildir. Şarabı sıkıcıların ayağı ile çiğnenmez. Balı arılardan çıkmaz. Hem onlara meyvelerin her türlüsünden var. İçecekler öyle aktığı gibi yiyeceğin de her çeşidi var. Fakat ihtiyaç için değil sırf lezzet için, çünkü meyve lezzet için yenilir. Bir de meyve sermaye üzerinde elde edilen hasılata da denir. Cennetlikler sermayeden değil amellerinin meyvesi olan hasılat ve gelirlerden rızıklandırılacaklardır. Hem de Rablerinden bir mağfiret vardır. Mağfiret, günahı örtmek demek olduğuna göre o cennete girilmeden önce değil midir? O halde cennette mağfiretin mânâsı nedir? Buna demişlerdir ki; önce olan mağfiret günahtan hesaba çekilmeme mânâsına günahları örtmektir. Buradaki mağfiretten maksat ise utandırmamak için günahı hiç anmamak, hatırlatmamak mânâsına günahları örtmektir. Yahut mağfiretten maksat günahı iyilik ile örtmek mânâsına nimet ve Allah'ın rızasıdır. Artık bir düşünmeli hiç böyle bu cennette ebedî olacak olan müttakiler, O cehennem ateşinde ebedî olarak kalacak olan kimseye benzer mi? ki cennettekilerin o güzel içeceklerine karşılık bir kaynar su ile sulanırlar da bağırsaklarını parça parça eder.

16-Âyette geçen kelimesi kelimesinin çoğuludur ki mideden sonra yemeğin intikal ettiği bağırsağa denilir. Onlardan seni dinleyenler de var, ki bunlar münafıklardır. Resulullah'ın meclisine gelirler, sözlerini dinlerler, fakat iman ve itina ile dinlemedikleri için iyi bellemez. Hafife alırlardı. Hatta yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olan, Resulullah'ın sözlerinden ders alıp da ilme nail olan Ashab-ı Kiram'a: "O demin ne dedi?" derlerdi. Bunu İbnü Mesud hazretlerine söylediklerine dair bir görüş vardır. Bunlar, bu söz anlamaz herifler O kimselerdir ki Allah kalplerinin üzerini mühürlemiştir. Ve hep hevalarına tabi olmaktadırlar, keyiflerine tabi ola ola, kendilerinden ve kendi hevalarından başka hiçbir şeye bakmayacak şekilde kalpleri mühürlenmiş olduğundan dolayıdır ki, kulaklarına söz girmez.

17- Halbuki hidayeti kabul edenlere gelince Allah yahut peygamberin söylediği söz onların takvalarını artırmaktadır. Takva hislerini, korunma sebeplerini artırmaktadır. O sayede onlar gereken hazırlığı yapmakta, saat gelince Allah Teâlâ'nın huzuruna takva ile varmaya çalışmaktadırlar.

18- Demek ki ötekiler sırf kıyamet saatini gözetiyorlar. Ansızın kendilerini bastırıvermesini bekliyorlar. Fiilen başlarına kıyamet kopmadan inanmayacaklar, söz anlamayacaklar. Çünkü belirtileri de geldi. Âyette geçen "Râ"nın fethasıyla kelimesinin çoğulu olarak, alametler, demektir. Yani o kıyamet saatinin alametleri geldi. Bunların başında buyuran ahir zaman peygamberinin peygamber olarak gönderilişi vardır. Şehadet parmağı ile orta parmağını göstererek: "Ben peygamber olarak gönderildim. Saat işte şu ikisi gibi." buyurmuştur. Ayın yarılması ve diğerleri gibi mucizeler göstermiştir. Böyle alametler geldiği halde iman etmediler. Demek ki o saatin bilfiil başlarına birdenbire gelivermesini bekliyorlar, bu âyette de kıyamet saatini, bütün dünyanın yıkılması mânâsına büyük kıyamet saati olarak yorumluyorlarsa da burada adı geçen kâfirlerin özellikle kendi saatleri, kendi kıyametlerinin kopması mânâsını anlamak daha makul ve "Belirtileri geldi." âyetinin mânâsı ile uyarıya daha uygundur. Bu alametler sûrenin ilk âyetlerinde gösterildiği üzere Muhammed'e indirilene iman edip güzel güzel, çalışmakta olan müminlerin günden güne ilerlemesi ve ona küfredip Allah yolundan sapan kâfirlerin Mekke'deki müşrikler cumhuriyetinin düşmesini ve şaşkınlığını anlatan alametler yani Hz. Muhammed'in mucizeleri olmalıdır. Onları gördükleri halde inanmayanlar bilfiil kendi başlarına kıyamet kopmadan inanmayacaklardır. Fakat o geldiği vakit akıllanıp anlamaları kendilerinin ne işlerine yarar? Çünkü o zaman korunmaya imkan kalmaz. Ümitsizlik halindeki iman makbul olmaz.

19-Sûrenin başından buraya kadar geçen açıklamalara bir sonuç olmak üzere buyuruluyor ki: Öyle ise şimdi iyi bil ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, tapılacak, ibadet yapılacak, kulluk edilecek, mabud tanınacak başka hiçbir mabud yok, yalnız ilâhlık kendisinin hakkı olan Allah vardır. Gerçeğin böyle olduğunu şimdi kıyamet kopmadan önce bil. Bil de hem kendi günahın için mağfiret iste, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için. Nerede dolaşıp, nerede karar kılacağınızı Allah bilir. Halinizin ne olduğunu dünya ve ahirette istikbalinizin nereye varacağını yalnız Allah bilir. Onun için olmuş veya olması mümkün olan her türlü günaha o şekilde istiğfar et. Bu istiğfarın cevabı Fetih Sûresi'nde gelecektir.