46-AHKAF:

الجزء السادس والعشرون

 سورة الأحقاف (46) ص 502

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

حم {1} تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ {2} مَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَالَّذِينَ كَفَرُوا عَمَّا أُنذِرُوا مُعْرِضُونَ {3} قُلْ أَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ اِئْتُونِي بِكِتَابٍ مِّن قَبْلِ هَذَا أَوْ أَثَارَةٍ مِّنْ عِلْمٍ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {4} وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ {5}

سورة الأحقاف (46) ص 503

وَإِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ أَعْدَاء وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِرِينَ {6} وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ {7} أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئاً هُوَ أَعْلَمُ بِمَا تُفِيضُونَ فِيهِ كَفَى بِهِ شَهِيداً بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ {8} قُلْ مَا كُنتُ بِدْعاً مِّنْ الرُّسُلِ وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ {9} قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن كَانَ مِنْ عِندِ اللَّهِ وَكَفَرْتُم بِهِ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى مِثْلِهِ فَآمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ {10} وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْراً مَّا سَبَقُونَا إِلَيْهِ وَإِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِهِ فَسَيَقُولُونَ هَذَا إِفْكٌ قَدِيمٌ {11}

Meâl-i Şerifi

1- Hâ mîm.

2- Bu kitabın indirilişi, çok güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah tarafındandır.

3- Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler uyarıldıkları şeyden yüz çeviriyorlar.

4- Ey Muhammed! De ki: "Allah'tan başka yalvardıklarınızı gördünüz mü? Onlar yerden ne yaratmışlar bana gösterin. Yoksa onların göklerin yaradılışında bir ortaklıkları mı var? Eğer siz doğru söyleyen kimseler iseniz bana bu Kur'an'dan önce indirilmiş bir kitap veya ilimden bir eser getirin."

5- Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan putlara dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Oysa taptıkları şeylerin, onların yalvarışlarından haberleri bile yoktur.

6- Kıyamet günü insanlar biraraya toplandığı zaman taptıkları şeyler kendilerine düşman kesilirler. Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr ederler.

7- Bizim âyetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman inkâr edenler kendilerine gelen hak kitap için: "Bu apaçık bir büyüdür." dediler.

8- Yoksa, "Onu (Muhammed) uydurdu." mu diyorlar? Sen de ki: "Eğer onu ben uydurmuşsam Allah'tan bana gelecek cezayı savmaya sizin gücünüz yetmez. O sizin yaptığınız taşkınlıkları daha iyi bilir. Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. O çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

9- Ey Muhammed! De ki: "Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben ancak bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.

10- De ki: "Ne dersiniz, eğer bu Kur'an Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, bununla birlikte İsrailoğulları'ndan bir şahit de onun bir benzerini (Tevrat'ta görüp) inanmışken siz hala büyüklük taslarsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız)? Şüphesiz ki, Allah zalim bir topluluğu doğru yola iletmez."

11- İnkâr edenler, iman ednler için: "Eğer İslâm'da bir hayır olsaydı onlar, onu kabulde bizi geçemezlerdi." derler. Bununla muvaffak olamayınca da: "Bu eski bir yalandır." diyeceklerdir.

1-10- İlimden geriye kalmış bir eser, önceki peygamberlerin ilimlerinden kalma rivayete dayanan bir ilim. Yahut toz üstüne bir yazı, "De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim."

BİDİ', BİD'AT, âdette hiç örneği geçmemiş yeni türemiş, türedi, yani ilk olarak peygamberlik iddia eden, yahut hiç bir peygambere benzemeyerek, kendi kendine Allah'ın izni olmaksızın bir takım örneği olmayan şeyler icad edecek bir icadcı değilim. İsrailoğulları'ndan bir şahid de onun bir benzerine şehadet edip iman getirir. Buradaki zamirinde iki ihtimal vardır. Biri Kur'ân'a, biri de peygambere raci olmasıdır. Kur'ân'ın Tevrat gibi Allah kitabı olduğuna, yahut Hz. Peygamber'in Musa gibi bir peygamber olduğuna şehadet ederek iman eder. Bakara Sûresi'nde açıklaması geçtiği üzere Tevrat'ta Hz. Peygamber Hz. Musa'ya "Senin gibi bir peygamber" diye Musa'nın benzeri bir peygamber olmak üzere anlatılmıştı. İsrailoğulları'ndan böyle şehadet eden şahit de çoğunluğun görüşüne göre Abdullah b. Selam (r.a.)'dır. İmam Şa'bi gibi bazıları şahidden maksadın Hz. Musa olduğunu söylemişlerdir ki daha önce haber vermiştir. İbnü Cerir ve diğerlerinin rivayetlerine göre Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a) demiştir ki: Resul-i Ekrem (s.a.v.) "Yeryüzünde yürüyen bir kimse hakkında o cennetliktir derken işitmedim. Abdullah b. Selam'dan başka ki "İsrailoğulları'ndan bir şahit de onun bir benzerine şehadet edip iman getirir." âyeti de onun hakkında nazil oldu. Sûrenin Mekkî, Abdullah b. Selam'ın iman edişinin ise Medine'de olması itibarıyla bu durumda bu âyet gaib haberlerinden demek olur. Fakat yukarıda işaret olunduğu üzere bazıları sûre Mekkî olmakla beraber bu âyetin Medenî olduğunu söylemişlerdir. Hasen'den rivayet olunur ki şöyle demiştir. "Bana şu haber ulaştı, Abdullah b. Selam İslâm'a girmek istediği zaman: Ya Resulullah dedi, yahudiler bilir ki ben onların âlimlerindenim, babam da onların âlimlerinden idi. Halbuki şimdi ben şehadet ediyorum ki, sen Allah'ın hak peygamberisin ve onlar seni Tevrat'ta yazılı bulurlar, şimdi filana, filana ve daha yahudilerden adlarını saydıklarına adam gönder ve beni evinde gizle de onlara benden ve babamdan sor, çünkü benim kendilerinin en âlimi olduğumu, babamın da en âlimlerinden bulunduğunu şüphesiz söyleyeceklerdir. Ben de o zaman çıkarım, ve senin Allah'ın Resulü olduğunu ve onların seni yanlarındaki Tevrat'ta yazılı olarak bulduklarını ve gerçekte senin hidayet ve hak din ile gönderildiğine şehadet ederim. Resul-i Ekrem (s.a.v.) de öyle yaptı, onu evinde gizledi, yahudileri çağırttı, yanına girdiler, derken Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizin içinizde Abdullah b. Selam nedir?" kendisi dediler bizim en âlimimiz, babası da. O halde müslüman olduysa ne dersiniz?", "olmaz" dediler, üç kere tekrar ettiler, bunun üzerine çağırdı, o da çıktı sonra: "Ben, şahitlik ederim ki sen Allah'ın Resulü'sün, onlar seni yanlarındaki Tevrat'ta yazılı olarak buluyorlar ve sen hidayet ve hak dini ile gönderildin." dedi. Deyince yahudiler biz senden bunu beklemezdik ey Abdullah b. Selam dediler. Küfrederek çıktılar. Allah Teâlâ da bu âyeti indirdi. "De ki: Ne dersiniz bu Kur'ân Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz bununla birlikte İsrailoğulları'ndan bir şahit de onun bir benzerini Tevratta görüp inanmış iken siz hala büyüklük taslarsanız haksızlık etmiş olmaz mısınız? Şüphesiz ki Allah zalim bir topluluğu doğru yola iletmez." Buna dair diğer rivayetler de vardır. Bununla beraber Mesruk'da demiştir ki bu Abdullah b. Selam hakkında nazil olmadı, Mekke'de nazil oldu, Abdullah b. Selam ise Medine'de müslüman oldu. Bu ancak Resulullah'ın kavmine karşı bir delilidir. Tevrat, Kur'ân gibi Musa da Muhammed (s.a.v.) gibidir. Onlar Tevrat'a ve peygamberlerine iman ettiler de siz küfrettiniz, demektir. İbnü Cerir der ki gerçi Mesruk'un dediği âyetin zahirine daha uygundur. Çünkü "De ki: Ne dersiniz eğer o Kur'ân Allah tarafından ve siz ona küfretmiş iseniz" âyeti Allah tarafından Kureyş müşriklerine karşı bir kınama ve peygamberi için onlar aleyhine bir delil gösterme makamındadır. Bu âyet de daha öncesindeki âyetlerin benzeridir. Onlarda ne kitap ehlinin ne de yahudilerin zikri geçmediği gibi daha önce zikri geçenlerden sözün çevrilmesine delalet eder bir karine de görülmüyor. Fakat Resulullah'ın ashabından bir cemaatten maksat Abdulah b. Selam olduğuna dair haber varid olmuştur. Ve tevil ehlinin çoğu da bunun üzerinde yürümüştür. Bunlar ise Kur'ân'ın mânâlarını ve nüzul sebebini ve ne kastedilmiş olduğunu da daha iyi bilirler. Buna göre şehit Abdullah b. Selam, kınanan muhataplar da yahudi topluluğu olmuş oluyor, yalnız Taberî'nin daha önce zikri geçenlerden sözün değiştirilmesine delalet eder bir karine görülmüyor, demesi üzerinde düşünmek gerekir. Çünkü bir kere başta "İnkâr edenler uyarıldıkları şeyden yüz çeviriyorlar." buyurulmakla sözün asıl sevkinin, mutlak kâfirler hakkında olduğu gösterilmiş sonra da iki "De ki: Ne dersiniz?" hitabı ile bunların iki kısmına işaret olunarak birincisi ile müşriklere, ikincisi ile de diğerlerine yahut hepsine hitap yapıldığı anlatılmıştır. Demek ki hem asıl sözün gelişi birliği muhafaza edilmiş hem de iki kere "Deki ne dersiniz?" buyurulmakla bir hitap değişikliği karinesi de verilmiştir. Şu halde "Şüphesiz ki Allah zalim topluluğu doğru yola iletmez", ifadesi ilk bakışta yahudilere uygun olmakla beraber anlam itibarıyla hepsinden geneldir. Bu cümle, şartın cevabı yerinde bulunmaktadır. Yani öyle olunca siz zulmetmiş olursunuz, hidayete eremezsiniz. Çünkü:

11- "İnkâr edenler, iman edenler hakkında derler ki..." Bunun da hem müşrikler, hem yahudiler tarafından söylenmiş olması muhtemeldir. Tefsircilerin çoğuna göre müşriklerdir. Müminlerin çoğunu Ammar, Süheyb, Bilâl gibi fakir ve zayıflardan görerek aşağılamak ve güya bu şekilde İslâm'ı küçük düşürmek istiyorlar. Sâlebi, yahudilerin Abdullah b. Selam ve arkadaşları hakkındaki sözleridir demiştir. Bununla, yani böyle demekle iman edenlere dil uzatmakla maksatlarına muvaffak olamayınca, İslâm'ı ve Kur'ân'ı körletmek veya şehadeti iptal etmek maksadına ermeyince Daha diyeceklerdir ki bu eski bir iftiradır, eski uydurulmuş bir yalandır. Yani peygamber hakkında öncekilerden rivayet olunan müjdeler eski bir yalandır diyecekler yahut İslâm'ı inkâr etmek için dini kökünden inkâr edecekler. Demek ki istikbalin kâfirleri daha azgın olacaktır.