42-ŞURA:
وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ {14} فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ {15}
سورة الشورى (42) ص 485
وَالَّذِينَ يُحَاجُّونَ فِي اللَّهِ مِن بَعْدِ مَا اسْتُجِيبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِندَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ {16} اللَّهُ الَّذِي أَنزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ {17} يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا وَالَّذِينَ آمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَا وَيَعْلَمُونَ أَنَّهَا الْحَقُّ أَلَا إِنَّ الَّذِينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَفِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ {18} اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ {19}
Meâl-i Şerifi
14- Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, ancak aralarındaki, çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelendiğine dair bir söz geçmemiş olsaydı aralarında mutlaka hüküm verilirdi. Kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kitap ehli de Kur'ân hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler.
15- Ey Muhammed! İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi. Allah bizim de rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepimizi biraraya toplayacaktır. Dönüş yalnız O'nadır.
16- Allah'ın davetine uyulduktan sonra, hâlâ O'nun dini hakkında mücadele edenlerin, getirdikleri deliller Rableri yanında batıldır. Onların üzerinde bir gazab ve kendileri için şiddetli bir azab vardır.
17- Bu kitabı ve ölçüyü hakla indiren Allah'tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır!
18- O'na inanmayanlar kıyametin çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise O'ndan korkarlar ve O'nun hak olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet saati hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.
19- Allah kullarına çok lütufkârdır. Dilediğine rızık verir. O çok kuvvetlidir, çok güçlüdür.
14- O ayrılanların ayrılmaları ise, gerek peygamberlere karşı ayrı baş tutarak muhalefet etmeleri, gerekse onların arkasından ümmetlerinin dinde tefrika çıkararak birbirleriyle uğraşmaları, başka bir sebeble değil, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, tefrikanın zararlı ve sonu kötü olduğu peygamberlerin tebliğiyle ve hatta tecrübe ile malumları olduktan sonra aralarındaki azgınlıktan dolayıdır. Kıskançlık, çekememezlik, dünya hırsı ile haksız istekler, aşırı sevdalar yüzündendir. Demek ki ilim insanların düzelmesi için yeterli değildir. Nefs-i emmârenin öyle kötü hisleri vardır ki insanları bildiklerinin tersine açık açık fenalıklara sürükler, onun için insanlığın ahlâkının düzeltilmesi konusunda ilimden başka hislerin süslenmesi, geliştirilmesi için pratik bir terbiye daha lazımdır. Dinî terbiyenin bu özelliği ile de özel bir önemi vardır. Madem ki ilim böyle idi: Bu kadar peygamberlere "Onda tefrikaya (ayrılığa) düşmeyin." buyurulmuş idi. O halde bunu dinlemeyip o ayrılıkları çıkaranlar hemen ilmin gereği olan cezalarını görmeleri gerekmez miydi? denilirse ve eğer Rabbinden bir kelime geçmiş olmasaydı, azab için ezelde bir vakit ve saat takdir edilmiş bulunmasaydı belirlenmiş bir süreye kadar diye, "Bir zümrenin cennette, bir zümrenin cehennemde." (Şûra, 42/7) olacağı kıyamet gününe bırakılmış olmasaydı aralarında hüküm yerine getirilirdi. Hemen ayrıldıkları sırada cezaları verilir, işleri bitirilirdi. Fakat Allah, "Onlara vaad olunan asıl vakit, o saattir." (Kamer, 54/46) buyurmuş, o hükmün yerine getirilmesini belirli bir süre ile ceza gününe ertelemiştir. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar ise, o peygamberlerin arkasından kitaba varis kılınan, yani şimdi Muhammed'in asrında bulunan kitap ehli de ondan yani kitaplarından muhakkak bir şüphe içinde, kararsız bulunuyorlar, kıvranıyorlar.
15- şimdi onun için, yani şeriatın emri, öyle dini ayakta tutma, şu an da böyle "bağy" (çekememezlik, kıskançlık, dünya hırsı) ile tefrika (ayrılık), şüphe ve tereddüt içinde olduğundan dolayı ey Muhammed! sen hemen davet et, o doğru dine tevhid ve İslâm dinine çağır, ve emrolunduğun gibi doğruluk et, doğru git, de onların -yani gerek müşriklerden ve gerek ehli kitaptan davet eylediğin halkın- heveslerine uyma. Onların çeşitli, hakka aykırı batıl arzularına tabi olma, çünkü dinin eğilmesi, tefrikanın sebebi hep heveslere tabi olmaktır. Onlara uyma ve de ki ben Allah'ın indirdiği her kitaba iman ettim, bazısına inanıp da bazısına inanmamazlık etmem ve şüphe üzere değilim. Ve emrolundum ki aranızda adalet yapayım. Allah'ın hükümlerini ve şeriatini adalet ile tebliğ ve icra eyliyeyim. O zulüm kaynağı olan, şunun bunun hevesi ile yapılan şirk ve azgınlık hükümlerini atıp, Hak hükmüyle Allah için herkes arasında adalet edeyim. Bundan anlaşılır ki dini doğrultmanın en önemli görüntülerinden birisi zulüm hükümlerini kaldırıp adalet etmekti. Bu da Allah'ı bir bilip dinine, doğru sarılmakla olur. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Hepimizin yaratıcımız, hakimimiz, mevlamızdır. Bizim amellerimiz bizim, iyiliğinden kötülüğünden siz sorumlu olmazsınız, karşılığında sevabı veya cezası bize aittir. Sizin amelleriniz de sizindir. Onun da sorumluluğu sizin, kâr ve zararı, cezası size aittir. Sizinle bizim aramızda "huccet" yok, tartışmaya ve birbirimize delil getirmeye gerek yok ey Kitap ehli! Çünkü bu açıklama ve ispat ile Hak ortaya çıkmış, başkaca münakaşaya ihtiyaç kalmamıştır. Allah aramızı birleştirecek, toplanma günü olan kıyamet günü hepimizi bir araya toplayıp hükmünü verecek. Ve hep O'na gidilecektir. Her neye tapılır, her ne emele hizmet edilirse edilsin nihayet herkesin varıp hesap vereceği merci yalnız Allah'tır. "Sizinle bizim aramızda hüccet yok." ifadesinin mânâsını açıklamak için buyuruluyor ki:
16- O'na uyulduktan sonra, yani Allah'a uyulduktan, bu beyan gereğince bütün indirdiği kitaba iman edilip, emri dosdoğru tutulduktan sonra, Allah hakkında, veya Allah'ın dini hakkında münakaşaya kalkışacak olanların delilleri Rableri katında çürüktür. Ne teorik, ne pratik, ne naklî ne aklî hiçbir tutanakları kalmaz. Delil ancak eğriliğe ve eğrilere karşı yönelik olur. İlmî ve amelî açıdan ortada olan "Hak" ve "İstikamet" karşısında yapılan münakaşa, sırf bir azgınlık ve haksızlık ilanından ibaret kalır. Onun için Allah katında delilleri çürük olmaktan başka hem aleyhlerine bir gazab hem de haklarında şiddetli bir azab vardır.
17- Allah odur ki hem hakkıyla kitap indirmiştir, Hakkı, hakkın hükmünü beyan için hakk olarak, hak peygamberlik ile kitap cinsini, özellikle Kur'ân'ı indirmiştir, hem de mizan, denge kanunu, adalet ki bu sayede eşya tartıldığı gibi ameller de tartılır, akılda ve nakilde hakkın hükmü ortaya çıkar ve ona göre cezası verilir. Ve ne bilirsin belki kıyamet saati yakındır, amellerin tartılıp hesabın görüleceği o kıyamet günü gelmek üzeredir.
18-Çünkü Ona imanı olmayanlar onun acele ile gelmesini isterler. Çabuk oluversin diye acele ediyorlar. Ki bu acele etmek hâlen (tutum ve davranışla) ve kâlen (dil ile) olmak üzere iki şekildedir. Birisi olacağına inanmadıkları için doğru ise, hani ne zaman o vaad? "Siz doğru söyleyenler iseniz bu tehdit ne zaman?" (Yâsin, 36/48) diye eğlenmek suretiyle, dilleriyle acele ederler. Bir de imanları olmadığı için küfürle, haksızlıkla dengenin, adaletin bozulmasına, alemin nizamının (düzeninin) ihlaline sebep olmak suretiyle fiilen acele ederler. İman edenler ise ondan kaçınırlar, mizanlarının (terazilerinin) hafif gelmesinden korkarlar da iyilik ve hasenatlarını artırmak, daha çok sevap elde etmek için korunurlar. Ve bilirler ki o haktır, muhakkak olacaktır. iyilik belki o "saat" hakkında şüphe uyandırmaya kalkışanlar herhalde uzak bir sapıklık içindedirler. Haktan uzağa sapmışlardır. Âlemin faniliği delillerine rağmen kıyamet saatinin meydana gelmesi hemen hemen gözle görülür elle tutulur denecek kadar kuvvetli iken onun caiz olduğuna yol bulamayan, ondan ötesine hiç bulamaz.
19- Allah kullarına karşı lütuf sahibidir. Kulluğunu bilen, vazifesini doğru yapan kullarına çok lütufkârdır. Onları çeşitli lütuflarla öyle mutlu kılar ki akıllar onu kavramaktan acizdir. Her dilediğini bir şekilde rızıklandırır. Kullarından her birini büyük hikmeti içeren "dilemesi"ne göre bir çeşit lütuf ile seçkin kılar. Ve öyle güçlü, öyle azizdir ki her şeye ve herkese karşı dilediği gibi iradesini uygulamaya, vaadini yerine getirmeye kadir ve hiçbir sebep ve şekilde mağlup edilmez, her yönden galiptir. Onun için dinini doğru tutan kullarını o korkunç "saat" geldiği zaman perişan etmez, kuvvet ve izzetiyle türlü lütuflarından nasiplendirir. Bu lütfun "saat"tan sonra zikredilmesi, "ibtidaî" (cümle başlangıcı) değil, onun arkasından tertiplenmiş bir vaad olduğuna işaret eder. Burada kulların Allah'a izafe edilerek "Allah'ın kulları" denilmesi ya şeref için olarak "İman edenler ise ondan çekinirler." (Şûra, 42/18) buyurulan müminleri gösterir veya kelime "kul" kelimesinin çoğuludur. Bu şekilde hem bu vaadin iman ve kulluğa gerekli olduğunu ima eder, hem de esas itibarıyla bu sonucun zorunlu olmayıp lütuf ve ilâhî dileme eseri olduğunu anlatır.
Din ilminin konusunun iradî fiiller olduğuna dikkat çekmek ve bu lütuf ve vaadin niyyet ve iradeye bağlı olduğunu açıklamak için de buyuruluyor ki: