27-NEML:
أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ {62} أَمَّن يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَن يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ {63}
سورة النمل (27) ص 383
أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {64} قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ {65} بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ {66}
Meal-i Şerifi
62- (Onlar mı hayırlı) yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz!
63- (Onlar mı hayırlı) yoksa, karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
64- (Onlar mı hayırlı) yoksa, önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, siz kesin delilinizi getirin haydi!
65- De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
66- Fakat ahiret hakkında bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Ama onlar bundan bir şüphe içindedirler. Çünkü onlar bundan yana kördürler.
62- Yoksa, kendisine yalvardığı
zaman bunalmışa karşılık verip başındaki sıkıntıyı gideren, yani uzaklaştıran,
MUZTARR, Hastalık veya diğer bir şiddet ve ihtiyaç ile sıkışan, bunalan çaresiz
demektir. Burada kastedilen cinstir. Bu sebepten her sıkılanın duasını kabul
etmek gerekmez. "O dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır" (En'âm,
6/41) gibi dilemesiyle kayıtlıdır. Bununla birlikte çoğu zaman şiddetli ihtiyaç
halinde duanın kabul olunacağına işaret, hatta vaad, yani söz verme de var,
demektir. Çünkü sıkışma halinde ihlâs ortaya çıkar. Nice imansızların imana
geldikleri görülür. Ve sizi yer yüzünün halifeleri kılan mı? Yeryüzünün
halifeleri, yeryüzünde geçmişlerin yerlerine kalanlar, demek olursa da, ilâhî
hükümlerin yerine getirilmesi kendilerine emredilmiş hilafet sahipleri, yani
yeryüzünün hükümdarları mânâsına olması da uygundur. Sıkıntıda bulunanın duası
ile kötülüğün kaldırılmasına işaret edilmiş olması da ancak bununla uygun olur.
Ve o halde bu cümle müminlere daha ta İslâm'ın başlangıcında geleceğin İslâmî
hakimiyetini vaad eden büyük bir müjdeyi ifade eder. Sûrenin başındaki "Müminler
için hidayet rehberi ve müjdedir" (Neml, 27/2) müjdesi ile, Davud ve Süleyman
kıssasının burada zikredildiğine göre de bu mânâya olduğu belli demektir. Önceki
âyetle de sılalar diye geçmiş zaman kipi ile getirilmiş iken, buradan itibaren
değiştirilerek muzârî, yani şimdiki ve gelecek zaman kipi kullanılması da Hz.
Muhammed'in peygamberliği ile vaad edilen durumların değiştiğini göstermesi
yönünden bu mânâya açık bir delildir. Bunun için kipi koruyarak bunu şöyle
tercüme etmek daha uygun olacaktır. "Ve sizi yeryüzünün halifesi yapacak olan mı
hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var, Allah ile beraber?
Ne kadar kıt düşünüyorsunuz! Bu âyet, biri kişisel nefis, biri de toplumsal
nefis ile ilgili iki nefsî âyet hatırlattığından burada tezekkür denilmiştir.
63- Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde yol gösteren ve rahmetinin
(yağmurun) önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi hayırlıdır, onların
ortak koştukları mı? Bu âyette kara ve deniz yolculuklarında cihad ile İslâm
fetihlerinin ilerleyeceği haber veriliyor. Ve Hak rızasını takip ederek fiilen
birlik ile neticelenecek olan farklı fikir ve görüş akımlarının "Ümmetimin
ihtilafı geniş bir rahmettir" hadisinin açıkladığı üzere bir rahmet müjdecisi
olduğuna da işaret edilmiştir. Bir tanrı mı var Allah ile beraber çok yücedir,
münezzehtir Allah onların ortak koştuklarından. Beşinci defa bu, bir de hem
objektif yai nesnel, hem subjektif yani öznel delili içinde bulunduran şu âyet
ile tekid ve ifade buyuruluyor:
64- Yoksa, önce yaratan sonra yaratmayı tekrar eden, döndürüp yine yaratacak,
dünyaya bir de ahiret yapacak olan ve size gökten ve yerden rızık veren mi
hayırlı, onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var Allah ile beraber? Yani
bir tanrı daha olsa idi, ilk defa yaratma başlayamazdı, iki kudret bir birine
mani olur, aralarında çatışma çıkardı. Biri galip gelse, mağlub olan ilâh
olamaz, gelmese hiçbiri ilâh olamaz, bir şey yaratılmazdı ve şu görülen
yaratılış düzeni bulunamaz ve siz yerden ve gökten rızıklanamazdınız. Demek ki,
bu yaratılışı ta başından yapan ve yerden maddî ve manevî rızıklarla
rızıklandıran ve sonra çevirip soracak olan Allah Teâlâ'dan başka tapılacak
hiçbir şey yoktur.
De ki: Haydi (ey müşrikler) getirin delilinizi eğer doğrulardansanız, yani şirk
davanızda doğru iseniz, gerçekte Allah'tan başka tapılacak mabudlar bulunduğuna
bir deliliniz olması gerekir, getirin görelim, fakat ne mümkün?
65- Ey Resul! De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar
ne zaman tekrar diriltileceklerini de bilmezler
66- fakat ahiret hakkında bilgileri onlara ardarda gelmektedir.
"İDDARAKE" aslında tedarekedir. Tedarük, ardı ardına yetişip ulanmak, diğer bir
ifade ile aralıksız bir biri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelip katılmak, ara
vermeden gelmek, demektir. Buna şöyle de mânâ verilmiştir: "Belki ilimleri
ahirette arkalarından ard arda yetişmektedir" Bu şekilde "iddareke" ye müteallık
olur. Fakat ilim, malumat mânâsına, ondan hal olarak şu mânâ bizce daha
uygundur: "Yeniden dirilmenin hangi saatte olacağını bilemezlerse de, esas
yönüyle ahiretin olacağına dair kendilerine peygamberler vasıtasıyla ve
hadiselerin oluşumu ile ardı ardına bilgi verilmekte, bilgiye ait sebepler
olgunlaşmaktadır. Fakat onlar bundan şüphe etmektedirler, bir türlü inanamaz,
ikna olamazlar. Daha doğrusu onlar, bundan yana kördürler, ahirete ait delilleri
görmezler, görmek istemezler. Bak ne diyorlar: