23-MÜ'MİNUN:
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحاً إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ أَفَلَا تَتَّقُونَ {23} فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ {24} إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهِ حَتَّى حِينٍ {25} قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ {26} فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاء أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ فَاسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ {27}
سورة المؤمنون (23) ص 344
فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ {28} وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِي مُنزَلاً مُّبَارَكاً وَأَنتَ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ {29} إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ {30}
Meâl-i Şerifi
23- And olsun biz, Nûh'u kavmine gönderdik. "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?"
24- Bunun üzerine, kavminin içinden kâfir kodaman topluluğu "Bu, dediler, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık."
25- "Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar ona katlanıp (durumu) gözetleyin bakalım."
26- Nuh: "Rabbim! dedi, beni yalana çıkarmalarına karşı bana yardım et!"
27- Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Bizim nezaretimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır!
28- Sen, yanındakilerle beraber gemiye yerleştiğinde: "Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun" de.
29- Ve de ki: "Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen, konuklatanların en hayırlısısın."
30- Şüphesiz bunda sizin için birtakım ibretler vardır. Çünkü biz, kullarımızı böyle denemişizdir.
23- And olsun ki biz Nuh'u kavmine peygamberlikle gönderdik. A'râf Sûresi'nde (7/59-64) Hûd Sûresi'nde (11/36-49) ve Nûh Sûresi'nde Hz. Nûh'un peygamberliği ve nasıl hakka davet ettiği hakkında daha bazı geniş açıklama vardır. Bazı sûrelerde de daha kısa ve özlü bir şekilde hatırlatma ve işaretler yapılmıştır ki, bunlar aynı kıssanın sadece bir tekrarı değil, aynı konu üzerinde başka başka birer yönün açıklanmasıyla, ayrı ayrı faydalar içeren çeşitli açıklamalardır. Mesela burada gemi nimetinin kaynağı ve faydası hususunda peygamberlik meselesinin önemli bir noktasını açıklığa kavuşturma vardır.
Gerçekte yarattığından habersiz olmayan Allah, Nuh'u kavmine peygamber gönderdi de Nûh o peygamberlikle dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Size O'ndan başka hiç ilâh yoktur artık korunmaz mısınız? Yani Allah'ı tanımadığınız ve vahdaniyetle ibadet etmediğinizden dolayı başınıza gelecek olan büyük bir günün azabından kendinizi korumaz mısınız? Zira diğer sûrelerde geçtiği üzere "Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum" (Arâf, 7/59) diye bildirmişti.
24- Bunun üzerine kavminden küfreden topluluk, yani göz dolduran kodamanlar gürûhu peygamberliği inkâr ederek halka karşı dedi ki : Bu ancak sizin gibi bir insan, üzerinize üstün ve hakim olmak istiyor. Yani insanlık özelliği yönünden sizden hiçbir farkı, fazla bir özelliği ve üstünlüğü olmadığı halde, peygamberlik davası ile sizin üzerinize çıkmak, başınıza geçmek istiyor. Bu sözde iki mânâ gözetilebilir:
Birincisi: Adı geçen peygamberde normal insanlardan fazla bir meziyyyet ve fazilet bulunmadığı iddiasıyla onu âdî bir şahıs ve ehliyetsiz bir ihtiras sahibi gibi göstermeye çalışmak ve bu şekilde onu sıkıntılandırmaktır ki, dünyalık mevki peşinde koşan hırslı ve hasetçi kimselerin çoğunlukla ehliyet ve hak sahipleri kişilere karşı âdetleridir.
İkincisi: Peygamberlik davasını
bütün insanlığın üzerine çıkmak gibi fazla bir iddia zannetmek. Peygamberliği
beşer cinsinde bulunması mümkün olmayan bir fazilet davası şeklinde göstermektir
ki, Allah Teâlâ'yı yaratıklardan habersiz bir tabiat gibi zanneden Muattıla'nın
veya Allah'ın mücerred ruhânilerden başkasına tebliğatta bulunamayacağını
zanneden Sabiîlerin zanlarıdır. Onun için peygamber denildiği zaman böyleleri
onda insan üstü bir özellik bulunması, yani insan cinsinin en yüksek bir
ferdinde bile bulunmayan sırf ilâhî bir cevher ve kimlik bulunması gereğini
iddia ederler. Hıristiyanların Hz. İsa'da ilâhî bir cevher bulunduğunu iddiaya
kalkışmaları ve hatta Nastûrîlerin, biri ilâhlık biri insanlık diye iki cevher
kabul etmelerine bile razı olmamaları o iddiaya mağlubiyetlerinin bir
neticesidir. Zamanımızda birtakım Avrupalı yazarların Hz. Muhammed'in
peygamberliğini inkâr yönünde "Şüphe yok ki Hz. Muhammed, olağanüstü bir beşer,
pek büyük bir zat, fakat insanlık üstü bir vücut değil, bunun kendisi de
söylüyor 'Ben de sizin gibi ancak bir beşerim'
İsrâ Sûresi'nde geçtiği gibi Resulullah'a karşı Kureyş müşriklerinin bir kısmı da bu safsatayı ileri sürmüşlerdi. Buna karşı burada bunun yanlış kaynağının yüce yaratıcıyı, yarattıklarından habersiz zannetmek küfrü olduğu ve Nûh'tan İsa'ya kadar gelen büyük peygamberlere karşı kâfirlerin de hep bunu söyleyegeldikleri ve ilmen iknâ olmak istemeyen bütün o kâfirlerin sonunda peygamberliğin doğruluğu karşısında fiilen yok oldukları anlatılmıştır. Yani Nûh'un peygamberliğine karşı kavminin kodaman kâfirleri demişti ki: "Bu ne olursa olsun sizin gibi bir beşerden başka bir şey değil, böyle iken insanlığın üzerine çıkmak insanlıktan daha yüksek olmak istiyor. Allah'tan peygamberlik dava ediyor, insandan Resul mü olur?" Gerçi âyetten ilk bakışta önceki mânâ hemen akla gelir Fakat daha sonra gelen bölümüne dikkat edilince de ikinci mânâ; yani insanın peygamberliğinin inkârı mânâsı daha açık görünür. Çünkü o kâfirler bunun arkasından şöyle delil getirmeye çalışıyorlar:
Ve eğer Allah dileseydi elbette melâike indirirdi.Yani Allah insanlara elçi göndermek isteseydi yerdeki insandan değil, elbette gökyüzünden melekleri elçi yapar indirirdi de herkes ondan Allah'ın tebliğatını kendi alırdı. Buna "elbette" demeleri iki görüş açısındandır. Bir kere batıl zanlarında Allah'ın beşerden birine tebliğat yapıp peygamberlik nimeti vermesini mümkün görmüyorlar. Allah, doğrudan doğruya cisim sahibi olanlara tesir edemez, zannediyorlar. Halbuki bu şekildeki istidlâlde bir "müsâdere ale'l-matlûb" fesâdı (bir şeyi yine kendisiyle delil göstermeye kalkışma yanılgısı) vardır. Yani delil davanın aynıdır. Bir de tabiat ve vücup bakış noktasına tutunarak demiş oluyorlar ki, eğer bazı kimselere melekleri indirmiş ise her ferde indirmesi gerekirdi, çünkü tabiat küllîdir. Bu yanlış zan da Allah'ın mutlak yaratıcı olduğunu inkârdır.
İbrahim Sûresi'nde geçtiği üzere bu gibilere karşı peygamberler: "Evet biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lutfeder" (İbrahim, 14/11) diye cevap vermişlerdi ki, burada da: "Biz yaratmaktan gâfil değiliz" (Müminûn, 23/17) âyetiyle o yanlış zanları kökünden reddedilmiş ve nitekim En'âm Sûresi'nde "Allah elçiliği kime vereceğini daha iyi bilir" (En'âm, 6/124) buyurulmuştur. Fakat Allah'ın ilim ve iradesini bilmeyen ve kafaları tabiat, âdet ve taklitlerle devamlı dolmuş olan kâfirler dediler ki biz önceki atalarımızdan bunu işitmedik. Yani Nûh'un dediğini, Allah'tan başka ilâh yoktur, kelâmını işitmemişler, yahut bazılarının sözüne göre Nûh gibi peygamberlik iddia edeni işitmemişler, cehaletleri o kadar uzamış ki, peygamber cinsini duymamışlar. Bununla beraber bizce bunun melâike indirilmesine işaret olması ihtimali de vardır ki, melâike indirildiğini hiç işitmedik demiş olurlar. Ve bu mânâ, gösterdikleri bahanelerin çürüklüğünü anlatmış olması sebebiyle âyetin ahengine daha uygun gelir.
25-İşte o kâfirler, insanın peygamberliğini, böyle inkâr ederek büyük peygamberlerden bir peygamber olan Nûh'u hiçbir fazilete sahip olmayan basit bir hırslı iddiacı gibi göstermekle kalmayıp daha ileri gittiler de halka karşı dediler ki, Bu yalnız kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Yani acaib bir deli veya cin tutmuş, öyle ise onu, bir süreye kadar gözetiniz bakalım, belki açılır.
26-30-ihayet bunlara karşı Nûh, ne dedi bakınız: Rabbim, dedi, beni yalancı saymalarına karşı bana yardım et. O nasihat dinlemeyen, bilimsel ve sözlü cevaplarla yola gelmek ihtimali olma yan kâfirlere karşı fiilen başarı ile doğruluğunun ortaya çıkarılmasını Rabbından dua etti ki, bu dua, Allah Teâlâ'yı, yarattıklarından gafil sanan o kâfirlerin yok olması demekti. Anlamalı ki, bir peygamberin kavmi aleyhindeki duası ne korkunç şeydir. Yüce Allah ise çok yakın ve duaları kabul edicidir. Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: "Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde o gemiyi yap..."