17-İSRA:

إِنَّ هَـذَا الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْراً كَبِيراً {9} وأَنَّ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً {10} وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً {11} وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا آيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلاً {12} وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَاباً يَلْقَاهُ مَنشُوراً {13} اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيباً {14} مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً {15} وَإِذَا أَرَدْنَا أَن نُّهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُواْ فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيراً {16} وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِن بَعْدِ نُوحٍ وَكَفَى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرَاً بَصِيراً {17}‏

سورة الإسراء (17) ص 284

مَّن كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاء لِمَن نُّرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلاهَا مَذْمُوماً مَّدْحُوراً {18} وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُوراً {19} كُلاًّ نُّمِدُّ هَـؤُلاء وَهَـؤُلاء مِنْ عَطَاء رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاء رَبِّكَ مَحْظُوراً {20} انظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَلَلآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلاً {21} لاَّ تَجْعَل مَعَ اللّهِ إِلَـهاً آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَّخْذُولاً {22}

Meâl-i Şerifi

Şimdi o yakın olan rahmet nerededir, diyecek olurlarsa, işte:

9- Şüphesiz ki bu Kur'ân, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.

10- Ahirete inanmayanlara da can yakıcı bir azab hazırlamışızdır.

11- İnsan, hayrın gelmesine dua ettiği gibi kötülüğün gelmesine de dua eder. İnsan pek acelecidir.

12- Biz geceyi ve gündüzü varlığımıza delalet eden birer delil kıldık. Sonra Rabbinizden bir lütuf aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine) eşyayı aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi uzun uzadıya anlattık.

13- Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız.

14- "Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!" deriz.

15- Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü çekmez. Biz bir Peygamber göndermedikçe, hiç kimseye azab edecek değiliz.

16- Biz bir ülkeyi yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına emrederiz, onlar itaat etmeyip orada kötülük işlerler. Böylece, o ülke helaka müstahak olur, biz de onu yerle bir ederiz.

17- Hem Nuh'tan sonra nice nesilleri helak ettik. Kullarının günahlarını bilmek ve görmekte Rabbin yeter.

18- Her kim peşin isterse, dünyada ona, istediğimiz kimseye, dilediğimiz kadarını peşin veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız; kınanmış ve (rahmetimizden) kovulmuş olarak oraya girer.

19- Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.

20- Hepsine; (dünyayı isteyenlere de, ahireti isteyenlere de) Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.

21- Bak! Onların bir kısmını diğerine nasıl üstün kıldık! Elbette ahiret, hem dereceler bakımından daha büyüktür, hem de üstünlük bakımından daha büyüktür.

22- Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.

9-10- Gerçekten işte bu Kur'ân en doğru, en sağlam yola irşad eder ve salih amelleri, yani Kur'ân'da açıklanan iyi işleri yapan müminleri müjdeler ki: Kendileri için büyük bir mükafat muhakkak vardır. Ahirete inanmayanlara da çok acı bir azab hazırladığımız gerçektir. Şu halde buna karşı insanların yapacağı şey, iman ile iyi amelleri işleyip o büyük mükafatı istemek ve o acı azabdan korunmaktır. Fakat:

11- İnsan hayra dua eder gibi, şerre de dua eder veya şerri davet eder. Sanki o büyük mükafata dua ediyormuş gibi, o acıklı azaba dua eder. Veya yaptıkları ile o azabı davet eder. Bunun sebebi de şudur: İnsan pek acelecidir. Sonra olacak şeyin vaktinden önce hemen olmasını ister. Sabır ve tahammül zoruna gider de iman ile yararlı işlerden önceye alarak o büyük mükafatı isteyecek yerde, acelesinden imansızlar hakkında hazırlanmış olan çok acı azaba dua eder. Onun bir an önce hemen yerine getirilmesini bir iyilik ister gibi ister ve bu şekilde kendisine kötülüğü davet etmiş olur. Çünkü bir şeyin vaktinden önce acele, olarak gerçekleşmesini isteyen kimse, o şeyden mahrum edilmekle azarlanır. Bundan dolayı müminler, kötülüğe dua etmemeli, sabır ve ihtiyat ile hayra dua etmeli ve yararlı işleri yapmaya teşebbüs ile hayra davet etmelidir.

İnsanın çok aceleci olması bir de şu mânâyı kapsar: İnsan peşincidir. Veresiyeden daha fazla peşine heves eder. Ahireti, dünyada görmek ister. Onun için insanların birçoğu ahireti bırakır da dünyayı ister. O büyük ücrete önem vermez, o acıklı azabı hesaba almaz. Ve bu şekilde kendisine hayır istiyormuş gibi kötülüğü davet eder. Ki bu mânâ biraz sonra (17/18) âyeti ile açıklanacaktır. Özetle her kişisinde veya bütün durumlarında değil, cinsi itibarı ile veya bazı durumlarda insan çok acelecidir. Ve acelesinden iyilik ve kötülüğü birbirinden ayırmaz, sonunu gözetmez. Zaman âyetlerini hesaba almaz da kendine iyiliği davet ediyormuş gibi bir tehlike ile kötülüğü davet eder.

12- Halbuki biz gece ve gündüzü iki âyet yaptık. Gece ve gündüz denilen iki alâmet ki değişme ve birbirini takip etmekle zamanın akışına ölçü ve onun üzerinde hüküm ve tasarruf icra eden Allah'ın kudretinden birer nişanedirler. Bunları yaparken gece âyetini sildik. Bu nazım, ihtibâk sanatı cinsinden bir icaz ile şu mânâya işaret eder ki, gece ve gündüzün kendilerini iki âyet yaparken, her biri için de birer âyet yaptık ve bunun için gece âyetini sildik. "Gündüz âyetini gösterici kıldık." Gece âyeti karanlık veya ay, gündüz âyeti de ışık veya güneştir. Fakat burada gece âyeti, karanlık ile tefsir edilecek olursa; karanlığın silinmesi, gündüz âyetinin mânâsı demek olacağından bu fıkra, ikincisinden fazla bir fayda ifade etmemiş olacaktır. Şu halde gece âyetinden maksadın ay olması ve karanlığın bunun mahvedilmesinden anlaşılması daha açıktır. O halde ayın mahvedilmesinden maksat nedir? İbnü Abbas demiştir ki: "Gece âyeti olan ay, güneş gibi aydınlatıcı idi, aydınlığı mahvedildi ve ayın yüzündeki karaltı o mahvın izidir." İbnü Ebi Hâtem'in rivayet ettiğine göre, Muhammed b. Ka'b-ı Kurazî demiştir ki: Gece bir güneş, gündüz de bir güneş vardı. Gece güneşi mahvedildi ve işte aydaki silinti odur." Delâilü'n-Nübüvve'de Beyhaki ve İbnü Asâkir, Saîd-i Makbürî'den şöyle rivayet etmişlerdir ki: "Abdullah b. Selam, Peygamber (s.a.v) den aydaki karaltıyı sordu. Resulullah dedi ki: 'İkisi de güneş idi, yüce Allah "Biz gece ve gündüzü iki Ayet kıldık ve gece âyetini sildik" buyurdu. Şimdi gördüğün karaltı o silintidir." Bunlar, gibi daha diğer izler de vardır. Demek ki ay önce güneş gibi aydınlatıcı olarak yaratılmıştı, o da bir güneş demekti. Ve o halde güneş gibi ısısı da vardı. Sonra yüce Allah o güneşi sildi, yani söndürdü ve böylece şimdi bildiğimiz gece âyeti olan ay meydana geldi. Şu halde gerek ayın yüzündeki karaltı ve gerek aksettirdiği ışığının büyüyüp küçülmesi ve nihayet kamerî ayın son üç gününde kaybolup yeni bir hilâl olarak ortaya çıkması, o silmenin bir eseri ve neticesidir. Ayın nuru kendiliğinden olmayıp güneşten elde edildiği, eskiden beri astronomi ilmi bilginlerince bilinirse de ayın, önceleri güneş gibi aydınlatıcı iken, sonradan böyle mahvedilip sönmüş olduğu bilinmiyordu. Kur'ân'ın bildirmiş olduğu bu gerçeği nihayet zamanımız bilim adamları almış kabul etmiş ve bu günkü bilimsel düşüncelerini bu temel üzerine takip etmekte bulunmuşlardır. Gök cisimlerinin meydana gelme şekilleriyle ilgili teorilere yol açmış olan bu ayın silinmesi meselesi, bilimsel açıdan çok önem taşıdığı gibi, dini açıdan da öyledir. Çünkü kıyamet hallerinden "Güneş dürülüp söndürüldüğü zaman, yıldızlar kararıp düştüğü zaman..." (Tekvîr, 81/1-2) âyetleri ile bildirilen güneşin dürülüp söndürülmesi, yıldızların kararıp düşmesi hadiselerinin düşünülüp tasdik edilmesini önceden bir misal ile ibret bakışına sunmaktır. Kıyamet ve ahireti hesaba aldırmak için, zamanın değişim seyrini mütalaa ettirmek hikmetiyle gece ve gündüz âyetlerini söz konusu eden bu âyetin gelişi de özellikle bu ibret ile ilgilidir. Böylece buyuruluyor ki, gece âyetini mahvettik ve gündüz âyetini bir gösterici kıldık. Yani güneşi, gözü olanlara herşeyi görecek bir görme vasıtası olan ışık ile parlak yaptık ve mahvetmedik ki Rabbinizden lütuf isteyesiniz. Bu hitabın insan cinsine yönelik olduğu dikkate alınırsa bundan anlaşılır ki, yer üzerinde insan cinsi ayın silinmesinden sonra yaratılmış ve gece ile gündüzün birbirinden ayrılması insan hayatının feyiz sebeplerinden birisi olmuştur. Bu şekilde mânâ şöyle olur: Bunların böyle yapılması şu hikmetler içindir ki siz, hayata mazhar olup görüş ve düşünce sahibi insanlar olasınız da bunları yapan ve sizi yetiştiren Rabbinizin büyüklüğünü anlayarak çalışsanız; fakat kötülük ve noksanlık için değil, O'nun lütuf ve kereminden hayırlı kazanç ve ilerleme istemek için çalışasınız ve yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Geceleriyle ve gündüzleriyle, aylarıyla ve yıllarıyla zamanı ölçüp önünü sonunu, dünyayı ve ahireti hesap edesiniz ve dünyaya güvenip ahiretteki hesabı unutmayasınız diye, bunları böyle yaptık. Ve her şeyi geniş olarak açıkladık. Yani yaratılış âleminde her şeyi ayırd edip gündüz âyeti ile gösterdiğimiz gibi, Kur'ân'da da din ve dünyanızla, iyilik ve kötülüğünüzle ilgili her şeyi âyetleri ile açıkladık; bu şekilde Kur'ân, gündüz âyeti gibidir. Bunun karşısında önceki kitaplar ise, mahvedilmiş gece âyeti gibi neshedilmiştir.

13-Bu geniş açıklama cümlesinden olmak üzere: Her insanın da amelini kendi boynuna taktık. Yani şans ve kaderini, gayb âleminden uçup gelecek olan iyi veya kötü nasibini kendi zimmetine bağladık. Sorumluluğu kendi istek ve ameline tahsis ettik veyahut vebalini kendi nefsine bağladık. Ve ona kıyamet gününde bir kitap, amellerini kaydeden ve hesabını gösteren bir defter çıkaracağız ki, o kitap açık olarak, veyahut neşrolunarak ona şöyle çatacak: Kitabını oku! Bugün hesap görme bakımından sen kendine yetersin. Onun için insan, dünyada da her gün kendini okumalı, hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz." buyurulmuştur.

14-Bu geniş açıklama cümlesinden olmak üzere: Her insanın da amelini kendi boynuna taktık. Yani şans ve kaderini, gayb âleminden uçup gelecek olan iyi veya kötü nasibini kendi zimmetine bağladık. Sorumluluğu kendi istek ve ameline tahsis ettik veyahut vebalini kendi nefsine bağladık. Ve ona kıyamet gününde bir kitap, amellerini kaydeden ve hesabını gösteren bir defter çıkaracağız ki, o kitap açık olarak, veyahut neşrolunarak ona şöyle çatacak: Kitabını oku! Bugün hesap görme bakımından sen kendine yetersin. Onun için insan, dünyada da her gün kendini okumalı, hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz." buyurulmuştur.

15-Böyle her insanın amelinin kendi boynuna takılmasının mânâsının özü daha fazla açıklanarak buyuruluyor ki: "Kim doğru yola gelirse, sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar..." İyi amma herkes hidayet ve sapıklığı nasıl belirlesin, denecek olursa, bu varsayılan soruya cevap olarak buyuruluyor ki: Biz bir peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz. Peygamber gönderilince de hidayet ve sapıklık tebliğ edilmiş olur. Fakat onu kabul edip etmemek herkesin kendi boynuna, kendi iradesine bağlıdır.

16- Böylece herkesin amellerinin kendi boynuna takılmış olması, her insanın yalnız kendi boynundaki vebali ile sorumlu tutulması, yalnız kişilere mahsus olmayıp her topluluğun yıkımının da kendi içinden, kendi boynuna geçirilen baykuşlarından ileri geldiğini anlatmak için de buyuruluyor ki: "Biz bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman varlıklı kimselerine (itaat) emrederiz de onlar kötülük işlerler. Böylece orası azabı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz."

17- Böylece herkesin amellerinin kendi boynuna takılmış olması, her insanın yalnız kendi boynundaki vebali ile sorumlu tutulması, yalnız kişilere mahsus olmayıp her topluluğun yıkımının da kendi içinden, kendi boynuna geçirilen baykuşlarından ileri geldiğini anlatmak için de buyuruluyor ki: "Biz bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman varlıklı kimselerine (itaat) emrederiz de onlar kötülük işlerler. Böylece orası azabı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz."

18- Kim geçici dünya hayatını isterse, yani dünya için çalışır, amelinin mükafatını bu dünya hayatında almak isterse ona burada, bu dünyada peşin veririz. Fakat eşit olarak herkese istediği kadar değil istediğimiz kimseye dileyeceğimiz kadar. Çünkü herhangi bir amelin değeri, çalışanın istediği ile değil, çalıştıranın kabul etmesi ile belirlenir. Bununla birlikte: "Kim dünya hayatını ve onun süslerini isterse, Biz onlara dünyada yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez." (Hûd, 11/15) âyeti gereğince hepsinin ameli tam olarak verilir. Hiçbirinin hakkı yenmez. "Sonra da ona cehennemi hazırlarız." İşte çok aceleci olmanın önü hoş gibi görünürse de sonucu böyle korkunçtur.

19- Kim de ahireti diler ve ona iman ederek onun için gerekeni yaparsa. İşte bunların çalışmaları Allah katında makbuldür. Dünya için çalışanlara da, ahiret için çalışanlara da, her ikisine de Rabbinin nimetlerinden veririz.

20- Yani amellerinin karşılığı olarak değil, Rabbine ait olan sonsuz ihsan ve bahşiş olarak yardım ederiz. Ve Rabbinin ihsan ve bahşişi men edilmiş değildir. Peşin karşılığını almak için çalışana da verilir, veresiye çalışanlara da verilir. Bundan dolayı dünya için çalışanlara dünyalıkları verilirken, ahiret için çalışanlar dünyada mahrum edilir zannedilmemelidir.

21- Bak, onların bir kısmını diğer kısmından nasıl üstün kılmışızdır. Her iki kısımdan insanların bu dünyadaki ihsan ve yardım yönüyle derecelerinin ne kadar farklı, dünya menfaatlerindeki oranlarının ne kadar birbirinden üstün olduğu hissedilmektedir. Bu fark ve değişikliğin esası, yalnız yüce Allah'ın bir tercihi ve üstün tutmasıdır ve ancak O'nun iradesinin eseridir. Her insanın kaderi boynuna böyle bağlanmıştır.

Elbette ahiret dereceler bakımından daha büyüktür, faziletçe de daha yüksektir. Bundan dolayı insan acele etmemeli, çalışmasının makbul olması için bütün maksatlarında ahireti tercih etmelidir.

22-Ey insan! Allah ile beraber başka bir ilâh uydurma! Sonra kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın. Allah katında kınanmış olur, kendini kurtaracak hiçbir yardımcı bulamazsın.

Çünkü Allah'a ortak koşmak, çok büyük zulüm, en büyük haksızlıktır. Zalim ise her zaman kınanmış ve netice itibariyle yardımdan mahrum kalmıştır. Halbuki her çalışma ve çaba harcama kuvvete dayanır. En büyük kuvvet ise haktır. Hakkın başı da Allah'ın birliğine inanmaktır. "Allah'ın güç ve kuvvetinden başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur" Ahirete uygun çaba için ilk şart iman olduğundan dolayı, ilk önce imanın birinci rüknü olan tevhidden başlamakla, çalışma ve amelde hareket kanunu, edinilmesi gereken ahlâk ve faydalı amellerin esaslarını tesbit eden ve nihayet yine tevhid işini pekiştirerek Allah'a ortak koşmayı kınayacak olan aşağıdaki emirler ve yasaklar, dikkat ediniz ne güzel hikmetlerdir: