17-İSRA:
قُلِ ادْعُواْ الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِهِ فَلاَ يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنكُمْ وَلاَ تَحْوِيلاً {56} أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً {57} وَإِن مَّن قَرْيَةٍ إِلاَّ نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيَامَةِ أَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَدِيداً كَانَ ذَلِك فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً {58}
سورة الإسراء (17) ص 288
وَمَا مَنَعَنَا أَن نُّرْسِلَ بِالآيَاتِ إِلاَّ أَن كَذَّبَ بِهَا الأَوَّلُونَ وَآتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُواْ بِهَا وَمَا نُرْسِلُ بِالآيَاتِ إِلاَّ تَخْوِيفاً {59} وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلاَّ فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي القُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَاناً كَبِيراً {60}
Meâl-i Şerifi
56- De ki: "Allah'tan başka, ilâh olduğunu sandığınız şeyleri çağırın, size yardım etsinler. Onlar, ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler.
57- Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. Ve O'nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.
58- Hiç bir şehir (halkı) yoktur ki, kıyamet gününden önce biz onu helak etmeyelim, yahut şiddetli bir azab ile azablandırmayalım. Bu, Kitap'ta (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır.
59- Bizi, âyetler (mucizeler) ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona zulmetmişlerdi (deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdi). Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz.
60- Vaktiyle sana şöyle vahyettiğimizi hatırla: "Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır." (İsrâ gecesi) sana açıkça gösterdiğimiz o temâşâyı ve Kur'ân'da lanet edilen ağacı da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Biz onları, korkutuyoruz, fakat bu onlara ancak büyük bir taşkınlıktan başka bir sonuç vermiyor.
58- Buradaki kitaptan maksat Levh-i Mahfuzdur.
59- O âyetlerle (mucizelerle) peygamber göndermekten bizi hiçbir şey alıkoymuş değil, ancak onları öncekiler yalanlamış oldular.
Ve bundan dolayı tamamen imha ve yok edildiler. Âyetler, yani Allah'ın kudretine delalet eden alâmetler üç kısma ayrılır. Bir kısmı herşeyi kapsar.
"Her şeyde onun (Allah'ın) bir âyeti vardır ki, bir olduğuna delalet eden." Âlimlerin düşüncesi bu âyettedir. Bir kısmı gök gürültüsü, güneş tutulması gibi alışılagelmiş âyetlerdir. Cahillerin düşüncesi de bundadır. Bir kısmı olağanüstüdür. Ki peygamberlerin mucizeleri, velilerin kerametleri bu çeşittendir. Mucizeler arasında inadına istek ve ısrar edilen bir kısım vardır ki, bunlara "âyât-ı mukteraha" denilir. Bunlar, gösterildiği zaman (Peygambere) inanmayanlar, Semûd kavmi gibi köklerini kesecek bir azab ile derhal yok edilmişlerdir.
Buradaki belirli bir şeye delalet eden belirleme edatı "lâm-ı ahd" ile, işte bu cinsten "âyât-ı mukteraha"ya işarettir ki, Kureyş müşriklerinin inadına olarak istedikleri âyetler (mucizeler) demektir. Nitekim biraz sonra "Dediler ki: Biz sana asla inanmayız tâ ki bizim için şu yerden bir pınar akıtırsın." (İsrâ, 17/91) diye açıkça ifade edilecektir.
Halbuki biz bu âyetleri ancak korkutmak için gönderiyoruz. Yani ey Muhammed! Sana gönderdiğimiz âyetleri azab ve yok etmek için değil, ahiret azabından korkutmak için gönderiyoruz. Bundan dolayı onların inat ederek istedikleri mucizelerin gönderilmemesi Allah'ın kudretine karşı bir engel bulunduğundan dolayı değil, Hz. Muhammed'in ümmeti hakkında Semûd kavmi gibi hepsinin kökünü kesecek bir azab Allah'ın maksadı olmadığından dolayıdır.
Bu âyetin iniş sebebinde İbnü Abbas'tan yapılan rivayete göre, Mekke halkı Safa tepesinin altın yapılmasını ve Mekke etrafındaki dağların ortadan kaldırılıp ekilebilir bir arazi haline getirilmesini istemişlerdi. Resulullah (s.a.v) bunu yüce Allah'tan dileyince buyuruldu ki: "İstersen yaparım. Fakat şu şartla: Eğer dinden çıkarlarsa önceki kavimler gibi onları da yok ederim." Bunun üzerine: Ya Rabbi! bunu yapmanı istemem. Sabır dilerim." dedi. Ve bunun üzerine bu âyet indirildi. Bu rivayeti, Ahmed b. Hanbel, Nesaî, Hakim, Taberânî ve diğer muhaddisler rivayet etmişlerdir.
60-Buna karşı belki bunlar, (daha sonra) Peygamberi yalanlamazlardı gibi bir ihtimalin hatıra gelmemesi için buyuruluyor ki; Hani hatırlarsın ya, biz sana: Hiç şüphe yok ki Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır demiştik. Yani ilmi ile insanları kuşatmıştır. "Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir." (İsrâ, 17/55) buyurulduğu üzere hepsinin içini, dışını, önünü, sonunu tamamen bilir. Bundan dolayı istedikleri mucizeler gönderildiği takdirde, önceki insanlar gibi bunların da Peygambere inanmayacaklarını Allah bilir. Her insanın amelini veya kaderini boynuna bağlayan O'dur. Bir de onların Peygamberi yalanlayacakları şu delilden hareketle de anlaşılır:
Baksana: Biz, Mirac gecesi o sana gösterdiğimiz manzaraları, ancak insanları imtihan etmek için sana gösterdik. Rüyayı, bazıları Fetih Sûresi'nde gelecek olan Mekke fethi rüyası, bazıları da Bedir'de müşriklerin ileri gelenlerinden her birinin yıkılacakları yerleri gösteren Bedir'le ilgili rüyadır, demişlerdir. Fakat bu âyet, Mekke'de indiğinden dolayı Medine'de olan o rüyalarla yorumlanması uygun olamaz. Doğru olan görüş, âlimlerin çoğunun açıkladığına göre, bu gösterme ve görmenin, sûrenin başında geçen İsra âyetindeki "Ona âyetlerimizi göstermek için" görmesine işaret olmasıdır. Çünkü orada uzun uzadıya açıklandığı gibi bu olağanüstü Mirac olayı üzerine o müşrikler iman etmek şöyle dursun, iman edenlerden bazılarının bile dinden çıkması gibi büyük bir fitne olmuşlardı. Burada rüya olarak ifade edildiğinden dolayı Mirac'ın uykuda meydana gelen bir rüya olduğunu zannedenler olmuşsa da bu da doğru değildir. Çünkü uykuda görülen rüyada şuraya buraya gitmek, göklere çıkmak herkesin başına gelebilir. Ve açıkça biliniyor ki, böyle bir rüya gördüğünü söyleyen kimseye karşı çıkarak onun bu rüyasını kabul etmemekle de hücum edilmez. Eğer Mirac uykuda görülen bir rüyadan ibaret olsa idi, onun bir fitne yapılmasının anlamı olmazdı. Doğrusu rüya aslında vezninde masdardır. Örfe göre uyku halinde görülen şeylere isim olmuşsa da aslında mânâsı, görmektir, görmek demektir. Bu âyette de bu esas mânâsı üzerine söylenmiştir. Ancak burada buna rü'yet (görmek) denilmeyip de rüya denilmesinin nüktesini düşünmek gerekir. Bunda üç görüş vardır: Birincisi, bu görme geceleyin meydana gelmiş bir görmedir. İkincisi, bu anlatıldığı zaman müşrikler, sen bir rüya görmüşsün demişler. Üçüncüsü, Mirac hadislerinde görüldüğü üzere, o geceki görmeler arasında rüyadaki gibi örnek olarak gösterilmiş kısım da vardı. Mesela cennet ve cehennemi açıkça görürken içlerindeki bütün cennetlikleri ve cehennemlikleri de görmüştü. Halbuki bunların birçoğu henüz dünyaya bile gelmemiş olduklarından bunların, olmadan önce kendilerine benzeyen şekilleriyle görülmüş oldukları anlaşılır. Öyle ise mânânın özeti şu olur: İsrâ gecesi sana gerçekten bizim gösterdiğimiz o Mirac görüşü âyetlerimizden en büyük bir âyet olduğu halde, biz onu inat ederek âyet (mucize) istemekte olan o insanlar için sırf bir fitne ve imtihan vesilesi yaptık. Gösterilen olağanüstü alâmetlere rağmen inanmadılar da inadına yalanladılar. Bundan dolayı Rabbinin bildiği gibi, bu imtihan ile de anlaşılır ki, hangi âyet gösterilse yalanlayacaklardır.
Kur'ân'da lanet edilmiş olan ağacı da, aynı şekilde onlar için bir fitne (vesilesi) kıldık. Bu lanetlenmiş ağaçtan maksat, Buharî ve diğer hadis kitaplarında rivayet olunduğu üzere zakkum ağacıdır. Ki Sâffât Sûresi'nde: "Yoksa zakkum ağacı mı? Biz o ağacı zalimler için bir fitne (vesilesi) yaptık O, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Onlar, ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklar. Sonra üzerine kaynar su katılmış bir içki, şüphesiz onlar içindir" (Sâffât, 37/62-67); Duhân Sûresi'nde: "Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. Pota gibi karınlarında kaynar. Sıcak suyun kaynaması gibi." (Duhân, 44642-46); Vâkıa Sûresi'nde: "Sonra siz ey doğru yolu kaybetmiş yalanlayıcılar! Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı dolduracaksınız. Onun üzerine de kaynar su içeceksiniz." (Vâkıa, 56/51-54) buyurulmuştur. Rivayet ediliyor ki, bu âyetler indiği zaman Ebu Cehil demiş ki: " Muhammed sizi öyle bir ateşle korkutuyor ki, taşları yakarmış. Sonra da diyor ki o ateşte ağaç biter!" İbnü'z-Ziba'ra da: "Biz zakkum diye ancak hurma ile kaymağı tanırız" demiş. Bunun üzerine Ebu Cehil cariyesine emredip hurma ve kaymak hazırlatmış ve arkadaşlarına: "haydi zakkumlanın!" demiş ve bunun üzerine zakkuma aşık olup İslâmiyet'ten çıkanlar olmuştu. Bu beyinsizler, deve kuşunun köz ve kızgın demir yuttuğunu ve yeşil ağaçta ateş gizlendiğini gördükleri halde, bunları yapan Allah'ın kudretinin ateşin kökünden cehennemin dibinden çıkaracağı ağacı inkâr etmek ve küçümsemekle ne kötü aldanmışlardı. Bu lanetlenmiş ağaç hakkında birkaç söz daha söylenmiş ise de en güvenilir ve en doğru görüşe göre zakkum ağacı olmasıdır. Bunun bu şekilde bu âyetin sonunda zikredilmesi ise, İsrâ'yı yalanlayan o inatçıların lanete hayranlıklarına işaret eden dehşetli bir uyarıdır. Nitekim buyuruluyor ki ve biz onları korkutuyoruz da o korkutma onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey artırmıyor. Neden mi?