15-HİCR:

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلاَّ بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ {85} إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ {86} وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعاً مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ {87} لاَ تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجاً مِّنْهُمْ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ {88} وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ {89} كَمَا أَنزَلْنَا عَلَى المُقْتَسِمِينَ {90}

سورة الحجر (15) ص 267

الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ {91} فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِيْنَ {92} عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ {93}

Meâl-i Şerifi

85- Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları ancak hak ve hikmetle yarattık ve elbette ki, kıyamet kopacaktır. (Ey Peygamber!) Şimdi sen onlara yumuşak davran ve güzel muamele et.

86- Şüphesiz Rabbin kemaliyle yaratandır ve iyi bilendir.

87- Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı) ve yüce Kur'ân'ı verdik.

88- Sakın o kâfirlerden birtakımlarına verip de kendilerini zevklendirdiğimiz şeye (mal ve servete) heveslenip göz dikeyim deme. Onlardan dolayı üzülme. Müminlere merhamet kanatlarını indir.

89- De ki: "Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım."

90- (İnanmazsanız başınıza) tıpkı o taksimcilere (yahudi ve hıristiyanlara) indirdiğimiz azap gibi (bir azab inecektir).

91- Onlar, Kur'ân'ın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayarak onu kısım kısım böldüler.

92-93- Rabbin hakkı için biz, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz.

85- Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları ancak hak ile yarattık. Batıl ve boş yere değil, haksızlıkla da değil, Hak Teâlâ tarafından yerli yerinde yaratılmıştır.

Hepsi adalet ve hak ile ayaktadır ve özel haklara sahiptir. Ve bütün bu hakların korunması Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Onun için hak ve hukuk tanımayan, hakkın âyetlerini inkâr eden haksızların yok edilmesi ve onlara hak ettikleri cezayı vermek ile sorumlu tutulması bütün kâinatın genel hukukunun gereklerinden bir hak ve hakkı iptal etmek için harcanan kazançların hakkı da bâtıl ve heder olmasıdır.

Ve kıyamet mutlaka kopacaktır. Seni yalanlayanların Allah o vakit cezalarını verecektir. Ey Hak Peygamberi bundan dolayı sen şimdi onlara güzel muamele et, güzel bir şekilde onlardan yüz çevir, onlara aldırma, cezalarında acele etmeyip eziyetlerine sabrederek yumuşaklıkla muamele et.

86- Şüphesiz ki senin Rabbin tek yaratıcıdır. Seni ve onları ve diğer varlıkları yaratan ve çok yaratıcı olan ve mutlaka yaratıcılık yalnız kendisinin hakkı bulunan bir yaratıcıdır ki, daha neler yaratır neler! Hem tek Alîm (bilen)dir. Senin ve onların ve bütün yaratıkların durumlarını her yönüyle bilir. Aranızda meydana gelen şeylerden hiçbiri ona gizli değildir. Bundan dolayı her hususta O'na güvenmek, işleri onun hükmüne havale etmek gerekir. O biliyorken bu gün güzel muamele etmek, senin için kılıçtan daha uygun, daha hayırlıdır.

87- Andolsun ki biz sana namazlarda tekrarlanan yedi âyeti ve o büyük Kur'ân'ı verdik. nın veya ın çoğulu olan "mesânî" kelimesi çok anlamlı, çok kapsamlı bir kelimedir. Ki tesniye ve istisnâ maddesi olan den de, den de türemiş olabilir. Bu örneklerden bükülmek, kıvrılmak veya katlanmak veya tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya diğer bir şeyin eklenmesi ile takviye veya çeşitlendirilen herhangi bir şeye denilir ki, ikişer, ikili, tekrarlanan, bükülü, pekiştirilmiş, sağlamlaştırılmış, çifteli, büklüm, büklümlü, büklüm yeri, kat, katlı, kıvrım, kıvrımlı, kıvrak, cilveli mânâlarına gelir. Bu şekilde herhangi bir şeyin güçlerine katlarına, kıvrımlarına denildiği gibi, hayvanın dizlerine ve dirseklerine ve bir vâdinin büküntülerine, dönemeçlerine aynı şekilde müsikide ikinci tele veya çifte tellilere denir. Bağış ve iyiliği tekrar etmek, demektir. İbnü Cerir'in, İbnü Abbas'tan yaptığı bir nakle göre mesânîde istisna edilen mânâsı da vardır. Çünkü istisnâ da "seny"den türemiştir. Bükülmüş ipe veya ipliğe mim harfinin üstünü veya esresi ile denildiği gibi, tekrarlama ve yineleme mânâsı itibariyle çoşku ve terennüme veya ikişerli mânâsı ile mesnevî dediğimiz nazma da denilir.

Bir de "isnâ" dan mimin ötresi ile nın çoğulu olabilir ki, övgünün karar bulduğu yer demek olur. Sonra "Allah sözlerin en güzeli olan Kur'ân'ı, âyetleri birbirine benzeyen, karşılıklı hükümleri zikreden bir kitap olarak indirmiştir. O Kur'ân'dan, Rablerinden korkanların derileri ürperir. Sonra derileri ve kalbleri de Allah'ın zikrine karşı yumuşar." (Zümer, 39/23) buyurulduğu üzere, Kur'ân'a da mesanî denilmiştir. (Kur'ân'a bu ismin verilmesinin sebebi için o âyetin tefsiren bkz.)

Şimdi bu âyetteki den anlaşılan mânâ: "Kendisine mesâni denilen şeyler cinsinden büyük benzersiz yedi şey" demektir. Bu ise mücmeldir. Kendisinden kasdedileni belirlemek ayrıca delile muhtaçtır. Atıf, değişiklik gerektirdiğine göre, âyetin zahirinden anlaşılan bu yedi âyetin Kur'ân'dan başka olarak düşünülmesi lazım gelecek gibi görünür. Aslında bunun Kur'ân'dan başka olarak Hz. Muhammed'in yüce özelliklerinden olan yedi mucizeye işâret olması ihtimali yok değildir. Fakat bu şekilde bir tefsirle ilgili hiçbir rivayet gelmemiştir. Bütün rivayetler bunun yine Kur'ân'da aranması gerektiğini göstermektedir. Şöyle ki:

İbnü Ömer, Mücahid ve İbnü Cübeyr'den bu yedinin, "Seb'-i tıvâl" denilen yedi sûre olduğu rivayet edilmiştir..

Fakat bu sûre, Mekke'de inmiş, "Seb'-i tıvâle" (yedi uzun sûre) ise Medine'de indiğinden dolayı buna ilişilmiştir. Bazıları bu rivayetten yalnız bu âyetin Medine'de inmiş olması ihtimalini çıkarmak istemiş ise de zayıf bir rivayettir. Bazıları, bu yediden maksat "yedi Hâ mîm" dir demiş, bazıları da bu yedi, Kur'ân'da indirilmiş olan mânâlardır ki; emir, yasak, müjde ve uyarı, ata sözleri, nimetlerin sayımı ve ümmetlerle ilgili haberlerdir. Çünkü: "Kur'ân yedi harf (lehçe) üzerine indirildi." hadisi şerifinden de maksadın bu mânâlar olduğu söylenmiştir.

Fakat Hz. Ömer, Hz. Ali, İbnü Mesud, İbnü Abbas, Hasan, Ebu'l-Âli'ye, İbnü Ebi Melik'e, "Ubeyd b.Umeyr ve bir cemaat demişlerdir ki, bu yedi " = fâtiha" âyetleridir. Übeyy b. Ka'b, Ebû Hüreyre, Ebû Sa'îd b. Mu'allâ' rivayetleri ile Resul-i Ekrem (s.a.v) den: "Ümmü'l- Kur'ân (fâtiha), o tekrarlanan yedi âyettir. Ve bana verilen yüce Kur'ân'dır." hadisi şerifi de vardır ki, Ebû Sa'id ve Ebu Hüreyre'nin rivayet ettikleri hadisler Sahih-i Buharî'de de zikredilmiştir. Bundan dolayı den maksadın, Ümmü'l-Kur'ân olan Fâtiha Sûresi olduğu ve bundan dolayı Fâtiha'nın ismini aldığı ve yüce Kur'ân'ın, bunun bir tefsiri olduğu bu hadislerle anlaşılmıştır. Demek ki de yalnız bir kısmı mânâsına değil, aynı zamanda beyaniyye (açıklama) mânâsınadır.

Mesânîden yedi mesânî demektir. Yani Fâtiha'yı oluşturan yedi âyet, mesânîden, Kur'ân'dan olduğu gibi başlı başına yedi mesânîdir. Ve bundan dolayı bütün Kur'ân'ın bir niteliği olan mesânî mânâsı bunda ayrı bir şekilde katlanmıştır.

Her namazın her rekatında okunan, zammı sûre ile katlanan Kur'ân'ın her hatminde, duaların başında ve sonunda tekrar edilen, "nûn", "mim" fasılaları ile nağme (ahenk) üzerine akan, her âyeti çifte bir anlamı kapsayan ve toplamında dünya ve ahirette kulların en büyük maksatlarını göstermekle Allah Teâlâ'ya hamd ve senâ hakikatinde toplanan ümmü'l-Kur'ân, gerçekten her senâya layık, öyle tekrarlanan ve istisna edilen büyük bir nimettir ki, ancak Hz. Muhammed gerçeğinin ulaşabildiği seçkin özelliklerdendir.

Görülüyor ki "sana tekrarlanan yedi âyeti ve yüce Kur'ân'ı indirdik" buyurulmayıp "verdik" buyurulmuştur. Çünkü maksat yalnız yüce nazm (âyetler) değil, ondaki gerçekler ve istenen şeylerin de gerçekten bağışlanmış olduğunu açıklamaktır. Düşünmeli ki, o ne büyük nimet ve ne büyük mutluluktur!

88-89- Sakın o kâfirlerden birkaç çiftini, birtakımlarını zevklendirdiğimiz dünya malına göz dikme! Bunlar ne kadar zevkli ve faydalı görünürse görünsün, o tekrarlanan yedi âyet, o yüce Kur'ân nimetinin yanında hiçtir. Çünkü o "Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolu (olup) gazaba uğramışların ve sapmışların yolu değil" dir.(Fâtîha, 1/7) Bunlar ise sapıklık ve gazabdan kurtulmayan, sonu kötü aldatan dünya malıdır. Onun için onlara göz dikme, imrenme, kıskanma ve onlara üzülme, yani iman etmediklerinden ve o mallarla müslüman fakirlere ve dine hizmet etmediklerinden dolayı üzülme ve müminlere (merhamet) kanatlarını indir. Tam bir alçak gönüllülük ve şefkat ile himayene al ve de ki şüphesiz ki ben apaçık bir uyarıcıyım. Allah'ın azabından korkutmakla görevlendirilmiş hak ve hakikati açıklayan, o fasih (düzgün konuşan) ve beliğ, tanınan uyarıcıyım.

90-91- Nitekim biz Kur'ân'ı kısımlara ayıranlara, yani Kur'ân'ı parça parça etmek isteyen taksimcilere (azab) indirmiştik. "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene (Kur'ân'a) sevinirler. Fakat gruplardan onun bir kısmını inkâr eden de vardır." (Ra'd, 13/36) mânâsı gereğince hoşlarına giden bir kısmına inanıp, bir kısmını da inkar etmek şeklinde Kur'ân'ı parça parça etmek isteyen ve değişik kısımlara ayrılmış bulunan yahudiler ve hıristiyanlara önce indirilmiş olan kitaplarda böyle bir uyarıcı geleceği haber verilmişti. Onlar ise Allah'tan kokmuyor, kısım kısım olmuş Kur'ân'ı parçalamak istiyorlar.

92-93-İşte ey Muhammed! Sen bütün bunlara onun apaçık uyarıcı olduğunu söyle Rabbine yemin olsun ki elbette ve elbette onların hepsine soracağız, gerek böyle parça parça ayıranlara ve gerek kâfirlerin gruplarının hepsini bütün yaptıklarından sorumlu tutacağız.

"Küfrettiklerinden" buyurulmayıp da gerek kalble ilgili, gerek bedenle ilgili, gerek söz ve gerek fiil ve gerek terk gibi bütün işleri kapsar şekilde, "Yaptıklarından" buyurulması ne büyük ve müthiş bir uyarı olduğundan gaflet edilmemelidir. Kur'ân'ın bütün birliğiyle hepsine iman ve itikat iddia edip de amele gelince, gönlüne göre bölüşme ve ayırmaya kalkışanlar da bu dehşetli uyarının altına girmiş oluyorlar.