15-HİCR:
وَقَالُواْ يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ {6} لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلائِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ {7} مَا نُنَزِّلُ الْمَلائِكَةَ إِلاَّ بِالحَقِّ وَمَا كَانُواْ إِذاً مُّنظَرِينَ {8} إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ {9}
Meâl-i Şerifi
6- Dediler ki: "Ey kendisine Kur'ân indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun."
7- "Eğer peygamberlik davanda doğru kimselerdensen, bize melekleri getirmeliydin."
8- Biz o melekleri ancak, hak ile indiririz. Ve indirildikleri vakit de onlara (kâfirlere) hiç mühlet verilmez.
9- Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.
6- Bir de dediler ki Mükâtil'in açıklamasına göre bu âyetin indirilmesinin sebebi; Abdullah b. Ümeyye, Nadr b. Hâris, Nevfel b. Hüveylid, Velid b. Muğire'dir. Mekke müşriklerinin bu çok inatçı ve azgın kodamanları ve bunlara uyan kâfirler, apaçık Kur'ân'a ve bunun, üzerine indiği Hz. Peygambere şöyle küfretmişlerdi ki ey kendisine o zikir indirilen! O, zikir, Kur'ân'dır. Çünkü Kur'ân Allah Teâlânın halka va'z ve öğütlerini hatırlattığından dolayı bir ismi de "zikir"dir. Kâfirler bu tabirle çağırmayı teslim olmak ve inanmak şekli ile değil, gelecek tarz üzere delilik saçmalıklarının sebebi olmak üzere alay tavrı ile yapıyorlardı. Kısacası Musa (a.s) hakkında Firavun'un "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir." (Şuarâ, 26/27) dediği gibi, bunlar da Kur'ân'ın uyarıları hoşlarına gitmediği için, Kur'ân vahyini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini akıl kabul etmez, delice bir iddia farzederek ve vahiy inerken Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelmesi alışılmış olan ve Hakk'ın vahyini, irade ile yapılan düşünmeden tamamen ayıran ve soyutlayan istiğrak (gark olma, kendinden geçme) durumunu bahane edinerek o hitap şekli ile demiş oluyorlardı ki, "Sana o zikir (Kur'ân) indiriliyormuş, Kur'ân vahy olunuyormuş ha!... Hiç bu olacak şey mi? Ey bu büyük ve olağanüstü vahiy ve peygamberlik davasının iddiacısı! Bu davadan dolayı hiç şüphe yok sen kesin olarak delisin, cin tutmuş delirmişsin. Yoksa bize o melekleri getirsene!... Sana o Kur'ân'ı indiren veya bize azab getirecek olan melekleri getirsene bakalım eğer doğrulardan isen böyle yapman gerekir. Sana görünen neden bize görünmesin?..."
Allah Teâlâ bunların bu hilelerini redderek buyurur ki:
7- Bir de dediler ki Mükâtil'in açıklamasına göre bu âyetin indirilmesinin sebebi; Abdullah b. Ümeyye, Nadr b. Hâris, Nevfel b. Hüveylid, Velid b. Muğire'dir. Mekke müşriklerinin bu çok inatçı ve azgın kodamanları ve bunlara uyan kâfirler, apaçık Kur'ân'a ve bunun, üzerine indiği Hz. Peygambere şöyle küfretmişlerdi ki ey kendisine o zikir indirilen! O, zikir, Kur'ân'dır. Çünkü Kur'ân Allah Teâlânın halka va'z ve öğütlerini hatırlattığından dolayı bir ismi de "zikir"dir. Kâfirler bu tabirle çağırmayı teslim olmak ve inanmak şekli ile değil, gelecek tarz üzere delilik saçmalıklarının sebebi olmak üzere alay tavrı ile yapıyorlardı. Kısacası Musa (a.s) hakkında Firavun'un "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir." (Şuarâ, 26/27) dediği gibi, bunlar da Kur'ân'ın uyarıları hoşlarına gitmediği için, Kur'ân vahyini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini akıl kabul etmez, delice bir iddia farzederek ve vahiy inerken Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelmesi alışılmış olan ve Hakk'ın vahyini, irade ile yapılan düşünmeden tamamen ayıran ve soyutlayan istiğrak (gark olma, kendinden geçme) durumunu bahane edinerek o hitap şekli ile demiş oluyorlardı ki, "Sana o zikir (Kur'ân) indiriliyormuş, Kur'ân vahy olunuyormuş ha!... Hiç bu olacak şey mi? Ey bu büyük ve olağanüstü vahiy ve peygamberlik davasının iddiacısı! Bu davadan dolayı hiç şüphe yok sen kesin olarak delisin, cin tutmuş delirmişsin. Yoksa bize o melekleri getirsene!... Sana o Kur'ân'ı indiren veya bize azab getirecek olan melekleri getirsene bakalım eğer doğrulardan isen böyle yapman gerekir. Sana görünen neden bize görünmesin?..." Allah Teâlâ bunların bu hilelerini redderek buyurur ki:
8- Biz melekleri ancak hakk ile indiririz. Yani melekler onların zannettikleri gibi getirilmez, Hareketlerinin gayesi öyle kâfirlerin olması şöyle dursun, insanlardan hiçbirinin emri altına da girmezler. Ancak Allah Teâlâ'nın yüce emri ile indirilirler. O da şunun bunun arzusu gibi boş yere değil, hak bir yol ve hikmetle indirilir. Bundan dolayı peygambere Allah'ın vahyini getiren meleklerin onlara da görünmesi hak değildir. Bir de o takdirde mühlet verilenlerden olamazlar. Kendilerine göz açtırılmaz, azab melekleri indirildi mi, derhal işleri bitirilir.
9- Hiç şüphe yok ki o zikri (Kur'ân'ı) biz indirdik biz hiç şüphesiz onun koruyucusu da mutlaka biziz. Buradaki zamiri iki ayrı şekilde yorumlanmıştır. Birincisi "zikr"e ait olmasıdır tefsircilerin çoğunun görüşü budur. İkincisi Ferrâ ve İbnü'l Enbârî'nin görüşleridir ki, Kur'ân üzerine indirilen Hz. Peygambere ait olmasıdır. Bu durumda mânâsı onu cin ve şeytan şerrinden ve düşman tecavüzünden koruyan ve koruyacak olan da biz şanı Yüce Allah'ız demek olur. Bu da doğru bir mânâ olmakla beraber âyetten ilk bakışta anlaşılan, birinci mânâdır. Yani Allah Teâlâ, bununla Kur'ân'ın fazlalık veya noksanlıkla bozma ve değiştirmeden korumasını üzerine almış ve korunarak kalmasını anlatmıştır. O halde bu vaad varken sahabe, Kur'ân'ın Mushaf'ta toplanması ile niçin meşgul oldular? Sorusu da sorulamaz. Çünkü hafızların Kur'ân'ı ezberlemesi gibi, sahabenin onu toplaması da Allah Teâlâ'nın koruma sebebleri cümlesindendir. Allah, onun korumasını üzerine aldığı içindir ki, onları bu şekilde toplamaya ve zaptetmeye muvaffak etmiştir.
Burada tefsirciler Allah Teâlâ'nın Kur'ân'ı korumasının niteliği hakkında da birkaç ayrı görüş açıklamışlardır. Şöyle ki:
1- Bunu Allah'ın koruması, insan sözünden ayrı bir mucize kılarak halkı, artırma ve eksiltmeden aciz bırakması şeklindedir. Çünkü Kur'ân'a bir şey ilave edecek veya eksiltecek olsalar Kur'ân nazmı değişir ve bütün aklı erenlere onun Kur'ân'dan olmadığı meydana çıkar. Bunun için Kur'ân'ın icâzkâr olması (benzerini getirmekten insanları aciz bırakması) bir şehri kuşatan sur ve istihkâm gibi onu korunmuş tutar.
2- Allah Teâlâ, hiç kimseye Kur'ân'a sözlü mücadele edebilecek kuvvet vermemek suretiyle onu korumuş ve muhafaza etmiştir. Bu iki yorum şekli birbirine yakındır.
3- Allah Teâlâ, teklif (yükümlülük) süresinin sonuna kadar Kur'ân'ı koruyacak, okutacak ve halk arasında neşredecek bir topluluğu görevlendirmek suretiyle, onu halkın iptal etmesinden ve bozmasından koruyup muhafaza edecektir.
4- Korumadan maksadın şu olduğunu söylemişler: Bir kimse Kur'ânın bir harfini veya bir noktasını değiştirecek olsa bütün âlem ona: "Bu yanlıştır, Allah'ın sözünü değiştirmektir" der. Hatta büyük ve heybetli bir adam Allah kitabının bir harfinde veya harekesinde yanlışlıkla bir hata veya bir lâhin yapacak olsa çocuklar bile ona hemen, "Efendi yanıldın, doğrusu şöyledir!" derler.
Fahreddin Râzî der ki: "Kur'ân'ınki gibi korunma hiçbir kitaba nasib olmamıştır. Başka hiçbir kitap yoktur ki, az çok tashif (kelimeyi yanlış yazma), tahrif (yazarken harflerin yerini değiştirme) ve bozulma girmemiş olsun. Bunca dinsizlerin, yahudilerin ve hıristiyanların Kur'ânı değiştirmek ve bozmak üzere birçok arzuları ve hırsları bulunduğu halde, bu kitabın her yönden tahriften korunmuş olarak kalması en büyük mucizelerdendir. Bir de Allah bunun böyle korunmuş olarak kalmasını bu âyetle haber vermiştir. Şimdiye kadar da altı yüz seneye yakın bir zaman geçmiştir. Bundan dolayı, bunun bir gayb haberi olduğu gerçekleşmiş bulunuyor. Bu ise üstün bir mucizedir. Bu satırların yazıldığı şu zamanımızda ise, yüce hicretin bin üç yüz kırk dokuzuncu (günümüzde ise bin dört yüz on üç) senesinde bulunuyoruz. Bu sûre, Mekke'de indiğinden dolayı demek ki bin üç yüz elli seneyi geçen bir müddetten beri, bütün kâinat bu gayb haberinin gerçekleştiğine şahid olmaktadır. Gerçekten Kur'ân'da bu âyet, açık bir ifade olmasaydı bile, hiçbir kitaba nasib olmayan bir koruma ile bu kadar senedir korunması, Râzî'nin dediği gibi başlı başına büyük bir fiilî mucize olurdu. Bunun, bu âyetle başlangıçtan itibaren açık olarak ifade edilmesi, özellikle pekiştirilerek anlatılmış olması ise, hiç söz götürme ihtimali olmayan ilmî bir mucizedir. Ve işte on üç buçuk asırdan fazla bir zamandan beri, dünya böyle hem ilim ve hem de amelle ilgili yönleri toplayan bir mucizenin şahidi olagelmiştir. "Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir." (Hıcr, 15/1).
Böyle apaçık bir Kur'ân'a ve bunun, üzerine indiği Yüce Peygambere karşı, kâfirlerin neden insaf etmeyip de edepsizlikte bulunduklarına gelince; Allah Teâlâ, bunun sebebini açıklamakla Peygamberini teselli etme konusunda buyuruyor ki: