15-HİCR:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {28} فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ {29} فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ {30} إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى أَن يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ {31}

سورة الحجر (15) ص 264

قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلاَّ تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ {32} قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {33} قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ {34} وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ {35} قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ {36} قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنظَرِينَ {37} إِلَى يَومِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ {38} قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الأَرْضِ وَلأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ {39} إِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ {40} قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ {41} إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلاَّ مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ {42} وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ {43} لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِّكُلِّ بَابٍ مِّنْهُمْ جُزْءٌ مَّقْسُومٌ {44} إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ {45} ادْخُلُوهَا بِسَلاَمٍ آمِنِينَ {46} وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَاناً عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ {47} لاَ يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ {48}

Meâl-i Şerifi

Şimdi o vakti düşün ki:

28- Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım."

29- Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın."

30- Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

31- Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti.

32- Allah buyurdu ki: "Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?"

33- İblis şöyle dedi: "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim."

34- Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Sen, artık kovulmuş birisin."

35- "Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerindedir."

36- İblis: "Rabbim! Öyle ise insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver" dedi.

37- Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin."

38- "Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..."

39- İblis şöyle dedi: "Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!"

40- "Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesnâdır."

41- Allah şöyle buyurdu: "İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur."

42- "Sana uyan azgınlardan başka, kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur."

43- "Şüphesiz ki onların hepsine vaad edilen yer cehennemdir."

44- "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır."

45- Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar.

46- Onlara: "Selametle güven içinde oraya girin" denir.

47- Biz o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar.

48- Orada kendilerine hiçbir yorgunluk gelmeyecek. Oradan çıkarılacak da değillerdir.

28- Rabbin meleklere demişti ki: Şüphesiz ki ben, kuru çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.

29- O halde ben ona şekil verdiğim, o balçığı tam bir insan yaratılışına, düzgün bir insan kıvamına koyup içine ruhumdan üflediğim zaman, burada tamlaması, bir şereflendirme tamlaması, üfürme deyimi de bir örnektir. Yani maddenin kabiliyetini olgun bir duruma getirip, içine "De ki ruh, Rabbimin işlerindendir..." (İsrâ, 17/85) mânâsına uygun olarak Allah'ın bir işi olan ruhtan feyiz verdiğim vakit siz hemen onun için secdeye kapanın. Allah'ın emrine itaat ederek yere düşün, o ruh olan insana boyun eğin. İşte Allah, o balçıktan yarattığı insanı ruhu ile böyle yükseltmişti.

30-38-Bunun üzerine bak ne oldu.

"Hepsi de toptan secde ettiler. Ancak İblis müstesna." (Bakara, 2/34 ve A'râf, 7/11. âyetlerinin tefsirine bkz.) Yani kıyamet gününe kadar değil, Allah katında bilinen vakte kadar ki "Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere, göklerde ve yerde ne varsa hepsi düşüp ölecektir." (Zümer, 39/68) âyeti ile açıklanan ilk üfürüş günüdür.

Ahmed b. Kays'tan nakledilmiştir ki: "O, Medine'ye vardım demiş, maksadım emirü'l-müminin Ömer (r.a) idi. Bir de vardığımda büyük bir cemaat toplanmış, orada Ka'bû'l-Ahbâr insanlara vaaz ediyor ve şöyle diyordu:

"Âdem Aleyhisselâm'a ölüm emri geldiği zaman 'Ya Rabbi! Düşmanım İblis, beni ölmüş bir durumda görünce kendisi kıyamet gününe kadar mühlet verilmiş olmakla sevinecek, başıma gelene gülecek' dedi. Ona şöyle cevap verildi: 'Ey Âdem! Sen cennete geri gideceksin, o lanetlenmiş İblis ise öncekilerin ve sonrakilerin sayısı kadar ölüm acısını tatmak için beklemeye bırakılacak. 'Sonra Âdem, Hz. Azrail'e, 'Ona ölümü nasıl tattıracaksın? Niteliğini anlat.' dedi. Azrail onun ölümünü anlattı. Âdem: 'Ya Rabbi, yeter!' dedi. Bunun üzerine insanlar, heyecana geldiler de Ka'b'e 'Ey Ebu İshâk! O nasıl?' dediler. Ka'b, açıklama yapmaktan çekindi, insanlar ısrar ettiler. Bunun üzerine Ka'b dedi ki: 'Yüce Allah, ilk üfürüşten sonra Hz. Azrail'e diyecek ki: 'Sana yedi gök ve yedi yer halkının kuvvetini verdim ve bu gün sana bütün öfke ve gazab kisvesini giydirdim. Öfke ve hücumunla in o taşlanmış İblis'e. Artık ona ölüm acısını tattır. İnsan ve cinlerden önce ve sonra gelmiş geçmişlerin acılarının kat katını kapsayacak şekilde, bütün acıları ve hastalıkları ona yüklet. Beraberinde öfke ve kinle dolgun yetmiş bin cehennem bekçisini, her biri ile de cehennem zincirlerinden, tomruklarından zincirler ve tomruklar bulunsun. Cehennem, kancalarından yetmiş bin kanca ile o lanetlenmişin, kokmuş canını çekip çıkarın. Mâlik'i de (Cehennemdeki meleklerin başkanı) çağır. Cehennemlerin kapılarını açsın.' Bunun üzerine Hz. Azrail öyle bir şekilde inecek ki ona göklerin ve yerlerin halkı baksa dehşetinden derhal ölürlerdi. Azrail, inecek İblis'e varıp, 'Dur, ey pis! Artık sana ölümü tattıracağım, çok ömür sürdün, Allah'a yakın nice kimseleri sapıttın. İşte bu o bilinen vakittir.' diyecek. Mel'ûn doğuya kaçacak, bakacak Hz. Azrail gözlerinin önüde, batıya kaçacak yine gözlerinin önünde, denizlere dalacak, denizler onu kabul etmeyecek, kısacası yerin her tarafına kaçacak, sığınacak kurtulacak hiçbir sığınak bulamayacak, sonra dünyanın ortasında, Hz. Âdem'in mezarı yanında duracak veya doğudan batıya, batıdan doğuya topraklarda sürünerek en son Âdem Aleyhisselâm'ın cennetten atılınca indiği yere varınca yer, bir kor gibi olacak, zebâniler kancaları takıp didikleyecekler de didikleyecekler. "Allah'ın dilediği zamana kadar" can çekişme ve işkence içinde kalacak. O böyle can çekiştirirken Âdem ve Havva'ya da, 'Kalkınız, düşmanınız ölümü nasıl tadıyor, bakınız' denecek. Kalkacaklar, onun çektiği işkencenin şiddetine bakacaklar da 'Ya Rabbi! Bize nimetini tamamladın' diyecekler."

39-O bilinen vakte kadar mühlet müsadesini alan İblis Ya Rabbi! dedi, beni azdırmana karşılık yemin ederim ki veya azgınlığıma hükmetmen sebebi ile; yani Allah katından kovulmuş, iyilik ve rahmetten uzaklaştırılmış bir melûn, böyle bir mühlet müsaadesini elde edince şımarır da onu azgınlığa bir teşvik vasıtası olarak kabul eder. Böyle şımartman hakkı için veya çamurdan yaratılanı küçümseyip secde etmediğimden dolayı benim azgın âsi olduğuma hükmetmenden dolayı mutlaka ben, yeryüzünde onlara süsleme yapacağım. Yani maddelerini bahane ederek o kuru çamuru, o kokar balçığı, onlar için süsleyip insanlığın esas yükselmesine vesile olan ruhtan daha hoş, daha süslenmiş, daha kıymetli göstereceğim. Ve mutlaka hepsini azdıracağım.

40- Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesna, yani yalnız tâatin için seçilmiş, lekesiz özel kulların aldanmazlar. Başlangıçta insanlığın maddesine bakarak mutlaka aşağılığına hükmeden ve onlara zorbalık edebileceğini söyleyen İblis'in, burada bu istisnası (ayırması), şüphe yok ki Allah'ın söyletmesi olan bir itiraftır. Onun için:

41- Allah Teâlâ buyurdu işte bu dediğin, sahiplerini istisna ederek azıtamayacağını itiraf ettiğin o ihlâs ve tevhîd bir cadde, bir kanundur ki bana aitttir. Yani bana varır, yahut ben kefilim dosdoğrudur. Yahut; işte benim üstüme aldığım dosdoğru yol, hak kanunu şudur:

42- Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Yani ne sözlü olarak onları susturacak bir delilin, ne fiilî olarak sataşacak ve kullanacak güç ve hakimiyetin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesnâ, yani ancak bunları sürükleyebilirsin. Fakat o da senin hakimiyetin ile değil, onların iradelerini kötüye kullanarak sana uymaları, arkana düşmeleri dolayısıyladır. Yoksa ihlâslı kullara hakimiyet kuramadığın gibi, diğerlerine de hakimiyet kuramazsın. Çünkü sonunda "Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi inkâra çağırdım; siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin." (İbrahim, 14/22) diyeceğin İbrahim Sûresi'nde açıklanmıştır.

43- Muhakkak cehehnem, onların hepsine vaad olunan yerdir. O İblis, ona tabi olan azgınların kendilerine uyulanlarla beraber hepsine vaad edilen yerleridir.

44- Onun, o cehennemin yedi kapısı vardır. Yani gireceklerin çokluğundan dolayı yedi giriş kapısı veyahut azgınlığın çeşit ve derecelerine göre, önce Cehennem, sonra Lezzâ, sonra Hutame, sonra Sa'îr, sonra Sekar, sonra Cehîm, sonra Hâviye isminde yedi tabakası vardır. Her kapı için, onlardan (o azgınlardan) bir grup ayrılmıştır. Ebu's-Suûd Tefsiri'nde deniliyor k: "Muhtemelen yedi kapı ile sınırlanması, helak eden şeylerin beş duyu ile hissedilen şeylerle şehvet ve öfke kuvvetlerini gereğine mahsus olmasındandır." Bununla beraber bunda diğer bir ihtimal vardır ki, şeriat dili açısından akla daha uygundur. Çünkü cehennem kapılarının yedi olması ile cennet kapılarının sekiz olması arasında apaçık bir ilişki vardır. Bundan dolayı denebilir ki, bu kapıların mükellef organlarla ilgili olması düşünülür.

Bilindiği gibi insanın mükellef organları sekiz tanedir: Kalb, dil, kulak, göz, el, ayak, ağız, cinsel organ. Bunların yedisi açık, birisi gizlidir ki, o da kalbdir. Doğrudan doğruya Allah'a bakan kalp kapısı açık olursa, bu sekiz organın her biri Allah'ın emri üzere hareket ederek cennete birer giriş kapısı olabilir. Ve bu şekilde cennete sekiz kapıdan girilir. Fakat içte ruh körlenmiş, kalb kapısı kapanmış bulunursa dıştaki yedi organın her biri cehenneme açılmış birer giriş kapısı olurlar. İşte cennet kapıları sekiz olduğu halde, cehennem kapılarının her birine ayrılmış bir grup olmak üzere yedi olması, Allah daha iyi bilir ki bu hikmetten dolayıdır. "Ve ona ruhumdan üflediğim zaman..." (Hıcr, 15/29) ifadesinin şerefine nail olmakla iman ve marifet kapısı olan kalb, cehenneme kapalıdır. Ondan yalnız cennete girilir, Allah'a erişilir. Kalbi açık olan kimse şeytana uymaz, Allah'ı inkâr etmekten ve O'na isyan etmekten sakınır. Onun için:

45-48- Şüphesiz takva sahipleri, şeytana uymaktan sakınan, küfr ve isyandan korunanlar cennnetlerde ve pınar başlarında yerleşeceklerdir. Ey takva sahipleri! Oraya emniyet ve tam selametle giriniz! Yani ey insanlar, ey Muhammed ümmeti! İblis'e tabi olmaktan sakınınız, Allah'ın koruması altında, tevhid ve İslâm dinine, Allah'ın Resulüne uyunuz, kalbinizden kin ve hileyi çıkarıp takva sahibi olunuz da, takva sahiplerinin yeri olan o cennetlere ve pınarlara emniyetler içinde, güle güle, selâmetle giriniz. O cennetler ve pınarlar her yönden korunmuş, güvenli ve sağlıklı bir selamet yurdudur. Ona dışardan tecavüz olunamayacağı gibi, biz onların, O cennetler ve pınarlardaki takva sahiplerinin göğüslerindeki ilişikleri ve kinleri söküp attık. Cennet ehlinin gönüllerinde kin ve hile kalmaz, fena niyet ve kin durmaz. Yani İslâm takvasının şiârından birisi de kin tutmamaktır. Allah takvalı kalblerde kin bırakmaz. Geçmişte kin varsa onu siler. Çünkü Hz. Ali'den nakledilmiştir ki, o şöyle demiş: "Ümit ederim ki Osman ve Talha ve Zübeyr ile ben bunlardan olayım". "Allah onların hepsinden razı olsun." Öyle ki hepsi kardeşler olarak karşılıklı tahtlar, karşılıklı köşkler üzerinde muhabbet ederler. Yani hiçbiri diğerine sırtını dönmeksizin yüz yüze sevişe sevişe yaşarlar. Orada onlara hiçbir yorgunluk gelmez. Her ne isterlerse zahmetsiz, sıkıntısız hemen meydana gelir hem onlar, oradan çıkarılmayacaklardır. Sonsuza kadar orada ebedî kalacaklardır.