15-HİCR:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {26} وَالْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ {27}
Meâl-i Şerifi
Gerçekten:
26- Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
27- Cinleri de daha önce insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen güçlü bir ateşten yarattık.
26- Andolsun ki biz insanı bir kuru çamurdan, bir şekillenmiş kara balçıktan yarattık. Yani insan cinsini başlangıçta biz vurulduğunda ses çıkaran kuru bir çiğ çamurdan, değiştirip dönüştürme ile özel bir şekilde yoluna konmuş kokar bir balçıktan yarattık.
SALSÂL; "Ses veren yani vurulduğu zaman tıngırdayan, kuru pişmemiş çiğ çamur" ( ) dur ki, pişmiş olursa tuğla, kiremit gibi ses çıkaran kuru bmir çamur olur. Çünkü Rahmân Sûresi'nde "Vurulduğunda testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan..." (Rahmân, 55/14) buyurulmuştur.
HAME': Uzun süre su ile yumuşayıp bozulmuş cıvık kokar çamur, yani balçık demektir. Tekili ölçüsünde dir.
MESNÛN: Bunun açıklanmasında tefsirciler birkaç görüş nakletmektedirler:
1- İbnü Sikkît demiştir ki, Ebu Amr'i dinledim "mesnûn, bozulmuş demektir" diyordu. Bunun açıklamasında Ebu Haysem de demiştir ki, denilir ki "bozuldu", demektir. Ve buna delil "henüz bozulmamış" ki, bu kelime dan, yani "yol güzergâhına konulmuş" olmaktan alınmıştır. Çünkü böyle olan herhangi bir şey, bozulur.
2- Denilmiş ki, "mesnûn" sürtülmüş, kazınmış veya bilenmiş demektir ki, taşı taşa sürttükleri zaman "Taşı taşa sürttüm." deyiminden alınmıştır. Çünkü bileğiye ve sürtülürken ikisinin arasından çıkan kazıntıya denilir ve bu da kokar. Bundan dolayı bozulma ve kötü koku bunun da gereğidir.
3- Ebu Ubeyde demiştir ki, "mesnûn" dökülmüş demektir. "Suyu güzelce yüzüne döktü", denilir.
4- Sibaveyh
demiştir ki, "mesnûn" bir şekil ve örnek üzere resimlenmiş demektir. Yüzün özel
bir şekli olan den alınmıştır.
Bu şekilde insan nevinin şekli için sünnet olan özel bir şekle dökülmüş bir balçık demek olur. Sonra terkibinde de iki ayrı yorum vardır.
Birincisi: e sıfat olmasıdır ki "özel bir şekilde tasvir edilmiş, başka bir ifade ile kalıba dökülmüş bir balçıktan meydana gelen bir çiğ çamurdan" demek olur. Böyle olunca salsâl, "hame-i mesnûn"dan yapılmış demek olur. Ebu'l-Bekâ ve Zemahşerî bunu tercih etmişler ise de faydalı bir görüş değildir. Çünkü kuru çamurun yaş çamurdan meydana geldiğini anlatmak gereksiz olduğu gibi, insan hamurunun balçık halinde iken insan şeklinde bulunduğu da genel olarak kabul edilmiş değildir.
İkincisi: Bedel olmasıdır ki, salsal'den, bir hame-i mesnûn'dan demek olur. Ebu Hayyân'ın anlattığına göre tefsircilerin çoğu bedel olmasını tercih etmiştir. Biz de bu görüşte ısrar etmek isteriz.
Önce salsâl, sonra da ondan özel bir şekilde kalıba dökülüp insan mayasını meydana getiren şekillenmiş, kara balçık yapılmış ve insan ondan düzgün bir şekilde yaratılmış demek olur. Ve şu halde salsâl, su ile karıştırıldıktan sonra süzülüp kuru çamur haline gelmiş bulunan, yeryüzünün rütubetsiz olan tamtakır durumunu gösteriyor ki, tabiat itibariyle bunda hayat düşünülemez. Ve bunun özellikle "salsâl" deyimi ile anlatılması, insanın, yeryüzünden bir tabiat eseri olarak ortaya çıkmasının mümkün olamayacağını tam bir açıklıkla anlatmak içindir.
Öyle ya, tamtakır bir kuru çamurun tabiatı, hayata ne kadar zıddır. Tabiata kalsa bunda, insan veya hayvan şöyle dursun, bir otun bitme imkanı bile yoktur. Fakat şu bir gerçektir ki, bundan insan yaratılmıştır. Bu ise doğrudan doğruya Allah Teâlâ'nın kudretinin sanatına, ilim ve hikmetine apaçık bir delildir. Tabiat, kendine bırakılınca hiç değişmemesi gerekirken Allah Teâlâ onu yumuşatıp değiştirerek bir balçık haline çevirmiş ve o balçığa sanat ve hikmeti ile öyle bir sünnet (ilâhî kanun) vermiştir ki bununla insan yaratılışı için ilâhî kanunun meydana geldiği maya ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı diyebiliriz ki; "hame-i mesnûn" insan tohumu olan spermadır. Gerçekten sperma her anlamıyla mesnûn, yani hem değişen, hem sürtülmüş, hem dökülmüş, hem de bir sünnet üzere tasvir edilmiş (şekillendirilmiş) bir balçıktır. Bu şekillenmiş balçığa "yapışkan bir çamur" (Sâffât, 37/11), "dayanıksız bir suyun özünden" (Secde, 32/8), "katışık bir sperma" (İnsan, 72/2) demek de doğrudur. Bu mânâ, insan nevinin bütün fertlerini kapsar. Ancak insanın ilk ferdi olan Âdem, ilk insan olduğu gibi, onun yaratıldığı o şekillenmiş balçık da ilk önce onda sünnet olmuş ilk tohumdur. Özetle Âdem bile, ilk olarak sperma niteliğini almış bir balçıktan yaratılmıştır. "O, insanı bir damla sudan yarattı" (Nahl, 16/4) ifadesi, onun hakkında da geçerlidir.
Şu kadar var ki, o spermadan önce bir insan yoktur. Onun seçimi, çocukları gibi bir insanın vücudunda meydana gelmemiştir. Bununla beraber şimdiye kadar bütün insanlar da onun gibi kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir kara balçıktan yaratılmaktadır. Yalnız şu farkla ki, bu şekillenmiş kara balçık, insanın gıda olarak yediği bitkiler ve hayvanların (et ve sütleri ile) bünyelerinden geçerek yine bir insan bünyesinde seçimini bulmaktadır. İşte insan denilen mahluk aslında böyle değersiz bir şeydir. Allah Teâlâ'nın ilim ve hikmetini, kudretinin sanatını anlamalı ki, şu kuru topraktan öyle şekillenmiş kara bir balçık yapmıştır. Ve o kokar balçıktan insan yaratmaktadır.
27- Cânnı da, Cin cinsini meydana getiren gizli mahluku da ondan önce şiddetli zehirli ateşten yaratmıştık.
SEMÛM: Lugatte ateş alevi gibi esen sıcak rüzgara denilir ki, sam yeli diye ifâde edilir. Ve kendisine harûr (sıcak rüzgar) da denilir. İbnü Cerir'in açıklamasına göre bazı Araplar harûru, gündüz esen rüzgara tahsis etmişlerdir. Bir hadis-i şerifte de: "Semûmun, cehennemin bir harareti olduğu" bildirilmiştir.
SÂMM: "Semm" maddesinden fâil, Semûm da onun mübâlağası olan "feûl" kipidir. Sem, zehir, bir de "semmû'l-hıyât" gibi ince delik (iğne deliği) mânâsına gelir.
Çünkü vücuttaki terin çıktığı ve havanın nüfuz ettiği gizli deliklere "mesemme", çoğuluna da "mesâm" veya "mesemmât" ve çoğulun çoğuluna da "mesâmmât" denilir. Bundan dolayı sâmm ve semûm, mesâmmâte nüfuz edici veyahut zehirleyici mânâlarını ifade eder. Ve o rüzgarın bu isim ile adlandırılması da bu itibarlardan birisini veya her ikisini gözönünde bulundurmaktan dolayıdır. Cinlerin zehirli ateşten yaratılmış olması, cin ve şeytanın insana gizli deri gözeneklerinden girecek, zehirleyecek, yakacak bir nitelikte olduğuna işaret eder. İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir ki; "Şu bildiğimiz zehirli ateş, cinlerin kendisinden yaratıldığı zehirli ateşin yetmiş parçasından bir parçadır." demiştir. Demek ki insan yaratılmadan önce, cinlerin yaratıldığı sırada yeryüzü çok dehşetli ateşler saçıyormuş.